Haftanın Kitabı
“İngiliz edebiyatı ‘duayenimiz’ Mina Urgan, bu kez anılarıyla, bir yaşama ustası olarak karşımızda.
Mina Urgan ‘Bir Dinozorun Anıları”nda açık yürekli, yalın ve naif bir dille anlatıyor; kendini, çevresindekileri ve bir coğrafyada olan biteni… Halide Edip, Necip Fazıl, Abidin Dino, Neyzen Tevfik, Sait Faik, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Atatürk ve başka pek çok isimle zenginleşmiş bir ömrü…”
Oğuz Atay’ı ayaküstü ve o kadar az gördüm ki, onunla ilgili ancak bir tek izlenim edindim: Koskocaman bir kediye benziyordu tıpkı. Çok kocaman ve çok güzel bir kediye, öyle benziyordu ki, ona elimi uzatınca ‘miyaaav’ diyeceğini sandım. Miyavlayacağı yerde ‘tanıştığımıza memnunum’ deyince şaşırıp kaldım.”
Mina Urgan’ın anılarını bazen coşkuyla bazen buruklukla ama hep gülümseyerek okuyacaksınız.” (kitapyurdu)
KONUK YAZAR
ÇUKUROVA’DA EMEK EDEBİYATI VE ORHAN KEMAL/Mehmet KARASU
Orhan Kemal, 1914 yılında Ceyhan’da doğdu, 1970 yılında Sofya’da öldü. B.M.M I. Dönem milletvekillerinden, Abdulkadir Kemali’nin oğludur. Babası, Adana2da kurduğu (1930) Ahali Cumhuriyet Fırkası bakanlar Kurulu kararıyla kapatılınca Suriye’ye kaçtı. Orhan kemal de ortaokuldaki öğrenimini bırakarak bir yıl kadar babasının yanında kaldıktan sonra Adana’ya döndü (1932). Çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık, kâtiplik yaptı. Askerlik sırasında yabancı bir rejimi övmek suçlamasıyla kovuşturmaya uğradı, beş yıl hüküm giydi (1939). Kayseri, Adana, Bursa cezaevlerinde yattı. Bursa’da Nazım Hikmet’le tanışması yaşamında bir dönüm noktasıdır. Hapisten çıkınca (1943)amelelik, sebze nakliyeciliği, Verem Savaş Derneği’nde kâtiplik yaptı. İşten çıkarılınca (19509 İstanbul’a yerleşerek yazarlıkla geçimini sağlamaya çalıştı. Bir ara lokantada propaganda yaptığı gerekçesiyle 142. maddeden yargılandıysa da aklandı. (1966) çağrılı bulunduğu Bulgaristan’da öldü. Cenazesi İstanbul’a getirilip Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Orhan Kemal’in heceyle yazdığı ilk şiiri, Duvarlar, Reşat Kemal imzasıyla Yedigün’de çıktı. (1939)Bunu Raşit Kemali adıyla yayınladığı şiirler izledi. Nazım Hikmet’le tanıştıktan sonra serbest şiirler yazdı. Yine nazım Hikmet’in etkisiyle öykü ve romana geçti. Şiiri sürdürmekle birlikte çalışmalarını öykü alanında yoğunlaştırdı. İlk öykülerini de aynı yıllarda yayımladı. (bir Yılbaşı Macerası Yeni Edebiyat, 1941). Orhan kemal adını iseYürüyüş’te çıkan (1942) şiir ve öykülerinde kullanmaya başladı. Varlık’ta art arda yayımladığı öykülerle adını duydurdu.ilk öykü kitabıyla (Ekmek Kavgası9 ilk romanını (Baba evi) aynı yıl (1949) yayımladı.
