Haftanın Kitabı
Baba Evi – Avare Yıllar
Orhan Kemal/Everest Yayınları
Yazdıklarında kimi zaman biyografik öğelerden de yararlanan Orhan Kemal’in en sevilen kitaplarından biri olan Baba Evi, “Küçük Adamın Romanı” dizisinin ilk kitabı. Çocukluktan gençliğe geçişi edebiyatımızda en iyi anlatan metinlerden biri olan Baba Evi, yine yazarın çok sevilen romanı Avare Yıllar’ın öncesini oluşturuyor.
Avare Yıllar, halkına inanan bir yazarın dilinden, bireyin, zorlu bir çocukluğun ardından yetişkinliğe geçişte yaşadığı doğruları bulma mücadelesindeki korkularının, kaçışlarının ve geri dönüşlerinin romanıdır.
Orhan Kemal’in kitapları bir okurun hayatta rastlayabileceği o çok nadir hazineler arasında yer alır. Çok az yazar okurunun dünyasında onun kadar iz bırak, okurunu onun kadar biçimlendirir.
Orhan Kemal umudu ve iyimserliği yeniden kazanmamız için yol gösterir bize. Edebiyatımızın en değerli ustalarından biri olan Orhan Kemal’in unutulmaz yapıtı. Her zaman okunabilecek bir başyapıt
Konuk Yazar
Yerin Tanrı’ya Bakan Gözü:
AMİK GÖLÜ/ Nuri Taner
I-YUMUŞAK BİR DALGA, ILIK GÖVDESİYLE GELİP AYAKLARINIZA BAŞINI KOYAR.
Yürüyün, çıkın Antakya’dan.
Binin Silpius Dağı’nın sırtına! Fısıldayın o görkemli dağın kulağına, sizi zaman içinde bir yolculuğa çıkarsın. Sesinizi ne Antakya Kalesi’nin surları duysun ne de aşağıda uyuyan mavi dilli Orontes canavarı.
Gözleriniz sizin pusulanız olsun.
Aman ha, ne Orontes’e görünün, ne de ufak bir tıkırtı ile onu uyandırın!
Antik çağdan beri, derinliklerinde sakladığı pençelerini çıkarmış, akışındaki en sessiz yerinde kollarına takmıştır bile. Orontes canavarı, güneşin kavurucu sıcağının altında, yüksek kıyılarının gölgesine sinmiş, horuldayarak uyumaktadır.
Öfkeyle uyanırsa, uyandırana öyle bir pençe atar ki, yakalayamazsa bile, tırnaklarının çizdiği toprak, yeni bir dereye yatak olacak derinlikte olur.
Sinin Silpiuos’un kuytuluklarına, saklanın. Orontes canavarı görmesin sizi.
Silpiuos’un yükseltilerinden ovaya, ovanın maviliklerine bakın! O canavarın, Antakya topraklarının derinliklerinde kayboluşuna bakın.
Bulunduğunuz noktadan, sol yanınızdaki güneşin sıcak dizinde, Silpiuos’un göğsüne başınızı koyup, uzanıp giden, mavi gök altındaki ovayı, hayat dolu havasıyla içinize derin derin çekin.
Bulutların dağa indiği zaman parçasında güneşi bekleyin.
Güneş, yorgun argın, nefes nefese Silpius Dağı’na indiğinde, sakın unutmayın! Hemen tutunun sıcak ışınlarına, yumun gözlerinizi!.
Nerede bulacaksınız kendinizi bilir musunuz?
Hadi, onu da ben söyleyeyim: Amik Gölü’nün kıyıcığında. Sazların, bataklığın biraz ötesinde yüzlerce kuş çığlığının arasında.
O sazlara ürküntü ile bakmayın. Onların yürek ürperten, göz yaşartan neylere ses olarak, analık ettiğini unutmayın!
Bir daha kırpın gözlerinizi.
