Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Bir Yaz Romansı/ Arsuz 1974/ İhsan Kutlu/Karahan Kitabevi
“ Erken kalktım. Heyecanlıyım.
Dört yaz çadır kurup dostlarımla yaz tatili geçirdiğim bir yere, Arsuz’a, kardeşim ile birlikte gidiyorum. Otomobili kullanan o ve bana bu yöredeki inanılmaz değişikleri yol boyu anlatıyor, öfkelenerek gösteriyor ve bunun nedenini açıklıyor.
30 km’lik yenilenmiş ve genişletilmiş olan asfalt yol boyunca, denize burnunu sokmaya çalışan yazlık siteler tespih taneleri gibi dizilmiş. Site denilen bu yazlık villalar, konutlar 90’lı yılların sonunda tüm kıyılara yayılmış; benim de Turgutreis Akyarlar yöresinde bir yazlığım var; ancak bana hiçbir yer Arsuz tadı vermiyor ve veremez.
Bunun nedeni, belki de burada, nehrin kenarında kamp yapmak için kurduğumuz çadırlarımızda o anki biraz sefilce sayılabilecek olan yaşamımıza ters dostluğumuz, sohbetimiz ve zaman zaman yaşadığımız serüvenimizdir.
Elimde 1992 yılında yazmış olduğum ve benim İsveç Yazarlar Birliği’ne üye yapıldığım romanımın manusu var. Aşkım Deniz adını verdiğim bu küçük hacimli romanımı sonra bir kez daha yazıp yayınlamıştım; Arsuz’da kalacağım 3 gün boyunca Romanımdaki duyguları yeniden duyumsamaya, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışacağım. Aynı zamanda bu manusu yeniden gözden geçireceğim, eklemeler, düzeltmeler yapacağım ve yayınlamaya çalışacağım.” (Tanıtım Bülteni)
Konuk Yazar
Yazmak kötü görünmek iyi/C. Hakkı Zariç
Nicedir yazmış olmakla değil, görünür olmakla ilgilenen bir edebiyatımızın olduğunu düşünüp içlenmekte ve yanıt aramaktayım ama ne olacak ki diye ucunu bırakıyorum. İyi mi ediyorum emin değilim.
Bir konu hakkında fikir beyan etmenin, yazı yazmanın, araştırma yapmanın ve konuya odaklı bir toplamı ortaya çıkarmanın ne çok anlamı var oysaki? Aparılmış, uyarlanmış, uydurulmuş ya da haydi üretilmiş bir aforizma çözüyor her şeyi, ne yazık.
Gidişattan rahatsız mısın? Çekilen çilenin kutsallığı ya da dünyanın batması üzerine bir aforizma bulmak sorun olmasa gerek. Kitaplarda olabileceği gibi kamyon paçalığında ya da duvar yazılarında da bulmak mümkün.
İstanbul üzerine birkaç soru sormak geçiyor aklımdan… Nisan 1915’te Ermeniler, 6-7 Eylül 1955’de Rumlar İstanbul’dan kazınarak gönderildikten sonra, kültürel ortam nasıl bir yoksulluğa büründü. Pekâlâ gönderilenlerden kalan mala mülke konanların da yanıtlayabileceği bir soru bu ama şimdi ne anlamı var ki diye geçiyor insanın içinden. Türklük gelip takılıyor insanın aklına, çok matah bir şeymiş gibi.
1872 ile 1907 yılları arasında yapılan grevlerin bir kısmını dokuma sektöründe çalışan ve ağırlığını Ermeni ve Rum kadınların oluşturduğunun notunu bırakalım buraya. İstanbul Sözleşmesi o zaman farkında olmayarak imzalandı belki de.
Beykoz, Zeytinburnu, Kağıthane, Merter, Haliç, Maltepe gibi ilçe ve semtlerde kapanan fabrikalar işçi sınıfını kentin sur dışına mı sürdü? Özelleştirmeler şiirimize nasıl yansıdı? SEKA kapandıktan sonra Kocaeli’de nasıl bir dönüşüm yaşadı insanlar? Kâğıdın ithal edilmesi yayıncılığımızı hayli etkiliyor, buna eyvallah ama öykücülerimiz bu konuda ne yazdı, cahillik işte, bilmiyorum.
