Antakya’da kültür-sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Antakya Kitaplığı Nutuk/ Mustafa Kemal Atatürk “Ülkemizin kurucusu ulu önder Atatürk’ün kendisinin kaleme aldığı ve bir yurdumuzun nasıl kurulduğuna ilişkin en birinci kaynak özelliği taşıyan bu kitap her Türk gencinin okuması gereken bir kitaptır. Atatürk Nutuk’u altı gün boyunca TBMM’de okumuştur. Arap alfabesi ile yazılmıştır fakat Latin harflerine geçilince ciltler halinde yeniden […]

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Antakya Kitaplığı
Nutuk/ Mustafa Kemal Atatürk
“Ülkemizin kurucusu ulu önder Atatürk’ün kendisinin kaleme aldığı ve bir yurdumuzun nasıl kurulduğuna ilişkin en birinci kaynak özelliği taşıyan bu kitap her Türk gencinin okuması gereken bir kitaptır. Atatürk Nutuk’u altı gün boyunca TBMM’de okumuştur. Arap alfabesi ile yazılmıştır fakat Latin harflerine geçilince ciltler halinde yeniden basılmıştır. Nutuk Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ile başlar ve Gençliğe Hitabe ile sona erer. Tarihleri ise 1919-1927 aralığındaki dönemdir. Nutuk olayların yanında çok önemli şahsiyetleri de içinde barındırır. Atatürk’ün yanında yer alan silah arkadaşları, yaverleri, dostları…
Birinci Dünya Savaşı sonrasında ülke çok kötü koşullarda iken dönemin padişahı Mustafa Kemal’e bir görev verir. Rütbesi 3.Ordu Müfettişliği idi. Görevi ise Samsun ve çevresinde çıkan isyanları ve karışıklıkları önlemek, halkın yatışmasını sağlamaktı. Bu durum onun için bir fırsat yaratıyordu. İzmir’in işgali ve Mondros’un metinleri onu bir şeyler yapmaya mecbur kılıyordu. Samsun’a geldiğinde durum hakkında raporlar tuttu ve bunları padişahla paylaştı. Fakat padişah bu duruma sessiz kaldı. Bunun üzerine daha güvenli bulduğu Amasya’ya geçti. Burada silah arkadaşları ile birlikte bir genelge yayımladı. Bu genelge İzmir’in işgalinin haksız olduğunu bildiren ve halkı protesto yapmaya çağıran bir belge şeklindeydi. Hatta günümüz tarihçileri bu genelgeyi “İhtilal Bildirisi” olarakta tanımlarlar. Fakat bazı sorunlar ortaya çıktı. Mustafa Kemal’in bazı silah arkadaşları bu belgenin altına imza atmak istemezler. Israrlar üzerine atarlar fakat Refet Bey (Bele) kağıdın altına sadece bir nokta koyar. M.Kemal Nutuk’u okuduğu sırada bu durumu eleştirel bir dille anlatır. Amasya Genelgesi’ni Erzurum ve Sivas Kongreleri izlemiştir. Bu kongrelerde bütün doğu illeri tek bir cemiyet altında birleştirildi aynı zamanda başka bir devletin himayesi altında yaşamak yani manda ve himaye kesin bir şekilde reddedildi. İstanbul Hükümeti ile görüşmeler yapıldı. Temsil Heyeti kuruldu. Amasya Protokolü sonucunda meclis yeniden açıldı. Misakımilli yani ulusal sınırlarımız açıklandı. Bu sırada İstanbul işgal edildi. Olağanüstü meclis toplandı ve cumhuriyet dönemi böylelikle başlamış oldu.
Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk’ün biz gençlere olan emaneti “Gençliğe Hitabe” ile sona ermektedir.”

