Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Kitap Kokusu/ Mustafa K. Erdemol
Deneyimli gazeteci Mustafa K. Erdemol daha çocukluğunda kokusuna kapılmış kitapların. Büyüdükçe de dört yanını sarmış bu koku, koyu bir okuma tutkusuyla her fırsatta kitapların dünyasına eğilmiş. İyi okur olmanın peşinde, yıllar boyunca tuttuğu notların, biriktirdiği tarihî anekdotların, bizzat kendi tatlı hatıralarının kendine has karışımlarından mürekkep denemeler yer alıyor Kitap Kokusu’nda. Bir nevi kırkambar: Türk ve dünya tarihinden, Doğu ve Batı kültüründen, zamanın farklı noktalarından hepimizin aşina olduğu ya da bazılarımızı şaşırtacak pek çok detay akıp gidiyor sayfalarda. Anlık bir kokunun cezbettiği, aşçıları olduğu kadar oburları da doyuracak, mutlu edecek bir kitap.
Yazılı kâğıdın neden güzel koktuğunu, o kâğıdı koklamış olmanın bana neden zevk verdiğini hâlâ bilmiyorum. Ama bunun bir bağımlılık olduğunukabul ediyorum. Matbaa, mürekkep, kâğıt kokusunu sevmenin ne olduğunu herkes anlamayabilir. (Tanıtım Yazısı)
Konuk Yazar
Dil – Kimlilk İlişkisi Üzerine/ Prof. Dr. Fuat Bozkurt
Türk kültürü üyelerinin ortaklaşa davranışçı dünya görüşü (kollektif kimlik), başka özellikler yanında, tümce yapısında da gözlemlenir. Türkçede, her tümcede özneyi belirtmek için kişi sözcüğünü kullanmak gerekmez. Çünkü yapan, kişi ekleri yoluyla da belirtilebilir. “Ben derse gireceğim” yerine “derse gireceğim” denildiğinde de hiçbir anlam eksikliği olmadan, derse girecek olanın birinci tekil kişi olduğu belirtilmiş olur. Bu dil özelliği, Türkçede sık sık “ben” deme gereğini ortadan kaldırır. Bu yapı, Türk kültürü üyelerinin “ben” demekten sakınmalarına olanak verir. Çünkü, sürekli “ben” diyen bireyler, ortaklaşa davranışçı kültürlerin genel dünya görüşünün ifadesi olan “biz” kavramı ile ters düşerler. Türkiye içinde bile ortaklaşa davranışçılık boyutunda kent kırsal kesim arasında farklılaşma nedeniyle, köylerde “bizim terzi”, “bizim öğretmen” denirken, kentsel kesimde artık “benim berber”, “benim terzi “benim ev” sözleri daha sık işitilir. Bu farklılık ulusal kültür düzeyinde daha açıktır. Alman ve İngiliz dillerinde her tümcenin başında “ben” denir ve bunlar normal karşılanır. Hatta kimi durumlarda, söz gelişi etkileşenin kendi deneyimleri ve başarılardan söz ederken, “ben”den sık yararlanması, onun kendine güvenin ifadesi olarak algılanır. Bireyin kendi kişisel yeteneklerinden, başarılarından ve niteliklerinden söz etmesi ortaklaşa davranışçı kültürlerde olumsuz değerlendirilmesine karşı, bireyci kültürlerde olumsuz görülür.
Nitekim, Türk toplumunda ortaklaşa kimlik egemendir. Toplum bütünleşmiş birlik ve beraberlik içindedir. Bütünleşme sözünün tam karşılığı “biz” olamadır. Biz’likte dirlik, güven, sorumsuzluk, rahat vardır. Türk insanı, “Ben” olmaktan (birey olmaktan) korkan, kendini benlik ve kişilik yarışına sokmaktan kaçınır. Tüm benliğini bizlik içinde eritir. “Biz kavramı içinde sayısız “ben”ler gizlidir. Birey olma savaşımının güçlük ve birikiminden kopup ”biz”e sığınma Türk insanını ”ben”e ait tüm sorunlardan uzaklaştırır. İstekler, tutkular doyumlar, değerler, çıkarlar, dürtüler tepkiler, sevgi ve nefretler “Biz” e yüklenir. Tüm “benlik” değerleri “Bizlik” içinde eritirlir. Varlığını ve benliğin, yokluk ve bizlik içinde eriten Türk insanı aile, aşiret, soy, toplum, ulus, cemaat, örgüt, devlet gibi biçimleriyle bir kollektivzm içinde yok olur. Bu yok olma, bir zorunluktan çok gönüllü seçim gibidir. Türk insanı tek başına (birey) iken bile, bir bütün kitle gibi davranır. Bu yüzden Türk insanını bir araya getirmek zor, ama biraraya getirdikten sonra istenen yere götürmek oldukça kolaydır.
