Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Köy Enstitüleri Destanı/ Abdullah Özkucur
Abdullah Özkucur, 1922 Konya doğumludur.
Yaşamının büyük bölümünü Antakya’da geçirmiş, birçok okulda resim öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen yaşamını Ankara’da sürdürmektedir.
İleri yaşına rağmen, okuyor, yazıyor, konferanslar veriyor. Sevgili dostum, büyüğüm Abdullah Özkucur hocama sağlıklı bir yaşam diliyorum.
“Özkucur öğretmenin gözünden Köy Enstitüleri
Köy Enstitülü bir yazar-ozan olan Abdullah Özkucur, aydın, ilerici, insan onuruna yakışır, güzel günlerin geleceğine inanan ve bu uğurda mücadele vermiş ve vermekte olan bir yoldaşımız, ağabeyimiz. “Öğretmen Olacağım” başlıklı kitabını okumak üzere yanıma aldığımda bazı sayfaların eksik olduğunu gördüm. Ve Zeliha Kanalıcı ve Birsen Sürmeli dostlar sayesinde yazarın üç yapıtına da ulaşma olanağını buldum.
Hacimlerine karşın kitapları bir solukta okudum. Dilin sadeliğinin yanında akıcılığına, olayların sanki çok yakın bir zamanda yaşanmışcasına canlı, ayrıntılı olarak okura sunulmasına ve kalem kıvraklığına hayran kaldım1. Bunun yanında, köye boş inançlardan, dini doğmalardan arındırılmış, laik, sorgulayıcı ve üretici bir eğitim sistemi taşımaya girişen bir siyasi iradenin bir çocuğun kendi yaşamını değiştirme çabasıyla örtüşmesi sonucunda, çocuğun geleceğinin nasıl değiştiğini anlatan bu öz yaşam öyküsünden çok etkilendim. Okula başladığında “Mızraklı İlmihal”, “Hüccet-ül İslam” ve daha bir sürü hurafeden başka bir şey bilmeyen bir köy çocuğunun, Fransız aydınlanmacıları, Rousseau, Voltaire, Montaigne ile Pestalozzi ve Dewey gibi eğitimcilerle tanışıp köy yaşamının sosyolojisini ve sınıf ilişkilerini anlatan Türk araştırmacılarının kitaplarını okur hale gelmesi ve sonunda Prof. Niyazi Berkes’ten ders alarak onun eserleri üzerine ödev yapacak düzeye ulaşmasının olağanüstü bir başarı olduğunu düşündüm. (Serpil Güvenç)”
Konuk Yazar
Sanat, insanın doğaya ve yaşama kattığı yaratıcı bir çabadır. Toplumsal gelişmeyle etkileşimi sanatın toplumsal bir çaba olmasını da getirir. Sanat, yoğunlaştırılmış ve seçilmiş yaşamların ve düşlemelerin estetikle yoğrulup imgelerle yeniden canlandırılması olarak insani boyutu yakalayıp yaratan bir eylemdir. Yaşamı ve gerçekliği, birey ve toplum boyutlarıyla kavrayıp maddi (dışsal) ve manevi (içsel) yönleriyle süzerek sanat haline getiren sanatçı, yaşama güzellik katmanın sevdasını yaşayan insandır.
İnsani duyarlılığa eklenen sanatçı duyarlılığı, insanın doğaya egemen oluşunun, yaşamın karanlıklardan aydınlıklara taşınmasının anlatımıdır. Mağaralardan, göçebelikten, kölelikten kurtulma savaşını veren insan, her çeşit duyarlılığını sanatla bugüne aktarırken, kendisinin aydınlanma-aydınlatma tarihini sunduğunun da bilincindedir. Bu bilinç, kendiliğinden sanatın temeli olur. İnsan, insanı ezmekte, sömürmekte, karanlıklara hapsetmekteyken sanat inat eder. Çünkü sanat, yaşamın ve insanın güzelleşmesini ister. Aydınlık-karanlık savaşımında sanat, aydınlığın yanındadır, aydınlıktır…
Bugün sanatı insansız bir kanala çeken, sürükleyen zorba ve bağnaz karanlık, “yeni bir düzen” sunuyor. “Yeni yaşam biçimi” diyor adına. Önerilen, egemen kılınmak istenen yaşam biçimi; insanın kendine hapsedildiği, piyangolara, kazıkazanlara, loto-totolara, sosyal yardımlara bel bağladığı bir çirkinlikle geliyor karabasan gibi. Borsaya, reklama, vitrinlere, süse, medyaya, stadyuma, paraya, “parası olan yaşasın”a tutsak etmek istiyor insanı.
