Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Antakya’da kültür-sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Antakya

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Antakya Kitaplığı
Köy Enstitüleri Destanı/ Abdullah Özkucur
Abdullah Özkucur, Antakyalı bir aydın, bir bilge insan.
Köy enstitülerinde okumuş ve orada gördüklerini yazıya dökmüş bir örnek insan.
Yaşamını Ankara’da sürdürüyor, ileri yaşına rağmen yılmıyor ve deneyimlerini paylaşıyor.
“Bir bölük “Türkiyeli” aydın var ki (köşe başlarını tuttuklarından etkililer) gözlerinin önündeki gerçekleri görmemekte kararlılar. Örneğin “Aydın nedir” sorununu hâlâ tartışır gibi görünürlerken, dünyanın birçok yazarından alıntılar yaparlar da Türk Devriminin ekin, aydın, eğitim tansığından tek satır söz etmezler. Onlar bu çaba içindedirler de gerçek ortadan kalkar mı, hayır! Gerçek her zaman yerli yerindedir; öznel istemlerden bağımsız işler. Tarih, olgu, belge yok edilemez.
Özkucur, izleyen dönemde öğrencisi olacağı, bitireceği Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün yapımı işindedir; o coşkulu topluluğun arasındadır. Yapımın başlayış günü unutulmazdır, Tonguç Babanın inanaç dolu konuşması, halk oyunları, türküler… (Belirtmeli ki enstitülüler, çalışma zamanı işi, dinlenme zamanı ise şöleni, şenliği en iyi yapan, bilenlerdir). Müdür M. Lütfi Engin, öğrencilerin çalışmasından o değin etkilenir ki duygulu biçimde, bunun iş yapmak değil, destan yaratmak olduğunu söyler. Kitabın adı da bu seslenişten geliyor olmalı.
Özkucur’u Şakir Efendi adlı bir memleketlisi arar bulur. Önce amacını gizler. Meğer amacı, ona evden kaçıp enstitüye girmekle “kötü yola düştüğü” söylenen kız kardeşini bulup, belki de öldürmektir. Henüz amacını gizlediği günlerde Özkucur Şakir Efendiye birbirinden bilimsel işleyiş içindeki arıcılık, atçılık, tavukçuluk, hayvancılık, bağcılık…bölümlerini açıklamalar yaparak, bölümlerdeki öğrencilerle görüştürerek gezdirir. Şakir Efendinin dünyası değişmiştir. Büyük şaşkınlık, olumlu anlamda sarsıntı içindedir. Sonunda üzüntüyle gerçek geliş nedenini açıklar. Kız kardeşi anlatılmaz acımasızlıklar içinde kurtuluşu kaçmakta, enstitü öğrencisi olmakta bulmuştur. Birlikte kız kardeşine ulaşırlar; özlem giderirlerken kız kardeşine sonuna değin destek olacağı sözünü verir.
Âşık Veysel Kara Toprak şiirini Hasanoğlan’da, Özkucur’un benzer izlekli şiirinden yola çıkarak yazar; Kara Toprak’ın ne değin beğenildiği bilinir. 17 Nisanlar o dönemden bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Köy enstitüleri bir anda erdemli insanlar mı yetiştirdi, hayır. Boş inançları, bilgisizliği birkaç yılda kazımak olanaksızdır. Ne ki doğru temel atılmıştır, maya tutmuştur, sürekli gelişmiştir. Abdullah Özkucur özelinde baktığımızda tam anlamıyla savaşım görürüz. kendi köylülerince taşlanmıştır. Bölgesinde “casus” suçlamasıyla az daha tutuklanacaktır. Bereket karakol komutanı bilinçli biridir. Onu anlayan birkaç dostu köyünden kaçırmak zorunda kalırlar; kalırsa öldürülecektir.
Yapıtta daha birçok yaşamsal bilgi var. Ne ki yerimiz dar… Gelinin nazlanması gibi değil, gerçekten yerimiz dar. Özkucur’un kitaplarını özellikle gençler kesinlikle okumalılar.
Abdullah Özkucur bilge, anıt bir insan… Salt bilgisiyle, savaşımıyla değil, üstün, erdemli kişiliğiyle de. Özkucur Tanrı’dan dört beş yıl daha istiyor; kitaplarını yazmak için. Bu satırların yazarı böylesi bilgelerin yaşam sürelerinin kesinlikle yüzyılı aşmasının kural olması gerektiği kanısındadır. “