Osmanlı döneminde ilk Türkçe tümce bilgisi kitabı yazarlarından Kütahyalı Abdurrahman Fevzi Beye göre her dilde eylem kiplerinin çekimi, o halkın yaratılış ve doğası ile ahlak özelliklerini yansıtır. Sözgelimi Arapçada bütün eylem çekimleri geçmiş zaman kipi üzerinde yapılır. Bundan Arapların bakışlarının her zaman geçmişe yönelik olması çıkar.
Türklere gelince Türklerin dilinde eylemler buyurum kipinden çekilir. Bu nedenle Türkler her zaman buyurum ve egemenlik altında yaşayan bir ulustur.
Abdurrahman Fevzi’in bu yargısı, kökende Türk toplum yapısını yansıtan bir özlü sözdür. Şevket Süreyya Aydemir’in bizim ulusal toplum özelliğimiz olarak tanımladığı özelliktir. Tarihin akışı, Türklerde bu özelliği geliştirmiştir. Yüzyıllar boyu içinde yaşanan yayla ve ordu yaşamı, Türklerde toplumsal buyrum ve sıkıdüzen ilkesini herşeyin üstüne çıkarmıştır. Bu toplum özbilincini (vicdanını) temsil edecek bir otorite bir hakan mı olu, bir şef mi yoksa bir kurultay mı? İradesini bütün millete egemen kılacak bir makamdır bu. O zaman oradan gelecek yasalar tüm yaşam düzenini değiştirse bile bunlar, ulusun ruhunda bir su gibi akarlar.
Batı toplumlarına göre, Türk toplumunda kişiler arası iletişimde, hitap biçiminde ayrım bulunur. Batıya özgü seslenme biçiminde üç ilke geçerlidir. Kişiye soy adı ile seslenilir. Seslenmede bay ya da bayan sözcükleri kullanılır. “Sizli“ tümce kurulur.
Türkçede “sizli“ kullanım bulunmasına karşın, günlük konuşmada pek başvurulmaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanmak istenen “bay“, “bayan“ sözleri yerleşmemiştir. Bu sözcükler i küçümseyici, iğnelemelerde kullanılır olmuştur. Bu sözcüklerin yerini resmi konuşmalarda „sayın“ sözü almıştır.
Kentlileşme ve uluslaşma sürecinin uygar Batı türü seslenme girişimi tüm çabalara karşın toplumda geniş yayılım bulamamıştır. Sokakta, pazarda, yaşamın tüm alanında, senli-benli bir konuşma egemendir. Toplumda aşağı konumda olan kişiler için “efendi“, üst katman kişiler için “bey“ sanı getirme geleneği yerleşmiştir.
Ne var ki, sokakta, yolda taşıtlarda kişilerin tanımadıkları kişilere amca, dayı, abla, teyze gibi akrabalık adları ile seslenmeleri ayrı bir çelişkidir. Bir yaya yaklaşan çocuk „amca saat kaç“ diye seslenir. Taksiye binen bir bayan “Kardeşim beni iskeleye götürür müsün?“ der. Genç kadına bir karpuz uzatan manav, “Yenge bunu al, memnun kalacaksınız“ diye över. Gecenin geç saatinde yaşlı adamı bekçi “Beybaba, geç oldu“ diye uyarır.
Tüm bu örnekler “bey“, “hanım“ gibi seslenme seslenişlerin, çok kez akrabalık yöresinden alınan sözcüklerle yer değiştirdiğini gösterir. Bunlar yanında anne, ana, nine, dede, abi, hacı, hacı amca, amca, oğul, evlat, nine, dede, kardeş, birader yanında bir dizi sözcük günlük yaşamımızda hitap sözü olarak kullanılır.
