Antakya’da Kültür-Sanat

Hazırlayan (Mehmet KARASU) Haftanın Kitabı Önce Ekmekler Bozuldu/ Oktay Akbal Oktay Akbal, Cumhuriyet edebiyatı deyince akla gelen ilk adlardan biri… Önce gazeteciydi Akbal, sonra yazar. Daha sonra öykücü, romancı, denemeci, edebiyat düşünürü, çevirmen… Büyük bir usta, İlk kitabı Önce Ekmekler Bozuldu yayımlandığında 23 yaşındaydı (1946). İlk kitap olmasına rağmen, edebiyat çevrelerini sarstı. Şiirsel anlatımı yanında […]

Hazırlayan (Mehmet KARASU)

Haftanın Kitabı
Önce Ekmekler Bozuldu/ Oktay Akbal
Oktay Akbal, Cumhuriyet edebiyatı deyince akla gelen ilk adlardan biri… Önce gazeteciydi Akbal, sonra yazar. Daha sonra öykücü, romancı, denemeci, edebiyat düşünürü, çevirmen… Büyük bir usta,
İlk kitabı Önce Ekmekler Bozuldu yayımlandığında 23 yaşındaydı (1946). İlk kitap olmasına rağmen, edebiyat çevrelerini sarstı.
Şiirsel anlatımı yanında kısa öykü türünü seçişi ona edebiyatımızda özgün bir yer sağladı. Sait Faik ve Sabahattin Ali’den sonra öykücülüğümüzde yeni bir kilometre taşı sayıldı. Denemeci olarak da büyük bir iz bıraktı. Öykü ve denemeleri çağdaşı yazarları etkiledi.
Oktay Akbal’ın tüm yapıtları iki yıl içinde Doğan Kitap tarafından yeniden basılmaya başlandı.. 11 kitap olarak düşünülen yapıtlarından Garipler Sokağı ve Suçumuz İnsan Olmak adlı romanları okurla buluştu. Akbal, kendi okurunu yaratan sayılı yazarlarımızdan biri oldu.
Şimdi onu unutmadığımızı gösterme ve baskısı yenilenen yapıtlarını yeniden okuma zamanı…
“Türk edebiyatının en güçlü kalemlerinden Oktay Akbal’ın bütün öyküleri…
Önce Ekmekler Bozuldu adını verdiğimiz ilk ciltte, yazarın 1940-1960 arasında yayımladığı beş öykü kitabı yer alıyor: Önce Ekmekler Bozuldu, Aşksız İnsanlar, Bizans Definesi, Bulutun Rengi ve Berber Aynası.
İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı savaş sonrası çöküntüyü atmosfer olarak taşıyan ve İstanbul’daki yaşam mücadelesini anlatan öykülerinde Oktay Akbal, bütün eserlerinde karşımıza çıkan derin insan sevgisini soyut bir kavram olmaktan çıkarıp kendi yaşantısıyla bütünleştirir.
“Korkulu bir hayat serüvenini yaşayan insan kütlesi içinde” yalnız olmadığını dile getirdiği öykülerinde, yavaş yavaş bu kalabalıktansıyrılarak o kalabalığı kuran insanları izler. İzlediği insanları anlatırken gerçeğin, dış dünyanın algısından çok, insan bilincindeki yansımasında şekillendiğini keşfeder.
Usta bir öykücüden hayata ve insana dair öyküler…” (Tanıtım Bülteninden)