Otobiyografik özellikler taşıyan ilk romanlarında Adana’daki işçi çevrelerini, göçmen mahallelerinin insanlarını gerçekçi bir tutumla anlattı. Sanayileşen Türkiye’nin toplum yapısını, işçi-işveren ilişkileri, büyük kente gelen gurbetçilerin serüveni, geçim kavgaları, küçük insanın dünyası çevresinde yansıttı. Aydınlık gerçekçilik denebilecek bir sanat anlayışıyla tiplerinin olumlu yanlarını vurgulamaya, konusuna iyimser bir bakış açısıyla yanaşmayı amaç edindi. Hareket öğesinin, diyalogun ağır bastığı yapıtlarında önceleri şive özelliklerine yer verirken sonraları bunu en aza indirdi. Ama yalın, süssüz anlatımını ruh çözülmelerine girdiğinde bile değiştirmedi. Bu özellikleriyle Türk öykü ve romanında toplumcu gerçekçi çizginin usta adlarından biri oldu. Öykü ve roman dışında film senaryoları, oyunlar da yazdı. Doğrudan oyun olarak yazdığı tek yapıt İspinozlar’dır. (1965) Daha sonra Yalova Kaymakamı adıyla sahnelendi. 72. Koğuş, Bekçi Murtaza, Eskici Dükkanı, Kardeş Payı adlı oyunları, aynı adı taşıyan yapıtlarından oyunlaştırılmışlardır. Ölümünden sonra adına bağlanan bir roman armağanı düzenlendi.
Orhan Kemal, arkasında 42 kitap bırakmıştı: 11 öykü, 26 roman, bir anı, bir de inceleme.
Orhan Kemal’in kahramanlarınıngerçek olup olmaığı sorusu gelecek aklınıza. Bir bakın çevrenize., güzel ama eğitimsiz, daha kötüsü bilinçsiz,genç kızlar, genç kadınlar yok mu? Peki ünlerinifabrikalarda, atölyelerde geçirenler, önce ekmek diyenler.Orhan Kemal bütün bu öyküleri, daha güzel bir dünyayadaha güzel bir düzene ulaşmak için yazdı. Çukulata öyküsündeki hiç çukulata yememiş, küçük bir kızın yürek burkan öyküsü, Birr Ölü’nün Çevreside’ki, namusuyla çalışacak bir iş bulamadığı için kendini asan genç anne, bugün yaşıyor mu, bir düşünelim.
Sonra onun zorlukları aşmak için direnen, uğraşan, mutluluğa kendi gücüyle ulaşan kahramanlarını anımsayalım. Hem işte hem evde çalışan, sevdiği insanı paraya pula değişmeyen Cemile, Gurbet Kuşları’nda her türlü yıkımı aşmak için kocasına destek olan Ayşe, annesinin yazgısını paylaşmamak için bütün koşullara karşı koyan bir kadını, Leyla’nın kızı Nuran (Sokaklardan Bir Kız). Evet bunlar yaşıyor.
Orhan Kemal, bilinçli ve kötü koşulları aşacak direngenlikte örnekler vermek istiyordu gençlere. Belki o kadar erken ölmese gençlerin uyuşturucunun ve fuhuşun batağına düşmemesi için çalışan gençlerin de öyküsünü yazardı.
Orhan Kemal bize üç şey getirdi: Kinsiz, herkese açık, cömert yüreğinden insan sıcaklığı; hayat serüveninden, sonra da kafasının ışığından bilinç; insana olan sonsuz güveninden de umut.
Orhan Kemal’in yaşantısı, ezik, sömürülmüş, küçük insanların kaderiyle aynı düzeyde gelişen bir yaşantıdır. Bu yaşantıdan, düşünce hayatımıza, aldatmacasız, sömürüsüz bir dünya doğrultusunda sağlam bir bilinçle köklü bir umut ışığı getirmeye çalaıştı Orhan Kemal.
