Köy Enstitüleri , bundan 79 yıl önce, 17 Nisan 1940 yılında, kurulmuştu.
Hasan Ali Yücel, Milli Eğitim Bakanı’ydı.
İsmail Hakkı Tonguç, Yücel’in İlköğretim Genel Müdürü’ydü.
Köy Enstitüleri, binlerce öğretmenin yetiştiği, yüzlerce köyde binlerce çocuğun, okuma yazma ile tanıştığı ve bilimden sanata, tarımdan sağlığa pek çok konuda aydınlanma düşünün gerçekleştiği özgün kurumlardı.
1940 yılında, nüfusun yalnızca yüzde 5’inin okuma yazma bildiği ve yüzde 75’inin köylerde yaşadığı bir coğrafyanın, 21 bölgesinde kurulmuştu.
Köy Enstitüleri, Ali Yüce, Abdullah Özkucur, Haydar Demirtaş, Fakir Baykurt, Talip Apaydın…gibi yetmiş civarında yazın ustası yetiştirmiştir.
1954 yılında da enstitüler resmen kapatıldı.
Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği sayesinde Enstitüler ülkemizin gündemine iyice oturdu.
Enstitülerle ilgili çok özgün yapıtlar yayımlandı.
Ben bu yazımda, Eğitim sistemimizin “olmazsa olmaz”ları arasında yer alan “okuma alışkanlığı” üzerinde duracağım.
Bu alışkanlık Enstitülerde önemli bir yer tutardı.
Ne yazık ki bu alışkanlığı hala topluma kazandıramamışız.
Edebiyat araştırmacısı Cevdet Kudret: “Okullar, okuma alışkanlığı kazandırabilirse başka hiçbir şey kazandırmazsa da olur.” demişti.
İşte 79. yılını kutlayacağımız Köy Enstitüleri aslında bu sorunu 79 yıl önce çözmüştü.
Köy Enstitülerinde, okuma eylemi üstüne uzun uzun düşünülmüş ve bu eylem derslere yansıtılmıştır.
Köy Enstitüleri’nin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç 1943 yılında bütün Enstitü müdürlerine hitaben yazdığı bir mektupta, “Gittiğim Enstitülerin çoğunda öğretmenlerde, öğrenciyi tatmin edecek düzeyde kitap okuma hevesi görmedim. Türkçe öğretmenlerinden kimileri bile istenilenden çok az kitap okumaktadır. Bu durum öğretmenin şahsından çok, enstitünün ve öğrencinin zararınadır. Okuma isteği kıt öğretmenlerin çoğunlukta olduğu enstitü basitleşmekte, durgun ve sıkıcı bir durum göstermektedir… ne yapıp yapıp öğretmenlere kitap okutma işini başarmanız ve onlarda bu alışkanlığı kökleştirmeniz gerekir. Yapılanların verimli olması için Enstitü öğretmeninin, usta öğreticisinin kendi meslek ve işleriyle ilgili kaynaklarla birlikte yılda en az 24 kitap okumuş olmaları ve aynı okuma zevki ve alışkanlığını öğrencilerine aşılamaları başta gelen görev koşullarından biridir.”
Yine bir mektubunda Tonguç, “Şartlar ne olursa olsun, mevsim hangi mevsim bulunursa bulunsun, öğrencilere her gün serbest okuma yaptırılacak ve onlara kitap okuma alışkanlığı mutlak surette kazandırılacaktır.” demektedir.
Aşağıdaki bazı örnekler Tonguç’un amacına ulaştığını gösterir:
“1941 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü sık sık yaptığı gezilerinden birinde Balıkesir Savaştepe Köy Enstitüsü’ne de uğramıştı. Yanında dönemin Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gülman Paşa da vardı. İlerlerken kümes nöbetçiliği yapan bir kız öğrenciye rastladı. Kıza yaklaştı, sokulup sordu.
Azık torbasında neler olduğunu öğrenmek istiyordu. Hatice Kolukısa adlı bu öğrenci, peynir, ekmek, Bakanlık klasiği olan Sofokles’in “Antigone” adlı kitabını çıkarınca, yüzü gülen, gözleri ışıldayan İnönü, Abdurrahman Nafiz Paşa’ya:
‘Bak Paşa,’ diyordu, ‘Ekmeğin yanında kitap. Köylümüz, kentlimiz, erimiz, generalimiz kumanyasında ne zaman kitabı ekleyecek duruma gelirse o gün Türkiye gerçekten kurtulmuş demektir. Topraklarımızı bilgiyle değerlendirmenin, bilinçle savunur duruma gelmenin başka yolu yoktur.” (Aydınlanma Devrimi ve Köy Enstitüleri, Mevlüt Kaplan)
Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı yaptığı dönemde Dünya Klasikleri’nin 570 tanesi Türkçeye çevirtilmiş ve köy Enstitülerine dağıtılmıştı. Öğrenciler de peynir ekmek gibi bu yapıtları kapışarak okuyorlardı. Oysa çalıştığım birçok lisede bu klasikleri kapağı bile açılmadan tozlu raflarda gördüm.
Köy Enstitüsü çıkışlı bir başka değerli yazar Mahmut Makal anlatır: “Ben öğrenme sevincinin ne olduğunu Köy Enstitülerinde gördüm. Hiç unutmam. On sene kadar oluyor, bir gün Ankara’nın yanı başındaki Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne gitmiştik. Burada gördüklerimin yalnız birkaç sahnesini size anlatacağım. Okulun kocabaş hayvanlarını barındıran ahırda bir çocuk gördüm. Gece nöbeti ona düşmüş, elinde bir kitap vardı, dalmıştı. Shakespeare okuyordu. Okuduklarını nasıl kavradıklarını da ertesi günü oynadıkları piyeste gördük. Ben ömrümde bu kadar güzel tiyatro seyretmedim dersem eş dost gücenmesin.” Köy Enstitüsü’ne okuma alışkanlığı olmadan gelen köy çocuğu, Tolstoy’u, Gogol’u, Gorki’yi, Zola’yı okumayı alışkanlık haline getirebiliyor. Koyunları otlatma sırası kendisine gelen kız çocuğunun çıkınında ekmekle birlikte Antigone bulunabiliyor. Kitaplar enstitülerin ayrılmaz bir parçasıydı. Öğrencilere yaz- kış, her gün, birer saat özgür okuma saati verilirdi. 15 günde bir, her öğrenci okuduğu kitabı okul öğrencilerine, öğretmenlerine tanıtırdı.
Unutmayalım ki “yazmanın da başlangıcı okumaktır.”