Sanat, insansızlığa sürükleyen bu yaşama biçimine karşı çıkıyor, karanlıklaştırılan yaşamı, insanlığın götürüldüğü yeni düzeni, sanatın aydınlık onuruyla reddediyor. Öfkenin ve vicdanın çığlığı da olan sanata yakışan, insandan ve aydınlıktan yana olmaktır, insansızlığa hayır demektir.
Sanat için birkaç kaynak .
Aydınlarımızın inat eden, sanatı güzelleyen, karanlığa karşı durduklarını gösteren çalışmaları, hayır deme cesareti gösterenlerin besleneceği, son yıllarda çoğalan değerli kaynaklardır. Bunlardan yalnızca birkaçını anımsatacağım:
İsmail Tunalı, Bedrettin Cömert, Vecihi Timuroğlu’nun Estetik; Afşar Timuçin’in Estetik Bakış, Estetikte Anlam ve Yorum; Cengiz Gündoğdu’nun Gerçekçiliğin Estetiği, Estetik Kalkışma; Onur Bilge Kula’nın Eleştirel Aydınlanma ve Sanat, Hegel Estetiği ve Edebiyat Kuramı, Estetik ve Edebiyat…
Doğan Kuban.
Sanat tarihi, estetik, mimarlık, kentleşme, çağdaşlaşma konularında Cumhuriyet ve Bilim ve Teknoloji’deki yazılarıyla yaşama ışıklarını gönderen Doğan Kuban’ı yazmadan olmaz. Faruk Şuyun’un hazırladığı Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Cumhuriyet Çınarı adlı yapıtta emeğinin ayrıntılarını bulabileceğimiz Kuban’ın onlarca yapıtından bir kısmının adını anımsatıyorum:
Kendini Öğrenemeyen Toplum, Yarını Baştan Tanımlamak, Umutsuzluk Yakışmaz, Gelecek, Sanat Mimarlık Toplum Kültürü Üzerine Makaleler, Çağlar Boyunca Türkiye Sanatının Anahatları, Batıya Göçün Sanatsal Evreleri, Çağdaşlaşma Sancıları: Cehaletten Kavramlara Kavramlardan Kurumlara, Çağdaş Bir Gelecek İçin, Türkiye’nin Bağımsızlık Savaşı..
Mektuplarla ‘sevgili Erdal’
Erdal Öz, kendisini sevgi ve iyilikten inşa etmiş, sağlığını sanki arkadaşlıkta bulan bir insan gibiydi. ‘Sevgili Erdal – Erdal Öz’e Mektuplar – 1. Cilt’te yazar ve şairler yazdığı mektuplarla Türkiye’deki yayıncılığın bu erdemler üzerinden dönüşümünü dile getiriyor.
Mektup, yazı değil, yazışmadır. Kendimizin sathında değil, ilişkide ortaya çıkar. İlişkide yer alan veya yer alacak olan işe ilişkindir. Yazıyla veya bir tür olarak denemeyle değil, mekteple akraba bir kelimedir mektup. Mektep, bilgi vermeye ilişkin bir yerdir, bilgi oluşturmaya ilişkin bir yer değil. Mektup kelimesi de tam bu anlamsal bağlamın bir uzantısıdır. Bir ilişkiye, bir ilişkideki işe ilişkin haber vermek, bir kararı sormak, bir kararı bildirmek ya da bir duyguyu, bir düşünceyi dile getirmek için vücuda gelen bir yazışma. Bu girizgâhı, ‘Sevgili Erdal – Erdal Öz’e Mektuplar 1. Cilt’teki mektuplar için yapıyorum. Bu ilk ciltte Bilge Karasu, Salâh Birsel, Onat Kutlar, Gülten Akın, Aziz Nesin, Edip Cansever, Yaşar Kemal, Metin Demirtaş, İlhan Berk, Cahit Külebi, Konur Ertop, Yusuf Atılgan, Behçet Necatigil, Talip Apaydın, Yaşar Nabi Nayır, Ülkü Tamer, Ali Püsküllüoğlu ve Cevdet Kudret’in