Eserlerine önce yaşantısından başladı. Baba Evi’ndeki o sorumsuz hayatının hesabını vere vere, Avare ‘Yıllar’ın başıboş delikanlısından bilinçli bir insan doğuncaya kadarki kesimiyle. Sonradan hapishanede Nazım Hikmet’in aydın ve büyük sanatçı kişiliğinde vardığı bilince, daha avare yıllarında mavi tulumlu İzzet Usta’nın (belki de zaman sürçmesine uğramış bir Nazım Hikmet’tir bu) öğütlerinde varmasıyla, kendi hayat kesiminin bilinç aşaması sona eriyor. Artık Orhan kemal, bu büyük atılımlı bilinçle büyük eserlerine başlayacaktır. Önce Çukurova’nın ezilmiş, hayatları hiçe sayılan küçük insanlarının kaderine eğilecek, sonra şehirlerin kenar mahalle insanlarını ele alacaktır. (Vedat Günyol, Çalakalem, 1977)
HAFTANIN ŞİİRİ
FAHRİYE ABLA/ Ahmet Muhip DRANAS
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!
HAFTANIN SANAT GÜNDEMİ
Haziranda Ölmek Zor
Haziran ayının ilk günlerinde yaşamını yitiren Nâzım Hikmet-Orhan Kemal ve Ahmed Arif ülkemizin birçok yerinde, farklı etkinliklerle anıldı.
Orhan Kemal, öykü, oyun ve romanlarında; Çukurova’nın katı gerçeklerini, toprak paylaşım kavgasını, emekçilerin alın terini çalanları, yorgunluktan bacağını patoza kaptıranları, sıtmadan zangır zangır titreyenleri, işsizliği, açlığı, İstanbul’un kenar mahallelerinde yaşayanları, Beyoğlu’nun arka sokaklarında gençliğini harcayanları, sokak çocuklarını, fabrika işçilerinin dünyasını anlatmıştır.
Nâzım Hikmet, gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, ekmek, gül ve hürriyet günleri için mücadele eden, beklenen haklı günleri, güzel günleri elleriyle yaratacak olan işçi sınıfını yazmış, ekmek, pirinç, şeker, kumaş ve kitabın herkese yeteceğini, büyük insanlığın umudu olduğunu ve umutsuz yaşanmayacağını, paranın padişahlığını, karanlığını yobazın yenecek, hayatı üreten ve yaratanlara selam göndermiştir.
Ahmed Arif şiirimize dağlarına bahar gelmiş memleketinin, domdom kurşunuyla sorgusuz sualsiz kurşuna dizilenlerin, doğduğunda töremiz böyle diye üç gün aç bırakılanların sesini soluğunu katmıştır. Yaşamı boyunca ezilenin, güçsüzün yanında duran, memleketlileri sömürülmesin, öldürülmesin diye yazan, söyleyen, işkence gören, bunların yaşanmayacağı günleri görmeyeceğini bilse de, halka o günleri gösterebilmek için mücadele eden Ahmed Arif.
Edebiyatımızın bu üç büyük usta yazarını, Hasan Hüseyin’in “Haziranda Ölmek Zor” dizesi ve şiiriyle sevgiyle, saygıyla anıyoruz. Onların özlem ve düşleri, bizim de uğruna mücadele ettiğimiz, yazdığımız, söylediğimiz düşlerdir.
Fakir Baykurt Öykü Ödülü’nün sahibi Mustafa Orman oldu
Sarıyer Belediyesi tarafından bu yıl 9. kez düzenlenen Fakir Baykurt Öykü Ödülü açıklandı. Ödüle, Everest Yayınları tarafından yayımlanan Ovada Paldır Küldür isimli kitabıyla Mustafa Orman layık görüldü.
“Yazar; kişilik oluşturmakta sabırlı, incelikli, özenli davranıyor”
Jüri ödül gerekçesini şöyle açıkladı:
“Öyküler içinde gizlenen öykülerle ilerleyen eser, sayfalarda katmanlar halinde yavaş yavaş açılıyor ve her biri bağımsız birer öykü olduğu sanılan olaylar bütünleşerek tek bir öyküye dönüşüyor. Bu durum okuyucuda, öykülerin bir bütün olarak yeniden okunması isteği yaratıyor.
