Haftanın Kitabı
Kuvayi Milliye /NAZIM HİKMET
“Kuvayi Milliye Destanı”, Nâzım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı’nı bölümler halinde anlattığı destandır. Nâzım Hikmet, Kuvayi Milliye’yi 1939’da yazmaya başlar, 1941’de bitirir. Yapıtın sonunda “939 İstanbul Tevkifhanesi, 940 Çankırı Hapisanesi, 941 Bursa Hapisanesi” diye bir not bulunmaktadır.
A. Kadir, Nâzım Hikmet’in İstanbul Tevkifhanesi’nde yatarken kendisini ziyarete gelen dostlarından Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’unu istediğini, kitap geldiğinde heyecanla okuyarak çalışmaya başladığını aktarmıştır.
Yapıt Türkiye’de ilk kez 1965 yılında “Kurtuluş Savaşı Destanı” adı ile Yön Yayınlarınca yayımlanır. Daha sonra yine “Kurtuluş Savaşı Destanı” adı ile 1973’te, 1975’te de yayımlanır ve “Kuvayi Milliye/Destan” adı ile ilk kez Bilgi Yayınlarınca Temmuz 1968’de yayımlandı.
Destan şu dizelerle başlayıp sona ermektedir:
“Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, cahil, hakîm ve çocukturlar ve kahreden yaratan ki onlardır, destanımızda[ yalnız onların maceraları vardır.”
Kuvayi Milliye Destanı, bir tiyatro eseri olarak da sahneye konulmuştur. (wikipedia.org)
Konuk Yazar
ÖZGÜR İNSAN / ÖZGÜR SANAT/ FERHAT İŞLEK
İnsanın özgürleşmesi, sanatın özgürleşmesiyle olur.
Yaşadığımız süreçte tanık olduğumuz, gözlemlediğimiz teknolojik gelişmeler, eskiyen bilgiler, yeni bilgiler baş döndürücü biçimde gelişiyor, değişiyor. Belki bir anlamda günlük yaşantımızı kolaylaştıran gelişmeler bunlar. Fakat elimizin altından kayıp gidenler endişe verici boyutlarda. Bunların başında “insan” gelmekte. Çünkü söz konusu gelişmeler insan iteliğini ileri bir seviyeye taşıma konusunda iş görmüyor.
Bu yüzden günümüzde, çağdaş ve uygar olmanın tanımı yeniden tanımlanıyor. Bu tanım, insan niteliği ve insanın yarattığı doğrulanmış değerler ile açıklanıyor.
Düşündüğümüzde, her gün yenileri eklenen teknolojik buluşların; insan ölümlerine, yoksulluğa, işsizliğe, gelir dağılımındaki adaletsizliğe, kadınlara yönelik şiddete,çağın hastalıklarına iyi geldiğini söylemek mümkün mü?
İnsanın özü zedelenmişse bunda toplumsal olarak doldurulması gereken boşlukların olduğunu söyleyebiliriz. Bugün eğlence ile sanatın karıştırıldığı, okuyan insanın giderek azaldığı, ifade özgürlüğüne bedel ödetildiği bir ortamda, geleceğe ne bıraktığı tartışılır,alkışların yanılttığı sözde sanatla bu boşluk doldurulamaz. Gerçek sanat ile doldurulamayan bu boşluk insan niteliğinde derin yaralar açar. Ortaya konan ya da dayatılan kimlik, kendi gerçekliğinden kopar. Toprağından, değerlerinden uzaklaşan bu kimliğin teslimiyeti de kolaylaşır doğal olarak.
Bütün baskı dönemlerinde ortaya çıkan böyle bir ortamda gerçek sanatçılarla halk arasına mesafe konur. Onların üretimlerinin üzeri örtülmeye çalışılır. Görsel ve basılı yayında yer almaları zorlaştırılır. Çünkü bilinir ki gerçeğin izindeki sanatçıların, özgür düşünceleriyle insanı etkileme gücü çok daha fazladır.
Özgürlük doğaya eklenmiş bir değerdir ve insanın özünde bu değer hep vardır. Buradaki örülen duvar bu değerin köreltilmesi içindir. Özgürlüğü köreltilmiş insan artık muhakeme yapamayacaktır. Sorgulamayacaktır. Sevimsiz ve sevgisiz gelişmelere ses çıkarmayacak, körü körüne tabi olduğu yaşamda kafası bulanacak, şaşkına dönecektir.
