Darağacında Üç Fidan/ Nihat Behram
“ ‘Biz şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımızın bağımsızlığı ve mutluluğu için savaştık!’ 1968”ler. Yazılı tarihin en barbar asrının en umutlu, en ışıklı, en cesur günleriydi. Coşkun bir devrimci dalganın bütün dünyayı sarstığı, onlarca ülkede milyonlarca insanın ayağa kalkarak, “Gerçekçi ol, imkansızı iste, ” diye haykırdığı günlerdi. Böyle bir dünyada, Denizler de özgürlük bayrağını Türkiye”de yükseklere taşıdılar. ABD”ye, NATO”ya, yurtlarını yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekmek isteyenlere en iyi cevabı eylemleriyle, yürüyüşleriyle, cesaretleriyle verdiler… Ve egemenler, bu özgürlük kabarışının intikamını 12 Mart karanlığında üç gençten çıkarmak istediler. Somut hiçbir yasal dayanak olmadan Deniz”i, Yusuf”u, Hüseyin”i ve nice arkadaşlarını idamla yargılayıp, “Asalım, asalım !” çığlıklarıyla darağacına göndererek özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini boğmayan çalıştılar… İşte Nihat Behram, o günlerin ölüm karanlığını sivil tarihçiliğimize belgesel bir katkı olan bu kitabıyla yırtmıştır. Denizler”in asılmadan önceki son sözlerinin de ilk kez açıklandığı, yayımlanır yayımlanmaz yasaklanan ve ancak yirmi iki yıl sonra aklanan Darağacında Üç Fidan, içten sesi, ince duyarlılığı ve ödünsüz tavrıyla, bütün iktidarların geçici olduğunu, milyonların kalbinde yaşayacak olanların daima özgürlük savaşçıları olduğunu göstermiştir… Baskı altında geçen yirmi iki yılın ardından, yirmi ikinci basımıyla Darağacında Üç Fidan”ı sunarken, bugün koyu bir karanlığın ve ahlâksızlığın içine itilmek istenen yurdumuzda, gözlerimizde hâlâ bir umut ışığı, darağaçlarında “solmayan” üç fidanın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz…” (Tanıtım yazısı)
Konuk Yazar
Melih Cevdet Anday Üzerine/Sabahattin YALKIN
Teknik Üniversite yıllarımda ( İTÜ 1953 – 1958) İstanbul’da iki önemli edebiyat dergisi vardı. Yaşar Nabi Nayır’ ın VARLIK Dergisi ile, Hüsamettin Bozok’ un YEDİTEPE Dergisi … Varlık’ ı izlemeyen şairlerle dalga geçilirdi. Bu iki dergi arasındaki önemli fark, Varlık’ın biraz gelenekçi olması, Yeditepe’nin ise gözünün tuttuğu gençlere, yenilikçilere yer vermesi idi. İlhan Berk, Arif Damar, Edip Cansever daha çok Yeditepe’de görünürlerdi.1967 – 68 li yıllarda benim de
görüştüm. Garipçilerin Şair Anday’ı birilerini övecek yapıda bir kişi değildi. Hele benim gibi bir üniversite öğrencisini. Ama beni yüreklendirici sözler söyledi. Sanat sayfasında Topaloğlu soyadıyla yayımlanan ve Melih Cevdet’in ilgisini çeken iki şiirimden biri olan, “ BAŞKA “ adlı şiirimi ilk kitabım Akdeniz Delisi’nde ( 1988 / S: 7 ) onun adına sunmuştum.Bu şiirimi aşağıda vermek istiyorum.
BAŞKA
Günden güneşten aldığım başka/ Topraktan aldığım başka/Bir de senden aldığım var/O bambaşka/ Düşten cümbüşten geçmek başka/ Ekmekten geçmek başka/Bir de sevdadan geçmek var/ O bambaşka/Kurdun kuşun ölümü başka/Anamın ölümü başka/ Bir de benim ölümüm va./ O bambaşka
Sabahattin Topaloğlu ( Yalkın )/ 1958 / Gümüşsuyu – İstanbul
Melih Cevdet’i bir daha göremedim…( Ama cenazesinde bulundum.) Ankara’da DSİ’ de işe başlamıştım. Edebiyatla ilgimi kesmiş değildim, ama ağırlık mühendisliğe kaymıştı. Ayda 125 lira bursla geçinirken, ayda 1000 liradan fazla kazanmaya başlamıştım. Anday’dan söz etmek için,GARİPÇİLER olarak Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat Horozcu, Melih Cevdet Anday üçlüsü olarak ele almak gerekir.
