“Yiğidi öldür ama hakkını ver.” Bu söz artık bir temenni değil, deprem sonrası gazeteciliğin pusulası olmak zorunda.
6 Şubat depremlerinin üzerinden neredeyse üç yıl geçti. Hatay hâlâ ayağa kalkmaya çalışıyor.
Bu süreçte ne sadece methiyeler ne de yalnızca karalama dili topluma fayda sağladı.
Asıl ihtiyaç duyulan şey; güçlü, cesur, dengeli ve ahlaklı bir deprem gazeteciliğidir.
Deprem gazeteciliği bir ‘an’ değil, bir ‘süreç’ işidir
Deprem gazeteciliği yalnızca enkaz başında mikrofon uzatmak değildir.
Afetin ilk günlerinde acıyı göstermek ne kadar önemliyse, aylar ve yıllar sonra hayatın neden normale dönemediğini sorgulamak da o kadar hayati bir görevdir.
Ne yazık ki bu ayrım çoğu zaman yapılmadı.
İlk aylarda “felaket turizmi”ne varan yayınlar gördük.
Sonraki süreçte ise iki uç ortaya çıktı:
Ya her şeyi güllük gülistanlık gösteren tek taraflı anlatılar ya da yapılan hiçbir işi görmeyen toptancı bir yıkım dili.
Oysa gazetecilik, bu iki kolaycılığın tam ortasında durmayı gerektirir.
Yapılanları yok saymak da, eleştiriyi bastırmak da yanlıştır
Hatay’da ciddi bir inşa ve ihya faaliyeti yürütülüyor.
Konutlar yapılıyor, yollar açılıyor, kamu binaları yükseliyor.
Bunu yok saymak, emeği inkâr etmektir.
Ancak bu gerçeği dile getirmek, yaşanan sorunları görmezden gelmek anlamına gelmez.
Vatandaş hâlâ barınma, altyapı, ulaşım, çevre düzeni, mülkiyet ve rezerv alan uygulamaları konusunda ciddi mağduriyetler yaşıyor.
Gazetecinin görevi tam da burada başlar:
“Yapılıyor” denilenle “yaşanan” arasındaki farkı ortaya koymak.
Yöneticilerin en büyük hatası: eleştiriyi tehdit olarak görmek
Bu süreçte yöneticilerin de ciddi yanlışları oldu.
Eleştiriyi çoğu zaman düşmanlıkla eşdeğer gören bir tutum benimsendi.
Oysa eleştiri, iyi yönetimin düşmanı değil; yol göstericisidir.
Sorun dile getiren gazetecilerin ya da vatandaşların
“kötü niyetli”, “manipülatif” ya da “algı yapıyor” şeklinde yaftalanması,
sorunları çözmediği gibi büyüttü.
Kamera açısını tartışmak yerine, o kameraya yansıyan sorunları çözmek gerekirdi.
Şeffaflık eksikliği, bilgiye erişimde yaşanan güçlükler ve çelişkili açıklamalar,
güven duygusunu zedeledi.
Yönetim, eleştiriye kulak vermek yerine tek merkezli bir anlatıyı dayattıkça,
sahadaki gerçek ile resmi söylem arasındaki makas açıldı.
Tek karelik videolarla gazetecilik olmaz
Sosyal medya çağında gazetecilik sorumluluğu ciddi biçimde aşındı.
Tek bir sokak, tek bir bina, tek bir görüntü üzerinden koskoca bir şehri anlatmaya kalkmak; bilgi vermek değil, algı üretmektir.
Bu yaklaşım ne vatandaşa ne de kente fayda sağlar.
Aksine, sahadaki emekleri gölgelerken gerçek sorunların çözümünü de geciktirir.
Vali açıklamaları: haklılık payı var ama eksik
Hatay Valisi Mustafa Masatlı’nın,
sadece olumsuzlukların gündeme getirilmesine yönelik eleştirisinde haklılık payı var.
Ancak bu tespit, eleştirinin dozunu düşürmek için bir gerekçe olamaz.
Vatandaşın yaşadığı her mağduriyet meşrudur ve haber değeri taşır.
İyi giden örnekler kadar kötü giden uygulamaların da açıkça konuşulması gerekir.
Gerçek gazeteciliğin tarafı: kamu yararıdır
Biz gazetecilerin tarafı ne iktidardır ne muhalefet ne de bürokrasidir.
Bizim tarafımız kamu yararıdır.
Görevimiz;
soruyu sormak, hesabı hatırlatmak ve unutturmamaktır.
Deprem gazeteciliği;
sabır ister, vicdan ister, cesaret ister.
Popüler olanı değil doğru olanı yazmayı,
alkış değil itiraz almayı göze almayı gerektirir.
Sonuç: hakkaniyet olmadan iyileşme olmaz
Hatay’ın iyileşmesi yalnızca betonla, asfaltla, projeyle olmaz.
Güvenle, adaletle, şeffaflıkla olur.
Eleştiriyi susturarak değil, dinleyerek yol alınır.
Dün enkaz başında görev yapan gazeteciyle,
bugün şehrin neden hâlâ toparlanamadığını soran gazeteci arasında fark yoktur.
Yiğidi öldürmeden de hakkını vermek mümkündür.
Mesele, buna cesaret edebilmektir.

YORUMLAR