Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Antakya’da Deprem Çalıştayı

Mesaj net: “Kentleşme ve

Mesaj net: “Kentleşme ve imar konularında yapılan ‘Rant Odaklı’ uygulamalar, doğal ve öngörülebilir olan deprem ve su taşkınlarını afete dönüştürüyor, can ve mal kayıpları yaşanıyor.

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası’nın 46. Dönem Çalışma Programı’nda yer alan “Deprem ve Yapı Denetim Çalıştayı”, 6 Nisan Cumartesi günü Antakya’da, İMO Hatay Şubesi’nde gerçekleştirildi. Çalıştay, Oda Başkanı Cemal Gökçe ve Hatay Şube Başkanı Selim Harbiyeli’nin açılış konuşmalarıyla başladı. Açılış konuşmalarından sonra oturumlara geçildi.
Toplantıya; İMO Başkanı Cemal Gökçe, Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi Şükrü Erdem, Yönetim Kurulu Üyeleri Hüseyin Kaya ve Necati Atıcı, Genel Sekreter Yardımcısı Dilek Bekiroğlu, değişik Şubelerden başkan ve yöneticiler ile çok sayıda üye inşaat mühendisi katıldı.
HARBİYELİ: İmar barışı bizi iş yapamaz duruma getirdi
İnşaat Mühendisler Odası Hatay Şubesi Başkanı Selim Harbiyeli, açılış konuşmasında, çalıştayların; mesleğin ve meslektaşların sorunlarını işleyen, kentlerin yerel ve ulusal bazda sorunlarını kendi dinamikleri ile birlikte ele alan, ulusal ve uluslararası katılımlı sempozyum ve kongrelere alt yapı oluşturan çalışmalar olduklarını, bundan ötürü de çok önemli ve gerekli olduğunu bildirdi.
İMO Hatay Şube Başkanı Selim Harbiyeli, şöyle devam etti:
“Bu Çalıştay, adından da anlaşılacağı gibi, yapılaşmaya ve kentleşmeye 1. derecede etkisi olan depremi, depreme dayanıklı yapı üretiminin olmazsa olmazı ‘yapı denetimini’ kapsayacaktır. Bu iki konu işlenirken, sağlıklı yapı üretimine ve mesleğimize çok ciddi zararlar veren ‘kentsel dönüşüm’ ve ‘imar barışını’ da işleyeceğiz. Üzülerek ifade etmem gerekir ki, bu çalıştayı gerginlikler içerisinde yapıyoruz. Hem mesleğimizin, ama özellikle meslektaşlarımızın çok büyük kayıplar verdikleri bir dönemdeyiz. Kentsel dönüşümde, halkımızın daha güvenli ve daha yaşanabilir yapılarda yaşaması söylemiyle yola çıkılmış, ancak yanlış ve bu söyleme hizmet etmeyen uygulamalardan dolayı, Kentsel Dönüşüm Kanunu faciaya dönüşmüştür. İmar Barış’ı da, bu ekonomik darboğaz döneminde üyelerimizi hiç iş yapamaz hale getirmiştir. Ancak maalesef, yakın zamanda olumlu yönde bir çıkış da görünmemektedir.
Nedir? Ne değildir? Ne olmalı? Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? Tabii ki söyleyecek çok şey var. İşte katılımcılarımız bunları bizlerle paylaşacaklar diye düşünüyorum. Tüm konuklarımıza, kentimize hoş geldiniz diyorum, katılımcılara da teşekkür ediyorum.”
GÖKÇE: Yapı stokumuz depreme hazır değil
İMO Genel Başkanı Cemal Gökçe ise, uzun süren konuşmasında, yapı stokunun deprem gibi doğal afetler için yeterli olmadığına dikkat çekti. Gökçe, şunları söyledi:
“Antakya, çeşitli kültürlere başlık oluşturan bir kenttir. Bu coğrafyada sadece kültürler buluşmaz. Tektonik olarak birçok fay hattı da buluşur. Antakya, ülkemizin güneyinde bulunan, Arap ve Türkiye plakalarının oluşturduğu 1000 km uzunluğa sahip sınırın batısında bulunuyor. Bu bölgenin fay hatları; Kıbrıs, Doğu Anadolu ve Ölü Deniz`e uzanan fayların etki alanı içinde bulunmaktadır.
Antakya`nın geçmişine baktığımızda, periyodik olarak ortaya çıkan depremlere rastlanmaz. Beşinci, altıncı, dokuzuncu, on ikinci ve on dokuzuncu yüz yıllarda oldukça fazladır. Aradaki yıllarda fay hatları oldukça hareketsizdir. 1997 yılının Ocak ayında, arka arkaya, büyüklüğü 5.5`i aşmayan deprem olmuş ve bu depremler yapı hasarlarına, insanların yaralanmasına neden olmuştur. Çevre illerde ve ülkelerde önemli ölçüde hissedilmiştir.
