Antakya’da Kültür-Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Antakya Kitaplığı Mekânları Tüketmek/John Urry/Çeviri: Rahmi Öğdül “ John Urry, Mekânları Tüketmek’te, sanayileşmeyle birlikte kentlerde gelişen doğadan kopuk yeni yaşam tarzının, kentsel alanda, banliyölerde ve kırsal alanda yarattığı değişimi derinlemesine inceliyor. Turizm, otantik değerlerin ve yaşam biçimlerinin yapay olarak yeniden üretilip uygun fiyatla paketlenerek “gelişmiş” Batılılara sunulmasıdır. Bu paket, yerli halkın işe […]

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Antakya Kitaplığı
Mekânları Tüketmek/John Urry/Çeviri: Rahmi Öğdül
“ John Urry, Mekânları Tüketmek’te, sanayileşmeyle birlikte kentlerde gelişen doğadan kopuk yeni yaşam tarzının, kentsel alanda, banliyölerde ve kırsal alanda yarattığı değişimi derinlemesine inceliyor.
Turizm, otantik değerlerin ve yaşam biçimlerinin yapay olarak yeniden üretilip uygun fiyatla paketlenerek “gelişmiş” Batılılara sunulmasıdır. Bu paket, yerli halkın işe giderken otantik üniformasını giydiği, kırsal alanın işaretli patikalarla “doğa yürüyüşçüleri” için tanzim edildiği, yerel yiyeceklerin seri olarak üretilip ambalajlandığı, hepimizin kredi kartıyla üç taksitte ödemek koşuluyla birer başrol oyuncusu olabileceğimiz bir sahne performansını içermektedir.
John Urry, Mekânları Tüketmek’te, sanayileşmeyle birlikte kentlerde gelişen doğadan kopuk yeni yaşam tarzının, kentsel alanda, banliyölerde ve kırsal alanda yarattığı değişimi derinlemesine inceliyor. Bağlantılı olarak, yerlerin tüketilmesini düzenleme ve teşvik etmeye yönelik olarak gelişen hizmet sektörünü; bu tüketim pazarının giderek gelişmesiyle yerlerin, buralarda yaşayan ahalinin ve doğal çevrenin nasıl dönüştüğünü ve yeniden yapılandırıldığını ortaya koyuyor. Ayrıca kırsal alanın tüketilmesinin değişen biçimleri bağlamında tüketimin doğasını ve metalaştırma ile kolektif coşkular arasındaki gerilimi araştırıyor. Yazar, “gelişmiş” Batı’nın “el değmemiş”e olan kibirli ve modernist merakı sonucu, bir zamanlar tarımsal üretim ve doğaya ev sahipliği yapan kırsal alanın, seçkinlere ve orta sınıf maceracılara hizmet için kurulmuş bir doğal ortam simülasyonuna dönüştüğünü gösteriyor.
Urry, ayrıntılarıyla ele aldığı bu konuları, bir zaman-mekân toplumsal çözümlemesi çerçevesine oturtuyor. Sosyoloji disiplininin, diğer sosyal bilimlerin ilgi alanlarından beslenme ve bu alanların kapsadığı konuları kendi bünyesine alarak dönüştürme özelliği bağlamında asalak bir bilim olduğunu vurguluyor. Urry’ye göre bu asalak karakter, bugüne dek sosyolojik alanda tutarlı ve kapsamlı bir zaman-mekân toplumsal çözümlemesi geliştirmenin önünde bir engel teşkil etmekle birlikte, diğer bilimlerin birbirinden kopuk olarak algıladığı zaman ve mekânın bütünleyici bir çerçevede yeniden ele alınabilmesini olanaklı kılıyor. Gerçekten de Urry, turizm ve yerlerin tüketilmesine eğilirken politik, ekonomik ve kültürel süreçler üzerinde önemle durarak, bu türden kapsamlı bir zaman-mekân sosyolojisinin önemli ve özenli bir örneğini veriyor.”
Yerel seçimlere hazırlandığımız bugünlerde her adayın dikkatle okuması gereken bir baş yapıt.