Konuk Yazar
Dünya Felsefe Günü/İonna Kuçuradi
UNESCO tarafından kabul edilen Dünya Felsefe Günü için Türkiye Felsefe Kurumu (TFK) Başkanı İoanna Kuçuradi’nin mesajı:
UNESCO tarafından kabul edilen ve bu yıl 21 Kasım’da dünya çapında etkinliklerle kutlanan 2019 Dünya Felsefe Günü için Türkiye Felsefe Kurumu (TFK) Başkanı İoanna Kuçuradi’nin yayımladığı mesaj şöyle:
Değerli Meslekdaşlarım,
Değerli Felsefe Dostları,
Dünyanın dört bucağında olan bitenlere baktığımızda, postmodernizmin en uç sonuçlarının yaşandığını görüyoruz: Anything goes/Ne olsa, olur. Bunda dünya felsefesinin payı ne?
İki ay önce, Berlin’de yapılan “robotlar etiği” konusuyla ilgili bir toplantıya katılan bir öğrencimden, oradaki tartışmaların “etiklerden hangisinin seçileceği” sorusu üzerinde yoğunlaştığını hayretle dinledim. Böyle bir tartışma, ancak değer bilgisinden oluşan ‘etik’ ile kültürel değer yargıları normlarından oluşan ‘ahlâklar’ ın farkını göremeyenlerin sorabileceği bir sorudur. ‘Etik’ sözcüğünün bunca moda olduğu bir zamanda, böyle bir sorunun sorulabilmesi, dünya felsefesinin değer konularında nasıl yerinde saydığını gösteriyor.
Değer konularına ilişkin bilgisizlik, gitgide yaygınlaşan insanları robotlaştırma, robotları ise “insan” laştırma çabalarına da yansıyor. İnternet yoluyla “intihar edeyim mi, etmeyeyim mi?” sorusunu soran genç bir insana, cevap verenlerin % 63’ü “et!” diye cevap verebiliyor.
Öyle görünüyor ki, insanlık olarak kendimizi silkelemediğimiz ve bazı umut verici gelişmeleri daha çok teşvik etmediğimiz takdirde, 21. Yüzyılın makineleriyle donatılmış bir Karanlık Çağın dünyayı kaplaması olasılığı gitgide artıyor.
Gelip sınırlarına dayanmış olan postmodernizmin aşılmasının felsefî değer bilgisiyle olabileceği umuduyla, Dünya Felsefe Gününüzü kutlar, bu günün olan bitenlere değer bilgisiyle bir hesaplaşma günü olmasını dilerim. (İoanna Kuçuradi/Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı)
UNESCO’dan mesaj
“Felsefe, bizi çevreleyen dünyayı anlama ve eylemlerimize yön gösterecek ilkeler bulma insansal ihtiyacı temelinde gelişir. Bu eski ihtiyaç bugün de daha az zorlayıcı değildir. Felsefe Çin’de, Orta Doğu’da ve eski Yunanistan’da ilk ortaya çıkışından 3.000 yıl sonra da, yüzyıllar boyunca bilgeliğin peşinde ortaya atılan soruların öneminden ya da evrenselliğinden bir şey kaybetmedi; aslında tam tersi doğrudur.
Gitgide daha karmaşıklaşan bir dünyada ? tahminlerin yürütülemediği, toplumsal değişikliklerin ve teknolojik ihtilâllerin geleneksel referans noktalarını sarstığı ve büyük toplumsal ve siyasal meydan okumalarla karşı karşıya geldiğimiz bir dünyada ? felsefe, hayatî bir çare olmaya devam ediyor. Geri adım atıp yavaşlamamızı mümkün kılıyor, önümüzdeki yolu aydınlatıyor.”

Haftanın Şiiri
ANI/ Melih Cevdet Anday
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma
Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma
Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma
Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken bu dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma
Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.

Haftanın Sanat Gündemi
“Kadınlar, Diller, Öyküler” yarışmasının kazananları belli oldu
Eğitim Sen İzmir 1 Nolu Şube tarafından düzenlenen “Kadınlar, Diller, Öyküler” adlı öykü yarışmasının kazananlarına ödülleri törenle takdim edildi.
Kültür Park İzmir Sanat’ta gerçekleşen ödül töreninde açılış konuşmasını yapan şubenin kadın sekreteri Eylem Tunalı “Yarışmayı mart ayında başlattık. Gelen öykü sayısı bizim beklediğimizden fazlaydı, yurt dışından bile katılım oldu. Yarışmaya katılan tüm kadınlara teşekkür ederiz, sesimize ses oldular” dedi.
Kadınlar olarak sık sık bir araya geldiklerini ve yaşamın her alanında seslerini duyurmaya çalıştıklarını ifade eden Tunalı, “Biz istedik ki duygularımız, sesimiz, yaşamımız, dillerimiz karışsın birbirine. Duygularımız ortaklaşsın ve her dilden, her yürekten öykülerimiz yayılsın her yere. Öykülerinizi okumaya, sizi dinlemeye hazırız, bizimle paylaşır mısınız dedik, tüm kadınlara” diye konuştu.
Yarışmayı ve etkinliği kolektif şekilde hazırladıklarını dile getiren Tunalı, katkı sunan herkese ve tüm kadınlara teşekkür etti.
Yarışmada 44 öykü üzerinden yapılan değerlendirmeler sonucu birincilik ödülünü “Güneş Işıltılı Lotus” adlı öyküsüyle Ersin Köseoğlu, ikincilik ödülünü “Kör Nokta” adlı öyküsüyle Güler Kalem, üçüncülük ödülünü “Kuşların da Canı Var” öyküsüyle Seyhan Aslan Hanotte, jüri özel ödülünü “Qolinc (Sancı)” adlı öyküsüyle Neriman Yağız almaya hak kazandı. (İzmir/EVRENSEL)
Çalışma arkadaşımız, hemşerimiz Eğitimci, Yazar Güler Kalemi kutluyoruz

