Antakya’da Kültür Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Haftanın Kitabı Kutsal İsyan 1-2-3-4/ Hasan İzzettin Dinamo/Tekin Yayınevi Kutsal İsyan, Hasan İzzettin Dinamo’nun Milli Kurtuluş Savaşının gerçek hikâyesini romanlaştırdığı eseridir. İlk kez 1966-67 yılları arasında sekiz cilt olarak basılmış olup, günümüzde beş cilt olarak yeni baskısı bulunan romanıdır. Dinamo eserin Kutsal Barış adıyla 7 cilt olarak devamını da yazmıştır o da […]

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Haftanın Kitabı
Kutsal İsyan 1-2-3-4/ Hasan İzzettin Dinamo/Tekin Yayınevi
Kutsal İsyan, Hasan İzzettin Dinamo’nun Milli Kurtuluş Savaşının gerçek hikâyesini romanlaştırdığı eseridir.
İlk kez 1966-67 yılları arasında sekiz cilt olarak basılmış olup, günümüzde beş cilt olarak yeni baskısı bulunan romanıdır. Dinamo eserin Kutsal Barış adıyla 7 cilt olarak devamını da yazmıştır o da günümüzde 4 cilt olarak basılmıştır. En büyük özelliği çok ayrıntılı olarak kaleme alınmış olması ve roman iddiasının da çok edebi bir dille kaleme alınmış olması nedeniyle gayet güçlü olmasıdır. Zaten Kutsal Barış ile Orhan Kemal Roman ödülünü kazanmıştır. 7 Cilt ve tarihsel olmasına rağmen Dinamo oldukça akıcı bir dil kullandığından çok rahat okunabilmektedir, sürükleyici bir tarihsel romandır. Milli Mücadele üzerine yazılan en uzun kurgusal kitap olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak bu roman kurgusundaki her şeyin tamamıyla gerçeklere dayandığı da unutulmamalıdır. (wikipedia)
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutlayacağımız bugünlerde mutlaka okunması gereken bir başyapıt