mektupları yer alıyor. Sevgili Erdal’ı oluşturan mektuplar, ilişkiye ilişkin olmaktan çok, ilişkideki işe ilişkin… Dolayısıyla ‘Sevgili Erdal’ bir sevgi ifadesi olmasının yanı sıra aynı zamanda mektubu yazanın gardını alış halini de kamufle eden bir ifade durumunda. Mektuplar, şair ve yazarların ticaret söz konusu olduğunda, ‘ciddileşen’ kimliklerini de gösteriyor bize. Mektupta da söz konusu; kendini okutan metin ile kendini okutmayan metin. Sözgelimi Yusuf Atılgan’ın mektupları, edebiyatının metinleri gibi değil; kendini okutmuyor. İlişkiye ilişkin olanı değil, kendini dile getiriyor ama kendisinin neliğini değil, Erdal Öz’ün karşısında konumlandırdığı kendisini. Edip Cansever’in mektuplarının çoğu, bazılarında zorlama düzyazı söz konusu ama iş değil, ilişki, yani arkadaşlık mektupları. Damarlı bir maden var orada: Ahmet Oktay için şöyle yazmış 61 yılındaki bir mektubunda: “(Ahmet) Oktay’ın şiiri iyiydi. Ben sevdim. Biraz daha az içse, biraz daha düzene soksa hayatını, iyi olacak.” Onat Kutlar, Ülkü Tamer’in mektupları da, Cansever’in kimi mektupları gibi, Öz’ün, ‘dergi arkadaşlığı’ dönemine ait.
Bilge Karasu’nun mektupları, tıpkı edebiyatının metinleri gibi; ayrımlar yaparak ilerliyor. Cahit Külebi’nin mektupları da bir solukta okunan türden. Mektuplarının içeriği, nedense şaşırtıcı gelmedi bana. Fahreddin Es’ad-i Gorgânî’nin şöyle bir beyti vardır: “Benim adım onların arasında yer alırsa/ Onlarınki gibi gerçekleşir benim de muradım.” Külebi, bu duygudan hiç kurtulamamış gibidir. Erdal Öz, Atılgan’ın mektuplarına olduğu gibi Külebi’nin mektuplarına da not düşmüş.
‘Yaralısın’ ile ‘Kanayan’ı lisedeyken okumuştum. ‘Havada Kar Sesi Var’ı daha sonra… Ama şimdi ‘Erdal Öz’e Mektuplar’ın eklendiği ‘Deniz Gezmiş Anlatıyor’, ‘Düşünüyorum da Müthiş Bir Şey’ ve ‘Yarın, Nasıl Bir Olacaksın – Günlükler’ ayrı bir bağlam… Bu ikinci bağlamın üzerinde özellikle durulması gerekir. Erdal Öz’ü, TÜYAP’ın, Taksim civarındaki son fuarlarından birinde görmüştüm: Erdal Öz, kendisini sevgi ve iyilikten inşa etmiş, sağlığını sanki arkadaşlıkta bulan bir insan gibiydi… Mektuplar, bütün yayıncılık ve yazarlık deneyiminin neticesi olan Can Yayınları özelinde, Türkiye’deki yayıncılığın bu erdemler üzerinden dönüşümünün ‘anlatısı’nı da dile getirir. Bilge Karasu’nun, Gülten Akın’ın mektupları sözgelimi…İkinci cildi merakla bekliyoruz.
Haftanın Şiiri
Geçmiyor Günler/ Sabahattin Ali
burda çiçekler açmıyor
kuşlar süzülüp uçmuyor
yıldızlar ışık saçmıyor
geçmiyor günler geçmiyor.
avluda volta vururum
kah düşünür otururum
türlü hayaller görürüm
geçmiyor günler geçmiyor.
dışarıda mevsim baharmış
gezip dolaşanlar varmış
günler su gibi akarmış
geçmiyor günler geçmiyor.
gönülde eski sevdalar
gözümde dereler bağlar
aynadan hayalin ağlar
geçmiyor günler geçmiyor.
