Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Antakya’da Kültür-Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Haftanın

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Haftanın Kitabı
Barış Sofrası/Cengiz Bektaş|Evrensel Basım Yayın
“Cengiz Bektaş, denemelerinde “barış”ı anlatıyor. Ancak yazarın anlattığı soyut bir kavram değil, özlemlere, tanıklıklara dayanan bir birlikte yaşama özlemi. Cengiz Bektaş, kendi çocukluğundan bugüne, ders kitaplarındaki savaş ve düşman kavramını irdeleyerek başlıyor kitabına. Savaşlar yüzünden göçenlerin yaşadıkları özlemlerle, göçlerle yoksullaşan yaşama kültüründen örneklerle noktalıyor. İyi bir ozan olan Cengiz Bektaş, barış kavramını, ayrı dinlerden, ayrı uluslardan toplulukların bir arada yaşadığı Kuzguncuk semtinden tanıklıklarla somutlaştırıyor. Sonra da Ege Denizi’nin iki yanındaki insan ve kültür benzerliğini vurguluyor. Bir barış denizi olabilir bu deniz. Oysa bir korku denizi. Şiirler de yer alıyor kitapta. Yazar, Ege’yi bir ayna gibi kullanarak bize yüzümüzün komşumuza benzediğini gösteriyor. İki kardeş kadar benzer, iki kardeş kadar ayrı bu insanlar barış içinde yaşamalı, silahlara ayrılan para, uygarlığa harcanmalı yargısına vardırıyor okuru.” (kitapyurdu.com, Arka kapak yazısı)
Bu güzel yapıtı okumanın tam zamanı.

Konuk Yazar
30 Ağustos Savaşı’nın nitelikleri/Alev Coşkun
Milli Mücadele’nin başarısı, Mustafa Kemal’in mücadeleyi en baştan itibaren halka dayandırmasıdır
Sakarya Zaferi ile Büyük Taarruz arasında bir yıl vardır. Meclis içinde bir an evvel savaş başlasın baskıları, hatta “Biz saldırı savaşı yapamayız” gibi söylemler vardı. Ancak Mustafa Kemal bunlara hiç önem vermiyor, zafer için gerekli önlemleri alıyordu. Bir yıllık sürede “ulusun savaşa hazırlanması” konusu ön planda tutulmuştur. Savaş, sadece cephedeki askeri birlikler arasında yapılmayacaktır. Türk halkı, bütün güç unsurlarıyla ve topyekûn savaş için hazırlanacak ve topyekûn savaşılacaktır.
Milli Mücadele tarihimizin kuşkusuz en önemli savaşı 26 Ağustos 1922’de başlayan ve 9 Eylül’de İzmir’in kurtuluşu ile zaferle sonuçlanan “Büyük Taarruz”dur. Büyük Taarruz’un içinde Kocatepe, Dumlupınar, Başkomutanlık Meydan Savaşları yer alır.
Hepsine birden “Büyük Taarruz” ya da “Büyük Saldırı” adını veriyoruz. 23 Ağustos 1921’de başlayan Sakarya Savaşı 22 gün sürdü ve 13 Eylül 1921’de Yunan işgal ordusunun yenilgiyi kabul edip geri çekilmesi ile sonuçlandı.
Sakarya Savaşı’nı kazanan Kuvayi Milliye ordusu, çekilmekte olan Yunan birliklerini takip etmemiş, kovalamamıştı. Çünkü Kuvayi Milliye ordusu da yorgun düşmüştü ve düşmanı kovalamaya takati yoktu.
Uzun bir zaman dilimi
Büyük Taarruz, 26 Ağustos 1922’de başladığına göre Sakarya Zaferi ile Büyük Taarruz arasında bir yıllık bir zaman dilimi vardır. Bu sürede Yunan birlikleri savunma düzeni aldılar. Atatürk ise “taarruz” yani “saldırı” savaşı başlatmak için zaman kazanıyordu.
Meclis içinde bir an evvel savaş başlasın baskıları, hatta “Biz saldırı savaşı yapamayız, Mustafa Kemal de pekâlâ bunu biliyor onun için savaşa cesaret edemiyor” gibi söylemler etkin olmaya başlamıştı.
Ancak Mustafa Kemal bunlara hiç önem vermiyor, planladığı saldırı savaşının zaferle sonuçlanması için gerekli önlemleri alıyordu. Neden zamana gereksinme vardı? Mustafa Kemal, öncelikle ordunun eksikliklerini tamamlamak ve gücünü artırmak istiyordu.
Saldırı savaşının kesin bir zaferle sonuçlanmasını istiyordu. Bu nedenle hiçbir baskıya ve olumsuz propagandaya kapılmadan sabırla bir yıl çalışmıştı. Düşmanın tam tepelenmesi için bir “taarruz” (saldırı) savaşı yapılacaktı.
Türk ordusu son 200 yıldır saldırı savaşı yapmamıştı, hep savunma savaşları yapılmıştı. Saldırı savaşının başarıya ulaşması için düşman birliklerinden üç misli fazla bir güç oluşturmak gerekiyordu.
Mustafa Kemal bu dönemde izlediği stratejiyi Nutuk’ta anlatmıştır. Mustafa Kemal taarruz savaşı için stratejik olarak üç unsurun hazırlanması gerektiğini belirtiyor, bu unsurları özetleyelim: Birinci ve Atatürk’e göre en önemli unsur, doğrudan doğruya milletin kendisidir. Milletin yaşamı için, özgürlüğü ve bağımsızlığı için kalbinde, vicdanında, aklında oluşan düşünce, arzu ve emellerin sağlam bir noktaya gelmesidir.
Atatürk, bu noktada “savaşta milletin, ordunun arkasında sağlam durmasının önemini” belirtiyor. İkinci unsur, milleti temsil eden Meclis’in bu hedefe içtenlikli olarak inanması ve bu inancını ortaya koymasıdır.
Atatürk şöyle diyor: “Meclis ne kadar çok dayanışma ve birlik halinde milli arzuyu gösterirse, düşmana karşı o kadar kuvvetli bir üstünlük aracına sahip oluruz.” Üçüncü unsur, iç ve dış cephenin durumlarıdır.