Konuk Yazar
Yergici Ali Yüce için/Tacim Çiçek
Ülkemizin nehirleri gibi yatağını derinleştirip dünyanın şiir denizlerine dökülen şairlerim vardır. Bunlardan biri de Ali Yüce’dir. Kitaplığımda imzalı birçok şiir kitabı durur. Özellikle Damar’da yayımlanan şiirlerini tekrar tekrar okurum. Üstelik de öyle sessizce falan değil. Bağıra çağıra… Çünkü A. Yüce, genellikle yaşadığı çevreyi, toplumsal sorunları yansıtır şiirlerinde. Taşlamayı iyi kullanır. Usta bir yergicidir. Yergi ve eleştirinin ağır bastığı toplumcu şiirleri sesçildir. Bu yüzden de mırıldanarak ya da gözle okunmayı değil, sesli okunmayı dayatır adeta. Şiirleriyle, şoka girmişleri kendine getirir. Şiirleri, özgün ve aykırı sözcüklerden oluşmuş parmaklarıdır onun. Dokunarak ürpertir uyumuşları ve uyurgezerleri. Uyumamıza, göz yummamıza ya da dalıp dalıp bir hiçliğe yol almamıza engel olur.
SÖZCÜK KAYIKLARIN KAYIKÇILARI
Gerçek şairleri, sözcük kayıkların kayıkçıları olarak düşünürüm. Kendimi de öylece bekleyen ıssız kıyılara benzetirim. O kayıkçılar, kıyılarıma çıkar sözcük kayıklarıyla. Ki üşüyen tenimi ısıtayım diye. O kayıklardan parçalar çalarım. Isınırım ve bakarım ki sözcük kayıklar yanaştıkları gibi dururlar yine de. Ve bir başka ıssız kıyıya yolculuğa hazırlanırlar. Bu yüzden söylenilenleri ve yazılanları fazlasıyla hak eder gerçek şairler. Pencereden dışarı bakarken, camı asla unutmazlar. Şiirleri hem yaşamın içindedir hem de yaşamın bir adım önünde, ötesindedir. Dile dahil olmakla birlikte, yazıldığı dili de aşan bir içselleştirmedir şiirleri onların. Okuru kapsar. Şairler, evrenselleşmiş bireyler olduklarından felsefesiz, bilimsiz ve kavgasız olamazlar. Kendilerinden yola çıkarlar belki, ama dünyayı ve insanlığı anlatırlar bize…
Böylesine dolu şairlerin şiirleri onlardan bağımsız bize açılan çoklu ve renkli yollardır. Bu yüzden salt mantıkla şiir yazmazlar. İletilerini elmanın içindeki vitamin gibi şiirlerine yedirirler. Böyle biridir işte Ali Yüce de. Öylesine bir birikimi, işçiliği ve şiire, edebiyata emek vermişliği bulunan bu güzel insanı öyle veya böyle tanır, şiir ve edebiyat tutkunu kişiler. Yine de önceleri şiirlerinden tanıdığım, daha sonra ilk defa (iki gün) Devrek’te (1992 temmuzu) ve birkaç kez de Damar’ın bürosunda birlikte olduğum Ali Yüce’yi 29 Nisan 2015’te yitirdik.
Ali Yüce, 1928’de Yayladağı’nın Hisarcık köyünde doğmuş. Doğar doğmaz başlamış yaşam kavgası. 18 yaşına dek çobanlık, ırgatlık yapmış. Bir kilo unluk için sabahtan akşama dek sırtında taş çekmiş. Bir hasır parçasının üstünde başlamış öğrenimi. Yeni ABC ile köyünde açılan “Gece Mektebi”nde tanışmış. Kısa sürede okuma-yazma öğrenmiş. Hem davar gütmüş hem de ilkokulu dışarıdan bitirmiş. Düziçi Köy Enstitüsüne kaçarak gitmiş. 1951’de bitirmiş enstitüyü. Hatay’ın köylerinde, kasabalarında 10 yıl öğretmenlik yapmış. Ve kendi kendine İngilizce öğrenmiş. 1961’de Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümünü dışarıdan bitirmiş. İngilizce öğretmeni iken emekli olmuş. İçinde hep var olan şiire daha bir coşkuyla sarılmış ve sığınmış. Aslında şiirleriyle öğretmenliğini bir arada sürdürmüş demek yanlış olmasa gerek. Yayımlanmış yapıtları yirmiye yakın, ödülleriyse iki elin parmak sayısından fazla. Roman, deneme, düzyazı ve şiirler yaratan Ali Yüce’nin Damar’da yayımlanan şiirlerinin ayrı bir havası vardı. Söylemi bir başkaydı. Söylemi kendine hastı. Ender şairlerdendi o.
KENDİSİ OLABİLMEYİ ÖNE ÇIKARDI
Bana göre Ali Yüce, şiirlerinde Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı bir başka biçimde aktarıyordu. Halkının geçmişten günümüze acılarını, sevinçlerini, umutlarını, özlemlerini, insanca yaşama hasretliklerini ve ekmeğe, işe susamışlıklarını bir aydına, şaire yakışır biçimde dillendiriyordu. Bu yönüyle toplumcu gerçekçiydi. Yalın yazarken bile halk şiiri geleneğinden, sesinden, biçeminden yararlanıyordu. Özenmiyor, gibi yazmıyordu. Kendisi olabilmeyi öne çıkarıyordu. Sözcükleri seçerek azaltıyordu. Damıtıyordu. Kimi zaman Nasrettin Hoca, kimi zaman İncili Çavuş, kimi zaman da Dadaloğlu, Karacaoğlan, Serdarî, Nefî ve Şair Eşref olabiliyordu. O şiirinde bunların özgün bir senteziydi. Özünü insanımızdan ve insanlıktan almıştı. Görünüşte çok basitmiş gibi insanı yanıltan şiirleri, çizgisi sağlam karikatürler gibi sağlam dokuya sahipti.
Çiçeği burnunda bir şairken kitaplarımı göndermiştim. Onurlandıran bir mektup almıştım ondan. Demişti ki: “Sevgili Tacim, kitabını aldım, teşekkür eder, kutlar, nice kitaplar ve güzel şiirler üretmeni dilerim. Şiirlerin ilk denemelerin olmalarına karşın senin sandığın gibi “acemi” işi değil. Oldukça başarılı dizelerin var. Yalnızca az da olsa eski sözcük kullanıyorsun ki bu zararlı olabilir. Kimi sözcükleri de sık yinelemişsin, bunlar da okur üzerinde klişeleşme etkisi yapabilir. “Fesleğen” ve “eylül” sözcükleri gibi… Bunların her biri saydığım kadarıyla 10 kezden daha çok kullanılmış. Şiirlerinden hapiste yattığın anlaşılıyor. Hapse girmeden de hapishane şiiri yazılır, ama onlar dıştan bakarak yazarlar. Sen içeriden bakarak yazdığın için bu kanıya vardım. Geçmiş olsun der, başarılar diler, gözlerinden öperim.” (Ankara/13.7.1989) Ve tam 3 yıl sonra, yine bir temmuz günü Devrek’te Ali Yüce ile tanışmıştım. Şiirlerim, yazılarım üstüne konuşmuştuk. Öykü kitaplarımı imzalamıştım ona. Fotoğraf çektirmiştik. Son gece uzun bir masada karşılıklı oturmuştuk, Ali Yüce’nin eşi de vardı. Hüseyin Yurttaş, M. İzgü, Burhan Günel, Bora Alagöz, Türkel Minibaş, adlarını unuttuğum birkaç dost daha… Yazdığı gibi konuşan, konuştuğu gibi yazan biriydi… Hazırcevap olduğuna tanık olmuştum. Bunu Hatıralar Manavkuyu adlı kitabımda uzun uzun anlatmıştım.
GEÇMİŞİ BUGÜNE, BUGÜNÜ YARINA BAĞLAMAK
Eğer Ali Yüce gibi geçmişi bugüne taşıyan, bugünü yarına bağlayan devrimci damarlarımız olursa yaşamın ve tanıklığımızın anlamı olur. Şairlerini, yazarlarını iyi tanıyan, okuyan ve anlayan insanımız çoğaldıkça özlemlerimiz gerçekleşir. Müdahilliğimiz, muhalifliğimiz ve mücadeleciliğimiz onların bize kattıklarıyla ve katacaklarıyla daha da güçlenir, zenginleşir. Bu yüzden Ali Yüce’leri sahiplenmek en çok da gelecek ve kardeşçe bir yaşam sevdası olanların hakkıdır.