Hayatı netleştirmek, duygudan öte düşünce zenginliği yaratmak, inceliği, estetiği yakalamış insan modelini ortaya koymak hiç kuşku yok ki özgür sanatın ve sanatçının işlevi. Günümüzde bu işlevin yerine getirilmesinin hiç de kolay olmadığı herkesçe bilinmektedir.
Bu durumun siyasal ortamlarla yakın ilgisi, yaşadığımız olaylardan çıkardığımız bir sonuç. Çünkü özgür sanat siyasal düzenle çatışır. Sanatçının kendi siyasal düşüncesinde bir iktidar olsa bile durum aynı olur. Bu yüzden siyasal kadrolar gerçek sanatçılardan hoşlanmazlar. Kültür politikalarında onlara yer vermezler. Sosyal yönü olmayan, acımasız kapitalist sistemin kaçınılmaz sonucudur bunlar.
İnsanın özgürlüğü de, sanatın özgürlüğü de insanın doğasından gelir ve doğuştan itibaren bu özgürlüğe sahip olunur. Özgürlük sorgulamayı bünyesinde taşır. Dolayısıyla bu özgürlük, her dönemde iktidarlarca benimsenmeyen bir durumdur. Bu sadece siyasal iktidarlar için böyle değildir. Sendikalarda da, derneklerde de durum hep aynıdır.
12 EYLÜL kadroları bu sorunu çözmek için farklı bir yol izlemişler; düşünceyi yasaklamanın artık ayıp sayıldığı çağımızda ”özür düşünceyi yasaklamak yerine, düşünceyi ortadan kaldırmak gereklidir “ demişlerdir. Bütün uygulamaları, toplumsal düzenlemeleri bu yönde olmuştur. Bunda da uzun süre “başarılı” olduklarını söyleyebiliriz. Aynı zamanda sanatın önünde de en büyük engellerin konduğu dönemdir bu dönem. Etkileri hala sürüyor.
Böyle bir yazının sonu, geleceği işaret etmeli diyerek Dostoyevski’den dem vurmadan edemeyeceğim. Der ki ; “sığ ırmaklar hep gürültülü akar. Öyleki bu gürültü kulakları sağır eder. Ama derin nehirlerin sesini duyamazsınız. Büyük okyanuslara varmak ancak derin nehirlerin işidir.”
Demem o ki, gerçek sanatçılar bu toplumun derinliğidir. O derinlik, toplumun vicdanıdır. Gün gelecek toplum kendi gerçekliğini yokladığında, derinliğinin ayrımını daha net görecek ve orada gerçek sanatçılarını bulacaklardır. Bu sadece sanatın, sanatçının özgürleşmesi anlamına gelmeyecek, insanın da kendi doğasına dönüşü olacaktır.
Haftanın Şiiri
Havza Yollarında Mustafa Kemal/ Ceyhun Atuf Kansu
Mahmur Dağı’nın başında bir duman bir duman
Mustafa Kemal’in başında daha bir duman
Dağ düşünür gündüz gece başından duman gitmez
Mustafa Kemal düşünür gündüz gece başından duman gitmez
Dağların başından duman eksik olmaz
Soy yiğidin başından duman eksik olmaz..
Mahmur Dağı’nın dumanlarına baktı da dedi
Mustafa Kemal, Köroğlu olmak ne güzel şu dağlarda
Tutmak gece gündüz denizlerin yolunu, yol vermemek
Üşümek, ateş yakmak, yola düşmek ne güzel
Bölmek orta yerlerinden gemilerin getirdiği güneşi
Bir sana, bir bana vermek ne güzel!
Çakal Dağı’nın eteğine vardı ki Mustafa Kemal
Vakit alaca karanlık, dağın eteğinde bir kahve
Kahvede düze inmiş eşkıyalar, Karadeniz uşakları
Kaynıyor Erzurum işi semaver, çay demleniyor
Uyanmış su gözleri adamların susuz gözleri sıcak
Mustafa Kemal baktı, tanıdı hepsi halk.
Oturdular, hep beraber çay içtiler
Ordan burdan, dereden tepeden konuştular
Sabah güneşi gelip bağdaş kurdu bir yana
Yarı karanlıktı yüzleri, birden aydınlandılar
Acı çekmiş, susamış, dağ çizgileri sert
Mustafa Kemal’in gözlerinde tek tek ışıdılar..