Durup bir pencereden bakma, derin derin susma, fosur fosur sigara içme hallerinden mütevellit bir edebiyat ortamımız var sanki. Aaaa… Hakkını yememek lazım, hamama giden, ordan çorbacıya akan, trende uyanıp uzun yola çıktığını fark eden karakterler de yok değil tabi. Başıma bir şey gelmeyecekse bu arkadaşların Cevdet Kudret okuyup okumadıklarını da merak ediyorum, ne yalan.
Refik Ağabey anlatmıştı… Cumhuriyet’te çalıştığı dönemde çok içtiği gecelerin kimisinde Cağaloğlu’ndan Harem’e gelip şehirlerarası bir bilet alarak yola çıkma tutkusundan bahsetmişti. Bir sabah Antalya’da uyanmasını, otogarda arkadaşlarıyla karşılaşmasını, yürürken ve Antalya’ya neden geldiğini merak ederken, o günlerde ve oradaki bir konserde “Gurbet ne yana düşer usta/ Sıla ne yana” dizelerinin şarkı yapıldığına tanık olduğunu… Çıraklığı bitmeyen şairdi Refik Durbaş…
Tersaneden fabrikaya, AVM’den rezidansa nasıl bir yol aldı edebiyatımız, diye soracak olsak hayatında traktör görmemiş insanlara şehirleşmenin, topraktan sürülmenin, gecekondulaşmanın ve kentin çeperinde sıtmaya, koleraya göğüs germenin cumhuriyetini de anlatmamız mı gerekecek. İyi de bunun için kimin vakti var?
Ankara’nın başkent olmasıyla İstanbul’da ne değişti? Aman ne diyorum, iki şehri kıyaslayacak her cümle için o klişe duruyor yerinde, Ankara’nın İstanbul’a geri dönmesini seviyor herkes. Bizim komşular da aynı fikirdedir kuşkusuz. Niye bu klişeler, başka bir sosyal gerçeklik yok mu acaba? Bu nasıl bir kent sosyolojisi allah aşkına. Yahu neyse Muharrem İnce mağduriyeti üretmenin anlamı yok. Şimdiye kadar nerdeydin, şimdiye kadar nerde olduğunu neden açıklamadın gibi sorular gelebilir ve ben de suçlayacak birilerini aramak zorunda kalabilirim.
Nicedir bir meyhanede, kahvede, kır bahçesinde, deniz kenarında ya da artık orası neresiyse oturup edebiyat konuştuğumuz yok. Herkes sosyal medya hesaplarına abanmış bir halde, olmayan bir gerçeklik yaşıyor. Yazıyor olmanın çok önünde görünür ve daha çok, daha çok görünür olmak. Göründükçe onaylanan bir statüsü var sanki yazan çizen insanın. Göründükçe de slogana, aforizmaya ihtiyaç artıyor maalesef…
Bizim, yani dolarla maaş almayan insanların bundan rahatsız olması elbette anlaşılır değil. Başta da yazdığım gibi birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bu günlerde aforizmalar ne kadar işimize yarar bilmiyorum. (Evrensel)
Haftanın Şiiri
Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim/Can YÜCEL
Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici – hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul\’a
Bi helallaşmak ister elbet , diğ\’mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy\’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Haftanın Sanat Gündemi
Türk modern şiirinin en önemli isimlerinden şair, çevirmen ve yazar Can Yücel, 21’inci ölüm yıldönümünde anıldı.
Eski Milli Eğitim Bakanı, Köy Enstitüleri’nin kurucusu ve öğretmen Hasan Ali Yücel’in oğlu, Canan Yücel Eronat’ın ikiz kardeşi ve ressam Su Yücel’in babası Can Yücel, 21 Ağustos 1926’da İstanbul’da dünyaya geldi.
İlham kaynağı ve şiirlerinin konuları doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygular üzerine şekillendi. Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde kullandığı yalın dili ve buluşlarıyla edebiyatseverlerin dikkatini çekti.
İstanbul’da Kuzguncuk’ta yaşayan ve ömrünün son dönemlerinde Muğla’nın Datça ilçesine yerleşen büyük şair, İzmir’de Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde kanser tedavisi görürken 12 Ağustos 1999’da, 73 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Şairin vefatından sonra Datça’daki evi müze haline getirildi.
Usta şair ölüm yıl dönümünde unutulmadı.
Taksav: “…Başka türlü bir şey benim istediğim, Ne ağaca benzer ne de buluta….” Vakfımızın kurucularından, usta şair #CanYücel’i aramızdan ayrılışının 21’inci yılında saygıyla anıyoruz.