Alman ve Türk kültürlerini karşılaştıran Felsefeci Nermi Uygur’a göre bütün bu nitelemelerde, dostça bir davranış dile gelir. Tüm konuşanları, içten bir birlik, karşılıklı bir güven ortamı yaratmak amacıyle akrabalık sıcağına bürünen bir anlatım katıyla birbirine bağlamaya yönelir.
Bize özgü bu tür seslenmeler içtenlikli, sıcak gözükmesine karşın kent yaşamı için yadırgatıcıdır. Genelde birbirini tanıyan çevredeki insanların seslenme biçimidir bu. Bir yazarın da vurguladığı, kişinin tanımadığı kimselere karşı, yakınlık sözcükleri kullanması içtenlikten değil, köylülükten kaynaklanır. Batı uygarlığı senli benliliği, yılışıklığı hoş karşılamaz. Bu tür seslenme biçim, köylü töreleridir. Uygarlık köylerde değil kentlerdedir.
Batı kültüründe insanlar arasında belli bir uzaklık bulunur. Dil öncesi iletişimde bir insanın bedence başka bir insana fazla yaklaşması iyi karşılanmaz. Halka açık taşıtlarda, kent bahçelerinde lokanta ve kahvelerde uyulan bir töredir bu.
Kent yaşantısı ilkeli insan ilişkisine dayanır. Bireye, zorunlu birliktelik değil, çok seçenekli iletişim olanağı sunar. Birey beğendiği, güvendiği kişi ile ilişkisini yürütür. Aynı yöreden, gelmek, aynı ortak değerlere yaslanmak, hatta aynı ailenin bireyi olmak insan ilişkileri için zorunlu nedenler değildir. Geleneksel toplumda bireylerin üstlendiği dayanışma, kent toplumunda kurumların görevidir. Batı bireyi sağlıksız insan ilişkisi yerine, sağlıklı iletişim kopukluğunu yeğler. Akrabası, yakını ya da hemşehrisi olduğu için, birisiyle ilişkiyi yürütme gereği duymaz.
Türk toplumunda ayılmaz bir hemşehrilik bağı vardır. Hemşehrilik bir tür yerel kimlik olarak algılanır. Kimi kentlere belli özellikler yakıştırılır. Büyük kentlerde, başka kentlerden gelenlerin dernekleri, kahveleri bulunur. İnsanlar bu çevre içinde kendilerini mutlu hisseder.
Bu yaşantı biçimi de Batı kültürü ile örtüşmeyen bir kimlik özelliğidir. Aşılmamış yerel kimlik ve aile kimliği, ulusal kimliği engelleyen etkenlerdendir.
Haftanın Şiiri
Sevda Kalıcıdır/ Gülten Akın
Kayboldum
Bir köpeğin çocuğu beklediği gibi
Hasterle kamaşık yüreği
Kayboldum
Bağırırlar,seslerini yankısı dönmez geri
Dönemez bir türlü
Kayboldum
Herkesin adı okunur,düşmüştür onunki
Kayboldum
Yıllarca beraber uyumak uyanmak
Suya ve ekmeğe uzanmak birlikte
Tartışmak,küsüşmek,sevişmek
Ama sevda nerde sevda nerde
Kayboldum
Kimilere göre hüzündü kimlire nostalji
Kimler tutkun idi kimler unuttu
Siz hepiniz ölüleri ve mezarları seversiniz
Çoğa sürmez bir gün bende beklerim
Haftanın Sanat Gündemi
17-25 Ağustos tarihleri arasında düzenlenecek olan 3. Edremit Kitap Fuarı’nın “Onur Konuğu” bu yıl yazar Ahmet Ümit oldu.