Atatürk, “aslolan iç cephenin sağlamlığıdır” diyor. “Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir…” “Önemli olan memleketi temelinden yıkan, milleti tutsak eden iç cephenin düşmesidir.”
Dikkat edileceği gibi Atatürk’ün ortaya koyduğu bu stratejide “ordudan daha da önemlisi milletin sağlam durma unsurudur”. Buna göre Sakarya Savaşı ile Büyük Taarruz arasındaki bir yıllık sürede sadece askeri hazırlıklar değil, “ulusun savaşa hazırlanması” konusu da ön planda tutulmuştur. Bu, milletin topyekûn savaşa hazırlanması çalışmalarıdır.
……………………………………………… (Cumhuriyet)

Haftanın Şiiri
Yannis Ritsos – “Barış” Şiiri
Bugün 1 Eylül “Dünya Barış Günü” ve İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı gün. Yannis Ritsos, İkinci Dünya Savaşı’nda Alman işgalcilere karşı savaştıktan sonra iç savaşta faşist cepheye karşı özgürlük ve demokrasi cephesinde çarpıştı. Emperyalizm karşısında yenildikleri için yıllarca hapishane adalarda tutsak yaşadı. Ve bir gün biraz sonra okuyacağınız “Barış” şiirini yazdı.
Barışın değerini onun kadar, yoldaşları kadar kimse bilemez. Ülkemiz, karga kılavuzların karanlığında kendi barışını arıyor. Ama barışa ulaşmamız için kargaların kılavuzluğundan kurtulmamız gerekiyor.
***
BARIŞ
Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında sevdalıların sevda sözleridir
barış.

Gözlerinin içinde uçsuz bucaksız bir gülümseme
elinde yemiş dolu bir zembil
ve alnında ter tomurcukları
-pencerede suyu soğutan testideki damlalar gibi—
Akşam üstü eve dönen babadır
barış.

Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken
ağaçlar diktiğimizde havan mermilerinin kazdığı çukurlara
yangının kavurduğu yüreklerde ilk tomurcuklarını açarken umut
ve ölüler kanlarının boşa gitmediğini bilerek
yana dönüp içerlemeksizin uyuyabildiklerindedir
barış.

Barış yemek kokusudur tüten akşamleyin
arabanın yolda durmasının korkutmadığı
kapı çalınmasının dost demek olduğu
ve pencereyi saat başı açmanın,
renklerinin uzaktaki çanlarıyla
gözlerimizin bayram etmesini sağlayan
gökyüzü demek olduğu zamandır
barış.

Barış bir bardak sıcak süt ve bir kitaptır uyanan çocuk önünde.
Başaklar birbirlerine eğilip “İşte, ışık, ışık, ışık!” dedikleri
ve ufuk çemberi ışıkla dolup taştığı zamandır
barış.