Haftanın Şiiri
gazze şeridine söylence/Rahmi EMEÇ
hepinizden ırmak boyluyum hizaya geçin
ajans haberlerine sızmış dağınık harfleri topluyorum
aklınıza yaslanan vukuat defterini okuyorum: abc
susmuştunuz vicdan sularınız yatsıya koşmuştu
parmağı kesilen sınır boylarına bir kimlik izinden bakarken
bekası kan dolmuş adamlara gözaltıydı masumlar
susmuştunuz, hele yoklayın boşluklarınızdan hangi itiraflar çıkacak
hizaya geçin diyorum yoksa pişmanlığınızı gazze şeridi ölçecek

arşimet’in terazisine atlamış ölçüsüz kuvvet birliği
kürsüye çıkıyor gazze’de bir afişin üstüne yazılıp
anadolu’nun sokaklarında temayül yoklaması kol geziyor
sonra newyork’da, londra’da gün boyu
kızarıyor ikili anlaşması devletlerin
ipiyle pazara çıkmış katiller ekrandan geçiyor
yılbaşı kutlamasına dokunuyor mailler
hamam tasıyla liderler buluşması gusül’ü taşa vuruyor

geçin hizaya hepinizden ırmak boyluyum
trablusşam sahilinde bir fener gazze şeridine umut bekliyor
nahr el bared kampının hatırası israil rütbesinde
gibi teslim aldılar bizi de nehirler boyunca akmadığımızdan
itiraf etsin herkes mülteci ruhuna sorular göndersin
vicdan elbisesini giyinin hadi yola çıkalım
obama barajından bir top mermisi geçirmek için
gazze bizi bekliyor, gazze bizi bekliyor

BİR DAHA ASLA!/ GÜLSÜM CENGİZ
Ne çok ağladık
okurken Anna Frank’ın anılarını
ne çok utanç biriktirdik
gezerken toplama kamplarını.
Buchenwald, Dachau, Matthausen, Bergenbelsen…
İnsanlığın ortak utancı
fotoğraflardaki iskelet yığınları,
tel örgüler, gaz odası, sezaryum…
Ve rüzgarın aşındırdığı taşın üstündeki yazı
çığlık gibi dünyanın dört yanında.
“Bir daha asla!”