Konuk Yazar
Manastır okulu çağdaş dünyada, köy enstitüsü şehirde olmaz/Adnan GÜMÜŞ
Köy enstitüleri başarılı bir modeldi. Kendi dönemi içinde, o dönemin sosyokültürel yaşam tarzı ve ekonomi politiği içinde çok geçerli ve çok da başarılı bir model oluşturmuştur.
Aynı şey tarihi olarak belki manastır okulları için de söylenebilir. 300’lü yıllardan itibaren oluşmaya başlayan manastır okulları geniş araziler üzerinde kuruludur. Burada hem tarımsal üretim ve manastırın bütün işleri yapılmakta hem de dini eğitim görülmektedir. Mezunlar döndükleri köylerinde veya kilisenin görevlendirdiği yerlerde o günün din adamları ve topluluk önderlerini oluşturmuştur. (Bildiğim kadarıyla Osmanlı medreselerinin böyle bir özelliği olmamıştır, daha çok katedral tiptedir).
Köy enstitüleri, manastır tipi okulların laikleşmiş formuna (hümanist formuna) çok benzemekte ise de aralarında benzerlik dışında organik bir bağ yoktur. Enstitüler; özgün bir halde Cumhuriyet ve Anadolu realitesi ile Tonguç ve Yücel’in fikirleriyle buluşmasının ürünüdür. Kökleri; 1927’de iki tane açılıp iki yıl sonra kapatılan köy öğretmen okullarına, askeriyede yetenekli erlerin 6 aylık eğitmen, 8 aylık sağlıkçı yetiştirme kurslarına, 1935-36’da açılan köy eğitmen okullarına dayanır. 17 Nisan 1940’da yasası oluşur, 14 artı 7 toplam 21 köy enstitüsü açılır.
1880’lerden itibaren kurulan ziraat okulları da, köy enstitülerine yakın bir modeli oluşturmaktadır. Aradaki fark ziraat okulları doğrudan öğretmen yetiştirme amacına yönelik değildir.
1940-1943 oluşum, 1944-1946 olgunluk, 1947-1954 tasfiye dönemlerini oluşturur. 1954’te mevcut öğretmen okulları modeline dönüştürülür, tümden tasfiye edilir.
Niyazi Altunya’nın derlediği bilgilerle ifade edilirse, köy eğitmen okullarında yaklaşık bir yıllık eğitmen yetiştirme programı dahilinde 1935-36’dan 1946-47’ye 8 bin 649 erkek ve 29 kadın eğitmen yetiştirilebilmiştir.
Köy enstitüleri ilkokul mezunu alıp 5 yıllık program uygulamaktadır. Kapatıldığı 1954 yılına kadar 1308 kadın ve 15 bin 943 erkek toplam 17 bin 251 köy öğretmeni yetiştirilmiştir.
Etkileri, mezun sayısının çok ötesinde olmuştur ve bugün de farklı şekillerde bu etkiler devam etmektedir.
KÖY ENSTİTÜSÜ ŞEHİRDE OLMAZ: YÜCEL’İN, TONGUÇ’UN ŞEHİR OKULLARI BAŞKA
Köy enstitüleri köyün cumhuriyetin güçlü bir ayağını oluşturması, köylülerin ulusal kimlik kazanması, kırsal kalkınma ve uygarlaşma için çok önemli bir model olmuştur ve amaçlandığından da daha başarılı olmuştur. Köyler için Rönesans ve Reformasyon’a karşılık gelir. Ancak bu okul modeli, tarımsal kesim için, kırsal kalkınma ve gelişme için bir modeldir, şehre birebir uyarlanması mümkün değildir.
Şehirde kümes olmaz, şehirde tarım etkinliği zordur, hayvancılık zaten olmaz.
Şehir okulunda kütüphane olur, atölye, laboratuvar, müzik odası, konferans salonu, spor salonu, tiyatro salonu olur. Geniş ve güzel oyun alanları ve bahçeleri olabilir. Nitelikli fen, matematik, felsefe, dil-filoloji, sosyal bilim, edebiyat, yurttaşlık, sanat ve spor eğitimi ve etkinlikleri olur. Müzeler fabrikalar ziyaret edilir, geziler yapılır. Nitelikli bilimsel ve eleştirel eğitim olur.
Yücel ve Tonguç sadece köy enstitülerinden sorumlu kişiler değildir. Yücel bakandır, filozoftur, çevirilerin mimarıdır. Ayrıca TDK’nın içinden gelmektedir. Alman akademisyenlerin Türkiye gelişlerinde yeri vardır. Ankara Tıp ve Fen Fakülteleri onun zamanında kurulmuştur. UNESCO üyeliğine katılmıştır. 1943’te hazırlığına başlanılan 1946 yılında çıkarılan Türkiye’nin en özerk üniversite yasasının mimarıdır.
Yücel’in şehir okul modeli hümanist bilimsel eleştirel ilkokul, ortaokul, lise ve teknik liselerdir, olgunlaşma enstitüleridir, konservatuvarlardır, özgür bilim, özerk üniversitelerdir.
ÇAĞDAŞ HÜMANİST ELEŞTİREL EĞİTİM: FEN, MATEMATİK, EDEBİYAT, FELSEFE, DİL, TARİH, HAYAT-YURTTAŞLIK BİLGİSİ, SANAT, SPOR…
Köy enstitülerinde beş yıllık eğitim süresince 736 saat Türkçe, 598 saat matematik, 276 saat fizik, 232 saat tarih ve 92 saat yurttaşlık bilgisi dersi görüldüğü dikkate alınırsa bugün liselerde dört yıl boyunca görülen toplam ders saatinden daha fazladır. Müzik, resim, tiyatro, okuma saatleri, tartışma saatleri, gezi, oyun, spor eklenince bugünkü liselerden çok daha kaliteli bir program sürdürülmektedir.
Yücel’in zamanında bu programlar şehir okullarında (ilk, orta ve liselerde) zaten daha fazlasıyla yer almaktadır.
Genel bir çıkarım yapılırsa eleştirel düşünce, hümanist eğitim, özgür birey, uygar bir toplum, çağdaş ve bağımsız bir ülke, güçlü bir yurttaşlık bilinci ve kamu yararının önceliği ana ilkeleri oluşturmaktadır. Tüm bunlar yüzünden de ağa eşraf, tekke. tarikat, komprador burjuvazi, çapsız bürokrasi ve ABD kapatılmasını istemiştir. (Evrensel)