Konuk Yazar
Hüseyin Atabaş’a veda/ C. Hakkı ZARİÇ
Orada, soğuk bir Ankara gününde bastonunu avuçlamış masanın etrafındaki dostlarıyla zamanı ve şiiri konuşuyor. Yılların buğusuyla dolan gözlerini göğe çevirip içleniyor sezdirmeden. Az ileride, etrafı sarılmış bir anıt soru soruyor önünden geçip giden her insana.
Oturmuşuz, kolluk gücü dayağından gözü morarmış bir kadının içtenlikli isyanını konuşuyoruz. İçimizde biriken utanç öfkeye dönüşüyor.
Hüseyin Atabaş derin derin çektiği sigarasında biriken külü silkeliyor, Zerrin Taşpınar bir yangından kalan ne varsa içinin derinlerine gömmüş, bir mülteci telaşıyla İzmir’den gelmiş Mahzun Doğan; Mülkiyeliler’de çay içiyoruz akşama doğru.
Ben zaten geri dönmek üzere Ankara’dayım. Ne beklediğimi ya da neyle karşılaşacağımı bilmeden; Ahmet Erhan hakkında bir konuşma yapacağım her yılın Şubat ayında olduğu gibi. Murat Koçak’a konuk, içeriden mektup arkadaşım Barış’a yatılı gitmişim.
Daha çok onlar konuşuyor; Atabaş sayfalarını aralıyor Ankara’nın. Orada geçmiş gibi bütün ömrü. Sabahı, akşamı, coşkusu ve yalnızlığı orada geçmiş gibi. Sözcüklerine, kır saçlarına, üstüne başına sinmiş Ankara. Mahzun’un şakalarına gülüyor, Zerrin Taşpınar’ın söylediği çayları tazeliyoruz. Daha ziyade soruya dahilim ben.
Cahit Külebi’yi soruyorum, Metin Altıok’u… Bir mektup yazsa gönderebileceği ilk adres neresi olurdu, diye merak ediyorum Atabaş’ın. Karşıyaka mezarlığı ne uzak; toprak, mermer ve ağıt ne yakın. Siyasal tarihimizin saklısında çoğalan onca kıyımın, edebiyat tarihimizde yer bulmaması mümkün mü? O sokaklarda, o kaldırımlarda ayak sesleri biriktiren nice şairin külü savruluyor…
Yazmakla kendi arasında bir bağ kurup, kendine açtığı alanı genişleterek insana armağan etme çabası gibi de okunabilir Hüseyin Atabaş’ın şiirleri. Saklıda kalmak niyetiyle değil, sakin hiç değil, oturaklı, görece halk şiirinden sesini alan bir şiir.
Bana öyle geliyor ki, yazarken ve üzerine çalışırken, “Yunus Emre ya da Karacaoğlan bu şiiri nasıl yazardı?” diye düşündü yer yer Hüseyin Atabaş. Ama sadece bununla sınırlamak büyük haksızlık olur. Türkçenin olanaklarını kullandı derinden derine. Dili bozmak ve yeniden kurmak niyetiyle değil, yerini yadırgayan sözcükleri ısrarla şiirine eklemekten kaçınarak yaptı bunu. Şiirde kurmakta ısrar ettiği aile yapısını zenginleştirmeye çalışırken eklektik olmamayı tercih etti.
Onun şiirlerindeki yapı bulanıklık içermez, lafı dolandırmaktan, eğip bükmekten hoşlanmaz Atabaş. Saklısında ne varsa açık seçik söyleme taraftarıdır. Şiirinin beslendiği derinlik onun aydınlığa, insanlığa, demokrasiye ve gelecek güzel günlere olan çabası olarak da okunabilir.
Tozunu, pasını, küfünü aldığı sözcüklerle oturur yazı masasına Atabaş. Şiirin değiştirip dönüştüreceğine inanarak yazar. Can Yücel’le aynı sınıftan yana olmanın dışında akrabalığı olmasa da bir hınzırlık güder yazdıklarında.
Aşk ve yalnızlık biraz da Atabaş’a dair sanki. O kıyılarda dolaşır hep, bir hüzünle andığı geçmiş zamanın aylasını taşır başında. Olmadık düşlerin kapısını aralamak istese de zamanın buna izin vermeyeceğini bilir ve şiirinde kendine seslenerek olduğu yere geri çağırır benliğini. Muhafazakâr olduğu için değil, onca zaman birlikte ürettiği değerleri o insanlarla korumak ve çoğaltmak çabasıyla geri döner. Değilse, belirsizliğe yelken açmaktan geri durmayacağını ve ondaki serüven duygusunun ortaokul yıllarından beri bir an olsun eksilmediğini sezdirir zaten yazdıkları.
Salona değil, sokağa dairdir Atabaş ve şiiri. Gösterişli değil, mütevazıdır. Bulanık değil, durudur. Kısık sesle konuşmaz. Dostları, sevdikleri, yaşadıkları ya da ona yaşattırılan her ne varsa bir izlek olarak şiirindedir. Hayatın bizzat kendisiyle nefes alıp vermesi bundandır. Bundandır ki, yazmakla ilgilenir yazdıklarının pazarlanması, afişe edilmesi, boy boy fotoğraflarının yayınlanmasıyla değil. Bundandır ki, yazdıklarına hayatımızda yeteri kadar yer açmayı ihmal ettiğimiz şair yaşadığı sürece yazmanın dışında daha geniş bir alan talep etmemiştir. Zarif şair.
Şiirlerindeki gibi bir durulukla hayattan çekip gitti Hüseyin Atabaş. Şubat’ın son günlerinde nicedir özlediği arkadaşlarının yanında mütevazı bir törenle toprağa emanet edildi. Ne haber oldu gazetelerde ne sosyal medyanın gündemini salladı.
Onun hakkında son sözü Metin Altıok söylesin. Memleket sathı ve Ankara bir şairin tabutu daha sessizlikle omuzlamanın kahrını duymaz nasılsa.
“Kim ne derse desin, hakkı yenmiş bir şairdir Hüseyin Atabaş. Ama inceliğin kaderi buysa bir ülkede; bunu da taşımak zorundadır, derim. (Evrensel)

