Deprem; pek çok can kaybına, yaralanmalara, insanların sağa sola savrulmalarına neden olduktan hemen sonra yağma olayları (bundan sonra “yağma olayı” yerine, sadece “yağma” sözcüğü kullanılacak) başladı. Hatta gün ışımadan, can pazarı devam ederken başladı yağma. Tarifi güç, zorda kalınan böyle bir felakette bazı yağmaları anlarım. Ayakta kalabilmek ve hayatın idamesi için şart bu. Düşünün ki karanlıkta binanızdan /evinizden sağ salim çıktınız. Sabaha birkaç saat var; ayaklarınızda ayakkabınız, üzerinizde üst başınız yok. Depremden zarar görmüş bir mağazada bu türden giysilerle karşılaşırsanız, almaz mısınız? Zaten böyle bir durumda mağaza sahibinin helal edeceğine yüzde yüz eminim. Veya yarı yıkık, kapı ve pencereleri açık bir markette sular, gıdalar ve diğer ihtiyaç malzemeleri… Susadığınız için gidip alırsınız, aç olduğunuz için alırsınız, ihtiyacınız için alırsınız. Ama söylediğim nedenlerin dışında bir amaçla alırsanız bu affedilmez, helal edilmez ve bir suçtur; yağma budur.
Sonraki günlerde başka illerden ve yörelerden sırf yağma amacıyla gelindiğini hemen hemen herkes biliyor. Peşine düşülen; para, ziynet eşyası, değerli başka eşyalar ve satılabilecek para eden her şey. Annemin oturduğu, babamdan miras kalan müşterek mülkiyetli apartmanda yedi daire vardı. Bir dairede annem oturduğu için orayı boşalttık ve kombisini söküp aldık. Ama diğer altı dairenin kombileri çalındı.
Depremin üzerinden 40 gün geçmişti. 11 Şubat’ta terk ettiğim memleketim Antakya’ya yeniden dönmüştüm. Annemin evine gidecektim. Gitmem için arabamla bir mahalleden geçmem gerekiyordu. Her tarafta yıkık binalar, çadırlar, prefabrik evler, yemek dağıtılan yerler, su kuyrukları, umutsuz bir bekleyiş, hüzün… Yollarda zor bela ilerliyorum arabamda. Bir marketin önüne geldim. Market yağmalanıyor. İçine boş giren, elleri dolu olarak çıkıyor. Eski püskü bir araba hızla gelip marketin önünde acı ve sert bir frenle durdu. Aynı anda tüm kapıları açıldı ve arabadan dört kişi indi. Marketten elleri dolu çıkan insanlara saldırdılar. Bir an için ben ve saldırıya maruz kalan yağmacılar / hırsızlar, ellerdeki eşyalar için yapıldığını sandık. Eşyaların verilmemesi için direnç gösterildi. Sonradan anladık ki gelenler marketin sahipleri. Bir arbede yaşanıyordu ve bir tarafta market sahipleri, bir tarafta yağmacılar vardı.
Yazdıklarımın benzerini konuştuğumuz bir sohbet ortamı vardı aylar önce. Ya arkadaşlarla ya da yakınlarımla oturuyordum. Market olayını anlatınca, lafın arasına girildi ve giren anlatmaya başladı. Anlatıcının gözleri nemlenmiş, uzak bir noktaya sabitlenmiş… yutkunup duruyor, adem elması bir aşağı bir yukarı: “Deprem sabahı bir market yağmalanıyordu. Herkes, demin dediğiniz gibi elleri dolu dolu çıkıyordu marketten. Poşetlerde, çantalarda su şişeleri, çikolatalar, bisküviler, konserveler… Ellerine market arabası geçirenler, araba ile bir şeyler götürüyorlar. On beş- on altı yaşlarında bir gençle karşılaştım. Marketten, boş bir market arabasıyla çıkmış uzaklaşıyordu. Bir gence, bir boş market arabasına baktım. Sormadan, cevap verme ihtiyacı duydu. Ağladığı için kuracağı cümle ha bire kesintiye uğruyor, hem genç hem de cümle boğulup duruyordu. Sonunda anlamıştım. Deprem sırasında kaybettiği babasının bedenini, bir yerden bir yere, boş market arabasıyla taşıyacaktı…”
İşte affedilebilen masumane bir yağma daha!
Özetle, yazımın başında dile getirdiğim gibi; bir yanda can pazarı devam ederken, bir yanda yağma vardı! Yağma galipti ve bütün canların önüne geçmişti ne yazık ki!
Şubat 2025, Eskişehir
YORUMLAR