AHLAKİ SORUMLULUK EROZYONA UĞRAYINCA…

Ahlak, insan ilişkilerinde “iyi” ya da “doğru” veyahut “kötü” ya da “yanlış” olarak adlandırdığımız değer yargılarını ifade eder. Ahlak, kelimesinin etimolojik açıdan kökeninin Arapça “hulk” ; Yunanca “ethos” ve Latince “mos” kelimelerine dayandığı bilinmektedir. Arapça “hulk”, “huy” anlamına gelmektedir. Arapça “ahlak-ı hamide” ve “ahlak-ı hasene” iyi ahlak; “ahlak-ı zemime” ve “ahlak-ı seyyie” ise kötü ahlak anlamlarına gelmektedir.   Ahlaki erozyon, bireylerin ve toplumların etik değerlerinden, normlarından ve prensiplerinden uzaklaşmasını ifade […]

Ahlak, insan ilişkilerinde “iyi” ya da “doğru” veyahut “kötü” ya da “yanlış” olarak adlandırdığımız değer yargılarını ifade eder. Ahlak, kelimesinin etimolojik açıdan kökeninin Arapça “hulk” ; Yunanca “ethos” ve Latince “mos” kelimelerine dayandığı bilinmektedir. Arapça “hulk”, “huy” anlamına gelmektedir. Arapça “ahlak-ı hamide” ve “ahlak-ı hasene” iyi ahlak; “ahlak-ı zemime” ve “ahlak-ı seyyie” ise kötü ahlak anlamlarına gelmektedir.

 

Ahlaki erozyon, bireylerin ve toplumların etik değerlerinden, normlarından ve prensiplerinden uzaklaşmasını ifade eder. Bu süreç, bireylerin ve toplumların dürüstlük, adalet, saygı ve sorumluluk gibi temel ahlaki değerleri zayıflatması veya tamamen kaybetmesiyle sonuçlanır.

 

Sorumluluk kavramı, insanın uhdesine aldığı görevler ve eylemler karşında sorgulanması ya da sorguya çekilmesi anlamındadır. Sorumluluk, bireysel ya da gurupsal olabilir. Bunlardan her biri, hukuksal veya ahlaki olabilir.

 

Ahlaki sorumluluk, eylemlerimiz ve kararlarımız sonucunda başkalarına ve topluma karşı hissettiğimiz yükümlülüktür. Ahlaki sorumluluk iki aşamalı olarak gerçekleşir: 1. Vicdanî sorumluluk, 2. Kanunî sorumluluk veya insanlara karşı sorumluluk.

 

Ahlaki sorumluluk erozyonun etkileri geniş çaplıdır ve bireylerden kurumlara, toplumlardan küresel düzeye kadar uzanır. Bu haftalık makalemde, ülkemizde ahlaki sorumluluk erozyonun nedenleri, belirtileri ve sonuçları ele alınacak, ayrıca bu süreçle nasıl başa çıkılabileceği üzerinde durulacaktır.

 

***

Gandhi’nin şu sözlerini hiç unutmam:

 

“Her sabah kalktığım zaman kendi kendime şöyle söz veririm; Dünya üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım. Kimsenin haksızlığına boyun eğmeyeceğim. Adaletsizliğe bile daima adaletle karşılayacağım…”

 

Evet, hakikati görmek için sadece bakan bir çift göze değil, vicdanla dolu bir yüreğe sahip olmak gerekli. Bu yürek varsa şayet ister bakkal ol, ister marangoz. Putlaştırmaya gerek yok bazı mesleki değerleri. Çünkü aydın olmak, demokrat olmak sadece akademik bir kavram değildir. Evinde, okulda, iş yerinde kısaca yaşamının her alanında bu yürekle yaşıyor ve öyle davranıyorsan aydınsın ve demokratsın işte.

 

Modern felsefenin mimarı kabul edilen Alman filozof İmmanuel Kant, 1784’te kaleme aldığı Aydınlanma Nedir? başlıklı yazısında şöyle der: “Aydınlanma insanın, kendisinin sorumlu olduğu vesayet durumundan kurtulmasıdır. Vesayet durumu insanın, bir başkasının yönlendiriciliği olmadan kendi mantığından ve aklından yararlanamamasıdır. Bir akıl ve mantık yetersizliği değil de başkasının yönlendiriciliği olmadan karar alamama ve cesaret gösterememe durumu söz konusu olduğunda insan bu vesayet durumundan kendisi sorumludur. Sapere aude (Latince: Bilmeye cesaret et!) Kendi aklını kullanma cesaretini göster!” 