Kendinizi Amik Gölü’nün güneyinde, kıyıdaki dalgaların başında bulursunuz. Sessiz, yumuşak bir dalga, ılık gövdesiyle gelip ayaklarınıza başını koyar. Size dostluğu, güveni, güzel yürekleri uzun uzun anlatır.
II-AĞCADENİZ YA DA HALKININ “BUHAYRATU ANTAKYA” SI
Amik Ovası…
Ucu var, sonu yokmuş gibi görünür gözünüze.
Bir deniz…
Amik Gölü…
Yüzyılların içinde Araplar bu göle, “ Buhayratu Antakya” (Antakya Gölü) veya “Al Buhayra” adını vermişler.
Türkler, bu koca göle “Ağcadeniz”, “Akdeniz” demişler. Kimi boylar ise gölün adını “Yağra” olarak söylemişler. Hatta Arapların, Amik Gölü’ne, Yılan Balığı Gölü anlamında, “Buhayratü’ssallur” dedikleri kayıtlarda görülmektedir. O yüzden bu adın, gölde yılan balığı yetiştiriciliğinden geldiğini söyleyenler de vardır.
Gölün tarihi, tarihçilerin işi.
Biz, haberi söylencelerden, masallardan, efsanelerden verelim.
Derler ki:
“Denizlerin Atası, Ak Deniz daha yerde emeklerken onu büyüten dedesi Buhayratu Antakya, ona ilk dalgayı, kıyı dövmeyi, kumsalda yayılmayı, lodosta çıldırmayı, korsanları alıp dibe çekmeyi, en deli dalgalarda rüzgara “denizce” küfretmeyi, hep o öğretmiştir. Yaşlandığında ona Ağcadeniz ya da Akdeniz demişler. Ama yavru Ağcadeniz büyüyüp serpilince dedesine duyduğu saygıdan ötürü adını soranlara Akdeniz demeye başlamış. Ama asıl Akdeniz, yaşlanıp şimdilerde ölmüş, orada burada kalan son parçalarına Amik Gölü demişler.”
“Garbî yeli serin değer
Akçadeniz dalga döğer
Karac’oğlan yarin anar
Sen estikçe garbî yeli”
KARACAOĞLAN
III-YERİN TANRI’YA BAKAN GÖZÜ: AMİK GÖLÜ
Amik Gölü…
Kutsal Göl…
Yeryüzünün en kutsal topraklarına sahip Antakya’ya bereket sunan Tanrı’ya, bire bin verdirmesini dileyen toprağın gözü!
Nemli, yakaran dudaklarınla imparatorların, büyük inanç önderlerinin ayak sürdükleri bu toprakların barışı, kardeşliği, sonsuza değin sürsün diye yakaran toprağın gözü!
Tanrıya, en derin maviliğinle bak!
Maviliğin, gökyüzünün maviliğiyle bütünleşsin!
Suların yıldız külleriyle ışıldasın!
Ey toprağın Tanrıya bakan en kutlu gözü!
Barındırdığın binlerce canlın ile toprağında yaşayanlarını doyur, onları yaşat! Mavinin sonsuzluğu sana en maviliğimle seslenmek bu topraklara borcumdur! Kutsallığın, zenginliğin ve gücün anası toprağını utandırma!
Derler ki:
“Hızır, bir gün Antakya’da dolaşmaya çıkmış. Silpius Dağı’nın eteğindeki dümdüz bir ovayla karşılaşmış.
Bu düzlükten doğruca yürüyüp Süveydiye`ye gitmek istemektedir. Göğsüne kadar yükselen bir otluktan geçerken otların kurumuş, su yılanlarının, kurbağaların daha yüzlerce canlının kavrulmak üzere olduğunu görmüş.
Geçen kişinin Hızır olduğunu anladıklarından bitkiler, böcekler, hayvanlar hep bir ağızdan:
“Ya Hızır! Kuraklıktan ölüyoruz. Bir damla suya muhtacız. Sizin duanıza ihtiyacımız. Tanrı’ya adımıza bir dilekte bulunun! Belki sizin hatırınıza iki damla su düşer!” demişler.