Çıktı Kavak Yaylası’na oh dedi, Mustafa Kemal
Ölmez be, insan bu vatanı sevince
Halk kokusudur, güller çimenlerden gelir
Ovaları sürenler aşağıda, ormanlarda bıçkı sesleri
Dağılmış Mahmur Dağı’nın dumanları
Çekip cümle türküleri bir dere ışıltısıyla akar.
Havza’ya vardım ki, kulağımızı koyalım bir
Bağımsız yaşamak diyelim bir, dinle ne ses verir?
Havza pazarına inmiş allı morlu köylüler
Çıkarlar ormanlardan gizli gizli, çağıralım, bir
Gelirler toplanırlar ateşimize, onlar için yaktık
Özgür yüreklerinin soluğunu üflesinler bir.
Sevelim dedi, Mustafa Kemal, sevelim bir,
Selâm verelim bir, selâm alalım bir,
Halk olmak ne güzel şeydir arkadaşlar,
Şu sabah çayını içelim bir kardeşçe sıcak,
Yüzümüzü yunalım şu derede bir,
Sonra kursunlar darağacını kavgamıza,
Asarlarsa assınlar bizi düşlerimizden!
Haftanın Sanat Gündemi
Duygu Asena Roman Ödülü Irmak Zileli’nin
Duygu Asena Roman Ödülü sonuçlandı: Irmak Zileli “Son Bakış” adlı eseriyle ödüle değer görüldü.
DUVAR – Doğan Kitap’ın Türkiye’yi kadın hakları, özgürlük ve eşitlik konularında ‘ilk’lerle tanıştıran Duygu Asena’nın anısına düzenlediği, 2007 yılından itibaren verilen Duygu Asena Roman Ödülü’nün bu yılki sahibi Everest Yayınları tarafından yayımlanan “Son Bakış” adlı romanıyla Irmak Zileli oldu.
‘DUYGU ASENA’YI SAYGIYLA ANIYORUM’
“Türkiye kadın hareketi Duygu Asena’ya çok şey borçlu. Kadınların uğradığı haksızlıkların duyulmasını sağlayan, kadınlara cesaret veren Duygu Asena’yı şükran ve saygıyla anıyorum. Duygu Asena “Kadının adı yok” diyerek, kadınların yok sayılmışlığına vurgu yapmıştı fakat bu katı gerçeği kitap kapağına taşıyarak da kadınların varlığını hatırlatmış, bu yok sayılmaya itirazını yüksek sesle dile getirmişti” diyen Zileli, ödül için açıklamalarda bulundu.
‘İSİMSİZ BIRAKILMANIN NE DEMEK OLDUĞUNU ANLAMAYA ÇALIŞTIM’
Zileli, “Bugün adı olmayanların, yok sayılanların sadece kadınlar olmadığını biliyoruz. Kadınların yolu bütün ötekileştirilenlerin mücadelesiyle kesişmiş durumda. Eşcinselin, trans bireyin de adı yok. Yoksulun, evsizin de adı yok. Ve göçmenin de adı yok. Doğup büyüdüğü topraklardan ve ailesinden savaş, yoksulluk, açlık yüzünden kopup gelen insanların da adı yok. Son Bakış’ta Tina’nın hikayesini anlattım. Gürcü, bakıcı, göçmen deyip geçtiğimiz ama isimlerini bir türlü ezber edemediğimiz insanların hikayesini anlatarak bir yerde isimsiz bırakılmanın ne demek olduğunu anlamaya çalıştım. Bir eşyaymışçasına yanından geçip gittiğimiz, sadece hayatlarımızdaki işleviyle tanımladığımız bu insanların bir hikayeleri olduğunu hatırlatmak istedim” dedi.
Duygu Asena’nın “Kadının adı yok” diyerek açtığı kapıdan girdiğini belirten Irmak Zileli açıklamalarına, “Çatıdan düşen ve ölmek üzere olan Tina’nın zihninden hikayesini okurken çağlar boyu iktidarlar tarafından ruhumuza kazınan korkunun nasıl öldürücü olabileceğini fark edelim istedim. “Son Bakış”ın Duygu Asena Roman Ödülü’nü almış olması bu yüzden benim için çok anlamlı. Dilerim ki “Son Bakış”, adsız bırakılanların, yok sayılanların sesine ses olan edebiyat okyanusunun damlalarından biri olmaya hak kazanmıştır” diyerek devam etti. (Gazete Duvar))
2020 Orhan Kemal Roman Ödülü, Ayhan Geçgin’in “Bir Dava” adlı romanına verildi.
Bu yıl 49’uncusu düzenlenen Orhan Kemal Roman Ödülü, Mart 2019 tarihinde Metis Yayınları tarafından yayımlanan “Bir Dava” adlı romanıyla Ayhan Geçgin’e verildi.