Haftanın Şiiri
19 Mayıs
İşte 19 Mayıs
Vardık bir kapısına Anadolu’nun, önlerine Samsun’un
Öyle büyüdü ki ağzımız
Öyle acıktık ki
Bize ekmek değil dağ sunun.

Tez Erzurum’a, Sıvas’a, Ankara’ya
İlk uçan kuşla birlikte giden.
Dorukları duman almak üzredir,
Otlara, kavaklara, başaklara bir yel gibi
Varalım yeniden.

Nerdeyse, yurdun neresindeyse o,
Soluğumuz ulaşsın üstüne yalım yalım
Yüce ataların eyleminde yücelelim bir daha
Atalım yurtdışına hepsini
Sömürgenden kurtulalım.

Yediden yetmişe analar babalar oğullar kızlar,
Elleri ayakları geçmişten geleceğe büyümüş bak.
Yüreğin bütün ulusun yüreği
Adın Mustafa Kemal,
Ne güzel başlamak.

Biz yurt üzre yaşama verenler sesleniriz al uykularımızdan
Gövdemiz kanımız yok
Bir daha adarız ya
Bir daha canımız yok
Yerimize, Mustafa Kemal, bizim yerimize
Çek, kurtuluş bayrağını gönderimize.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

Haftanın Sanat Gündemi
Bu yıl 17’ncisi düzenlenecek olan Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülleri Şebnem Korur Fincancı, Ayşe Düzkan ve Osman Kavala’ya verildi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi tarafından 2003 yılından bu yana verilen Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülleri bu yıl “İnsan Haklarına Saygı ve Hukuka Dönüş” temasıyla sahiplerini buldu. 17’ncisi verilen ödül Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde düzenlenen törene çok sayıda kişi katıldı.
Açılış konuşmasını İHD İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri yaptı. Yoleri, düşünce ve ifade özgürlüğü ödül töreninin Ayşe Zarakolu’nun mücadelesini sürdürme açısından önemli bulduklarını belirtti. Ayşenur Zarakolu için, “Hapishanede tutulan tutsakların sesiydi” diyen Gülseren, ”Farklı kimlerin sesiydi. Biz bu ödülü verirken her yıl bir tema belirliyoruz. Bu yıl insan haklarına saygı ve hukuka dönüş temasıyla ödüllerimizi veriyoruz” dedi. Hukuk dışılığın yerleşik hale getirildiğini vurgulayan Gülseren, “Bugün anayasa ve yasalar yok. Hukuk dışı bir yönetim altındayız. Bununla birlikte insan haklarını güvencesiz bırakmış bulunmaktadır. Hukuka dönüşün en önemli mücadelesi yürüyoruz. İnsan haklarına dayalı bir hukuk mücadelesini sürdürmek önemli” diye konuştu.
Ödül töreninde, yurt dışında bulunan Gazeteci-Yazar Rakıp Zarakolu’nun insan haklarına ilişkin gönderdiği mesajı okundu.