“Kitap dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da barışı, dostluğu, kardeşliği perçinliyor” diyen Ahmet Ümit, kitapseverleri 3. Edremit Kitap Fuarı’na davet ederek şunları söyledi:
“Ölmez ağacın gölgesinde kitap sloganı ile başlayan Edremit Kitap Fuarı’nın bu yılki onur konuğuyum. Kitap, dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da barışı, dostluğu, kardeşliği perçinliyor. Midilli ile Edremit şehirlerini bir araya getiriyor, sanat etrafında kenetliyor. Dillerden, dinlerden, ırklardan bağımsız bir insanlık ideali etrafında birleştiriyor. Hepinizi bu yıl üçüncüsü düzenlenen Edremit Kitap Fuarı bekliyorum…”
ARSLAN: YAZIN DÜNYASINI EDREMİT’E TAŞIYORUZ
Yazar Ahmet Ümit’in 3. Edremit Kitap Fuarı’nın onur konuğu olmasından sonra Edremit Belediye Başkanı Selman Hasan Arslan da yaptığı açıklamada şunları söyledi:
Yazın dünyasını Edremit’e taşıyoruz. Edebiyatımızın Ahmet Ümit gibi onlarca saygın ismini Edremitlilerle buluşturacağız. Bu buluşma yalnızca edebiyatla sınırlı kalmayacak, bir çok araştırmacı gazeteciyi ve yerel yöneticiyi de Edremitlilerle buluşturacağız. Türk edebiyatının ve Edremit’in simge ismi Sabahattin Ali’yi bir kez daha saygıyla anacağız…
Hemen karşımızdaki komşumuz Midilli Belediye Başkanı’nı da iki yakayı buluşturmak için Edremit’e davet ettik. İki yakanın ölmez ağacı olan zeytin ağacı inanıyoruz ki, bu yıl barışın ve kardeşliğin sembolü olarak çok daha güçlü meyve verecek… (gerçek gündem)
Seyhan Livaneli anısına öykü yarışması düzenlendi
Zülfü Livaneli’nin 5 Mart 2019 tarihinde yaşamını yitiren kardeşi, yazar ve bürokrat Seyhan Livaneli anısına bir öykü yarışması düzenlendi.
5 Ağustos 2019-15 Ekim 2019 tarihleri arasında başvuru alan öykü yarışmasının sonuçları, 15 Ocak 2020 tarihinde açıklanacak. Seyhan Livaneli’nin doğum günü olan 22 Ocak 2020 tarihinde ise, basıma değer görülen eser yazarının da katılımıyla bir ödül töreni düzenlenecek. Yarışmaya, “Ötekileştirme” konusunda yazılacak en fazla 3 öykü ile seçici kurul üyelerinin birinci dereceden yakınları hariç herkes katılabilecek. Seçici kurulunda; Zülfü Livaneli, Sunay Akın, Nebil Özgentürk, Barış İnce ve Mevsim Yenice bulunan yarışmada, yalnızca birinciye ödül verilecek, kazanan öykü kitaplaştırılacak. Yarışma şartnamesiyle ilgili detaylı bilgi için: seyhanlivanelioykuyarismasi@gmail.com (Cumhuriyet)
Burhaniye Kitap Fuarı kapılarını açtı
Burhaniye Ören Meydanı’nda açılan stantlarda kitaplarını sergileyen yazarlar, vatandaşların imza kuyruğuna girmesiyle ayrı bir mutluluk yaşadılar.
1.Burhaniye Kitap Fuarı coşkulu bir katılımla kapılarını edebiyatseverlere açtı. Yüzlerce insanın katılımıyla gerçekleşen açılış töreni Başkan Ali Kemal Deveciler’in açılış konuşmasıyla başladı.
Burhaniye belediye Başkanı Ali Kemal Deveciler, yaklaşık olarak 120 günlük görev süresi içerisinde öncelikli olarak yapılan ve yapılacak olan projeler hakkında bilgi verdi. Deveciler, görev süremizin hemen hemen başlarında İskele yat limanında yapılan yeşil alan ve parkın bitirilmesini ve adının Demokrasi Parkı olacağını söylerken, hayırsever vatandaşlarımızın desteği ile 2 adet kreş ile 1 hayvan çiftliğinin de kısa zaman içerisinde yapımına başlanacağını söyledi. (Gerçek Gündem)
Gülten Akın Şiir Cumhuriyeti
Tüm iyi, ince, büyük, şahane şairler, boşluk bırakan ve bu boşlukla alan açan şairlerdir. Tamamlansın diye eksik bırakan, eksikleri başkaları tarafından tamamlansın diye şiir boşluğu bırakan şairler… Gülten Akın da bu şairlerden işte. Bir cumhuriyet gibi çalışıyor şiiri, demokratik bir cumhuriyet gibi, yetmeye, yetişmeye çalışıyor. Büyük şairin şiirleri YKY’nin Delta serisinden, özel ciltli baskısıyla şimdi elimizde…