Orhan Kemal Roman Kültür Merkezi’nden yapılan basın açıklamasında, Erendiz Atasü, Ataol Behramoğlu, M. Nuri Gültekin, Çimen G. Erkol, Adnan Özyalçıner, Tahir Şilkan ve Nazım K. Öğütçü’den oluşan seçiciler kurulu seçimini şöyle gerekçelendirdi:
Ayhan Geçgin’in “Bir Dava” romanını, Türkiye’de derin işleyişe sahip hukuksuzluk, keyfilik, belirsizlik ve öngörülemezlik olgularını çok yerinde karakterlerle son derece güçlü bir olay örgüsü, anlatım, dil ve roman tekniğiyle birleştirmesi, Türkiye’nin yakın tarihindeki yargılamaların ve hukuksuzluk örneklerinin, bunun sürdürülmesi ve yeniden üretilmesi için bir zamanlar bütün gücüyle çalışan kudretli güçlerin ve ülkede yaşanan bütün hukuksuzluk ve adaletsizliklere karşı bürokratik/sınıfsal bağışıklığının nasıl ters yüz olduğunu çok güçlü olay ve diyaloglarla anlatması, Orhan Kemal’in gerçekçiliğine hem karakterler, hem olay örgüsü ve hem de toplumsal meseleler açısından yakın durması nedeniyle 2020 yılı, 49. Orhan Kemal Roman Armağanı’na değer görmüştür.
PEN’DEN MAYIS AYI KİTAPLARI: Kuvayı Milliye Destanı – Gülünün Solduğu Akşam
Sen bizim gönlümüzde açmadan solan
Bağımsızlık Gülü’ydün!
“Yerden alıp o gülü
Hangi gülü?”
diye soruyordu halkın doktoru, sözcüklere şefkat aşılayan ve şiirleriyle merhamet saçan, adı, kendisi, şiiri, fikri, hepsi birbirinden güzel Ceyhun Atuf Kansu. Şiirin sonunda da yanıtlıyordu: “Mustafa Kemal’in bahçesine
Bir ulusun suladığı beslediği
Yediveren bağımsızlık gülü”.
O ‘Bağımsızlık Gülü’, 19 Mayıs 1919’da başlayan Kurtuluş Savaşı’yla açtı. Nazım Hikmet ‘Bağımsızlık gülünün açtığı akşam’ın destanını yazdı, Kuvayı Milliye Destanı(Yazılış 1941, ilk yayımlanış Kurtuluş Savaşı Destanı adıyla, 1965, Yön).
Cumhuriyet bahçesini tarumar etmeye, gülleri kanatmaya, karanfilleri karartmaya çok erken başladılar, ‘fırsatçısı, fesatçısı, hayını’, gericisi, yobazı, ırkçısı, elbirliğiyle, işbirliğiyle…
53 yıl sonra, 1972’de halkın evlatlarından Üç Fidan, Deniz, Yusuf ve Hüseyin, üstüne üstüne yürüyemediğimiz, yüzüne yüzüne tüküremediğimiz cellatlar tarafından asıldı.
Turgut Uyar, “Herkes ne zaman ölür; elbet gülünün solduğu akşam!” dedi.
Erdal Öz, Üç Fidan’ın mapustan da yoldaşıydı, onları Gülünün Solduğu Akşam’a yazdı.
5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece de, ‘Bağımsızlık Gülü’nün solduğu akşam’ oldu.
PEN Türkiye, Bağımsızlık Gülü’nün açtığı, Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı ile,
Bağımsızlık Gülü’nün solduğu, Erdal Öz’ün Gülünün Solduğu Akşam’ı,
ayın kitapları olarak seçmekten, hem sevinç hem keder duyuyor!