Haftanın Şiiri
Fotoğrafta Üç Adam/Hüseyin Atabaş

Unutma! Zaman ayrılmaz ölümlerden,
ölümü takmazdı oysa gördüğün bu adamlar.
Bu bir fotoğraf, fotoğrafta bir merdiven,
merdivende üç adam, üçü de dostum adam.
Öyle umarsızım ki onlara bakarken
utanıyorum yalnızlığımdan!..

Ana sütü kadar helâlken yaşamak
adlarını ünlesem öleceklerdi,
bir bataklık kadar açtı çünkü zaman.
Irmakların yatağında yılan ıslıkları,
susuzluğu damıtıyor pınarlar.
Sürüden ayrılan gri bulut

dağını özlüyor yitik bir çocuk gibi;
incecik uykulardaydın sen
öpsem düşler kırılır düşerdi avuçlarıma.

Unutma, zaman ayrılmaz ölümlerden!..

Fotoğrafta işlevsiz bir merdiven,
merdivende üç adam, üçü de şair adam.
Çenesinde birinin eli,
birinin eli batmış yanağına,
ötekinin elinde bir sopa ve sigara.
Kalem tutan, okşayan, tokalaşan o ellere
dokunsam dörtnala geçiyor zaman,
dokunmasam gökyüzü düşecek üstümüze
Sıvas’ta gece sabahı ararken!…

Kısa Sanat Haberleri
Ozan Hüseyin Atabaş Sonsuzluğa Uğurlandı
Usta Ozan-Yazar Hüseyin Atabaş 28 Şubat 2019 günü, Ankara – Karşıyaka Gömütlüğünde, aralarında Ahmet Telli, Mahmut Temizyürek, Ahmet Yıldız, Nazım Mutlu, Zerrin Taşpınar, Haydar Ünal, İsmail Hakkı Karakelle, Ahmet Özer, Abdulkadir Budak, Ertuğrul Özüaydın, Mahmut Turgut, Hasan Sertkaya, Mahzun Doğan, Çetin Örgen, Doğanay Sevindik, Selami Karabulut, Günay Güner’in de bulunduğu toplulukça sonsuzluğa uğurlandı. (telgrafhanesanat.org)