Öykü kişilerinin pişmanlıklarını, vicdani sarsılmalarını, zaaflarını, heyecanlarını, hayal kırıklıklarını ve dürtülerini okuyucuya başarılı bir şekilde hissettiren yazar; kişilik oluşturmakta sabırlı, incelikli, özenli davranıyor. İyimser olmayı çıkış noktası olarak ele alırken, sarsıcı insan ilişkilerini ve olaylar örgüsünü başarılı bir ustalıkla bir araya getirmeyi başarıyor.
Bütün bunların yanında anlattığı olayları edebiyat duyarlılığından uzaklaşmadan kavrayan yazarın, anlatımındaki özen, dili kullanmadaki çeşitlilik, betimlemelerdeki imge zenginliği ve öyküleri yansıtılan kişilerin sahiciliği kayda değer bulunmuştur.”
Ödül töreninin tarihi Korona virüsü salgını nedeniyle henüz açıklanmadı.
Fakir Baykurt Roman Ödülümüzün sonucu belli oldu.
Turan Ali Çağlar’ın “Amasanga” adlı eseri, Secici Kurulumuzun oybirliği ile ödülü kazandı.
Adnan Binyazar, Öner Yağcı, Işık Baykurt, Hidayet Karakuş ve Bahri Karaduman’dan oluşan Seçici Kurulumuz, koronovirüs nedeniyle zoom bağlantısıyla toplanarak, raporlarını değerlendirdi ve sonucu açıkladı.
Nazım Hikmet ölümünün 57. yılında mezarı başında anıldı
Şair Nazım Hikmet, ölümünün 57. yılında Rusya’nın başkenti Moskova’daki mezarı başında anıldı.
Novodeviçye Mezarlığı’nda yeni tip koronavirüs (Covid-19) önlemleri nedeniyle sınırlı sayıda katılımla anma töreni düzenlendi.
Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Mehmet Samsar, Türk kurum ve kuruluşlarının Moskova’daki temsilcileri, Rus-Türk İşadamları Birliği (RTİB) yöneticileri Nazım Hikmet’in mezarına çelenk ve karanfiller bıraktı.
Törene katılanlar, mezarı başında Nazım Hikmet’le ilgili konuşmalar yaptı.
Moskova’da Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı, Covid-19 önlemleri nedeniyle sanat ve edebiyat dünyasından isimlerin katılımıyla internet üzerinden çevrim içi anma etkinlikleri gerçekleştirecek.
İstanbul Kitap Fuarı’nın ‘Onur Yazarı’ Nazlı Eray oldu
39. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı bu yıl 31 Ekim-8 Kasım tarihleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi-Büyükçekmece’de düzenlenecek. Fuarın “Onur Yazarı” Nazlı Eray seçilirken teması ise “Kitabın Büyülü Dünyası” olacak. Tema kapsamında fantastik edebiyattan bilim kurguya büyülü gerçekçilik akımına odaklanılacak. Eray’ın katılımıyla söyleşi, panel ve etkinlik düzenleneceği fuarda yazarın yaşamına ve eserlerine odaklanan bir anı kitabı hazırlanacak.
1945 yılında Ankara’da doğan Nazlı Eray’ın yazma serüveni 1959’da ortaokul yıllarında kaleme aldığı “Mösyö Hristo” öyküsü ile başladı. Öyküleri, Türk Dili, Varlık, Oluşum, Yazko Edebiyat, Gösteri, Adam Öykü ve Dönemeç gibi dergilerde yer alan Eray’ın ilk öykü kitabı Ah Bayım Ah ise 1976’da yayımlandı. Eray, Yoldan Geçen Öyküler kitabında yer alan “Karanfil Gece Kursu” öyküsüyle 1988 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü; Aşkı Giyinen Adam romanıyla 2002 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandı.