Metin Uca: 21. ölüm yıldönümünde anısına sonsuz saygıyla… Kibar Hırsızın Türküsü şiirinden de onu en iyi anlamalara. Kara kalp #CanYücel
Ressam Onay Akbaş: Bugün günlerden CAN YÜCEL. “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi”
Can Yücel İzmit’te anıldı
İzmit Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, “İzmit Unutmaz” etkinliklerinde bu kez Can Yücel’i andı. Cumhuriyet Parkı Anfi Tiyatroda gerçekleştirilen etkinlikte Kent Tiyatrosu oyuncuları Can Yücel şiirlerini seslendirdi, müzik dinletisi gerçekleştirildi.
“YAZMAYIP DA NE YAPACAKSIN?”
Fethi Çeviker’in sunumuyla gerçekleşen etkinlikte şair yazar Ruhan Odabaş da konuşmacı olarak yer aldı. Fethi Çeviker, Can Yücel’in bürokrat bir aileden gelip işçi sınıfı bilinci almasını ve işçi sınıfına yaptığı katkılara değindi. Çeviker, “Can Baba’nın Emek Partisi’nin kurucuları arasında olduğunu ve Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin İzmir milletvekili adayı olduğunu hatırlatalım. Yazdığı İşçi Marşı hala dillerde. Onun katkıları hiç bir zaman unutulmayacak” dedi. Ruhan Odabaş ise konuşmasında, “Anadolu gibi bu kadar güzel ve kültür dolu bir yerde yetişip büyüyünce yazmayıp da ne yapacaksın? Can Yücel’in kendi özellikleri ve pratik zekası bu şiirleri günümüze kadar getirmiştir” ifadelerini kullandı. Konuşmasının sonunda Odabaş, Can Yücel’e yazdığı şiiri de okudu.
“İzmit Unutmaz” etkinliği, Odabaş’ın Can Yücel’e yazdığı şiir okuması, Kent Tiyatrosu oyuncularının Can Yücel şiirlerini okuması ve müzik dinletisi ile son buldu. (Evrensel)
Şiirin asaleti, yaşamın feraseti…
Furuğ’ın şiirlerini Türkçe’ye Celal Hosrovşahi ile kazandıran Onat Kutlar kitabın önsözüne, “güzel bir zamandı” diye yazar. 1960’lı yılları, İran’a buz gibi soğuk hava estiren Şah döneminin karanlık zindanlarını, Humeyni’nin ayak seslerini, milislerin öldürdüğü aydınların ardından dökülen gizli gözyaşlarını ve bu karmaşanın ortasında otuzlu yaşlarında hayatını kaybeden bir şair kadının İsfahan çinileri gibi ince, narin aşklarından kalan acıyı demleyerek… İki arkadaş, Onat ve Celal, Göksu’da ceviz kabuğu gibi sallanan bir sandalda konuşurlar bütün bunları… Furuğ, “İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına” dizelerini henüz yazmıştır. Sonradan bir ulusun şiiri olacaktır bu. Humeyni ve sonrasında yaşananları imleyen… Onat ve Celal, Göksu’da açılırken hayatlarının sırlarını verirler birbirlerine. Aşıktır Celal. Hem de deli divane. Furuğ’a…
Peki kendimize dair her şeyi sakınmadan konuşacak kaç adamımız oldu? Anahtarını eline verdiğimiz o gizli kutuyu çıkarsız taşıyan? Bu bir yüktür aynı zamanda. Sır, bir anlamda kalp anahtarıdır. Sırrı veren anahtarını teslim etmiş, sırrı alansa o anahtarı hayatı boyunca kaybetmeme sözünü vermiştir. (Erena Aysan/Birgün)
Mudanya Kitap Günleri başlıyor
Mudanya 2. Kitap Günleri; “Cumhuriyet Değerleri ve Aydınlanma” temasıyla başlıyor. 21-23 Ağustos tarihleri arasında Mütareke Meydanı ve İsmet İnönü Parkı’nda düzenlenecek olan kitap günleri kapsamında 40 yayınevi, 16 gazeteci, yazar ve sanatçı 3 gün boyunca 6 farklı söyleşi ve imza gününde Bursalı kitapseverlerle buluşacak.