Konuk Yazar
Orhan Kemal’in “Gâvurun Kızı” Adlı Öyküsünde “Öteki”/Orhan Özdemir
1.Giriş
İlkçağlardan beri insan; doğal kimliği, toplumsal kimliği ve ‘insan’ kimliği arasında bocalayıp durmaktadır. Doğal kimliğini, beslenme ve korunma içgüdüsü belirlerken; toplumsal kimliğine korunma ve beslenmeden başka bir arada yaşamanın kuralları da eklenmektedir. ‘İnsan oluş’ ise, tüm bu yolları ağır adımlarla yürüyen ve varış noktası önceden kesin olarak saptanamayan bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. “Yabancı”, “öteki”, “ötekilerin çıkarı”, “karşı düşünce”, “bizden olmayanlar”, “dindaş – dindaş olmayan”, “Gâvur – Müslüman” gibi kavramlar, bu sonu kestirilemeyen süreç içinde oluşmaktadır.
Basit gibi görünen bu kavramların yarattığı çatışmaların, insanoğlunun başına ne felâketler getirdiğini anlamak için öncekiler bir yana, yalnızca 20. yüzyılda yaşanan İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarına bakmak yeterlidir. Kimi verilere göre, İkinci Dünya Savaşı’nda ölen insan sayısı, 55 milyonu aşmaktadır. Bu çirkin savaş öncesinde Naziler, bu kirli savaşın önünü açabilmek için kendilerinin dışındaki herkesi “öteki” olarak ilan etmişti.
Ötekileştirmeyi, kirli savaşların önünü açmak için ya da insanları birbirine düşürmek için bir yöntem olarak kullanmak, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Ülkemizde de ötekileştirerek kardeş kavgasının kışkırtıldığı çok sayıda olay yaşanmıştır. Buna karşın, farklılığı bir güzellik sayan Türk halkının, kardeş kavgasına karşı akılcı tutumlar sergilediği söylenebilir.
Halkımızın, ötekileştirmeye, ötekini dışlamaya karşı birikiminde yazarların payını azımsamamak gerekir. Yurdumuzda ve dünyada barışı savunmak, tüm insanlığı buna inandırmak en başta onların sorumluluğudur. Ne sevindirici ki, çok sayıda böyle yazar ve şairlerimiz bulunmaktadır. Orhan Kemal’de bu yazarlarımızdan biridir. Bu yazıda, romancı, öykü yazarı Orhan Kemal’in “Oyuncu Kadın” adlı öykü kitabında yer alan “Gâvurun Kızı” adlı öyküsü, inançlar aracılığı ile ötekileştirme ve önyargı oluşturma açısından değerlendirilecektir.
2.Öykünün Özeti
Olay İstanbul’da geçmektedir. Bir taksi durağında şoförlük yapmakta olan Kâmran, Rum kızı Evdoksiya’ya âşıktır. Mobilyacı Atranik, sınırlarını pek kontrol edemeyen kadın düşkünü bir arkadaşıdır. Kâmran’ın Evdoksiya’ya olan ilgisini bilmektedir. Duvarda asılı duran fotoğrafını görünce Evdoksiya’yı çok beğenir ve Kâmran’ın zayıf yanlarından yararlanarak Evdoksiya’yı elde etmenin yollarını aramaya başlar. Kâmran, Evdoksiya’yla evlenmek ister. Ancak kız, daha önce de böyle bir nedenle annesini öldürmüş olan şimdi yanında kaldığı dedesinin kendisini de öldürebileceğini söyler. Dedesi Etniki Eterya üyesidir.
Öte yandan fırıncı Mihal, Kâmran’la Evdoksiya arasındaki ilişkiyi fark eder. Evdoksiya, Mihal’in bu ilişkiyi dedesine söyleyeceğinden korkar. Korktuğu şey gerçek olur. Bunun üzerine dedesi Komyanos, torunu Evdoksiya’yı Kumkapı’daki teyzesi Vaso’nun yanına götürür. Evdoksiya bundan sonra teyzesinin yanında kalmak zorunda kalır. Evdoksiya’nın izini kaybeden Kâmran, arkadaşı Atranik’le Evdoksiya’yı ne pahasına olursa olsun, dedesinden istemeye karar vererek dedesine gider. Ne var ki katı inanç ve kuralları olan dede bunlara yüz vermez. Orada bulunan Mihal Evdoksiya’nın Yunanistan’a gittiğini söyler.
Kâmran, bir süre Evdoksiya’nın adresini bulamaz. Evdoksiya’ya olan aşkı, işine yansımaya başlar. Patronu bundan rahatsızlık duyar ve işine son verir. Atranik ona yardım eder. Bir ara annesiyle söyleşirken babasının neden olmadığını sorar annesine. Annesi, babasının Dumlupınar’da düşmana karşı savaştığını anlatır. Söyleşinin süreğinde gidip Evdoksiya’yı kendisine istemesini söyler. Annesi, onların dini ayrı olduğu için böyle bir isteğin olanaksız olduğunu belirtir.
