Demet Parlar
Uçak tam Antakya’nın üzerindeyken sanki gerçekle yüzleşmeme, bütünü görmeme yardımcı olmak istercesine hafifçe yan yatıyor…Kocaman bir boşluk şimdi Antakya , derin ve geniş bir yara gibi… Tedavi çareleri düşünür gibi, hangi doktora gitmeliyim? Nasıl iyileşirim? Kim/kimler bana yardımcı olur? sorularını soruyor gibi Antakya… Sonra uçak Hatay havaalanı pistine doğru yöneliyor, Antakya’nın içimi sızlatan görüntüsü kayboluyor ama sorular artarak büyüyor kafamda.
6 Şubat depremi gibi büyük afetler ve savaşlar sonrasında kentlerin iyileşmesinin 3 aşamada gerçekleşmesi gerektiğini söylüyor konunun uzmanları; Birinci aşamada 6 aylık süreçte geçici barınmayı çözmek, ikinci aşamada 6 ay-1 yıl arası refahı sağlamak, 3. aşamada ise 2 yıl içinde kentin canlanmasını sağlamak. Aradan geçen 15 aya bakınca ilk iki aşamanın çok sağlıksız, çok yetersiz ilerlediğini ve böyle devam edilirse üçüncü aşamaya geçmenin daha yıllar alacağı kesin gibi. Antakya’nın büyük bir alanını kaplayan bu boşluk durumun net göstergelerinden biri. Peki bu gidişin değişmesi mümkün mü? Yaranın gangrenleşmesini önleme şansımız var mı?
Gençler arasında çeteleşmelerin başladığı, uyuşturucu bağımlılığın yaygınlaştığı, şiddetin arttığını duymak çok endişe verici. Antakya’da bir konteyner deposunda yaşamını sürdürmeye çalışan ve bölgedeki konteyner alanlar için kütüphaneler yapılmasına çalışan arkadaşlarımda da, Samandağ bölgesinde çocukların ve gençlerin eğitim olanaklarının iyileşmesi için onlara sosyal ve kültürel alanlar açmaya çalışan dostlarım da anlatıyor bu vahim durumu. Büyük çoğunluğu esir kampına benzer şekilde dizayn edilmiş “konteyner kent” demenin mümkün olamadığı “konteyner depo”larında insanların yaşam koşulları düzeltilemez mi? 14 ayda çözülemeyen ulaşım gibi, temiz suya erişim gibi alt yapı sorunlarının çözülmesi bu kadar mı zor? Eğitim ve sağlığa kaliteli erişim olanaklarının artırılması sağlanamaz mı? Çocuklar ve gençler için kütüphane, etüd salonu,beton değil yeşil oyun alanları, spor ve kültürel aktivite alanları erişkinler için de soluk alınabilecek, bir araya gelebilme olanakları yaratan sosyal alanlar oluşturulamaz mı?
Neyse ki bu soruları soran, yanıtlar, çareler arayan insanlarla birlikte olacağım az sonra. O yüzden gidiyorum bu kez Antakya’ya. Aslında Türkiye’nin değerli mimarları, şehir plancıları, mühendisleri, akademisyenleri, gazetecileri, STK temsilcileri ve benim gibi Antakya aktivistlerinden oluşan büyük bir grup olarak gidiyoruz. Kimler yok ki aramızda…
Bir önceki gidişimde, yani 2 Nisan’da İstanbul’dan bindiğim 17.50 uçağı -bizden 10 dakika önce inen bir uçak olmasına rağmen- Hatay Havaalanı’na iniş yapamamış, Adana Havaalanı’nda yakıt ikmali alıp tekrar inmeyi denemiş, gene inemediği için 5 saat uçakta mahsur kalma sonrası Adana’dan otobüslerle gidebilmiştik Antakya’ya, eve varış 02.30’u bulmuştu. Bu deneyim ve Hatay Havaalanı’ndan kalkan uçakların sık sık uçuş iptalleri olması nedeniyle Sabah 8.00’de İstanbul Havaalanı’ndan kalkan uçağın Hatay Havaalanı’na inemeyeceği ve toplantıya yetişemeyeceğiz endişem büyüktü.