İnsanlığın ortak vicdanı
lanetlerken soykırımı
sürüyor zincirleme bir acı
sürüyor soykırım
dört yanı kuşatılmış Filistin’de.
Gökten bomba yağıyor eviçlerine
ölüyor çocuklar kanatsız kuşlar gibi.
Ağlıyor bir çocuk yıkıntıların arasında,
ağlıyor da
duymuyor sesini “uygar” dünya.
Sırtından vuruluyor çocuklar;
bileklerinden zincirleniyor
demir parmaklıklara
arama noktalarında,
gözlerindeki korku
suskun çığlığıdır yaşamın.

İnsanlığın ortak vicdanı
Lanetlerken soykırımı
yankılanırken kulaklarımızda hala
“Bir daha asla” çığlığı,
ah, şimdi ne çok utanç, ne çok acı
ne çok kan, ne çok göz yaşı
Sabra’da, Şatila’da, Gazze’de ve Cenin’de…
Söküp atıyor toprağından bir halkı,
duvarla bölüyor hayatı
ve suyunu kesiyor çocukların,
sınırdan sınıra sürülenlerin torunları.
Çünkü çizildi bir halkın yazgısı
karar masalarında
petrol, silah tekellerinin
çıkarları uğruna…

İnsanlığın ortak vicdanı
Lanetlerken soykırımı
Belleklerdeyken hala
Toplama kamplarındaki
korkmuş çocukların yüzü,
diri diri gömüyor
Filistinli çocukları
İsrailli buldozer şoförü.
Daha çok acıtıyor
ve öfkeyle dolduruyor içimizi
zulme uğrayanların zulmü.

Ses olup, yürek olup, bir olup
Haykırıyoruz olanca gücümüzle:

Filistin, ey Filistin!
Kökleri derinlerde zeytin ağacı.
Sarsıyor gövdeni filiz kıran fırtınası
dökülüyor toprağa tomurcukların.
Filistin, ey Filistin!
Dalların kucaklıyor hayatı
direniyor çocukların, savaşıyor şairlerin
bu utancı yeryüzünden silmek için.

Rüzgarın kanadında çağrısı kardeşliğin
özgür topraklara doğacak çocukların.
(Evrensel Kültür Dergisi, Ekim 2006)

Haftanın Sanat Gündemi
Sait Faik Hikâye Armağanı
Doğan Hızlan, Hilmi Yavuz, Nursel Duruel, Jale Parla, Metin Celâl, Murat Gülsoy, Beşir Özmen’den oluşan Sait Faik Hikâye Armağanı jürisi, bu yıl ödülü insan psikolojisinin karanlık yanlarını ustaca kurulmuş olay örgüleri ve ironik bir dille anlatmakta gösterdiği başarıdan dolayı Şermin Yaşar’ın ‘Deli Tarla’ kitabına vermeyi kararlaştırdı.
Tören yazarın ölüm tarihi olan 11 Mayıs’ta gerçekleşti, ödül heykelciği de o gün verildi.

8. Arjen Arî Şiir Yarışması’nın sonuçları açıklandı
Arjen Arî adına ailesi ve Sor Yayınları tarafından bu yıl 8. kez düzenlenen şiir yarışmasını Welat Esen kazandı. Onur ödülüne ise Kadir İnanır layık görüldü.
Modern Kürt edebiyatının en önemli temsilcilerinden olan ve 30 Ekim 2012’de kanser sebebiyle hayata veda eden şair Arjen Arî adına ailesi ve Sor Yayınları tarafından bu yıl 8. kez düzenlenen şiir yarışmasının sonuçları açıklandı.
Şair Welat Esen, “Ev Rû, Ev Xerîbî” (Bu Yüz, Bu Yabancılık) isimli dosyasıyla ödüle layık görüldü. Onur ödülü ise bu yıl, sinema oyuncusu Kadir İnanır’a verilecek.
Arjen Arî’nin ailesi ve Sor Yayınları tarafından ödüle ilişkin yapılan açıklamada Kürt Dil Bayramı kutlandı ve “Bu yarışmanın daha birçok güçlü kalemi Kürt edebiyatına kazandırmasını ve o gençlerle Kürt edebiyatının daha ilerilere taşınmasını umut ediyoruz” denildi. (Evrensel)