Dağlarca ile aynı dönemin şairleri olan Orhan Veli ve yol arkadaşları Oktay Rıfat, Melih Cevdet 2. Büyük Savaş yıllarında seslerini yükseltirler. Üçü de İstanbul gençleridir… Ankara’ da Erkek Lisesi’nde sınıf arkadaşıdırlar. Edebiyat öğretmenleri Ahmet Hamdi Tanpınar…Bu üçlüye hep yardımcıdır. Öğrenciler derslerden çok,şiir çalışıyorlar, hem de şiir üzerine düşünüyorlar. Bir sarkaç gibi İstanbul’la Ankara arasında sallanıp duruyorlar. İstanbul’un bohem yaşamı, Ankara’nın kültür yoğunluğu … Bu üçlü öğrencilik yıllarında ilkin Sesimiz Dergisi’ ni çıkarıyorlar. Bu şiirler fazla özellikli ve farklılık taşıyan şiirler değil. Bu arada Orhan Veli’nin çeşitli dergilerde Mehmet Ali Sel takma adıyla çıkan şiirleri oluyor. Bu üçlü ilk önemsenmesi gereken çıkışlarını Garip bildirisi ile yapıyorlar. Bildiriyi yazan Orhan Veli’dir. Bu bildiriye eklenen şiirleri vardır. Orhan Veli 24 şiir, Oktay Rıfat 21 şiir ve Melih Cevdet 16 şiirle bildiriye katılmışlardır. Garipçiler, şiirimiz üzerinde düşündüklerini dobra dobra ilan ediyorlar. Ahmet Haşim ve Nazım Hikmet’i topa tutuyorlar. Hele hececileri… Özellikle sağda solda kullanılmayan ne kadar küflenmiş sözcük varsa, bunları cımbızla arayıp bulanları, belli kalıplar içine ıkına sıkına yerleştirmeye çalışanları tefe koyuyorlar. Efendim şu şair şiirine uygun düşeceğini düşündüğü şu sözcüğü tam 10 yıl beklemişmiş… Bu tür yaklaşımları ciddiye almanın bir anlamı olmasa gerek… Garipçiler, şairlerin birbirine fiyaka yapmalarına müthiş gıcık oluyorlardı. Havalarda gezeceğinize, ayaklarınızı yere basın, demeye getiriyorlardı. Şiirin şairaneliğe batmasını hazmedemiyorlardı. Bunun insan doğasına ters düştüğünü fark etmişlerdi. Zaten azlığa dönük olan şiirin, daha da dar bir topluluğun malı olarak kalmasını istemiyorlardı. Akıllarına gelen her izleği kullanmalıydı şairler. Ve de istedikleri her sözcüğü… Çarşıdaki, sokaktaki insanlar yazılanı çizileni anlamalıydı. Ve baş düşmanları klişe sözcüklerdi… Klişeden illet oluyorlardı.Halk deyimlerine sık sık yer veriyorlardı. Şiiri sokağa indirme…
Tüm bu saptamalar gerçekte bir adamın kişiliğinde düğümleniyordu.
Orhan Veli… Garip üçlüsü, Hasan Ali Yücel’in Tercüme Dergisi bürosunda yer aldıklarında, çevrelerinin birdenbire genişlediğini, kültürlerinin olağanüstü geliştiğini fark ettiler. Fransız edebiyatını ve şiirini daha yakından inceleme olanağı buldular. Bu arada, yer yer çok ağır küfürler yerken, övülüp göklere çıkarıldıklarını hayretle izliyorlardı. Nurullah Ataç ilk zarını asıl bu Garipçilere atıyordu.(2. Zarını bilindiği gibi Turgut Uyar’a) O günlerin genç sanatçıları Yaprak Dergisi’nde bir araya geldiklerinde
( Oktay Rıfat Horozcu, Melih Cevdet Anday, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Dino, Necati Cumalı, Sabahattin Eyüboğlu) her sayıda olay oluyorlardı.Ve bildik adlardan Cahit Sıtkı,Fazıl Hüsnü,Cahit Külebi … Yaprak’ın gönüllü şairleri idi. Ve ille de Sait Faik… Orhan Veli sevdalısı Sait Faik her yeni sayı çıktığında, İstanbul’da sevincinden göbek atarmış. Bir de şiirlerini alay edilir korkusuyla, ilkin gizli gizli Orhan Veli’ye okurmuş. Yaprak Dergisi bir buçuk yıl süren yaşamında, 28 sayı çıkmış. Bu dergiye Mahmut Dikerdem para yardımında bulunsa da, bıçak kemiğe dayandığında paltosunu satan, bir ara Abidin Dino’nun kendisine hediye ettiği resimleri elden çıkarmak zorunda kalan Orhan Veli, hep sıkışık ve parasızlık içindeki Veli’nin oğlu, bu süreçte La Fontaine Masallarını dilimize kazandırabilmiştir. Ayrıca Nasrettin Hoca’yı şiirleştirmiştir.