Türkiye’de cumhuriyetin en çok kadınlara yaradığı, nerede öyle değildir ki, ‘Türk Devrimi’nin öncelikle bir ‘kadın devrimi’ olduğu, kadınsız devrim olur mu, tabii valsten komparsitaya, salsadan modern dansa, “Dans etmediğim devrim benim değildir” diyen Emma Goldman’a hürmetle, Cumhuriyet Balolarında, düğünlerde, yazlık bahçelerde, Bomonti bira bahçesinde, Öğretmenler Günü’nde ve 8 Mart’larda dans da edildiği, edilebildiği bir gerçek. Evet, bu bazen devletle, mülki erkânla, kaymakamla, askerle, polisle dansa da dönüşebiliyor ama malumunuz dansın da çeşitleri
Yalnızca şiir mi, cumhuriyet de ironik olabilir, olmuştur. Ve şairin bazen şiirinde küçük bir dokunuş, bazen de yüzünde bir istihza, bıyıkaltından bir tebessüm olarak durmuştur. İşte o şairlerin en güzellerinden, en iyilerinden, en şahanelerinden, en devrimcilerinden ve en cumhuriyetçilerinden Gülten Akın da doğduğu bu ülkede ve dilde bir şiir cumhuriyeti kurmuştur. (Hürriyet)
Belleğimizdeki Kadınlar
Gülten Akın
Gülten Akın 23 Ocak 1933 yılında Yozgat’ta doğdu. Ortaöğrenimini Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi ‘nde tamamladı. 1955’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1956’da Yaşar Cankoçak’la evlendi. Beş çocuk büyüttü. 1958-1972 arasında kaymakam olan eşinin görevi nedeniyle Anadolu’nun çeşitli ilçelerinde yaşadı. Gevaş, Alucra, Gerze, Saray ilçelerinde ve Kahramanmaraş’ta yardımcı avukatlık, avukatlık ve öğretmenlik yaptı.
1972’de Ankara’ya yerleşerek Türk Dil Kurumu Derleme ve Tarama Kolu’nda çalıştı. Kültür Bakanlığı Yayın Danışma Kurulu üyeliğinde bulundu. Demokratik kitle örgütlerinin yeniden kuruluşu çalışmalarına katıldı. İnsan Hakları Derneği, Halkevleri, Dil Derneği gibi örgütlerde kurucu ve yönetici olarak görev aldı.
Son Haber gazetesinde ilk şiiri 1951’de yayımlandı. Ardından Hisar, Varlık, Yeditepe, Türk Dili, Mülkiye gibi dergilerde çıktı. Başlarda şiirlerinin konusu doğa, aşk, ayrılık, özlem iken, daha sonraları ise toplumsal sorunlar ağır bastı. 1980 öncesinde halkın yaşadıkları, onun da hayatına ve şiirine yansıdı. Daha sonraki şiirlerinde toplumsal sorunlara yöneldi. Gezip gördüğü yerlerden aldığı esinle zenginleşen ve coşkulu bir insan sevgisiyle yoğrulan şiiri, toplumsal sorunları, yaşam-halk ilişkisini öne çıkardı.
Şiirlerinde büyük ölçüde folklor öğelerinden yararlandı. Şiir üzerine yazılarını bir araya getiren “Şiiri Düzde Kuşatmak” (1983) kitabında, halk kaynağına inme isteğini, “Halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken halkın yaşamının ve yaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak” sözleriyle açıklar. Şiirleri pek çok dile çevrildi ve kırktan fazla şiiri bestelendi. Bestelenen şiirlerinden biri, Sezen Aksu’nun 1993 tarihli albümüne adını veren Deli Kızın Türküsüdür.
Eserleri
Rüzgar Saati (1956) /Kestim Kara Saçlarımı (1960) /Sığda (1964)
Kırmızı Karanfil (1971) Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı (1972) /Ağıtlar ve Türküler (1976)
Seyran Destanı (1979) /İlahiler (1983)
Sevda Kalıcıdır (1991) /Sonra İşte Yaşlandım (1995)
Sessiz Arka Bahçeler (1998) /Uzak Bir Kıyıda (2003)
Ne Okusak?
1.Zeytin Taneleri Birbirine Çarpıyor/ Faruk Duman/ Hep Kitap
2.Kuş Bir Cmledir Uçarken/ Güven Pamukçu/ Sıcak Nal
3.Edebiyat Ve Yeni Zamanaların Kültürü/ Semih Gümüş/ Can