Uzun bekleyişlerden sonra Evdoksiya’dan gelen bir mektupla Evdoksiya’nın adresi öğrenilir. Bir gece Atranik’le birlikte Evdoksiya’nın teyzesinin evine gidip kaçmaya gönüllü olan Evdoksiya’yı kaçırırlar. Atranik ve eski patronu, Kâmran’ın işsiz ve yoksul oluşundan yararlanarak Evdoksiya’yı ayartmaya çalışırlarsa da Evdoksiya onlara yüz vermez. Başka bir mahalleye taşınıp yaşamlarını sürdürürler.
3.“Gâvurun Kızı” Adlı Öyküde İnançlar, Önyargılar ve Ötekileştirme
İnsanlar, içinde yaşadığı doğal ortamın ve doğa kaynaklı sorunlarının tanımlanması amacıyla çeşitli inançlar geliştirmiştir. Bu durum çok tanrılı dinlerde çok daha belirgin bir biçimde görülmektedir. Öykü, efsane ya da masal anlamına gelen “mitos”lar, tanrılara yaslanılarak bilinmeyeni açıklama çabasından başka bir şey değildir (Erhat, 1978: 6). İnançlar ve inançlara dayalı uygulamalar tekrarlandıkça geleneklere ve giderek kültüre dönüşmektedir. Bu kültür, ister istemez “başka” ya da “yabancı” ile ilgili olanın; eş deyişle “öteki”nin ölçütlerini de içermektedir.
Farklı kültürlerden insanların birbirine karşı geliştirdiği önyargıların, genellikle bu ölçütlere dayandırıldığı görülmektedir. Farklı inançtan insanların birbirinden kız alıp vermemesi, birinin yediğini ötekinin yememesi, birinin olumlu bulduğunu ötekinin olumsuz bulması, tanımını bu ölçütler içinde bulmaktadır. Oysa her toplumda ve her inançta; iyi, kendine ve çevresine saygılı bilge insanlar olabileceği gibi, hemcinsine zararlı, hak hukuk bilinci olmayan, kendine saygısını yitirmiş insanların da bulunabileceği gerçeği genellikle göz ardı edilmekte; başka bir deyişle önyargılara feda edilmektedir.
Üzerinde durulması gereken önemli bir nokta da, içinde yaşadığımız yüzyıldaki kent yaşamının, feodal dönemlerdeki yüzyıllarca değişmeden kalan gelenekler ve yanlış inançları kökünden sarsmasıdır. Kentler, hangi etnik kökenden, hangi inançtan gelirse gelsin, herkesi bir arada yaşamaya zorlamakta ve kültürel açıdan yeni bir sentez oluşturmaktadır. Burada her inanç, etnik kimlik, geleneksel kültür ve buna bağlı önyargılar eriyip gitmektedir. Ne var ki kentlileşmenin, kent kültürünün edinilmesinin de zaman aldığı bilinmektedir.
Orhan Kemal’in “Gâvurun Kızı” adlı öyküsü İstanbul’da geçmektedir. Öykünün baş kişilerinden Kâmran Türk, Evdoksiya bir Rum kızı, Atranik ise bir Ermeni asıllı bir yurttaştır. Evdoksiya’ya aşık olan Kamran onu dedesinden istemeye kalkışır. Ancak farklı inançlardan dolayı dede Kamran’ı görmek bile istemez ve görüşmesinler diye torunu Evdoksiya’yı İstanbul’daki teyzesinin yanına gönderir. İki aşık tekrar buluşur ve evlenmeye karar verirler. Evlenmekle iş bitmez. Temel sorun, işsizlik ve yoksulluktur. Ermeni asıllı Atranik ve eski patronu, Kamran’ın işsizlik ve yoksulluğunu bahane ederek Evdoksiya’yı elde etmeye çalışırlarsa da başarılı olamazlar.
Orhan Kemal bu öyküsünde, iyi ve kötünün Türkü, Rumu, Ermenisi olamayacağını; kötünün her toplumda kötü, iyinin de her toplumda iyi olacağını betimlemeye çalışmaktadır. İnançları ne olursa olsun, her insanın, iyi ya da kötü yanlarının olabileceğini dile getirmektedir. Bununla birlikte temel sorunun aslında inançlar değil, işsizlik ve yoksulluk olduğunun da altını çizmektedir. Çünkü işsizlik ve yoksulluk, yüce bir değer olan insanı küçültür; insanın, bizzat kendi gözünde bile aşağılanmasına neden olur.
4.Sonuç
Yüzyıllardır sürüp gelen başka kültürden, başka dinden, başka dilden olanları ötekileştirmenin, kent yaşamı içinde tükenmesi kaçınılmaz olmaktadır. Ne var ki çeşitli çıkar grupları, sözü edilen kültürel farklılıkları gerektiğinde kendi çıkarlarına yönlendirerek halkı bir kardeş kavgasına sürükleme gayreti içinde olduğu da bir gerçektir. Geçim zorluğu yaşayan alt gruplar, asıl çözüm isteyen sorunlarının işsizlik ve yoksulluk olduğunu görmekte zorlanmaktadırlar.
Çağdaş dünyada her inanç, inananların işini kolaylaştırdığı ve her insana insan olarak bakabildiği zaman, ötekileşmenin ve ötekileştirmenin önüne geçilebilir. Aksi halde, kendileri de ötekileştirmenin birer malzemesi olmaktan kurtulamazlar. Orhan Kemal’in “Gâvurun Kızı” adlı öyküsünde vermek istediği ileti de budur.