“NDS Edebiyat Ödülü” Ömer F. Oyal’a verildi
Notre-Dame de Sion Fransız Lisesi ile Notre-Dame de Sionlular Derneği tarafından verilen NDS Edebiyat Ödülü’ne “Zamanın Lekeleri” isimli romanıyla yazar Ömer F. Oyal layık görülürken, Mansiyon Ödülü “Tekme Tokatlı Şehir Rehberi” isimli öykü kitabıyla yaza İSTANBUL (AA) – Notre-Dame de Sion Fransız Lisesi ile Notre-Dame de Sionlular Derneği tarafından verilen “Notre-Dame de Sion (NDS) Edebiyat Ödülü” “Zamanın Lekeleri” isimli romanıyla yazar Ömer F. Oyal’a verildi.
Beyoğlu’ndaki Fransız Sarayı’nda gerçekleşen ödül töreninde konuşan Fransa’nın İstanbul Başkonsolosu Bertrand Bushwalter, NDS Edebiyat Ödülü’nün sadece Türk-Fransız ilişkilerinde değil, aynı zamanda İstanbul’un kültür yaşamında önemli bir yerinin olduğunu söyledi.
Bushwalter, törenin iki ülke arasındaki dostluğun simgesel mekanı olan Fransız Sarayı’nda yapıldığına dikkati çekerek, “Jüri üyelerini büyük hassasiyetleri ve muhakemelerinin doğruluğu için tebrik etmek istiyorum. Geçen yıl Jean-Paul Didier-Laurent’a ödül verdikten sonra sıra iki Türk yazarı ödüllendirmeye geldi. Bu yılın galibi Ömer Faruk Oyal ile Notre-Dame Sion Edebiyat Mansiyonunu alacak Mevsim Yenice’yi tebrik etmek isterim.” dedi.
Konuşmanın ardından NDS Edebiyat Ödülü “Zamanın Lekeleri” isimli romanıyla yazar Ömer F. Oyal’a, Mansiyon Ödülü ise “Tekme Tokatlı Şehir Rehberi” isimli öykü kitabıyla yazar Mevsim Yenice’ye takdim edildi.
Yazar Ömer F. Oyal, konuşmasında, Marcel Proust’un “Tüm büyük düşünürler temelde aynı şeyi düşünürler” sözünü hatırlatarak, “Bizler Türkiye’de yaşayanlar pek çok farklı döneme ve zamana dokunabilmek için oldukça müsait bir yerdeyiz. Bu da bazen kişiyi yıldırabiliyor. Zira uzak dönemlere ve pek çok kültüre dokunabilmemize rağmen pek de bir şeyin değişmediğini hissedebiliyoruz.” ifadelerini kullandı.
Oyal, ödülü kendi eserine layık gördükleri için jüri üyelerine ve Notre-Dame de Sion Fransız Lisesi’ne teşekkür etti.
Törene, yarışmanın jüri başkanı Tomris Alpay’ın yanı sıra sanat ve edebiyat camiasından isimler katıldı.

Dünya Sanat Günü’ UNESCO’da kabul edildi
Uluslarası Plastik Sanatlar Derneği’nin 8 yıllık ‘Dünya Sanat Günü’ emeği UNESCO’da tescillendi. UNESCO Yürütme Kurulu, Leonardo da Vinci’nin doğum günü 15 Nisan’ı ‘Dünya Sanat Günü’ olarak kabul etti.
2020’den itibaren tüm dünyada resmi olarak kutlanacak. UPSD Başkanı Bedri Baykam kararı Aydınlık’a değerledirdi
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) ve International Art Association (IAA) Uluslararası Sanat Dernekleri Başkanı Bedri Baykam, dün Piramid Sanat’ta düzenlediği basın toplantısında, ‘Dünya Sanat Günü’nün UNESCO Yürütme Kurulu’nda oybirliğiyle ‘UNESCO Uluslararası Günleri’ arasına alınışını kamuoyu ile paylaştı. Geniş bir katılımla yapılan basın toplantısına 2011’de ‘Dünya Basın Günü, 15 Nisan, Leonardo da Vinci’nin Doğum Günü’ kararını alan Yönetim Kurulu üyeleri; Safiye Mine, Hülya Küpçüoğlu, Bahri Genç ve Berna Erkün de katıldı. Toplantıyı, Pera Müzesi Müdürü Özalp Birol, Tiyatro sanatçısı Orhan Aydın, İstanbul Opera Müdürü Suat Arıkan, UPSD sanatçılarından
Tülin Onat, Yusuf Taktak, Yücel Dönmez, İstanbul sanat ortamından Dağhan Baydur, Numan Çakır, Mahmut Nüvit Doksatlı, Billur Tansel, UPSD Yönetim Kurulu üyelerinden Fazilet Kendirci, Ceylan Mutlu ve medya mensupları da izledi