Antakya, bilinen ilk depremini M.Ö 148 yılında yaşamıştır. M.S. 115 yılında yaşanan deprem, binlerle ifade edilebilecek can kayıpları ortaya çıkarmıştır. Yine 526 yılında yaşanan deprem, çevre ile birlikte 250-300 bin insanın yaşamını yitirmesine neden olmuştur. Oluşan yangınlar ve meydana gelen talanlar, uzun yıllar sosyal yaşamın zayıf kalmasına neden olmuştur. 1822 yılında 7.4 büyüklüğünde bir deprem oluyor, 60 bine yakın insan yaşamını yitiriyor. 1872 yılının 3 Nisanında Amik Gölü Depremi var. Bu depremde, 80 binlere varan can kaybı oluyor, çok sayıda ev yıkılıyor ve hasar görüyor. Daha sonraki dönemlerde de birçok deprem yaşanmasına rağmen, can kayıpları yaratmıyor. Yine 1951 yılının 8 Nisan’ında ortaya çıkan deprem 5,7 büyüklüğünde olmasına rağmen, can kayıpları da yaşanıyor. Dolayısıyla bu bölge, her an deprem üretecek bir potansiyele sahip bir bölgedir.
YAPI STOKUMUZ YENİ BİR DEPREME HAZIR MI?
Türkiye, bir deprem ülkesidir. Bir doğa olayı olan depremin afete dönüşmesi ve bu durumun bir türlü önlenememesi, sorunun ana kaynağını oluşturuyor.
Açıkçası, kentleşme bilimine uygun olarak tasarlanan yapıların, ‘Deprem Yönetmeliklerine’ uygun olarak tasarlanması ve üretilmesinin sağlanmasıdır. Ayrıca standartlara uygun malzemeler kullanılarak, etkili bir denetim mekanizmasının yapı üretim sürecinin önemli bir parçası olduğunun kavranmasıdır.
Ülkemizin farklı farklı yerlerinde her zaman sel ve su taşkınları oluyor. Bu tür doğa olaylarının olabileceğini öngörmek için, tarihi kaynaklara bakmak ve bu kaynaklardan ders çıkarmak yeterlidir. Çıkaracağınız derslerle kentleşme planlarına uygun olarak yapı stokunuzu oluşturmak gerekiyor. Nerelere yapı yapılmaması gerektiğini, bazı yapıların yapılması zorunlu ise (köprü gibi), tasarımlarınızı ‘bilimin ve bilginin’ gereklerine göre yapmamız gerekiyor.
İstanbul`u, Ankara`yı, Bursa`yı, Antalya`yı, Antakya`yı, Samsun`u, İzmir`i, Giresun`u, Ordu`yu ve Tekirdağ`ı zaman zaman sel ve dere taşkınları önemli ölçüde etkiliyor.
Kentleşme ve imar konularında yapılan ‘Rant Odaklı’ uygulamalar, doğal ve öngörülebilir olan deprem ve su taşkınlarını afete dönüştürüyor. Can kayıpları olmasa da, ciddi ölçüde mal ve ekonomik kayıplar ortaya çıkıyor.
Yapı stokumuzun durumuna baktığımızda, yapı stokumuzun, doğa olayları karşısında son derece zayıf olduklarını söyleyebiliriz.
Hatay ilimizde, hukuksuzluk temelinde, kaçak ve mühendislik hizmeti almadan üretilen ve af kapsamına alınan oldukça fazla yapı var. Bu yapılar, depremi bile beklemeden yıkılma potansiyeli taşıyorlar.
İMAR BARIŞI YASASI, 6306 İLE ÇELİŞİYOR
2018 yılında çıkarılan ‘İmar Barışı Yasası’, 6306 Sayılı Yasa ile çatışmaktadır. Daire alanlarının küçülmesi, kat sayısı ve daire sayısının artmasına neden olmakta, aynı sokak ve mahallenin alt yapısı aynı kalmasına rağmen aile sayısı ve nüfusun artması, kentin demografik yapısını bozarak fiziksel eşikleri zorlamakta, yeni trafik ve alt yapı sorunları yaratmaktadır.
Kentsel dönüşüm projeleri, kentsel ‘RANTIN’ en yüksek olduğu bölgelerden başlamıştır.
Parsel ölçeğindeki yenileme uygulamalarında ise açıkça görülmektedir ki, dönüşüm, müteahhit firmalar ve mülk sahipleri için beklenen cazibeyi yaratabildiği koşullarda akıcılık kazanmakta ve uygulanmaktadır.
Bugünkü kentsel dönüşüm yasası ve var olan mevzuatlar, kentsel dönüşüm uygulamaları için temel beklenti olan, sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede, güvenli yapılarda oturmak anlayışını karşılayamamıştır. YIK-YAP anlayışı, kentsel dönüşümün temel bir mantığı olarak karşımıza çıkmaktadır. YIK-YAP anlayışı; bilimi, bilgiyi, mühendisliği ve kentleşme bilimini yok sayan bir anlayıştır. Bir taşeron bakışıdır. Kentlerimiz, inşaat projelerinin birer ‘arazisi’ haline dönüşmüştür.
