İyi günler sevgili okuyucu.
Antakya’nın doğası, insanlarının aydınlık duruşuyla başka bir ruh katar hepimize. Bu kent oldum olası canlıdır. Sokaklarından caddelerine, parklarından meydanlarına, Antakya’nın gözü kabul ettiğimiz yapısı bir başka anlamlı bakar yeryüzüne.
Ve öyle ki, bu kentin insanları, sahip oldukları önemli değerleri paylaşma konusunda cömerttir. Başka şehirlerden gelen konuklarımıza gölümüzü, yüreğimizi açarız heyecanla. Onlara kendimizi anlatmak, gelenek ve göreneklerimizi göstermek bizim için adeta bir zevktir.
Bugüne kadar Antakya’ya gelen misafirlerimizin sıklıkla dikkatini çeken, yöre insanımızın “Hoş geldiniz” söyleminin ne denli hayatımızda yer ettiğidir. Konuğumuzu karşılarken de uğurlarken de “Hoş geldin” tanımı yaparız.
Yıllar önce bir senarist dostum Antakya’ya geldiğinde, Antakya’da çarşı içinde minik bir gezintiye çıkmıştı. Yalnız başına, kentin ve insanının ruhunu içselleştirmek isteyen dostum, bir esnafın dükkanına girmiş. Tezgahtar bayan “Hoş geldiniz” demiş. O da gülümsemiş ve “Hoş bulduk” demiş. Bir süre dükkan içinde oyalanıp alış verişini yaptıktan sonra sıra ödemeye gelmiş. Tezgahtar bayan, fişini verip yeniden “ Hoş geldiniz” demiş. Bizim senarist şaşkın, duraksamış ve “Affedersiniz, teşekkür ederim, ama ben zaten buradaydım” demiş.
İstanbul’a her gittiğimde bu “Hoş geldin” hikayesi meclis meclis anlatılır, Antakya’lıların ne denli içten insanlar olduğunun altı çizilir. Değerli dostum, bu hikayeyi yazdığı bir film senaryosunda da kullandı.
Geçtiğimiz akşam Saklı Ev Restoran’da, Denizli Pamukkale Üniversitesi öğretim görevlilerinden iki konservatuar sanatçısını ağırladık. Biri keman diğeri piyano sanatçısı iki değerli dostumuz ile yemek yerken, birden saklı evin mutfağından Şef Semra Abla geldi. Elinde bir tas, tas içinde de yaktığı bahur… Tütsü kokusunu ve dumanını oda içinde dolaştırdı ve misafirlerimize “Nazar değmesin” mesajı verdi. Her iki sanatçımız da bu ritüelden çok etkilendi. Yaşadıkları önemli bir anı olarak belleklerinde iz kalacağını söylediler.
Yine Türkiye’nin ünlü bir gurmesi, Antakya’daki gezisi sırasında bir bahar günü mis kokulu Harbiye köylerinin içinden geçiyormuş. Dikkatini, yolun kenarında tandır içinde ekmek yapmakta olan kadınlar çekmiş. Arabayı durdurup fotoğraf çekmek istemiş. “Hoş geldiniz” jestiyle hemen onu aralarına kabul eden kadınlar, tandırda pişen kıtır, çıtır, leziz biberli ekmeklerden ikram etmişler. Gurme dostumuz bu durumdan çok etkilenmiş ve biberli ekmeğin hikayesini anlatırken kitabında bu anı paylaşmış.
İstanbul’un jet sosyetesinin, allı şanlı konaklarındaki görkemli yaşamları içinde, Antakya’dan getirttikleri ceviz reçelini sabah kahvesinde misafirlerine ikram ettikleri de bilinen bir gerçek. Siz de deneyi. Çifte kavrulmuş essah bir Antakya kahvesi yanında minik minik kesilmiş tadımlık ceviz reçeli. Ne de Hristiyan, Alevi, Sunni ve Yahudi kokar bir bilseniz…
Uzun lafın kısası sevgili dostlar… Antakya’nın rutin yaşamında çok ama çok gizlenmiş ayrıntı yatar. Bizi özel kılan da bu ayrıntılardır. Küçük, ama küçük olduğu kadar da büyük izler bırakan ayrıntılar… Antakya yaşamı…
Adeta bir sevdadır bu kentte yaşamak.
İyi çalışmalar.