 

“Okumuş adam”, “kültürlü adam”, “kafa emekçisi” (doktor, avukat, öğretmen, yönetici vb.) ile “aydın” arasında kalın bir duvar vardır. Pratik bilgi teknisyenleri diyebileceğimiz beyaz yakalılar diplomalarının sağladığı bilgiyi satarak hayatlarını kazanırlar. “Aydınlık”, hayat kazanma tarzı olmadığı için bir meslek değildir. Bir toplumsal tiptir aydın. Aydın, pozitivizm ve aydınlanma çağının ürünü olan bir tiptir: İnancı (imanı) değil, mantığı ve düşünceyi seçmiştir, deney ve eleştiriyi seçmiştir. Aydınlık diploması veren okul yoktur; aydın oluş babadan oğula geçmez; aydınlık atama yoluyla elde edilen bir görev değildir; aydınlık ihale edilemez; aydını hiçbir güç görevden alamaz. Aydın, sorumluluk duyan bir kişidir ve bu sorumluluk duygusu kendiliğindendir; bu duygu aydına görev olarak verilmiş, ihale edilmiş değildir. Aydın kişi, tanık olduğu haksızlık karşısında susmanın ve eylemsiz durmanın haksızlıktan daha büyük suç olduğunun bilincindeki kişidir. Bu, aydının sadece düşünmekle yetinmeyen, aynı zamanda onun adalet/demokratik yollarla eylemci kişi olduğu anlamına gelir. Aydın kişinin, risk tartma terazisi yoktur. Vicdanının sesi, korku, kişisel hesap gibi ölçüler tanımaz.

 

***

Bu tanım doğrultusunda kendi ülkemiz koşulları içinde aydın kimliğine baktığımızda, sistemin baskı ve şiddet altında tuttuğunda, ahlaki duruşlarının nasil sarsıldğını gözler önüne sermektedir. Örneğin, akademik dünyada kariyer hedefleri doğrultusunda otoriter rejimlere karşı bir kesim sessizliği tercih etmektedir. Bu durum, bireyin yalnızca kendi vicdanıyla değil, aynı zamanda mesleki prestij ve ekonomik istikrar gibi somut çıkarlarla da çatışmasına neden olmaktadır. Bu durumda birey, “Sesimi çıkarmak yalnızca beni zarara uğratır, uzun vadede daha faydalı işler yapabilirim” diyerek kendini haklı çıkarmaktadır.

 

Tekrardan Alman filozof Kant’a dönecek liursak, ünlü felsefeci der ki “saf pratik akıl (irade) kendiliğinden kayıtsız şartsız ahlaki ilkeyi/yükümlülüğü (kategorik imperatif) üretebilir ve ona tabi olabilir”. İnsan aklı ve vicdanı kayıtsız şartsız ahlaki ilkeyi kendiliğinden üretmediği ve ona uymadığı sürece birtakım kurnazlıklar ve şahsi çıkarlar eşliğinde sahte ahlaki imajlar ve illüzyonlar oluşturabilir. Bir ahlaki eylemi salt ahlaki imaj ya da illüzyon olmaktan çıkarabilecek şey, her şeyden önce insan iradesinin hiçbir kayıt ve şart tanımaksızın salt ahlaki olanı istemesidir. Bununla birlikte en masum ahlaki ilkelerin beşeri kurnazlıklar ve dizginlenemez tutkular neticesinde çıkar/fayda ahlakına dönüştürülmesi, birtakım kişisel isteklerin ahlakilik kisvesiyle meşrulaştırılması ve sonunda ahlakın bir tür manipülasyon aracına dönüşmesi de her zaman mümkün ve muhtemeldir.

 

Ancak Eğitimli bireylerin çıkarları doğrultusunda adaletsiz sistemlere biat etmeleri, yalnızca bireysel bir ahlaki çöküş değil, aynı zamanda toplumsal bir krizin de habercisidir. Mesleki ve toplumsal sorumluluklar, aydın bireylerin etik duruşlarını sürekli olarak sorgulamalarını gerektirir. Vicdanın sesi, çıkarların baskısını aşabildiği ölçüde, bilgi birikimi hakikate hizmet edebilir. Aksi takdirde bilginin, binlerce metre derinlikte bulunması imkânsız bin karatlık bir elmastan farkı kalmaz.

 

Unutulmamalıdır ki ahlaktan yoksun bir aydınlık, insanlığı karanlığa sürükleyen en tehlikeli güçtür.

 

Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.

 

Bordeaux, Pazar 22 Aralık 2024

 

 

Exit mobile version