Melih Cevdet ölüm yıldönümünde anılıyor
Türk şiirinin büyük ustalarından, “Garip” şiir akımının son temsilcisi Melih Cevdet Anday, vefatının 17. yılında anıldı.
Şairliğinin yanı sıra tiyatro oyunu, roman, deneme ve makale yazarı olan Anday, 13 Mart 1915’te dünyaya geldi. Ankara Gazi Lisesi’nden 1936’da mezun olan Anday’ın aynı yıl “Ukde” isimli şiiri Varlık Dergisi’nde yayımlandı.
Melih Cevdet Anday, lisenin ardından Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne girdi ancak tamamlamadan ayrıldı.
Sosyoloji öğrenimi için 1938’de Belçika’ya giden şair, iki yıl sonra 2. Dünya Savaşı çıkınca yurda döndü.
Usta edebiyatçının şiirleri Ses, Yaprak, Yeditepe, Papirüs, Yeni Ufuklar, Yeni Dergi, Soyut, Ataç, Dönem, Yön adlı dergilerde okurla buluştu.
Anday ile lise arkadaşları Orhan Veli ve Oktay Rifat “Garip Akımı”nı başlattı ve 1941’de “Garip” isimli şiir kitabını çıkardı. Veli ve Rifat ile aynı şiir çizgisinde yürüyen Anday, duygu bakımından arkadaşlarından ayrıldı.

30’uncu Haldun Taner Öykü Ödülü sahibini buldu
Milliyet Gazetesi tarafından bu yıl 30’uncusu verilen 2019 Haldun Taner Öykü Ödülü, Kamil Erdem’e verildi.
Milliyet Gazetesi tarafından bu yıl 30’uncusu verilen 2019 Haldun Taner Öykü Ödülü, Pera Müzesi Oditoryumu’nda düzenlenen bir törenle Revna Demirören ve Cemal Demirören tarafından Kamil Erdem’e takdim edildi.
1987’den bu yana Milliyet Gazetesi’nin Haldun Taner’in anısına verdiği ödül, Doğan Hızlan başkanlığında toplanan Demet Taner, Handan İnci, Nursel Duruel, Metin Celal, Mehmet Zaman Saçlıoğlu ve Ömür İklim Demir’den oluşan seçici kurul tarafından, toplumsal bilinçle insanın bireysel dünyasının çatışmasını incelikle yansıtması, dile hâkimiyeti, derin duyarlılığı nedeniyle Kamil Erdem’in “Bir Kırık Segâh” adlı kitabına layık görüldü. 20 bin lira değerindeki ödül, Pera Müzesi Oditoryumu’nda düzenlenen bir törenle Kamil Erdem’e verildi. Erdem ödülünü Revna Demirören ve Cemal Demirören’den aldı.

Şiir, Hiçbir Zaman Yalan Söylemez/ Veysel Çolak
Divan şiirine baktığınızda birçok şairin “Şair sözü yalandır.” dediğini görürsünüz. Başta da Fuzûlî. Ahmet Haşim de “Güzel’, ‘yalanın çocuğudur.” yargısında bulunur. Bu görüşleri dayanak alanlar; nesnel bağlılaşıktan uzak, yaşamda nesnel karşılığı olmayan şiirler yazmakda sakınca görmüyor. Bu açmaz belirtildiğinde de “Şair sözü yalandır.” deyip çıkıyorlar işin içinden. Bu da, savunma gerekçesi olarak kullandıkları bu sözü anlamadıklarını gösteriyor. Çünkü “Şair sözü yalandır.” demek; “Şair sözü mecazdır, şair sözü imgedir.” demekten başka bir şey değil. Ne yazık. Bu bile bilinmiyor. Yani şiir (eğer şiirse) hiçbir zaman yalan söylemez. Şiir hayatı yeniden tasarlar, yeni bir yaşam biçimi önerir. Olanı değil, olması gerekini imler.