yanımda yatan yabancı
her söz zehir gibi acı
bütün dertlerin en gücü
geçmiyor günler geçmiyor
Haftanın Sanat Gündemi
23. Aydın Doğan Ödülü’nün sahibi belli oldu
Aydın Doğan Vakfı (ADV) tarafından, kültür, sanat, edebiyat ve bilim eserlerini ödüllendirmek amacıyla verilen ’Aydın Doğan Ödülü’ne, bu yıl usta oyuncu Şener Şen layık görüldü…
Aydın Doğan Vakfı (ADV) tarafından, kültür, sanat, edebiyat ve bilim eserlerini ödüllendirmek amacıyla verilen ’Aydın Doğan Ödülü’ne, bu yıl usta oyuncu Şener Şen layık görüldü. Kısa bir teşekkür konuşması yapan duayen oyuncunun ödülünü Aydın Doğan takdim etti. (Odatv)
Şair ve Gazeteci Ruşen Hakkı, ölümünün 8. yılında İzmit’te sevenleri, dost ve akrabalarının katılımıyla düzenlenen etkinlikle anıldı.
Şair ve Gazeteci Ruşen Hakkı, ölümünün 8. yılında İzmit’te anıldı. Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği’nde (KYÖD) düzenlenen etkinliğe, Ruşen Hakkı’nın sevenleri, dost ve akrabaları katıldı. Etkinlikte kızı Nilgün Sezeralp, Ruşen Hakkı için yazdığı “Babalar Da Birer Kuştur” kitabını imzaladı.
KYÖD Başkanı Didem Turan etkinliğin açılış konuşmasını gerçekleştirdi. Ruşen Hakkı’nın İzmit için önemli olduğunu söyleyen Turan, “Ruşen Hakkı’yı Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği’nde sizlerle buluşturmanın kıvancını yaşıyoruz. Ruşen Hakkı bu kentin önemli bir değeridir, bu nedenle KYÖD’ün onur üyesidir. Onun bu kente kazandırdığı değerler için minnet duyuyoruz” dedi. (Evrensel)
Latife Tekin, Yazar ve Şair Buluşmaları’na konuk oluyor
Latife Tekin, 16 Nisan’da Yazar ve Şair Buluşmaları’na katılacak.
DUVAR – Yazar Latife Tekin, dokuz yıl aradan sonra yayımladığı Manves City ve Sürüklenme romanlarını konuşmak üzere, 16 Nisan Salı günü Boğaziçi Üniversitesi Demir Demirgil Salonu’nda konuk ediyoruz.
Şubat 2019’da yayımlanan Manves City ve Sürüklenme adlı romanlarını ve 1980’lerden bugüne edebiyatın konuşulacağı Latife Tekin ile Yazar & Şair Buluşmaları etkinliği, 16 Nisan Salı günü Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs’ünde bulunan Demir Demirgil Salonu’nda saat 16:00’da Zeynep Uysal moderatörlüğünde başlayacak.
Sarıyer Belediyesi’nin, “Herkesin bir öyküsü vardır” sloganı ile Sarıyer Edebiyat Günleri kapsamında düzenlenen “Fakir Baykurt Öykü Yarışması” için son başvuru tarihi 19 Nisan.
Her yıl Edebiyat Günleri kapsamında Sarıyer Belediyesi tarafından düzenlenen ve çok sayıda edebiyatseveri bir araya getiren yarışmada birbirinden yetenekli katılımcılar ödüllendiriliyor.
Seçici Kurul’da İbrahim Balcı, Cafer Hergünsel, Tuncay Dağlı, Bilge Karaduman ve Murat Gürbüz gibi yazarların bulunduğu yarışmaya adaylar ortaokul ve lise kategorilerinde bir öyküyle, yetişkinler kategorisinde ise yayımlanmış bir veya birkaç öykü kitabıyla katılabilecek. Öykü konusunun serbest olduğu yarışmada üç kategoride ilk üçe giren öykülere ödül ve mansiyon, dördüncü kategoride “Fakir Baykurt Öykü Kitabı Ödülü” verilecek.
Son başvuru tarihi 19 Nisan 2019 olan yarışmanın sonuçları 09 Eylül 2019 tarihinde açıklanacak. Kazanan öykülerin sahipleri www.sariyer.bel.tr sitesinde yayınlanacak. (gercekgundem.com)
Köy Enstitülü Bir Usta: Abdullah Özkucur
Abdullah Özkucur, Konya Manastır 1922 doğumludur. İlköğrenimden sonra Çifteler Köy Enstitüsü’ne kaydolmuştur. 1942 yılında Çifteler Köy Enstitüsü ve 1945 Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü Kasım ayında bitirmiş, İvriz Köy Enstitüüs’ne yapıcılık öğretmeni olarak atanmıştır. Daha sonra çeşitli eğitim kurumlarında çalışmasını sürdürmüş, 1976 yılında emekli olmuştur. 1983 yılında “Öğretmen Olacağım”, 1985 yılında “Köy Enstitüleri Destanı” adlı kitapları ve “Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü” adlı kitabını da 1990 yılında yazmıştır. Bu kitap için; “Enstitüde ve yüksek bölümünde gördüğümüz eğitim-öğretim yöntemini yaşantılar içinde vermeye çalıştım.” demiştir.