Hızır, ellerini kaldırmış, Tanrı’ya:
“Ey, yeri göğü yaradan! Bu canlılara iki damla su!” demiş.
O anda bir ses işitmiş:
“Ey Hızır! Ayağının tabanıyla yere üç kez dokun!”
Hızır, yere dokunmuş. Önce bir su fışkırmış. Fışkıran su öyle bir hızla ovayı doldurmuş ki Hızır kendini zar zor Süvediye yoluna atabilmiş. Daha gün batıma varmadan koca ova geniş, büyük bir göle dönüşmüş.
Böylece bitkiler, böcekler, hayvanlar bir su cennetine kavuşmuşlar.
Yine derler ki:
“Amik adı, sürekli veren, karşılık beklemeden doğadaki her canlıyı besleyen bir ana konumuna gelmiş. Bu ad da Ana anlamında günümüze gelmiş.”
Doğru mu?
Bilmem.
Bana da öyle anlatıldı.
Haftanın Şiiri
EHLEN (Süleyman Küçükrecep’e)/Hikmet Güzelkokar
Eğer gidecekseniz Antakya’ya
Kekikli dağlar bekler sizi kapısında göreceksiniz
Sizin için yeniden uyanacak Amanos
Çağıracak rüyalarını geçmiş zamanlardan
Mığır tepesinden Amik’e doğru
Bir ağaç denizinden ineceksiniz
Asi boyunca başak kokusu burcu burcu
Sarmaşık güllerin pencerelerdeki dansı ile
Ağırlayacaklar sizi gönül sofralarında
Defne şelale midir, çağlayan derelere soracaksınız
Ya da o an Apollon siz olacaksınız
Yorgun caddelerin dar sokaklarında
İnsan çağını, belki bir çocuktan duyacaksınız
Belki bir çeşme anlatacak susamışların düşünü
Belki de avlusuna çağıran nineden öğreneceksiniz
Bir türkü inerse kulağınıza ta Mağaracık’tan
Süleyman’ın türküsüdür “Lokman Hekim”
Ve koşarak çıkacaksınız Seleucia Pierra merdivenlerini
Güneş suya salarken dikenlerini
Unutacaksınız insanın insana isyanını
Kumsalların üstünde uyanacaksınız
Nereden bir el dokunsa yüreğinize
Ehlen diye bir ses duyarsanız
Ya da kollarını açmış bir gülüş
Bir gözleri sürmeli
İşte bu, bu Antakya’m
“Ehlen” diyenin yüreğinde kaybolacaksınız
Haftanın Sanat Gündemi
TYS ve PEN Türkiye ortak açıklaması: Yaşar Kemal’e Saygı
TYS ve PEN Türkiye ortak açıklamasında Gazeteci Soner Yalçın’ın Yaşar Kemal ile ilgili sözlerine tepki gösterildi, Yalçın’ın Yaşar Kemal hakkında haksız bir değerlendirme yaptığı belirtildi.
Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN Türkiye tarafından yapılan açıklamada Gazeteci Soner Yalçın’ın Sözcü Gazetesi’nde yayınlanan 19 Haziran 2020 tarihli ‘Ahlâk Davası’ başlıklı köşe yazısında, Yaşar Kemal için, “Yaşar Kemal şahsına yararı olmayan hiçbir şeyle ilgilenmedi maalesef…” diyerek haksız bir değerlendirme yaptığı belirtildi.
“Yaşar Kemal Kürt Sorunu, Ermeni Sorunu, demokrasi, özgürlük gibi ülkenin temel sorunlarında, çağının tanığı olmanın yanında sanığı da olmaktan çekinmeyerek cesurca gerçeğin, haklının, mazlumun yanında, ezilenden, sömürülenden, kırımlara uğrayanın, dili, kültürü yasaklananın, tehcir edilenin, öldürülenin, sürgüne gönderilenin, devletin sopası başından eksik edilmeyenin yanında safını belirlemiştir.