Eray’ın öykü, roman ve oyunları pek çok dile çevrildi. Öykülerinden kısa film ve televizyon dizileri yapıldı. “Monte Kristo” ve “Rüya Sokağı” öyküleri 2005’te İtalyan Yönetmen Angelo Savelli tarafından L’ultimo Harem (Son Harem) adıyla oyunlaştırıldı, İtalya ve Türkiye’de sahnelendi. Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) üyesi olan Eray, ABD Iowa Üniversitesinin de onursal üyesidir. Yazarın güncel kitapları Everest Yayınları tarafından yayımlanmaktadır. (Evrensel)
DEĞERLERİMİZ
CEMİL MERİÇ
Cemil Meriç, 12 Aralık 1916 tarihinde, Reyhanlı, Hatay’da dünyaya geldi. İlk ve orta dereceli öğrenimini Hatay’da tamamlamasının ardından İstanbul’da bulunan Pertevniyal Lisesi’ne kayıt olan Meriç, bu okulu bitirmesinin ardından İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe eğitimi aldı.
Üniversiteyi başarıyla bitiren Meriç, memleketi Hatay’a dönerek bir süre öğretmenlik ve Tercüme Kalemi’nde reislik görevlerinde bulundu. 1940 yılında tekrar okumaya dönerek İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı] bölümünü bitiren Meriç, 1942-1945 yılları arasında Elazığ’da, 1952-1954 yılları arasında ise İstanbul’da Fransızca öğretmenliği görevinde bulundu. Daha sonraki yıllarda İstanbul Üniversitesi’ne geçen başarılı yazar, burada yabancı diller bölümünde ve sosyoloji bölümünde dersler verdi.
Cemil Meriç’in ilk yazısı, 1941 yılında İnsan dergisinde yayınlandı; Honore de Balzac üzerine bir incelemeydi bu. 1943 yılında ise Balzac’tan bir yapıtı dilimize kazandırır; Altın Gözlü Kız. Bu kitabın içerisinde Cemil Meriç’in kaleme aldığı 74 sayfalık bir önsöz niteliğinde Balzac incelemesi de bulunmaktaydı. İstanbul Üniversitesi’nde Fransızca okutmanı olarak görev yaptığı yıllarda çeviri eserleri dilimize kazandırmaya devam eden Meriç, 1947 yılında Yirminci Asır adlı dergide yazarlık yapmaya başladı; bir yıl kadar süren bu dönemin ardından 1953 yılında kısa bir süre için daha aynı dergide eserleri yayınlanacaktı.
1964 yılında gözlerini tamamen kaybeden Meriç, bu durumun eserleri ve tercümelerini engellemesine izin vermedi; eserlerini öğrenci ve asistanları aracılığıyla kaleme aldı. 1974 yılına kadar İstanbul Üniversitesi’nde ders vermeyi sürdüren başarılı yazar, bu tarihte emekliliğini vererek üniversite hayatını sona erdirdi. Fakat bu durumun çalışmalarının hızını kesmesine izin vermedi. Yıllar boyunca biriktirdiği bilgiyi kaleme alma şansı yakalayan Meriç, bu dönemden sonra artan bir hızla düşüncelerini kağıda döktü.
1984 tarihinde beyin kanaması geçiren Cemil Meriç, aynı yıl içerisinde bir de felç geçirdi ve 13 Haziran 1987 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Kendisi gibi öğretim görevliliğini seçen kızı Ülkü Meriç, ülkemizin önemli sosyoloji profesörlerinden birisi olarak babasının mirasını sürdürdü.
Eserleri
İnceleme
Hint Edebiyatı (1964)/Saint Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist (1967)/Bir Dünyanın Eşiğinde (1976)
Işık Doğudan Gelir (1984)/Kültürden İrfana (1985)
Deneme
Mağaradakiler (1978)/Bu Ülke (1974, 1985)/Umrandan Uygarlığa (1974)
Günlük
Jurnal I (1992)/Jurnal II (1994)
Diğer Kitapları
Kırk Ambar (1980)/Bir Facianın Hikayesi (1981)
Sosyoloji Notları ve Konferanslar (1993)
Ödülleri
Türkiye Millî Kültür Vakfı Ödülü (1974)
Türkiye Millî Kültür Vakfı Ödülü (1983)
Ankara Yazarlar Birliği Derneği’nin Yılın Yazarı Ödülü (1983)
Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Fikir Eserleri Ödülü (1981)
T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü (2015)