Haftanın Şiiri
Düşlerden Düşen Resimler -2 /Sabahattin Yalkın
1.
Yeşildir toprağın ilk düşü
bütün sır köklerde
tohumun çektiği acıyı
ne gök bilir
ne de gövde…

Yaşamcıl bir oyun hepsi
zaman zaman çiçeklemek
sulamak süslemek mezarları
yürekli iseniz aşk getirin
ölü bilsin yaşadığını…
Toprak Düşü –
2.
Su mu akan zaman mı
aynaya yansıyan yüzümüz
bizden başkası mı…

Akıntılara bakıp susuyoruz
anlatacağın hangi sevda
hepsi suya düşürdüğün taşta…

Haftanın Sanat Gündemi

Şükrü Erbaş 40’ıncı yılında
Şükrü Erbaş’ın, “Otların Uğultusu Altında” adlı şiir kitabı Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlandı.
Edebiyat hayatında 40’ıncı yılını geride bırakan şair Şükrü Erbaş, yeni şiir kitabıyla okurun karşısına çıktı.
Şükrü Erbaş’ın, “Otların Uğultusu Altında” adlı şiir kitabı Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlandı.
Erbaş’ın yeni şiir kitabında şu satırlar yer aldı;
“Eskiden, çok eskiden
Tanrımız yoktu. Korkumuz yoktu.
Günahımız yoktu. Yapraklar gibiydik.
Öpüşler gibiydik. Köpükler gibiydik.
Yapamadık. Güzellik boğdu
İyilik zayıf düşürdü hepimizi.
İçimizden birisini göklerin ardına gönderdik.
Şimdi hepimiz huzurla birbirimize kötülük ediyoruz.
Şimdi hepimiz korkuyla acımızı seviyoruz
Şimdi hepimiz dünyayı bir tanrıya değiştik
Şimdi hepimiz cehenneme dua ediyoruz.” (odatv)

Enver Ercan Kadıköy’de anılacak
Şair Enver Ercan aramızdan ayrılışının birinci yıl dönümünde Kadıköy Belediyesi Kemal Tahir Halk Kütüphanesi’nde düzenlenen bir etkinlikle anılıyor.
Türkiye Yazarlar Sendikası tarafından 22 Ocak Salı günü saat 16:00’da düzenlenen etkinlikte ayrıca Enver Ercan’a ait özel eşyalar da TYS Müze Belgeliği’nde yerini alacak.
Geçen ay Kemal Tahir Halk Kütüphanesi’nde açılışı yapılan TYS Müze Belgeliği’nde Nazım Hikmet’in el yazısı mektuplarından, Cemal Süreya’nın ceketine, Sennur Sezer’in kitaplarından, Ece Ayhan’ın daktilosuna şair ve yazarlara ait özel eşyaları da görmek mümkün. (Sözcü)

