Bu anlayış ile mutfaktaki yangının söndürülemeyeceği görülüyor.
Dolayısı ile ekonomideki buhran, siyaset sahnesine de yansımış bulunuyor.
Bir süredir iktidar ile muhalefet arasında sert konuşmalar oluyor, ağır sözler söyleniyor ve ülkenin geleceğinin yeniden şekillenmesi doğrultusunda muhalefetin atılmasını istediği adımların tartışması yapılıyor.
Ülkemizde var olan rejimin demokratik Cumhuriyet olduğu söyleniyor. Ama uygulamada bu rejimin birçok eksiklerinin bulunduğu ve giderek bu eksiklerin çoğaldığı yine gelişmelerden anlaşılıyor.
Anayasamızın yürürlükte olan ve değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek ikinci maddesi şu hükümleri içerir: Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Bu anayasamızın ikinci maddesinde yazılı olan hükümdür. Birde fiili duruma bakmak gerekir.
Acaba fiili durum ile anayasanın ikinci maddesi birbiri ile örtüşüyor mu?
Yani benzeşmeyen zıt bir durum ve uygulama var mı?
Eğer tarafsız bir gözle bu soruya cevap vermek gerekirse örtüşmediğini söylememizin gerektiği kanısındayız.
Zira laiklik ilkesinden, demokratik sosyal hukuk devleti ilkesinden ödünler verilip verilmediğini ve bu doğrultuda geriye gidiş isteklilerinin seslerini yükseltebilme imkânını bulduklarını görmek ve söylemek mümkün olabiliyor.
Yine anayasamızın yürürlükte olan hükümleri doğrultusunda kuvvetler ayrılığı ilkesinin var olması zorunludur.
Yani anayasamızın 7, 8 ve 9. maddelerinde yer alan yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrı ayrı olması ve tek elin, tek görüşün anlayışı doğrultusunda bu üç erkinde kullanılmaması yine anayasamızın emredici hükümleri arasında bulunmaktadır.
Durum bu doğrultuda iken, uygulamada buna aykırı bazı tutum ve davranışların olduğunu, kuvvetler ayrılığı ilkesi yerine kuvvetler birliği ilkesinin yaşama geçirilmesinin istendiği gibi bir uygulamanın bulunduğunu görüyor ve izliyoruz.
İşte mutfaktaki yangından sonra siyaset sahnesindeki karmaşa da bundan kaynaklanıyor.
İktidar gücünü elinde bulunduranlar kendi inandıkları doğrultuda hareket etme, plan ve proje üretme yolunda adımlar atmakta devam ediyorlar.
İktidarın tutum ve davranışından memnun olmayanlar, bunun demokrasi kuralları ile bağdaşmadığını savunanlar ise bu yanlışların düzeltilmesi ve demokrasinin gereklerinin yerine getirilmesi için yeniden eski sisteme dönülmesi yolunda çaba sarf ediyorlar.
İşte iktidar ile muhalefet kanatları arasındaki bu görüş ayrılığı nedeniylede siyaset sahnesindeki gerginlik giderek artıyor.
Gelişmeler, çözümün ortaya konacak sandık sonucunda belirlenebileceğini gösteriyor. Bu nedenle de muhalefet kanadından erken seçim çağrıları yapılmaya başlanıyor.
Er veya geç seçmen iradesini belirleyecek olan seçim yapılacak ve sandıktan çıkacak oylarla iktidar ile muhalefetin görüşlerinden hangisine seçmenin itibar ettiği anlaşılacaktır.
Görünen o ki; seçmenin büyük bir çoğunluğunun görüşünün yeniden eski uygulamaya dönülmesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinden herhangi bir ödün verilmemesi, her birinin bağımsız bir şekilde görevini yerine getirmesi, demokratik laik sosyal hukuk devletinin tüm kurum ve kuralları ile uygulanması, tek kişinin kararı doğrultusunda hareket etmekten vazgeçilmesi suretiyle demokratik Cumhuriyet rejiminin tam anlamıyla var olabilmesi doğrultusunda olduğunu tahmin ediyoruz.
Yeter ki; sinirlere hakim olunsun, ağızdan çıkanı kulak duysun ve iktidar koltuğunun geçici olduğu gerçeği kabul edilsin….
nabiinal@hotmail.com