‘Zulmün Artsın’ diyerek zalime karşı durmuş susmamış, yılmamış sözünü hep söylemiştir.
Yaşar Kemal yaşamı boyunca, örgütlü mücadelenin içinde yer almış, 12 Mart Darbesi ile ülkemizin içine düşürüldüğü karanlığa karşı, yazarların emeğinin korunması, tam bir söz ve yazı özgürlüğünün gerçekleştirilmesi ve korunması için her türlü yasal mücadeleyi sürdürmek amacıyla kurulan Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kurucu genel başkanı olmuştur.
Yaşar Kemal Türkiye PEN Yazarlar Derneği’nin ilk genel başkanıdır. 12 Eylül faşizminde tüm dernekler kapatıldıktan sonra PEN Türkiye’nin yeniden hayata dönmesini sağlayandır.
1960’lı yıllarda, TİP’nin Genel Yönetim ve Merkez Yönetim Kurulu üyesi olmuş, radyoda parti sözcüsü olarak konuşmuştur. Mahalle mahalle, kahve kahve dolaşıp Türkiye İşçi Partisini anlatmıştır.
Aydınlar Dilekçesinin dinamolarındandır.
İnsanlığın yüz karası olan F Tipi cezaevlerine karşı en cesur sesi yükseltmiş, açlık grevlerine son verilmesi için en büyük mücadeleyi vermiş isimdir.
Reklamını yapmadan, böbürlenmeden, kimselere belli etmeden, hapishanelerde çürüyen aydınlara, haksız yargılananlara her daim el uzatmış insandır.
Yaşar Kemal, “namuslu bir hayat yaşamış” gerçek bir aydınımızdır.
Edebiyatımızın evrensel sesi Yaşar Kemal yaşamıyla, yapıtlarıyla hep yaşayacaktır.”
Orhan Kemal Cibali’de anıldı
Orhan Kemal, ölümünün 50. yıl dönümü dolayısıyla Cibali’deki evinin önünde anıldı.
Edebiyatımızın unutulmaz ismi Orhan Kemal 50. ölüm yıl dönümünde Cibali’deki evinin önünde anıldı. Anmaya katılanlar evin müzeye çevrilmesini talep etti. Anmada konuşma yapan Mehmet Geyik “Evin restore edilip müze veya kütüphane olarak gelecek nesillere miras bırakılmasını talep ediyoruz. Sene sonunda açılması planlanan Eminönü-Alibeyköy tramvay hattının Cibali durağının adının ‘Cibali Orhan Kemal Durağı’ olmasını istiyoruz.” dedi.
Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ 107 yaşında
Sümerolog ve tarihçi Müezzez İlmiye Çığ, yeni yaşını kutluyor: “Çalışmaktan bıkmadım”Çığ’ın doğum günü için Mersin Büyükşehir Belediyesi Kongre ve Sergi Sarayı’nda bir tören düzenlenecek. Sayısız eseri ve çalışması bulunan Çığ, ”Çocukluğumu dün gibi hatırlıyorum. Hayatım boyunca ne istediysem başardım, yapamadığım hiçbir şey yok. Atatürk’ün dediğini yaptım, halen yapıyorum. Çalıştım, Çalışmaktan hiç bıkmadım” açıklamasında bulundu.
Belleğimizdeki Kadınlar
MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ
Muazzez İlmiye Çığ 20 Haziran 1914 yılında Bursa’da dünyaya geldi.
Muazzez İlmiye Çığ 20 Haziran 1914 yılında Bursa’da dünyaya gelen Çığ, sümerolog, bilim insanı ve tarihçi gibi hatrı sayılır unvanlara sahip.
Kurtuluş Savaşı yıllarında ailesi Çorum’a yerleşen Çığ, ilkokula burada başladı fakat o beşinci sınıfa geçtiğinde aile tekrar Bursa’ya döndü. Bizim Mektep adlı özel bir okulda Fransızca ve keman dersleri gördü. 1926 yılında Kız Muallim Mektebi’ne girdi. 1931 yılında mezun olan Çığ, babası gibi öğretmenlik yapmaya başladı ve Eskişehir’e tayin oldu.