ONUR KONUĞU AYŞE KULİN
Kitap günlerinin bu yılki onur konuğu, Yazar Ayşe Kulin olacak. “Cumhuriyet ve Çağdaş Yaşam” oturumunda Ayşe Kulin’e Yazar ve Yönetmen Nebil Özgentürk eşlik edecek. Oturumda Nebil Özgentürk’ün yazıp yönettiği “Ayşe Kulin” belgeselinin gösterimi yapılacak. Ayrıca Ayşe Kulin’in yakın dostu olan Türkan Saylan’ı anmak için Nebil Özgentürk’ün “Adı Türkan” belgeselinden kısa bir bölüm gösterilecek.
SÖYLEŞİLER VE İMZA GÜNLERİ
Açılış etkinliğinin ardından Oyuncu Levent Üzümcü, Nasuh Mahruki, Siyasetçi Eren Erdem “Türkiye’de Aydınlanma Mücadelesi” oturumunda konuşacak. Gazeteci-Yazar Fatih Yaşlı, Siyasetçi-Yazar Kemal Okuyan, Gazeteci Ceyda Karan 22 Ağustos saat 19.00’da “Siyasal İslam’ın Yükselişi”, Oyuncu-Tarihçi Pelin Batu, Oyuncu Nilüfer Açıkalın, Müzisyen Haluk Çetin ise aynı gün 20.30’da “Edebiyat ve Aydınlanma”, Gazeteci- Yazar Çiğdem Toker, Ünsal Ünlü, Yalçın Karatepe, 23 Ağustos saat 19.00’da “Kriz, Siyaset ve Adalet”, Gazeteci- Yazar Enver Aysever ve Mustafa Hoş ise 20.30’da “Cumhuriyet ve Ayrıntılar” oturumuyla Mudanya’nın konuğu olacak. Etkinlik süresince birçok yazar imza günlerinde Bursalılarla buluşacak.
“YAYINEVİ SAYISINI DÜŞÜRDÜK”
Geçtiğimiz yıl 65 gazeteci, yazar ve politikacının yanı sıra 65 yayınevinin katıldığı kitap günleri kapsamında 37 kültürel etkinlik düzenlendiğini hatırlatan Başkan Türkyılmaz, “Bu yıl Covid-19 tedbirleri kapsamında etkinlik günlerini, söyleşi ve konuk yazar sayılarını istemeden de olsa düşürdük. Açık havada, sosyal mesafe ve hijyen kurallarına uygun olarak düzenleyeceğimiz kitap günlerimizin Bursa’nın sosyal ve kültürel yaşamına ciddi katkılar sağlayacağını düşünüyorum. Her biri birbirinden değerli yazarlarımıza ve sanatçılarımıza teşekkür ediyorum” dedi. (Bursa/EVRENSEL)
Bir Portre:CAN YÜCEL
Çeşitli edebiyat, kültür ve siyasi dergilerde; şiirleri, edebiyat ve tiyatro çevirileri ile siyasal konularda yazıları yayımlandı. 12 Mart döneminde Che Guevara ‘nın “Gerilla Harbi” ve “İnsan ve Sosyalizm” kitaplarının çevirisi nedeniyle 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1974 affıyla tahliye oldu. 12 Eylül sonrasında “Somut” dergisindeki “Hamileler” isimli şiiri edebe aykırı, müstehcen olduğu iddiasıyla para cezasına çarptırıldı. Aynı iddiayla “Rengâhenk” adlı kitabı toplatıldı.
Şairliğini, şiirin külhanca raconlarından yararlanarak siyasal inançlarıyla yoğurdu.
12 Ağustos 1999 tarihinde İzmir’de öldü, vasiyetine uyularak Datça’da toprağa verildi.
Eserleri
Yazma (1950)/Sevgi Duvarı (1973)/Bir Siyasinin Şiirleri (1974)
Canfeda (1986)/Çok Bi Çocuk (1988)/Kısa Devre (1988)/Kuzgunun Yavrusu (1990) (Kay.antoloji.com)
Ne Okusak?
1.Denemeler /Montaigne/ Okuryazar Yayınevi
2.Bir Nefes Gibi/ Ferzan Özpetek/ Can Yayınları
3.Körlük/ Jose Saramago/ Kırmızı Kedi Yayınları
4.Cesur Yeni Dünya/Aldous Huxley/İthaki Yayınları
5.Dar Koridor/Daron Acemoğlu/ Doğan Kitap