Hapishaneler onarılıp kitaplıklar yapıldığı zaman
eşikten eşiğe bir türkü yükseldiği zaman geceleyin,
cumartesi akşamlan mahalle berberinden çıkan yeni tıraş olmuş
bir işçi gibi baharda ay buluttan çıktığı zamandır
barış.

Geçmiş gün
yitirilmiş bir gün olmadığı
sevinç yapraklarını akşamın içine salan bir kök
ve kazanılmış bir gün, hak edilen bir uyku olduğu zaman
acıyı kovmak için zamanın dört bir bucağından
güneşin hemen ayakkabılarını bağladığını duyduğun zamandır
barış.

Barış ışınlar demetidir yaz ovalarında
iyilik alfabesidir tanın dizlerinde.
“Kardeşim” dediğin – “Yarın kuracağız” dediğin zaman
kuracağız dediğimizi kurunca türkü çağırdığımız zamandır
barış.

Ölüm yüreklerde az yer kapladığı
ve güvenli parmaklarla mutluluğu gösterdiği zaman bacalar,
ikindi vaktinin büyük karanfilini
ozan ve proleter aynı şekilde kokladığı zamandır
barış.

İnsanların sıkışan elleridir barış
dünyanın masasındaki ekmektir
gülümsemesidir annenin.
Budur yalnızca.
Başka bir şey değildir barış.

Ve toprakta derin karıklar açan sabahlar
tek bir sözcük yazarlar:
Barış. Başka bir şey değil. Barış.
Dizelerimin rayları üzerinde
buğday ve güller yüklenmiş
geleceğe doğru yol alan trendir barış.

Kardeşlerim,
barış içinde derin derin soluk alıyor
tüm dünya bütün düşleriyle.
Verin elinizi kardeşlerim,
işte budur barış.
Yunanca aslından çevirenler:
İoanna Kuçuradi – Özdemir İnce

Haftanın Sanat Gündemi
Fazıl Say’ın yeni kitabı Suya Yazılan okurlarla buluşmaya hazır
Dünyaca ünlü besteci ve piyanist Fazıl Say’ın yeni kitabı “Suya Yazılan” 28 Ağustos tarihinde okuyucu ile buluşacak. Romancı Yayınevi etiketiyle raflarda yerini alacak olan Suya Yazılan; sanatçının müzikteki birikiminin yanı sıra anılarını, düşüncelerini, hayata dair tecrübelerini, kültür sanat hayatı üzerine fikirlerini, dünya görüşünü ve hayallerini tüm yalınlığı ile paylaştığı yazılardan oluşuyor. Kitapta ayrıca son günlerde tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi ve karantina döneminde, sanatçının süreci nasıl yaşadığını, üretimini, yaşamından kesitleri paylaştığı samimi yazılar da yer alıyor.
‘SUYA YAZILMIŞ GİBİDİR ÇOĞU KEZ HAYAT’
Sanatçı, dördüncü kitabı olan “Suya Yazılan” ile ilgili şunları söylüyor; “Elli yaşımdayım artık. Yapmak istediklerimde yolun yarısındayım daha. Ne söylersek söyleyelim ne yaşarsak yaşayalım ne yazarsak yazalım, nafile bir imkânsızlıktan fazlası değildir anlattığımız. Suyun üzerine yazı yazmanın imkânsızlığı vardır her birinde. Ruhumuzda, aklımızda, kalbimizde sert rüzgârlar estiren tüm duygu ve düşünceler, bir gün ardında hiçbir iz bırakmadan silinip gidecek. Yolun yarısında bile olsak, suya yazılmış gibidir çoğu kez hayat.”
Fazıl Say’ın “Uçak Notları”, “Yalnızlık Kederi”, “Akılla Bir Konuşmam Oldu “adında üç kitabı daha bulunuyor. Romancı Yayınevi’nden çıkan Suya Yazılan’ın editörlüğü Senem Tekinkoca’ya ait, dizgi Ceyda Çakıcı Baş, kapak ise Toygun Özdemir imzası taşıyor.Dünyaca ünlü besteci ve piyanist Fazıl Say’ın yeni kitabı “Suya Yazılan” 28 Ağustos tarihinde okuyucu ile buluşacak. Romancı Yayınevi etiketiyle raflarda yerini alacak olan Suya Yazılan; sanatçının müzikteki birikiminin yanı sıra anılarını, düşüncelerini, hayata dair tecrübelerini, kültür sanat hayatı üzerine fikirlerini, dünya görüşünü ve hayallerini tüm yalınlığı ile paylaştığı yazılardan oluşuyor. Kitapta ayrıca son günlerde tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi ve karantina döneminde, sanatçının süreci nasıl yaşadığını, üretimini, yaşamından kesitleri paylaştığı samimi yazılar da yer alıyor.