Grup Gündoğarken, Nâzım’ı şarkılarla andı
Grup Gündoğarken, Nazım Hikmet’in 117’nci doğum günü etkinlikleri kapsamında Kırklareli’nde sahne aldı. Burhan Şeşen, dünyaca ünlü şairi kendi sözü “En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız” ile andı.
“Türk şiirini dünyaya tanıtan şair” Nazım Hikmet, 117’nci doğum gününde Grup Gündoğarken’in şarkılarıyla anıldı. Kırklareli Belediyesi ve Eğitim Sen Kırklareli Şubesi iş birliğiyle Rektörlük Kültür Merkezi’nde düzenlenen ‘Nazım Hikmet’i Anma Etkinliği’nde sahne alan Grup Gündoğarken, ‘Nazım Hikmet Memleket’ şarkısını dinleyicilerle birlikte hep bir ağızdan sesledirdi.
‘İYİ Kİ KENDİLİMİZDEN OKUYORUZ’
Dünyanın en büyük şairi Nazım Hikmet’in doğum gününde sahnede olmanın kendileri için büyük bir gurur kaynağı olduğunu belirten grubun usta ismi Burhan Şeşen, “Nazım’ın ne kadar ileri görüşlü olduğu her gün daha da anlaşılıyor. Ne mutlu bize ki Nazım’ı kendi dilimizden, Türkçe olarak okuyoruz. Ustayı, ‘En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız’ sözüyle anmak istiyorum” dedi. Etkinlikte yapılan söyleşide Nazım Hikmet’in şiirleri, memleket sevgisi ile geçirdiği zor yıllar yazar ve araştırmacılar tarafından anlatıldı. (Sözcü)

Yazarlar yazarları ağırlıyor
Barış İnce’nin sunumuyla gerçekleşecek olan ‘Yazarlar Yazarları Ağırlıyor’ etkinliğine Zeynep Oral katılacak. Oral, edebiyatına ilişkin sorulara yanıt verecek.
Konak Belediyesi ve Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf )(TAKSAV) işbirliği ile gerçekleşen ‘Yazarlar Yazarları Ağırlıyor’ etkinliğinin bu ayki konuğu Zeynep Oral olacak. Barış İnce’nin sunumuyla gerçekleşecek olan etkinlikte Zeynep Oral, edebiyatına ilişkin sorulara yanıt verecek.
Türkan Saylan Kültür Merkezi Benal Nevzat Salonu’nda 18 Ocak 2019 Cuma günü gerçekleşecek etkinlik saat 18.00’de başlayacak. (Sözcü)

Adana’da ‘Hangi Sabahattin Ali?’ söyleşisi yapıldı
Adana Kitap Fuarı’nda Kor Kitap, Manos Kitap’ın düzenlediği, Mahmut Fikirsindi’nin yönettiği söyleşiye Adnan Özyalçıner ve Tahir Şilkan katıldı.
Sabahattin Ali’nin ölümünün üzerinden 70 yıl geçmesi ile telif hakkı kalkan kitaplarını basmaya başlayan Kor Kitap, Manos Kitap’la birlikte ‘Hangi Sabahattin Ali?’ başlıklı bir söyleşi düzenledi.
Mahmut Fikirsindi’nin moderatörlüğünde yapılan söyleşide, toplumsal çelişkileri emekçilerin tarafından işlediği öyküleriyle tanınan Adnan Özyalçıner ve Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Yönetim Kurulu Üyesi Tahir Şilkan; öykücü, romancı, şair, gazeteci ve şair kimliğiyle Sabahattin Ali’yi anlattı.
‘SABAHATTİN ALİ’NİN TOPLUMSAL GERÇEKÇİ ANLAYIŞI, ELEŞTİREL GERÇEKÇİLİK’
Sabahattin Ali’yi öykücülüğüyle anlatan Adnan Özyalçıner, Sabahattin Ali’nin yazdıklarıyla geçmişle de ilişki kurarak bugüne gönderme yaptığını belirterek “Bütün iyi, soylu yazarlar bunu yaparlar. O yüzden öldürülüyorlar” dedi.
Sabahattin Ali’nin çağdaşı Sait Faik gibi yazarlarla birlikte Türkiye’de çağdaş öykücülüğü kuranlardan olduğunu dile getiren Özyalçıner, “Anadolu yaşamından kaynaklanan öykülerinde gerçekçi bir tutumla ezilen insanların acılarını, eşitsizlikler, adaletsizlikler karşısında durumlarını, yoksulluk içerisinde bırakılışlarını anlatır. Onun için kentten çok köy ve kasaba öyküsü olarak ortaya çıkar. Çevreye dışarıdan bakmaz. Çevrenin içerisinde yaşayarak olayları ve kişileri bulup eleştirir” ifadelerini kullandı. Sabahattin Ali’nin gözleme dayanan gerçekçilik yerine eleştirel gerçekçilikle toplumsal gerçekliğin öncülerinden biri olduğunu söyleyen Özyalçıner, “Öykülerinde güçlü doğa tasvirleri yanında sergilediği katı gerçekler anlatımını da etkilemiştir. Onun için öykülerinin sert ve çarpıcı bir havası vardır. Toplumsal çelişkiler ve sınıfsal ayrımları kaynaklanan katı gerçekleri anlatırken gülmeceye de yer verir. Amacı güldürmek değil içeriği daha iyi belirtebilmek için okuru daha fazla etkilemektir” dedi. (Evrensel)