“Tohum Atan Adam” dır Abdullah Özkucur. O günlerde; Hasan oğlan’da görev yapan heykeltıraş Nusret Suman istasyona yakın bir yamaca, tarlaya tohum atan bir köylü heykeli yapmak istedi. Okulda eğitime aç, her şeyi almaya hazır yaratıcı bir öğrenci topluluğu vardı. İşte onlar; sanata eğilimi olan yapı ve güzel sanatlar kolu öğrencileri, O’nu alıcı bir kuş gibi izliyordu. Ne derse yapılıyor, ne anlatsa hemen anlıyor ve uyguluyorlardı. Bu “Yaratıcı Anadolu Çocukları” daha çok öğrenmek istiyorlar, daha çok işler başarmanın yollarını arıyorlardı. Bu gücü görünce durmadı Nusret Suman, bir karavana aldı Abdullah Özkucur’a verdi. Bunu şöyle tutacaksın diye de tembihledi. Özkucur, Suman’ın dediği gibi tuttu karavanayı. Bir süre sonra “Tohum Atan Adam” heykelinin maketi oluştu. Sonrasında Özkucur ve arkadaşları bu maketi 2 metre kadar büyüttüler. İstasyona yakın tepeye bir metre yüksekliğinde bir kaide oluşturarak heykeli bunun üzerine oturtup “Tohum Atan Adam”ı bir çırpıda tamamladılar. Yıllar sonra bu “Tohum Atan Adam” heykelini bazıları kırıp yok ettiler. Üretime karşı olanlar, eğitime ve yaratıcılığa karşı olanlar vardı. Süreci tamamlamak için; bize özgü olan bu eğitim kurumlarını da yıktılar, kapattılar.
Abdullah Özkucur, Hasanoğlan Köy Enstitüsü ve diğer enstitülerinin yapımında çok emeği geçenlerden biridir. Yapı bölümü çıkışlı ve çok iyi bir yapı ustası olduğu için nerde iş varsa oraya koşa koşa gitmiştir. Çünkü, vatan onlardan iş bekliyordu. Onlar da nerde iş varsa oraya gittiler. Her görevi seve seve yaptılar. Okulların yapı denetimlerini sürdürdüler. Yanlış varsa, bozukluk varsa duvarlarda, geciktirmeden yıktırıp yeniden, doğrusunu kuralına göre yaptırdılar. Hile-hurda yoktu işlerinde. Doğrusu neyse onu yaptılar, onu uygulattılar. Çünkü onlar öyle öğrenmişti, onlara işin doğrusu neyse o öğretilmişti.
Yıllarca bu ilkeler doğrultusunda öğretmenlik yaptılar, ilkelerinden ödün vermeden eğitimciliklerini sürdürdüler. Ülkenin şu köşesi, bu bucağı demediler, nerede göreve gönderildilerse, oraya severek gittiler. Dörtyol Gezici Başöğretmenliği, Antakya İnşaat Denetmenliği, Erzin Ortaokulu Resim-İş Öğretmenliği görevlerinde bulundu. Sivas-Gemerek Lisesi’nde görevini sürdürürken emekli oldu.
Hasanoğlan’da oluşturulan birçok yapıda alın teri ve onun koyduğu, malalarla düzelttiği harçlar, birçok yapının sıvalarında onun parmak izleri vardır. (Mehmet ERBİL www.mehmet-erbil.tr.gg)
Okuma Önerileri
1.Türkiye’de Köy Enstitüleri/ Fay Kirby/ Tarihçi Kitabevi
2.Piramidin Tabanı/ Hürrem Erman/YKKED Yayını
3.Aydınlanmaya Adanış Yıllar/ Galip Gürler/Kendi Yayını
4.Şeytanistan/ Ali Yüce/ Güldikeni Yayıncılık
5.İsmail Hakkı Tonguç/ Engin Tonguç/ YKKED Yayını