(Elimde bir güç olsa Nasrettin Hoca’yı İlkokuldan başlayarak lise sona kadar okuturum. Osmanlı halkı ezikliğini,çaresizliğini Nasrettin Hoca’nın ağzını kullanarak kendi kendini alaya alarak hafifleştirmiştir).Orhan Veli, bu arada çeşitli dergilerde edebiyat yazıları, denemeler yazmış, Fransızcadan çeviriler yapmıştır. Haiku’ları Türkçeye ilk kazandıran gene Orhan Veli’dir. Tiyatrodan da uzak kalmamıştır; rol almış, oynamıştır. Ve Çeşitli toplantılarda şiir üzerine pek çok konuşma… Özetle şiirle yatan, şiirle kalkan hilesiz bir şair, bana göre bir virtiöz…
1953 ‘ de Lise bitirme sınavlarında, şiirle uğraştığımı bilen edebiyat öğretmenimiz:
– Gel bakalım…Yahya Kemal’i mi,yoksa Ahmet Haşim’i mi soralım sana? Hangisini daha çok beğeniyorsun ?
Kör bir cesaretle : Ben bu şairleri pek tutmam. Açıkçası ben Orhan Veli’ciyim ! demiştim.
Evet, o yıllar defterimde Endülüste Raks şiiri de vardı, Merdiven şiiri de. Ancak defterimde onların şiirinden çok, Orhan Veli başta olmak üzere,Garip üçlüsü ve Dağlarca’ dan şiirler vardı.
Garipçilerin putları yıkarcasına dal budak salması, onların bir sürü taklitçilerini de peşinden sürükledi. Orhan Veli gibi yazmak vazgeçilmez bir tutku olmuştu. Orhan Veli ayrıldığında( 1914 – 1950 ) 36 yaşındaydı. (Oktay Rifat 1914-1988, Melih Cevdet Anday 1915-2002).
Oktay Rifat bir ara 2. Yeni’ye bulaşır gibi oldu. İmgeye boğulmuş şiirler mizacına pek uygun düşmüyordu; yarı alaycı, esprili şiirine döndü.
Melih Cevdet uzun yaşamı içinde,şiiri ve düşün yazılarını hiç bırakmadı.
Bu üçlü edebiyatın her dalında ürünler verdiler. Şiir,roman,tiyatro,çeviriler, denemeler,yergiler… Ve bu üçlü 1950 yılında Nazım Hikmet’in hapisten çıkartılması için üç gün açlık grevi yapmışlardır. Bence şiirmizde ciddiye alınacak en önemli değişikliği,şiir akımını bu üçlü başarmıştır. Onları saygı ile anarım.
MARE NOSTRUM/Can YÜCEL
En uzun kosuysa elbet
Turkiye’de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez luverin namlusundan firlayarak …
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun
Ama aşk olsun sana çocuk, Aşk olsun
Haftanın Sanat Gündemi
TÜSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) arşivinde 1925 yılındaki belgeler arasında Nâzım Hikmet’in “İstanbul’da 1 Mayıs” şiiri ilk kez yayımlandı.
Yücel Demirel ve yetiştirdiği bir grup öğrencisi TÜSTAV Komintern Arşivi’ndeki Eski Türkçe belgelerin transliterasyonunu 20 yıldır sürdürüyor.
Bu çalışmalarla Türkiye’de işçi ve komünist hareketin tarihine ilişkin birçok bilgi ve belge de gün yüzüne çıktı, kitaplaştı.
İstanbul’da 1 Mayıs
Kıpkızıl, kan kırmızı bayraklarımızın alevinden
Sarı korsan bir balon gibi soldu güneş.
Ciğerlerimizde şişen türküler ateş!
Kol kola
Düştük yola
Yedikule’den amele evleri Sirkeci’ye dayandı,
Karagümrük kırmızıya boyandı.
Kasımpaşa tersaneyi yüklendi sırtına,
Geçtik köprüden
Geliyoruz:
Yol ver bize Cadde-i Kebir!
Kaldırımları söken topuklarımızla
Tokatlıyan’da göbekli mebusları tokatladık.
Osmanbey’in ensesine atladık!
Zifosladık Şişli’nin kadife mantosunu!