Bir Portre
Sabahattin Ali kimdir, eserleri nelerdir?
Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907’de Gümülcine’de doğdu. Eğitim hayatı 7 yaşında, Füyûzâtı Osmâniye Mektebi’nde başladı. Zabit olan babası Ali Selahattin Bey’in tayininin Çanakkale’ye çıkmasıyla birlikte ailecek taşındılar. Eğitimine Edremit İptidaî Mektebi’nde devam etti.
Okulu bitirip İstanbul’a dayısının yanına dönen Sabahattin Ali bir yıl dayısıyla yaşadıktan sonra 1922-1923 ders yılında Balıkesir Muallim Mektebi’ne kaydoldu. Şiir ve hikâye deneyimleri bu zamanlarda ortaya çıkarken çeşitli dergi ve gazetelere yazılar göndermeye başladı. Bunlardan biri Balıkesir’de yayımlanan Irmak dergisidir. Sonrasında okul naklini İstanbul İlköğretmen Mektebi’ne aldıran Sabahattin Ali, okulu bitirdikten sonra Yozgat’ta öğretmenlik yaptı.
1928 yılında dil eğitimi amacıyla Almanya’ya gönderildi. 1930 yılında Türkiye’ye geri döndü. Sonrasında Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde memurluk, Devlet Konservatuarı’nda dramaturgluk yaptı. Bu yıllarda Sabahattin Ali, öykücülüğe yeni bir soluk getirmeye, gerçekçi akımda örnekler vermeye başlamıştı.
Bir Orman Hikâyesi 1930 yılında Resimli Ay dergisinde yayımlandı, ilk öykü kitabı Değirmen ise 1935 yılında Remzi Kitaphanesi tarafından yayımlandı.
2 Kez Cezaevine Girdi
1932 yılında Konya’da bulunduğu sırada okuduğu bir şiir yüzünden “Atatürk’e hakaret” suçlamasıyla tutuklandı ve mahkûm oldu.
1934 yılında Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü’nde görev aldı.
1935 yılında Aliye Hanım’la evlenen Sabahattin Ali’nin 1937 yılında kızı Filiz Ali dünyaya geldi.
1938 yılında yeniden öğretmenliğe başladı. 1945 yılında görevden alındı. Aynı yıl İstanbul’da yayımlanan siyasi mizah gazetesi Markopaşa’da yazıları yayımlandı. Bu yazılardan dolayı hakkında çeşitli davalar açıldı. 1948 yılında üç ay tutuklu kaldı.
YURT DIŞINA ÇIKARKEN ÖLDÜRÜLDÜ
Kendisine pasaport verilmeyen Sabahattin Ali üzerinde bitip tükenmek bilmeyen siyasi baskıdan ve takibattan kurtulmak için Bulgaristan sınırından Avrupa’ya geçmek üzere Kırklareli civarında yoldayken öldürüldü.
Sabahattin Ali’nin Eserleri
Ölümünden önce yayımlanmış dokuz kitabı ve Varlık dergisinde tefrika edilmiş Esirler (1936) oyunu ayrıca yetmişten fazla şiiri ve Türkçeye kazandırdığı kitaplar vardır.
Eserleri birçok dile çevrilerek yayımlanan Sabahattin Ali’nin eserlerinden bazıları şunlardır:
Değirmen, 1935/Kağnı, 1936/Ses, 1937/Yeni Dünya, 1943/Sırça Köşk, 1947/Kuyucaklı Yusuf, 1937/İçimizdeki Şeytan, 1940/Kürk Mantolu Madonna, 1943

Ne Okusak
1.Şiir Olmasaydı/ Abdulkadir Budak/ Yazılı Kağıt Yayınları
2.Aynanın Arkası/Feridun Andaç/ Can Yayınları
3.Artık Sessizlik Bile Senin Değil/ Aslı Erdoğan/Karakarga

Exit mobile version