Oktay Akbal ödülle yaşayacak
Edebiyatımızın önde gelen ustalarından, gazetemiz yazarı Oktay Akbal ölümünün 5’inci yılında anıldı. Akyaka’da bulunan mezarı başında düzenlenen anma programına Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün, CHP İl Başkanı Adem Zeybekoğlu, CHP Ula İlçe Başkanı Hüseyin Özcan, eşi Ayla Akbal ve sevenleri katıldı.
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün, Oktay Akbal’ın ülkemizin yolunu aydınlatan önemli bir aydın olduğunu ve onun adını taşıyan “Oktay Akbal Edebiyat Kütüphanesi’ni hayata geçirdiklerini söyledi.
Başkan Gürün ayrıca 2021 yılında Oktay Akbal ile ilgili ödüllü bir sanat yarışması düzenlemeye başlayacaklarını söyledi. Başkan Gürün, “Oktay Akbal, bilgi sahibi olmanın çok önemli olduğunu bilen ve bilgiyi paylaşan bir aydındı.
Biz Muğla Büyükşehir Belediyesi olarak Oktay Akbal ile ilgili ödüllü bir yarışma düzenliyoruz. Şiir, öykü, roman ve köşe yazıları ile ilgili her yıl bir başlık atarak ilk ödülü 2021 yılında vereceğiz. Orada da Oktay Akbal anlatılacak” dedi.
Eşi Ayla Akbal ise, “Mahallemden Oktay Akbal’ın Fatma bacısı da burada değer verdiği seven herkes burada. Ülkemiz karanlık bir yolda. Aydınlanmanın yolu kitaplardan geçer. Bu nedenle kitap ve kütüphaneler çok önemli” dedi.
Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından verilecek ödül 2021 yılından itibaren başlayacak. 2021’de öyküye, 2022’de romana, 2023’te köşe yazısına ayrılan ödül için 2020 yılında yayımlanmış olan öykü kitaplarıyla başvurulabilecek. Ödülü kazanana “Ödül Belgesi”, “Ödül Plaketi” ile 5 bin TL para ödülü, Oktay Akbal’ın doğum günü olan 20 Nisan’da verilecek.
Ödüle başvuru 2021 yılı için 4 Ocak 2021 tarihine kadar Muğla Büyükşehir Belediyesi, “Oktay Akbal Edebiyat Ödülü Koordinatörlüğü”ne gönderilecek. (Cumhuriyet)

Fikret Otyam unutulmadı
İnsanlığın medeniyet inşasının mabedi binlerce yıllık kadim Anadolu’nun erdemlerini, bilgeliğini, yaratıcılığını kişiliğinde taşıyan, göğsünde çoban yıldızıyla vatan ve hürriyet savaşının en ön siperinde savaşan usta yazar, ressam, gazeteci Fikret Otyam’ı saygı ve özlemle anıyoruz
Binlerce yıllık kadim Anadolu’nun erdemlerini, bilgeliğini, yaratıcılığının yüzyılmızdaki seçkin temsilcisi, Aydınlıkçıların müstesna neferi, usta yazar, ressam, gazeteci Fikret Otyam’ı sonsuzluğa uğurlayışımızın beşinci yıl dönümünde özlemle anıyoruz. Vatan, emek, namus mücadelesinin büyük fedaisi Fikret Otyam, yarattıklarıyla, mücadelesiyle Türkiye’ye ışık olmaya devam ediyor.
Aksaray’da 19 Aralık 1926’da dünyaya gelen Fikret Otyam, 6 yaşından itibaren babasının eczanesinde çalışmaya başladı. Besteci ve orkestra şefi Nedim Vasıf Otyam ile Nusret Kemal Otyam’ın kardeşi sanatçı, eczaneye gelen köylülerden dinlediği hikayeleri defterine günübirlik not etti ve daha sonra bunları, 1945-1946’da İstanbul’da “Gece Postası” gazetesinde yayımladı.
Otyam, ilk ve ortaöğrenimini Aksaray’da tamamlarken, resim ve fotoğraf tutkusunun başlamasında, ortaokuldaki Fransızca öğretmeni Lüleci Haşim Bey’in kendisine “Lenduha ayaklı, cama çeken fotoğraf makinesi”ni hediye etmesi etkili oldu. (Aydınlık)

Ne Okusak?
1.Savaş ve Barış (2 Cilt)-/ L. Tolstoy/ İletişim
2.Silahlara Veda/ Ernest Hemingway/ BKM