Antakya’da ulaşım yalnız kara yoluyla değil, en vahimini 2 Nisan’da yaşadığım gibi hava yoluyla da sıkıntılı olmaya devam ediyor ne yazık ki. Havaalanı uzunca bir süre kapalı tutuldu, kapalı olduğu dönemlerde Adana üzerinden geldiğimizde HAVAŞ’ın neden yalnızca İskenderun’a kadar servis hizmeti verdiğini hala anlayabilmiş değilim. Kent içi ulaşım hala hem öğrencilerin hem çalışanların mağdur olmasına neden olan büyük bir sorun halinde, yollar hala çok kötü, toplu taşıma yetersiz, trafik çok sıkıntılı. Bu nedenlerle ulaşım sorununun da diğer yaşamsal sorunlar gibi ivedilikle çözülmesini bekliyoruz.
Bu kez şaşırtıcı bir şekilde uçak rahat ve zamanında bir iniş yaptı ve biz toplantıya yetiştik. Açık söylemek gerekirse ben toplantıya kendimi davet ettirdim, çünkü lansmana ağırlıklı olarak konunun uzmanı mimarlar, mühendisler, şehir plancıları ve yerel STK temsilcileri çağrılmıştı. Bir Antakyalı ekoloji aktivisti olarak isteğimin reddedilmemesi beni çok mutlu etti.
Geçen 15 aya bakınca Türkiye Tasarım Vakfı (TTV) dolayısıyla Kalyon inşaat ile bağlantısı, rezerv alan meseleleri ve mülkiyet haklarında sorular nedeniyle başlangıçta şüpheyle yaklaştığım Hatay Master Planı’nın mimarı Sayın Bünyamin Derman’ı tanıdıkça ve dinledikçe, güvendiğim mimar ve şehir plancısı dostlarımdan olumlu geri dönüşler aldıkça, özetle master plan’la ilgili bilgim arttıkça, BD mimarlık ve ekibinin yaptığı master planın Antakya’mız için büyük bir şans olduğu kanaatim güçlendi.
Elbette sorularım bitmiş değil ve benim gibi bu planı altıncı kez dinleme şansına sahip olmayan başta Antakya ve Defne olmak üzere Hataylıların haklı endişe ve kaygılarını, ben de onlardan biri olduğum için çok iyi anlıyorum. Bu nedenle şehrimize ne olacağına, bunun nasıl olacağına, hukuki ve bilimsel zeminlerin ne olduğuna dair bilgilendirme toplantılarının artarak devam etmesi gerekliliğine yürekten inanıyorum. Bu bağlamda 30 Nisan’da TTV’ının ’ Hatay Master Plan ve projelerinin tanıtımı o gün açılışı yapılan TTV Hatay Toplum Merkezi’nde bu bilgilendirmelerin halka açık olarak sürmesi cok büyük bir ihtiyacı karşılar kanaatindeyim.
Toplantıya gelince, çok büyük bir titizlikle organize edilmişti, katkı koyan mimarlık ofislerinin sözcülerinin arka arkaya sunduğu birbirinden güzel projelerde estetik ve mimari farklılıklar olmasına rağmen hepsi master planın temel felsefesi ve üst ölçekli kararlarına uygun olarak “havuş”/avlu anlayışında tasarlanmışlar. Böylece sosyal alanlarda komşuluk ilişkilerinin, sosyal bağlantıların sürdürülmesi yanı sıra sıcakları engelleyecek esinti koridorlarının, evlerin ve iş yerlerinin yeşil alanlara açılması sağlanırken yapılar arasında oluşturulan alanlar insanı ezen bina kütlelerini de dağıtmış. Ayrıca ulaşımda temel anlayışın; insan, bisiklet, toplu taşıma ve araç sıralaması şeklinde olması, raylı sistemlerin toplu taşımaya eklenmesi, yeşil alanların artırılarak, Asi Nehri’ne dökülen derelerin ıslah edilmesi, depreme dirençli bir Antakya tasarlanırken ekolojik, kültürel, sosyal ihtiyaçların da göz ardı edilmediğini, “kentsel iyilik hali”nin öncelikli olarak düşünüldüğünü gösteriyordu.