Atatürk’ün isteği ile 1935‘te Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sümeroloji bölümüne girdi. 1940 yılında mezun olan Çığ, İstanbul Arkeoloji Müzesi‘ne tayin edildi. Burada, dünya için çok büyük önem taşıyan bir işe imza attı ve Sümer, Akad ve Hitit dillerinde yazışan çivi yazılı belgeler arşivini oluşturdu ve katalog haline getirdi. Philadelphia Üniversitesi Müzesi Tabletler Bölümü Başkanı Prof. Kramer ile yaptığı çalışmalar ile Sümer edebiyatına yeni konular kazandırıldı, eksik olanlar tamamlandı.
1940 yılında aynı okulda okuduğu Kemal Çığ ile evlendi. Aynı yıl ilk kızı Yülmen, 1947‘de ise ikinci kızı Esin dünyaya geldi.
1960 yılında Heidelberg Üniversitesi‘nden aldığı davet üzerine 6 ay burada araştırma yaptı. 1965 yılında Roma‘da sergilenen Hitit sergisine başkanlık ederek sergiyi Londra’ya götürdü. Kısa bir süre kaldığı Londra’da da çalışmalarını sürdürdü.
1972 yılında Arkeoloji bölümünden emekliye ayrıldı ama çalışmalarına ve araştırmalarına devam etti. 1988 yılında Philadelphia Asuroloji kongresine katılan çığ, Prof. Dr. S. N. Kramer’in History Begins at Sumer (Tarih Sümerle Başlar) adlı kitabını çevirdi.
Muazzez İlmiye Çığ 2000 yılında Fahri Doktor unvanına layık görüldü.
Sümer ve Hitit kültürlerinin en önemli araştırmacılarından olan Muazzez İlmiye Çığ, on üç kitap ve birçok bilimsel makale yazdı. Bir çok ödül alan Sümerolog çalışmalarına halen devam etmektedir.
ESERLERİ:
Kur’an İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni (1995), Sümerli Ludingirra- Zaman Tüneliyle Yolculuk (1996), İbrahim Peygamber – Sümer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre (1997), İnanna’nın Aşkı / Sümer’de İnanç ve Kutsal Evlenme (1998), Zaman Tüneliyle Sümer’e Yolculuk (1998), Hititler ve Hattuşa / İştar’ın Kaleminden(2000), Gılgameş / Tarihte İlk Kral Kahraman (2000), Ortadoğu Uygarlık Mirası (2002), Ortadoğu Uygarlık Mirası 2 (2003), Sümer Hayvan Masalları (2003), Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği (2004), Vatandaşlık Tepkilerim (2004), Atatürk Düşünüyor (2005), Sümerlilerde Tufan / Tufan’da Türkler (2008
Bize Gelenler
1. Yedi Güzel/ Hikmet Güzelkokar/Ayata Yayıncılık
2. Dikenli Taç/ Aydan Yalçın/ Yazılı Kağıt Yayınları
3. Hatay Güney Rüzgarı Dergisi ( 239-240-241. Sayılar)
4. Şehir (Aylık Kültür Edebiyat Dergisi, 140 ve 141. Sayılar)
5. İnsancıl (Aylık Kültür ve Sanat Dergisi, 358 ve 359. Sayılar)
Ne Okusak?
1. Yüzyıllık Yalnızlık/Gabriel Garcia Marquez/ Can Yayınları
2. Bozkırkurdu/Hermann Hesse/Yapı Kredi Yayınları
3. Savaş ve Barış, 2. Cilt/ L. Tolstoy/ İş Bankası Yayınları
4. Ulusların Düşüşü/Daron Acemoğlu/Doğan Kitap
5. Anayurt Oteli/Yusuf Atılgan/Can Yayınları