66’ıncı Sait Faik Hikâye Armağanı, Ethem Baran’ın
Yazar Sait Faik Abasıyanık anısına her yıl bir öykücüye verilen ve Darüşşafaka Cemiyeti ile İş Bankası Kültür Yayınları işbirliğiyle düzenlenen Sait Faik Hikâye Armağanı’nın 66’ncısı sahibini buldu. Ethem Baran, Döngel Dünya adlı kitabıyla ödüle değer görüldü.
Yazar Sait Faik Abasıyanık anısına her yıl bir öykücüye verilen ve Darüşşafaka Cemiyeti ile İş Bankası Kültür Yayınları işbirliğiyle düzenlenen Sait Faik Hikâye Armağanı’nın 66’ncısı sahibini buldu. Ethem Baran, Döngel Dünya adlı kitabıyla ödüle değer görüldü.
Doğan Hızlan’ın Başkanlığı’nda toplanan Hilmi Yavuz, Nursel Duruel, Prof. Dr. Jale Parla, Metin Celâl, Prof. Dr. Murat Gülsoy ve Beşir Özmen’den oluşan Sait Faik Hikâye Armağanı Jürisi, ödül gerekçesini şöyle açıkladı:
“Sait Faik’in özellikle son yıllarında ağırlık verdiği “doğa”nın şiirsel bir söylemle inşasına ilişkin biçemini, özgün bir dile getirişle yeniden ürettiği gerekçesiyle Ethem Baran’ın, Döngel Dünya adlı eserine oy birliğiyle verilmiştir.”
Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı M. Tayfun Öktem ödüle ilişkin şunları söyledi:
“Bu yıl 66’ncısını düzenlediğimiz Sait Faik Abasıyanık Armağanı’na başvurular her geçen gün bir önceki seneden daha fazla oluyor. Sait Faik’in ismini yaşatmak adına Cemiyetimiz tarafından düzenlenen bu öykü yarışmasına katılımın artıyor olması ve birbirinden kıymetli yazarların başvuruyor olduğunu görmek bizleri gururlandırıp, mutlu ediyor. Bu kez değerli jürimiz ödülü Ethem Baran’ın Döngel Dünya isimli kitabına layık gördü. Yazarımızı tebrik ediyor, yolunun açık olmasını diliyoruz. 1964’ten beri Darüşşafaka’da yetişen her çocuğun eğitiminde Sait Faik’in vasiyetinin katkısı var. Bunun için kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. Büyük yazarımızı, sevgi, saygı ve minnetle anıyor, Sait Faik’i yüceltmek ve yaşatmak için elimizden ne gelirse yapmaya devam edeceğimize bir kez daha söz veriyoruz”.
Türkiye Yayıncılar Birliği: 2019’da kitap pazarı büyüdü
Türkiye Yayıncılar Birliği, kategorilere göre hazırladığı ve sektör verilerini içeren 2019 Türkiye Kitap Pazarı Raporu’nu açıkladı.
Türkiye Yayıncılar Birliği’nin her sene düzenli olarak hazırladığı Kitap Pazarı Raporu’nun içeriği açıklandı. 2019 Türkiye Kitap Pazarı Raporu’na göre; bandrol dağıtımı ve satışını yapan YAYFED’in (Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu) açıkladığı toplam kitap üretimi geçen yıla göre %3,16 oranında artarken segmentlere göre düşüşler de oldu.
2019 yılı içerisinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın özel sektörden satın aldığı ve kendi matbaasında bastığı kitapların toplam adedi 153.446.132 iken, dijital eğitime geçilmesi sebebiyle bu sene açık öğretim için kitap üretilmedi. MEB’in bastığı kitaplarla birlikte toplam kitap üretimi 577.048.957 adet oldu.
TÜİK’in verilerine göre 31 Aralık 2019 itibarıyla nüfusun 83.154.997 olduğu ülkemizde, kişi başına düşen üretilen kitap sayısı 2019’da 6,9 oldu. (Cumhuriyet)
OKUMA ÖNERİLERİ
1. Çankaya/Falih Rıfkı Atay/ Pozitif Yayıncılık
2. Nutuk/ M. Kemal Atatürk/Yapı Kredi Yayınları
3. Şu Çılgın Türkler/ Turgut Özakman/ Bilgi Yayınevi
4. Bağımsızlık Gülü/ Ceyhun Atuf Kansu/ Toplum Yayınevi
5. Din ve Laiklik Üzerine/M. Kemal Atatürk/ Kaynak Yayınları