Başta Bünyamin Derman olmak üzere projeleri yapan tüm mimarlar ve plancıların master plan ve projelere duydukları güven nedeniyle yüzlerinden okunan kararlılık ve iyimserlikleri, sunumlar bittiğinde belirsizlik taşıyan tüm noktalara ve soru işaretlerine rağmen, neredeyse tüm dinleyicilere bulaşmış gibiydi.
İyimserliğimizi gölgeleyen sorunları toplantı aralarında proje mimarlarıyla ve TTV yöneticileriyle konuşma imkânım oldu, onların da hukuksal durumlar ve uygulama konusunda net yanıtlarının olmadığını, bizimle benzer endişeleri taşıdığını gördüm. Endişelerimizin başında büyük bir emekle, titizlikle, bilimsel ve kültürel bilgilere dayanılarak hazırlanan projelerin müteahhitlerin elinde uygulama aşamasında farklılaşması riski ve rezerv alan, mülkiyet hakkı ihlali gibi hukuksal sorular ve sorunlardaki belirsizlikti.
Master plan yalnız Antakya ve Defne değil, tüm Hatay için yapılmış olsa da uygulama ne yazık ki yalnızca pilot çalışma olarak, Antakya kent merkezinin yaklaşık %5’lik bir kısmını içeren toplam 6000 konutluk bir bölgeyle sınırlandırılmış. Diğer mahalleler ve Defne için aradaki ihmal edilebilir maliyet farkına rağmen TOKİ konutlarının yapılmasının düşünülmesi, buralarda yaşayacak olanlar için büyük bir haksızlık ve adaletsizlik olmayacak mı?
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki “Bir önceki bakanlık dönemimde, 2017 yılında, Emek Aksaray Mahallesi’ne kentsel dönüşüm yapmak için gittiğimde, belli gruplar kentsel dönüşüme engel oldular; kentsel dönüşümü yaptırmadılar.” diyor, bu serzenişte “belli gruplar” diye tanımladıkları mahallelilerin neden kentsel dönüşüm istemedikleri üzerine düşünmelerini beklerdik. Elbette Antakya ve Defne gibi %85 ‘i yıkılmış şehirler için kentsel dönüşüm bir zorunluluk ama bu dönüşüm sürecinde burada yaşayacak olanların katılımının ve onayının alınmadan devam eden bir süreçten rahatsızlık duymamızın ve hep söylenilen ama ne yerel ne merkezi yönetim tarafından bir türlü uygulanmayan “şeffaf ve katılımcı” yönetim beklentimizin anlaşılmasını istemek bir yurttaşlık hakkı değil mi?
Aynı şekilde Sayın Bakan’dan 2300 yıllık kadim bir kentin her zaman vurgulanan çok renkliliğini ve kültürel değerlerini bozma riski yüksek, bizi memleketimizden, sevdiklerimizden uzaklaştıracak, birbirimize yabancılaştıracak, “kentsel dönüşüm” adı altında 145.000 birbirinin aynı, değil yeşil alan otopark bile düşünülmeden tasarlanan TOKİ yapılarını neden istemediğimizi anlamasını da bekliyoruz.
Evet merkezi yönetim Hatay için TOKİ’lerden yana bir tavır koyarken, Hatay Büyük Şehir Belediye Başkanı’nın Master Plan’a sahip çıkması yanı sıra master planın tüm Antakya’da uygulanarak TOKİ’leşmenin önüne geçilmesini projelerin asıllarına sadık bir şekilde inşası için proje mimarlarına denetim görevi verilmesi gerekliliğini bizzat proje mimarlarından duymak çok sevindiriciydi.
Toplantıda gündeme gelmeyen mülkiyet sorunları ve rezerv alan gibi konularda bilgilenme ihtiyacımızın büyüklüğünü hatırlatmaya bilmem gerek var mı? Bu belirsizlik devam ettikçe spekülasyonlar artıyor, bilgiye dayalı olmayan tartışmalar, gerginlikler umutlarımızı zedeliyor… Bu belirsizliğin giderilmesi, şehirlerin ayağa kaldırılmasında olanlara ve olacak olanlara çözüm ve açıklık getirilmesi için, bilgilenme, şeffaflıkve katılım için, “Unutmak yok, Umut var” diyerek Hatay için yola çıkan bu “büyük ailenin”, Hataylıların, Antakya’nın yanında olmasını beklemek aşırı bir beklenti olmaz sanırım.