Ali Yüce’yi Düziçi Köy Enstitüsünden Sınıf Arkadaşları Anlattı
Haydar Demirtaş, Ali Yüce, Ömer Güler ve Şevket Yücel Düziçi Köy Enstitüsünde aynı sınıftalar.1946 yılında girmişler bu okula.
Haydar Demirtaş, Kırıkhan’ın Saylak Köyünden. Ömer Güler ise Hatay Altınözü Karbeyaz köyünden. Şevket Yücel’le pek samimiyet geliştirmezler ama Ali Yüce ile yakın arkadaşlık kurarlar.Zaten Şevket Yücel daha sonra Dicle Köy Enstitüsüne gönderilenler arasında olacaktır.
272 Nolu Ali Yüce, kendilerinden 7-8 yaş büyük ve derslerinde de çok başarılı olması nedeniyle her ikisinin de Ali Ağabeyleridir. Okuldaki bu abi-kardeş ilişkileri okul bittikten sonra da hep sürmüştür.
Ali Yüce okulda çok okuyan bir öğrencidir. Öyle ki kütüphanede hangi kitap hangi raftadır gözü kapalı bulmaktadır. Haydar Demirtaş olsun, Ömer Güler olsun kütüphaneden kitap alıp okuyacakları zaman Abileri Ali Yüce’yi bulurlar, o da hem kitabı alıp getirir hem de kitabın içeriği ile ilgili bilgi verir.
Şevket Yücel daha çok öykü yazarken,Ali Yüce sürekli şiir yazar. Hatta yazdığı şiirler o yıllarda Varlık Dergisinde yayımlanır.Her ikisi de mütavazi davranırlar,yazdıklarıyla öne çıkmak istemezler.
Anlattıklarına göre Ali Yüce evden kaçıp Düziçi’ne kaydını yaptırmıştır. Ailesine rağmen geldiği bu okulda ekonomik olarak epeyce güçlükler yaşamıştır. Defter alacak parası bile olmadığından, var olan defterine gündüzleri öğretmenin söylediklerini not alır, bunları akşam okuyup öğrendikten sonra bir sonraki güne sayfa açılsın diye silermiş.
Ömer Güler,”daha neyin ne olduğunu bilmiyordum, çok küçüktüm, tarihin tanımını ben Ali Yüce’den öğrendim” diyor.
Ali Yüce kendisine bir tren yolculuğunda Tarihin tanımını sorar. Bilemez.
“Tarihin geçmiş insan topluluklarının hayat ve medeniyetlerini yer ve zaman göstererek anlatan bilim dalı olduğunu bana trende öğretti. Hala unutmuyorum.”diyen Ömer Güler o yılları özlemle anarken duygu yüklüydü.
Haydar Demirtaş ise “Enstitüye gittiğimde ilk kez musluktan su içtim, ilk kez elektriği orada gördüm”diyor.
”Biz bilgiyi parayla satmadık” diyen Haydar Demirtaş, mezun olduktan sonra uzun süre köy okullarında öğretmenlik yapar. Sonra Gazi Eğitim/ Pedagoji bölümünü bitirir. Bir ara Hatay Eğitim Enstitüsünde de öğretmenlik görevinde bulunur. (Ferhat .İşlek 26 Kasım 2019)

Bir Portre
Ali F. Bilir’in 60. Sanat Yılı İçin İlk Hazırlık Çalışması
Antakya – Harbiye’den Başladık
Harbiye’deki çağlayanlar DEFNE’nin gözyaşlarıydı. F.Saadet Bilir-Ali F. Bilir’in biricik kızlarıydı Defne.
Ayrıca Ali F.Bilir 68 Kuşağındandı ve bu kuşağın aşkları da dünyaya bakışları kadar güçlüydü.
Bu çalışmaya kendiliğinden yansıyan bir aşka tanık oldum.
Ali F. Bilir, 1945, Gülnar/Mersin doğumlu. 1969 İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunu.
1967’de yürüyerek bazı Avrupa ve Kuzey Afrika ülkelerini dolaştı. Bir süre İngiltere’de, Essex ve Londra’da yaşadı; “1968 Öğrenci ve Gençlik Hareketi” içinde yer aldı.
60’lı yıllardan sonra çeşitli dergi ve gazetelerde şiirleri ve öyküleri yayımlanmaya başladı. 1970 yılında “Kuzey” adlı sanat- edebiyat dergisini çıkardı.
“Göç Türküsü”.” Güz Anımsamaları”, “Migration Ballads” yayımlanan şiir kitaplarıdır. “Üşüyen Sıcak Düşlerim”ise öykülerini topladığı kitabıdır.
Eşi F.Saadet Bilir ile birlikte kitaplaşan çalışmaları ise şunlar:
“Orta Asya’dan Toroslara Gülnar-Dil, Kültür, Toplumsal Yaşam”
“Abdülkadir Bulut’a Sevgi Sözleri”
“Abdülkadir Bulut “Kasabalı Lorca”
Ali F. Bilir’in en son kitaplaşan çalışması ise bir roman türü olan “Döngüde Bir Yusuf”adını taşıyor.
Ali F. Bilir Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası, Dil Derneği, Avrupa Yazarlar Konseyi, Eyalet Şair Birlikleri Ulusal Federasyonu ve Florida State Eyaleti Şairler Birliği üyesidir.

Ne Okusak
1.Anı ve Mektuplarda Melih Cevdet/Hıfzı Topuz/ Remzi Kitabevi
2.Güneşi Kötü Evler/ Ömer Arslan/ Everest
3.Behçet Hoca/ Hilmi Yavuz/ Everst
4.Her Yerde Kan Var/Ayşe Kulin/ Everest
5.Kara Kutu/ Soner Yalçın/ Kırmızı Kedi

Exit mobile version