Antakya Söylencesi
Makendonya kralı Büyük İskender’in ölümünden sonra, O’nun şöhretli generallerinden Antiochus oğlu Selefkos, bir devlet kurmak üzere, bugünkü Hatay iline gelmiş, devletin başkenti için münasip bir yer aramaya başlamıştı. Her taraf güzeldi, bir türlü karar veremeyince İlahların ilahı Zeus’a dua ederek, bir mucizeyle şehrin yerini seçmesini dilemişti.
Tam kurbanını kesip, mabede bıraktığı sırada, gökyüzünden bir kartal ağmış, kurbanın bir parçasını kaparak, deniz kenarına bırakmıştı. Kartal tekrar gelmiş, bu sefer de kurbanın geri kalan büyük parçasını pençelerine takmış, havalanarak onu da Silpios dağının eteklerine, Orontes yani bugünkü “Asi” nehrinin sol kıyısına götürmüştü.
Selefkos, kartalın ilahı Zeus tarafından gönderildiğine hükmederek, önce deniz kenarında bir liman, sonra da asi nehrinin sol kıyısına başkentini yapmaya karar vermiş ve kısa zamanda şehrin inşaatını tamamlatmıştı. Milattan önce 300 yılının 22 mayısında şehir törenle halka açılmıştı. Selefkos bu yeni şehre, babasının adına izafeten Antiochia demiş, bu ad zamanla Antakya olmuştu.
Antakya şehri, zamanla büyümüş, gelişmiş, Romalılar devrinde, Güney’in en zengin şehirleri arasında yer almış, Bizanslıların önemli bir dini merkezi olarak tanınmıştı. Daha sonra, sırasıyla Abbasilerin, Selçukluların, Haçlıların, son olarak da Osmanlıların eline geçen şehir, her devirde, bir destanla süslenmiş, her yapılan eser, bir efsaneyi de peşinden sürüklemiştir.

Bir Portre
Bekir Sıtkı KUNT (1905 – 1959)
1905’te Antakya’da doğdu. Öğrenimini İstanbul Hukuk Fakültesinde tamamlamıştır. Çeşitli şehirlerde hakimlik ve savcılık etmiş, Hatay’ın kurtuluşundan sonra buradan milletvekili seçilerek Büyük Millet Meclisinde yer almıştır. 1946 yıllından sonra yeniden hakimlik mesleğine girmiştir.
Bekir Sıtkı Kunt, yazı hayatına 1925’te başlamıştır. Sanatçı, 1930’dan sonra öykü yazmaya yönelmiştir. Beş öykü kitabında ve süreli yayınlarda toplam altmış dört öyküsü vardır. Bu öykülerin çoğu kısa olay öyküsü özelliği gösterir. Bekir Sıtkı’nın öykü tekniğinden çok içeriğe önem vermiştir. Bekir Sıtkı’nın öykülerinde 1930 sonrası Türk toplumunun geniş bir panoraması ortaya konulmuştur. İyi bir gözleme dayandığı belli olan öykülerde ekonomik sorunların bireyler ve toplumda oluşturduğu yozlaşma dile getirilmiştir. Onun kişileri toplumda sıkça görebileceğimiz orta sınıfa mensup insanlardan seçilmiştir. Ön planda erkeklerin olduğu öykülerde kadınlara daha az yer verilmiştir. Bekir Sıtkı’nın anlatıcıları çoğu zaman taraflı bir tutuma sahiptir. Öykülerin genellikle olimpik olan anlatıcısı, kahramanlarla ilgili ayrıntılı bilgiler verir. Halkın beğenilerine önem veren sanatçı, sade bir dil kullanmıştır. Öykülerinde konuşma dilinin özelliklerini yansıtmaya çalışmıştır. Bekir Sıtkı Kunt, Türk öykü edebiyatında 1930 sonrasındaki öykü yazarları arasında önemli bir yere sahiptir. Cumhuriyet dönemi öykü yazarlarının öncülerinden biridir. Bu tez, böylece Bekir Sıtkı Kunt’un Türk öykü edebiyatına olan katkılarını ortaya koymaya çalışmıştır.
Yapıtları:
Öykü:
Memleket Hikayeleri /Talkımla Salkım /Herkes Kendi Hayatını Yaşar /Yataklı Vagon Yolcusu / 1948
Ayrı Dünya.

Ne Okusak?
1.Tek Adam 1-2-3/ Şevket Süreyya Aydemir/ Remzi Kitabevi
2.Şu Çılgın Türkler/ Turgut Özakman/ Bilgi Kitabevi
3.Kuruluş/ Bülent Tanör/ Cumhuriyet

Exit mobile version