Şair Ayten Mutlu’nun şiir dünyası
Ayten Mutlu, şiir dünyasına girmeden önce kadın hakları hareketinde belirir. Bu nedenle şiirinin sıcaklığı, hüznüyle de sevinciyle de coşkusuyla da insancıllığın her halini barındırır (Osman BOZKURT)
Tarihin farklı dönemlerinde farklı biçimlere bürünseler de üç temel baskı ve sömürü türü ne yazık ki henüz sona erdirilememiştir. Başlangıçta doğayla cebelleşen insanlık, kadın üzerinde cinsel baskı oluşunca birbirleriyle de cebelleşmeye başlar. Toplumsal gelişme, her aşamada baskıyı görece azaltsa da ezilen sınıf ve ulusların kadınları her evrede, o evrenin baskısından katmerli paylanırlar. Kurumsal yapılar, baskının örgütlenmiş şeklini yansıtır ve rıza oluşturmak, ideolojik ve dini savlarla sağlanmaya çalışılır. Böylelikle eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanamayan kadın, kültürel gelişim süreçlerine yeterince katılmaktan da, yararlanmaktan da alıkonulur. 624 yıllık Osmanlı döneminde neredeyse iki elin parmaklarıyla sayılacak kadar az miktarda kadın yazar ve şairin bulunması, bütün bunların bir sonucu ve göstergesidir.(Evrensel)

Yazar Gaye Boralıoğlu: Birlikte ortak değerleri savunmalıyız
Yazar Gaye Boralıoğlu politik dokunuşlarla ördüğü ‘Alametler Kitabı’nda zamandan bağımsız bir dünyanın travmalarıyla yüzleştiriyor okuru. Kötülük kavramına işaret eden yazar “Direncimizi kaybetmeyeceğimiz ortak dayanaklar bulmalıyız” diyor.
Tuhaf zamanlardan geçip, bilinmez bir akıbete doğru tepetaklak yol aldığımıza vurgu yapıyor Gaye Boralıoğlu. Daha çok romanlarıyla tanıdığımız yazar, bu kez öyküleriyle konuşuyor. Zamandan bağımsız politik dokunuşlarla ‘kötülük’ kavramının insandan insana sirayetine işaret ediyor. Boralıoğlu ile ‘Alâmetler Kitabı’nı konuştuk.
Böyle giderse pek iyi bir geleceğin bizi beklemediğine dikkat çeken Boralıoğlu “Direncimizi kaybetmeyeceğimiz ortak dayanaklar bulmamız ve dayanışmanın şartlarını genişletmemiz lazım. İstanbul Sözleşmesi de bir ortak zemindi işte… Sanata, yaratıcılığa, farklı fikirlere daha geniş alanlar açmalıyız” diyor. (Birgün)

Yunus Emre’nin gün yüzüne çıkmamış divanı Vatikan arşivinde bulundu
Vatikan’ın internet üzerinden paylaştığı dijital yazıtlarda büyük Türk mutasavvıfı ve halk ozanı Yunus Emre’nin daha önce gün yüzüne çıkmamış, içinde 200’e yakın şiir bulunan yeni divanı ortaya çıktı.
Araştırmayı yaparak divanı bulan Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Himmet Büke, “Akademik çalışmalarıma bağlı olarak yaptığım arşiv taramalarım sırasında Vatikan arşivinde yeni bir Yunus Emre Divanı nüshası tarafımızdan tespit edildi. Çalışma 2 kitap halinde TDK yayınları arasından 1-2 ay içinde çıkacak ve okuyucusuyla buluşacaktır” dedi.
Vatikan Kütüphanesi, Türk el yazmaları dijital koleksiyonlarını bir süre önce internet üzerinden paylaşırken, bu konuda araştırmalar yapan Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Himmet Büke, büyük Türk mutasavvıfı ve halk ozanı Yunus Emre Yunus Emre’ye ait olduğu değerlendirilen ve içinde 200’ye yakın şiirin yer aldığı yeni bir divan tespit etti. (Gerçek Gündem)

Ne Okusak?
1. Zafere İlk Adım-19 Mayıs 1919/ Ahmet Akyol/Kastaş Y.
2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk/ İlber Ortaylı/Kronk Y.
3. Gençler için Nutuk/ Gazi Mustafa Kemal/ İş Bankası Y.
4. Atatürk/ Fabio Grassi/ Doğan Kitap
5. Çankaya/Falih Rıfkı Atay/Pozitif Yayınları

Exit mobile version