ALİ YÜCE’NİN ŞİİRİNDE SEVGİ VE TOPLUMSALLIK

Düziçi Köy Enstitüsü çıkışlı, Hataylı yazar, ozan Ali Yüce’yi, 30 Nisan 2015 Perşembe günü, sonsuzluğa uğurladık. Türk şiirinin en önemli adlarından biri olan Ali Yüce, 1928 yılında Yayladağı’nın Hisarcık köyünde doğdu. Kendi ifadesine göre, doğar doğmaz başlamış kavgası. 18 yaşına kadar köyde çobanlık, ırgatlık yapmış. Nerede bilmiyorum, bir konuşmasında dinlemiştim: “Oğlak çobanı iken henüz ot […]

Düziçi Köy Enstitüsü çıkışlı, Hataylı yazar, ozan Ali Yüce’yi, 30 Nisan 2015 Perşembe günü, sonsuzluğa uğurladık.

Türk şiirinin en önemli adlarından biri olan Ali Yüce, 1928 yılında Yayladağı’nın Hisarcık köyünde doğdu. Kendi ifadesine göre, doğar doğmaz başlamış kavgası. 18 yaşına kadar köyde çobanlık, ırgatlık yapmış. Nerede bilmiyorum, bir konuşmasında dinlemiştim:

“Oğlak çobanı iken henüz ot yemeyi bile beceremeyen bir oğlak, ağanın ekinine girmişti. Hemen koşup çıkarmıştım. Ama kaşla göz arasında ağa, at üstünde yetişip beni kırbaçlamıştı.

Yetmiş yaşıma geldim; çektiğim bütün çileleri, sıkıntıları, acıları unuttum ama o derebeyi kalıntısının kırbacını unutmadım. Kırbacın kabarttığı boynum hep ağrıyor. Ölünceye dek ağrıyacak.”

Okuması için özendirilen çocukların yaşadığı bir çağda, başlangıçta okuması engellenen, sonrasında kaçıp sığındığı Düziçi Köy Enstitüsü’nü cennet bilen bir değerimizdir Ali Yüce.

Ali Yüce’nin “O benim künyemdir.” dediği Şeytanistan adlı bir romanı vardır. Çocukluk ve Düziçi Eğitim Enstitüsü yıllarını anlattığı bu romanı herkesin ibretle okuması gerekir. Romanın başında bir şeytanlarla savaş sahnesi vardır ki, trajikomiğin doruklarında çizilmiştir. Yoksul halk, sofrasından aç kalkışı, lokmasına şeytanların ortak oluşuna yorar.

Ali Yüce, iyi bildiği toprağının insanını yörenin doğasıyla iç içe vermeye çalışır. Aşkın, sevdanın, Asi’nin, Akdeniz’in büyüsü; bir genç kız yürüyüşüyle bütünleşir (Ahmet Özer)

“Ali Yüce sanat yaşamı boyunca Anadolu insanının acılarını, sevinçlerini, umut ve özlemlerini, sömürülüşünü, ezilmişliğini, özgürlük ve mutluluğa susamışlığını çağdaş bir aydına yakışır biçimde dile getirmiştir. Onun şiirinde çalışmak, emek ve emekçi, emeğini alın teriyle kazanan, üreten yaratan halk en yüksek yerde oturur.

Ali Yüce, toplumsal gerçekleri yansıtırken keçe tadında kuru savsözlerin (sloganların) tuzağına düşmemiştir. Halktan, toplumdan aldığını gene halka vermiştir. Ama gerçekleri şiir mahzeninde mayalandırdıktan, sözcüklere “bayramlık giysiler giydirdikten” sonra. (Adnan Binyazar, Damar, 1997)

Ali Yüce bir ozandır. Çevresinde yaşanan acıları yüreğinin derinliklerinde hisseden bir sanatçıdır.

Ali Yüce gibi değerler kolay yetişmiyor. Bu bakımdan bu aydınlık çınarları sahiplenmek gerek. Ali Yüce’nin bir sözü vardır: “Her kitabım yayımlandığında yeniden doğarım ben.”

Yahya Kanbolat’la başlattığımız “Aydınlarımızı Anma Toplantıları” Ali Yüce ile devam etmişti. Yılını anımsamıyorum ama, en yakın arkadaşı Rahmetli Abdullah Özkucur ve sınıf arkadaşı sayın Haydar Demirtaş da toplantıya katılıp Ali Yüce’yi ilk ağızdan bize anlatmışlardı.  Bir kenti sevmenin bir ölçütü de, o kentin yetiştirdiği değerlere sahip çıkmak değil midir?

Sözlerimi değerli hocamın “Nüfus Cüzdanım” adlı şiiriyle noktalamak istiyorum.

 

“1928’de

Yamyassı bir çocuktum

Yorgun argın bir anadan

Ekin tarlasında doğdum

Yürümeye başladığımda

Keçilere çobandım ben

Tanımazdım uygarlık kim

Yabandım ben

 

Köy Enstitüsü’ne gitmeden önce

Molla Osman’ın yanında

Fes giyer sarık bağlardım

Atatürk kim bilmezdim ben

Bilmezdim Türk olduğumu

Sevinince Farsça güler

Üzülünce Arapça ağlardım

Beğenmezdim bu dünyayı

Öte dünyalıydım ben.

 

1938’de

Atatürk selam göndermiş Hatay’a

Aydınlık göndermiş bize

Çağdaş uygarlık göndermiş

Öğrendim Latin abce’sini

Fesi attım şapka giydim ben

Korktum aynaya bakınca

Ürktüm kendi görüntümden

Boyumca günaha battım

Kovdum kendimi cennetten.”

 

 

 

Exit mobile version