Vedat Günyol Deneme ödül sahibini buldu?
2018 yılı Genç Deneme Yazarı Ödülü, “Sanatımı Koru Ey Tarih” adlı çalışması ile Hakan Güngör’e verildi.
Türk Edebiyatının önemli yazarlarından olan Vedat Günyol’u yaşatmak ve yeni nesillere tanıtmak üzere; Kartal Belediyesi öncülüğünde, Türkiye Yazarlar Sendikası, Kırmızı Kedi Yayınevi İstanbul Atatürk Lisesi Mezunları Vakfı’nın desteği ile düzenlenen Vedat Günyol Deneme Ödülü sahibini buldu.
1 Temmuz 2018’de yapılan Vedat Günyol Deneme Ödülü için, 30 Kasım 2018 tarihine kadar 10 yazar eserlerini gönderdi.
Yazarların göndermiş olduğu eserler, ödülün seçici kurulu tarafından okundu ve değerlendirildi. Bu yıl Vedat Günyol Deneme Ödülü yarışmasına yapılan başvurulardan bir kısmı deneme türü içinde görülmedi ve Seçici Kurul üyelerince, yarışmaya katılan kitaplar arasından, Vedat Günyol Deneme Ödülü’ne ilişkin düşünce birlikteliği sağlanamadığından, ödülün sadece “Genç Deneme Yazarı Ödülü” kategorisinde verilmesi uygun görüldü.
2018 yılı Genç Deneme Yazarı Ödülü, “Sanatımı Koru Ey Tarih” adlı çalışması ile Hakan Güngör’e verildi.
Vedat Günyol Deneme Ödülü Seçici Kurulu’nda ise Avukat Celal Ülgen, Kırmızı Kedi Yayınevi sahibi Haluk Hepkon, mimar Cengiz Bektaş, Kartal Belediye Başkan Yardımcısı Gökhan Yüksel, Rengin Cemiloğlu, yazar Tahir Şilkan ve Uğur Kökden yer aldı.

2019 PEN Duygu Asena Ödülü Cumartesi Anneleri’ne
“Özellikle bir kadın direnişi olarak öne çıkan ve süren Cumartesi Anneleri’ne sunmak hem doğal hem de çok anlamlı olur diye düşündük.”
PEN Türkiye Yazarlar Derneği tarafından 2007’den beri verilen Duygu Asena Ödülü, bu yıl 726 haftadır gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri’ne verildi. PEN Türkiye Yazarlar Derneği’nden yapılan açıklamada “Özellikle bir kadın direnişi olarak öne çıkan ve süren Cumartesi Anneleri’ne sunmak hem doğal hem de çok anlamlı olur diye düşündük” dendi.
PEN’den yapılan açıklamada şöyle denildi:
“Şiirimizin annesi, Türkçenin en incelikli şairi, kadın özgürleşmesinin yolunu hayatıyla ve şiirleriyle açan Gülten Akın polis tarafından dövülerek öldürülen genç gazeteci Metin Göktepe için yazdığı Anneler İlahisi”nde şöyle der: ‘Anneler olmasa kim kimi severdi / saklı tuttun o insanı insana bağlayan güvenci / yollar boyu, eskitilmiş alanlarda / solgun bir bedeni gezdirmedin Metin’in annesi.’
‘Eylemlerine yağmurda çamurda devam ettiler’:
“Metin’in annesi, Hasan’ın annesi, bazılarının ablası, kız kardeşi, babası, hepsi; yakınlarını, yitiklerini, gidip de dönmeyenleri, bir daha haber alınamayanları, işkencede, gözaltında kaybedilenleri, bir geceyarısı götürülenleri, faili meçhule gidenleri, yargısız infaz edilenleri, dirisi değil ölüsü bile bulunamayanları arıyor onlar yıllardır. Kaybedilenlerin bazen kimsesizler mezarlığında bulunduğu da oluyor ama çoğu hiç bulunamıyor, bulunamadı.

24. İzmir Kitap Fuarı Onur Konuğu, Hidayet Karakuş
24. İzmir Kitap Fuarı, 6-14 Nisan 2019 tarihleri arasında her zamanki yerinde Uluslararası İzmir Fuar Alanı’nda (Kültürpark) düzenlenecektir.
Bu yıl 450 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla gerçekleşecek İzmir Kitap Fuarı, yaklaşık 120 kültür etkinliğine ev sahipliği yapacaktır. Dokuz gün boyunca düzenlenen etkinlikler ve imza günlerinde yüzlerce yazar okurlarıyla buluşma fırsatı yakalayacaktır.
ONUR KONUĞU HİDAYET KARAKUŞ
24. İzmir Kitap Fuarı Onur Konuğu şair ve yazar Hidayet Karakuş olarak belirlendi. Fuar süresince düzenlenecek panel ve söyleşilerde Hidayet Karakuş’un edebiyatı, eserleri ve yaşamı ele alınacak; aynı zamanda TÜYAP tarafından kendisi için armağan kitap hazırlanacaktır.
Hidayet Karakuş Hakkında
Hidayet Karakuş, 6 Eylül 1946’da Isparta’nın Yalvaç ilçesi Kurusarı köyünde doğdu. İlkokuldan sonra girdiği Isparta Gönen İlköğretim Okulu’nu 1964’te, Selçuk Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü 1966’da tamamladı. Adana (1966-73), Manisa (1973-78) ve İzmir’deki (1978-90) çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. TRT İzmir Bölge Radyosu için “Ege’yi Yazanlar” adlı programı hazırlayıp sunan ve pek çok radyo oyunu da kaleme alan Karakuş, halen İzmir’de yaşamaktadır.