Önemle vurgulamak gerekir ki, Kentsel dönüşüm; sosyal adalet, sosyal gelişim, sosyal bütünleşme, tarihi ve kültürel mirasın korunması, zarar azaltma ve risk yönetimi ile birlikte kapsamlı ve bütünleşik bir şekilde ele alınmak zorundadır.”
-SONUÇ-
Çalıştay ile paylaşılan sonuçlar ise şöyle sıralandı:
-Yaşamış olduğumuz orta büyüklükte bir depremde bile yapılarımızın hasar görmesi ve can kayıplarının ortaya çıkması, yapı stokumuzun büyük bir risk altında olduğunu gösteriyor.
-Daha güvenli ve yaşanabilir yerleşim yerleri ve yapıların üretilmesi, deprem risk yönetiminin temel amaçlarındandır. Bunu sağlamanın en etkili yolu; yerleşim planlarında ana riskleri göz önüne alarak, gerekli düzenlemeleri yapmak için “Deprem Yönetmeliklerini” ödünsüz bir şekilde uygulamak gerekiyor.
-Hiç kimse, bize, 1999 depremlerinden sonra bilgi eksikliğinin olduğunu söyleyemez. Yeni bir “Bina Deprem Yönetmeliği” yayımlandı. Zemin durumunu ve fay hatlarını biliyoruz. Artık “Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planını-Udsep 2023″ü güncelleyerek uygulamaya koymak gerekiyor.
-Mesleki Yetkinliği temel alan, “Yetkin Mühendislik Yasası” çıkarılmalıdır.
-Mühendislik biliminin gerekleri dikkate alınarak, yapı tasarım uygulama ve denetim evresinin sağlıklı bir şekilde işletildiği ülkelerde doğa olaylarının afete dönüşmediği görülmektedir. Bu bağlamda, yapı stokunun oluşturulması evresinde dikkate alınması gereken yer seçimi kararlarından yapı tasarımına, yapı üretimi ve yapı denetimine kadar, bilimsel ve çağdaş ölçekte bütünlüklü bir yapı üretim düzeni kurulmalıdır.
-2003 Yılında İstanbul Ana Kent Belediyesi’nin yapmış olduğu İstanbul Deprem Master Planı (İDMP), 2004 yılında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı`nın yapmış olduğu “1. Deprem Şurası” ve yine 2009 yılında aynı bakanlığın yapmış olduğu “Kentleşme Şurası”na çok sayıda bilim insanı ve uzman katılmış ve son derece önemli çalışmalar yapılmıştır. Fakat devlet bürokrasisinin sürekli olarak değiştirilmesi ve “Liyakat ölçüsüne bağlı kadrolar yerine “söz dinleyen ve bilmeyen kadroların göreve getirilmiş olması”, deprem zararlarını azaltmak ve planlı bir kentleşmeyi sağlamak için hazırlanan raporların uygulama alanı bulamamasına neden olmuştur.
-Her yıl çok sayıda mühendislik diploması verilmesine rağmen, kaliteli bir mühendislik öğrenimi yapılamamaktadır. Can ve mal güvenliğini sağlayan bir mesleğin insanları olarak; fiziki şartları uygun olmayan, öğretim kadrosu son derece yetersiz olmasına rağmen, inşaat mühendisi diploması veren okullar açılmaktadır. Bu anlayışa son verilmelidir.
-Her afetten sonra sık sık yapılan “yara sarma” anlayışından kurtulup; bilimin, tekniğin ve aklın gerektirdiği işleri yapmak gerekir. Depremin, bir doğa olayı olduğu kabul edilmeli, ancak denetimsizliğin neden olduğu olumsuzlukları “kader” gibi değerlendiren yaklaşımlar terk edilmelidir. Bugüne kadar yapılan çalışmalar, deprem öncesi alınacak önlemlerin deprem riskini önemli ölçüde azalttığını ortaya koymaktadır. Sorunu sorun olmaktan çıkaracak olan tek çıkar yol, deprem yaşanmadan önce alınacak önlemlerde saklıdır.
-Oda ile meslek insanı arasına örülmeye çalışılan duvarlar kaldırılmalı, mühendis ve mimarlardan oda belgesi istenmesine yönelik uygulama güncellenmelidir.
-Kentsel dönüşüm konusu; fiziksel, sosyal ve ekonomik yönden çöküntü ve bozulma sürecine girmiş kentsel alanları, içinde yaşayanlar için yaşam kalitesi daha yüksek olacak şekilde, kente kazandırmayı hedefleyen bir plan stratejisidir. Oysa getirilmiş olan “İmar Affı” ile kentsel dönüşüm arasında çelişkili bir durum ortaya çıkmıştır.
-Kentsel dönüşüm; parçacı bir anlayışla değil, bütünlüklü kent planlarının bir parçası olarak ele alınmalıdır.
-2017 yılında yaşanan iş kazalarında 2000 den fazla insanımız hayatını kaybetmiştir. 2018 yılında da bu ölçüde can kaybı olmuştur. Bunların 1/3 ü inşaat sektöründe ortaya çıkan kayıplardır. Bu durum, insan güvenliği konusuna da yeterli ölçüde önem verilmediğini ortaya koymaktadır.  -Cemil Yıldız-