Bugün toz kondurmuyoruz keyfimize!
Bugün “Mayıs Bir”!
Bir Mayıs’ta İstanbul
Bizim olmuş gibidir!
Hürriyet-i Ebediye tepesinde taş kesilen
Mahmut Şevket’in iskeleti!
Seni oraya diken sınıf
Zırnık kadar bile vermedi bize hürriyeti;
Yıkıl karşımızdan!
Yangınları haykıran Yangın Kulesi tepeden bakma bize
Bir gün elbet
Seni borazan yapacağız kendimize,
İstanbul’un ağzı
Haykıracak kızıl inkılâbımızı!
Nun [Nâzım] Ha [Hikmet]
2020 Turgut Özakman İlk Roman Yarışması
Bu yıl değerli yazarımız Turgut Özakman anısına bir roman yarışması düzenliyoruz. Edebiyatımıza yeni isimler kazandırmak ve yeni yazarlara şans vermek adına bu yarışmayı daha önce kitabı yayımlanmamış yazarlara açık olarak planladık.
Katılacak tüm yazarlara başarılar diliyoruz.
Katılım Şartları
Yarışmaya daha önce bir romanı yayımlanmamış yazarlar ilk romanlarıyla katılabilir.
Yarışmaya gönderilecek roman dosyaları daha önce basılı veya dijital ortamda hiçbir şekilde yayımlanmamış olmalıdır.
Turgut Özakman’ın sanat, edebiyat ve dünya görüşüne aykırı olmaması koşuluyla romanlarda konu ve tür sınırlaması yoktur.
Birinci olacak dosyanın ilk yayın hakkı Bilgi Yayınevi’ne ait olacaktır.
Sennur Sezer Ödülleri sahiplerini buldu
Bu yıl beşincisi düzenlenen Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri sahiplerini buldu. ‘Lillipütyen’ başlıklı dosyasıyla Sultan Gülsün şiir ödülüne değer görülürken; öykü dalındaki seçici kurul Hıdır Murat Doğan’ın, ‘Biraz Ormanda Saklanacağım’ başlıklı dosyasını birinciliğe değer gördü. Bu yıl ki şiir ödülünün sahibi olan Sultan Gülsün ‘Lillipütyen’ adını verdiği dosya A. Hicri İzgören, Orhan Alkaya, Nalan Çelik, Gülce Başer ve C. Hakkı Zariç’ten oluşan seçici kurulu etkiledi.
Seçici Kurul Özel Ödülü ise özenli dizeleri ve renkli imgelemiyle dikkat çeken ‘Porselen Güvercin’ dosyasıyla Emre Şahinler’in oldu. (Birgün)
Kuşadası Eğitim ve Geliştirme Vakfı tarafından düzenlenen M. Sunullah Arısoy 2020 Şiir Ödülü ‘’ÖDÜNÇLEME’’ adlı dosyasıyla Bekir Dadır’a verildi.
Hidayet Karakuş, Ayten Mutlu, Ahmet Özer, Çiğdem Sezer ve Halim Yazıcı’dan oluşan seçici kurulun da katılacağı ödül töreni ,günümüz koşulları nedeniyle ileride belirtilecek bir tarihte Kuşadası F.Özel Arabul Kültür Merkezinde (KUAKMER) yapılacaktır.
M. Sunullah Arısoy Ödülü daha önceki yıllarda Türk dili alanında Emine Yurtçu, Zerrin Küsmez, Selma Kavas, Prof. Dr. Ömer Demircan , Ali Dündar ve İlhan Türk’e; şiir dalında ise Haydar Ünal, Mustafa Yıldız, Asım Öztürk, Zeynep Kurada ,
Yaşamının son yıllarını Kuşadası’nda geçiren ve ölümünden sonra kendisine ait 5.000 kitabın, eşi Ülkü Arısoy tarafından Kuşadası Eğitim ve Geliştirme Vakfı’na bağışlanmasıyla vakıf bünyesinde adını taşıyan bir kütüphane açılan M. Sunullah Arısoy’un anısını yaşatmak amacıyla verilen ödül gelecek yıllarda da sürdürülecektir.
NE OKUSAK?
1. Yaralısın/ Erdal Öz/Can Yayınları
2. Kürk Mantolu Madonna / Sabahattin Ali/ Yapı Kredi
3. Şeker Portakalı/José Mauro de Vasconcelos/ Can Yayınları
4. Silahlara Veda /Ernest Hemingway/Bilgi Yayınevi
5. Çavdar Tarlasında Çocuklar/ J. D. Salinger/YKY