Bir Portre
Hüseyin Atabaş
Şair ve yazar. 10 Temmuz 1942 tarihinde Trabzon’un Vakfıkebir ilçesinde doğdu. İlkokulu doğduğu yerde, ortaokulu Elâzığ ve Kütahya’da, liseyi Kütahya, Trabzon ve Ankara’da okudu. Liseyi bitirdikten sonra Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi (Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi)’ne devam etti. Ordu Pazarları Başkanlığı (1967-71), Orta Doğu Teknik Üniversitesi (1971-79) ve Ankara Büyükşehir Belediyesi (1979-94)’nde çalışarak emekli oldu. 1999 yılından sonra Ankara Üniversitesi TÖMER Türkçe Öğretim Merkezi (1999-2005)’nde çalıştı. Kurucularından olduğu Edebiyatçılar Derneği’nin saymanlığı ile genel başkan yardımcılığını (1992-97), kimi dergilerde yayın yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, yayın ve hakem kurulu üyelikleri (1976-2005) yaptı. TRT İnt Televizyonunda, TRT Ankara Radyosu ile özel radyolarda edebiyat ve kitap tanıtma izlenceleri hazırlayıp sundu (1996-2003). Ankara Üniversitesi ile özel kurslarda yaratıcı yazarlık dersleri verdi. Ayrıca zaman zaman yayınevlerinde redaktör ve ansiklopedi yazarı olarak çalıştı. 1970 Kuşağı toplumcu-gerçekçi şairleri içinde değerlendirilen Hüseyin Atabaş, Cemal Süreya’nın sözleri ile; “Türk şiir deneyini yaşamış, ondan çok şey edinmiş, Türkçeyi güzel kullanan, güzel şiir söyleyen” (Politika, Ekim 1975) bir şair olarak XX. yüzyılın son çeyreğinde Türk şiirindeki yerini aldı. Haydar Ergülen’in sözleri ile de; “Hüseyin Atabaş bilgeliğe yolculuğunu yazıyor.” (Varlık, Ekim 2009).
YAPITLARI Şiir: Gelecek (1975, Demokratik Sol Dergisi 1974 Şiir Ödülü), Yanarca (1979), Bitmeyen (1983), Yüzün Bende (1988), İlkyaz Töreni (1993, Cevdet Kudret 1994 Edebiyat-Şiir Ödülü), Saydam ve Gizli (1997), Düşe Yazdım (2002), Yorgun Denge (2005, Ceyhun Atuf Kansu 2005 Şiir Ödülü), Çıplak Su (2009, Yunus Nadi 2009 Şiir Ödülü), Ömür Lekesi (2011), Güz ve Sera (2012). Deneme: Kale ve Bozkır (1994), Özgürlüğün Geldiği Gün (1999), Türkçe Yaralı Dilim (2003), Dünyada Kimse Var mı? (2007), Dilin Gizil Gücü / Şiir Sanatına Giriş (2009). Seçki ve derleme: Şimdi Okullu Olduk (Okul ve öğrenci fıkraları, 1992), Bilmece Bildirmece (1992), Aziz Nesin Günleri (1995), Ankara Rüzgârı – Ankara Şiirleri Seçkisi (Ali Cengizkan ile, 1998), 2000 Yılında Türk Şiiri (2001), Türkiye’de Eleştiri ve Deneme (2002), Türkçenin Yurttaşı Nâzım Hikmet (2003), Dil ve Dilimimiz Türkçe (2004).

Ne Okusak
1.Bahriye/ Elfin Tataroğlu/Asi Kitap
2.İç/Eren Erdem/Halk Kitabevi
3.Bir Ömür Nasıl Yaşanır/ İlber Ortaylı/Kronik Kitap