Hazırlayan:Mehmet Karasu
Haftanın Kitabı
Lozan Günlüğü/ Bilal N. Şimşir/ Bilgi Yayınevi
Lozan Barış Antlaşması 98 yıl önce imzalanmıştı.
Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan zafer sonrası Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından imzalandı. Lozan Antlaşması ile Osmanlı’nın Sevr anlaşmasında kaybettiği Anadolu toprakları yeniden kazanıldı.
“Lozan hakkında pek çok şey söylenmiştir.
İsmet Paşa’nın ifadesiyle, Lozan Konferansı, “Büyük sınav” idi. “Milletimizin Avrupa ortasına davet olunduğu büyük bir imtihan”dı. Türkiye bu sınavı başarıyla vermiştir.
Lozan Antlaşması, “Milli Mücadele’nin sonucunu belirlemiştir.”
Bu Antlaşma, “Harbi Umumi’den sonra gördüğümüz antlaşmalarla yakından veya uzaktan benzerliği olmayan bir antlaşma” idi. Öteki antlaşmalar, galip devletlerin mağluplara dayattığı, dikte ettiği antlaşmalardı. Lozan Antlaşması ise, eşit taraflar arasında çetin müzakerelerle hazırlanıp imzalanmış bir antlaşmaydı.
“Tarih yazan tarih yapana sadık kalmalıdır” kuralına bağlılık, Bilâl N. Şimşir’in tüm çalışmaları gibi son eseri olan Lozan Günlüğü’nü de değerli kılıyor. 1922-1923 Lozan Konferansı ve Barış Sürecinin belgesel bir kronolojisi olan kitap, Yakın Türk Tarihinin bu büyük olayını gün gün belgeleyerek gözler önüne seriyor.
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, “Türkiye bir elinde Misak-ı Milli, diğer elinde kılıçla Lozan’a gidiyor” demişti; “Sevr Antlaşması ölmüştür, Müttefikler şimdi Misak-ı Milli ile boğuşmak durumundadırlar.”
Lord Curzon, Misak-ı Milli’nin “tam bir negatifi” olan bir muhtıra ile Lozan’a gidiyordu.
Türkiye’nin Misak-ı Millisi ile İngiliz muhtırası Lozan’da kıyasıya çarpışacaktı. Görünen oydu ki, Lozan Konferansında İsmet Paşa’nın işi zor, hem de pek zor olacaktı. Karşısında, Misak-ı Milli ile boğuşmaya ahdetmiş üç büyük devletle onların müttefikleri, irili ufaklı tam yedi düvel vardı.
İsmet Paşa Lozan’da “kelle koltukta” görev yapmıştır. Lozan’a varışının daha ikinci gününde, 14 Kasım günü Paşa defterine şu notu düşmüş: “Roma’dan Paris’e telefon. Ermeniler suikast için hazırlanmışlar…”
• 100’e yakın yayımlanmış kitabı bulunan, önemli paye ve ödüllerle onurlandırılmış olan eski büyükelçi, tarihçi-yazar Bilâl N. Şimşir’in son araştırma kitabı.
• Lozan 100 yıllığına mı imzalandı? Lozan bir başarı mıdır; eksikleri var mıdır? Türkiye’nin sınırları farklı olabilir miydi? Tüm soruların yanıtı bu araştırmada. Üstelik gerçek belgelerle. (Tanıtım yazısı)
Konuk Yazar
Soframızda kaval sesi: Adnan Yücel/Tacim ÇİÇEK
Cemal Süreya’nın “Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum tanrım. / Ama, ayrıca, aldığın şu hayat / Fena değildir… / Üstü kalsın…” şiirinin bir sevda insanı olan şair Adnan Yücel’e çok uyduğunu söylemek isterim. Yanlışların, zalimlerin geçtiği ve de ezdiği kentlere bakarken içindeki topçu ateşi zamansız kesmişti çünkü. Sayrılığını ortak bir dostumuzdan öğrenmiştim. Sık sık telefon etmiştim. Arkadaşım, dostum ve yoldaşımla konuşmuştum. Sayrılığının gizli ve sinsi işgaline kızmıştı. Yapmak istediklerinin yarım kalacağından korktuğunu, bunun daha büyük bir yıkım olacağını söylemişti. Son telefonlaşmamızda, düz yazılarını bir araya toplamak, yeni şiirlerine son biçimlerini vermek ve mitolojik çözümlemeler ağırlıklı bir kitap hazırlamak istediğinden söz etmişti. “Ölümden korkmuyorum yapacaklarım da benle gidecek, bundan korkuyorum,” demişti… Dağ pınarlarından denize ulaşmak için gürül gürül akan serin ve berrak sular gibi, gönül telimizi titreten, duygularımızı dillendiren bir şiir damarının ustasıydı o.
ZULÜM GÖRMÜŞ İNSANLARIN SESİ
Biz, onun yazdıklarını yadırgamadık, yaşanıyor yazdıkları çünkü. O, çile çekmiş, dışlanmış, öldürülmüş, asılmış, sürgün edilmiş, kurşuna dizilmiş, dillerinden, türkülerinden koparılmış, tecritlerde katledilmiş ve daha yaşanır, daha güzel daha refah bir ülke ve bir dünya için zulüm görmüş insanların sesiydi. O, düşmanlarıyla sözcükten mermileriyle savaşmış, kavgasına inanmış, sevdasına emeği geçmiş, yüreğinin ateşi dinmemiş bir yanardağıydı. Duyguluydu. Özellikle de gerçekçi şairlere yaraşır denli. Şiirleri, bir dağ başı pınarının şırıl şırıl akan suyu gibi yalındır. Bu yüzden şiirleri anlatıya, tarihe, öyküye, türküye ve bilgiye dayalıdır. Salt bestelensin diye şiir yazmadı yani. Kolay bir şiir değildir şiiri. Kabalık, fazlalık, slogancılık yoktur. Behçet Necatigil, “Esin ya da eskilerin deyimi ile ilham perisi, kökü derinlerde olan bilgi birikimidir, zamanı gelir uç verir…” dediği gibi, onun şiirlerini okuyup içselleştirenler görür ki gerçekten de kökü derinlerde olan bir bilgi birikiminin sonucudur şiirleri. Bundandır ki istiridyeye benzetirim onu. Çünkü istiridye, bir kum tanesinden inci oluşturmak için çok emek verir, çok acı çeker. Gerçekçi şairler de böyledir.
ONUN İMGELERİ MERMİ GİBİDİR
Osman Şahin’in saptamasıyla, “Şiirinin kabzası kalın, yayı gergin, oku hızlı” Adnan Yücel’in görmezden gelinmesi doğaldı. Çünkü şiirinin imgeleri, “Saf şiir imgeleri” değildi. Onun imgeleri mermi gibidir. Bunlar, şiir denilen silahların içinde çokça bulunduklarından da “tehlikeli”dir(!) Bu mermilere sahip şairler hapsedilir, katledilir ve lanetlenir.
Şükran Kurdakul’un değerlendirmesiyle, “Toplumsal sorunlara, acılara, arkadan vurulmalara bağlı duyarlıkları dengeli, yer yer kendine özgü şiirsel sıçramaları beceriyle kullanabilen bir şair.” Çünkü ondan bundan duyduğu çarpıcı sözleri aşırmayı şairlik; yalakalığı, dalkavukluğu aydıncılık; başkalarının sözcülüğünü, okurla kitap arasında tanıtımcılığı da eleştirmenlik; bir yazara, yayınevine ve dergiye/gazeteye dergaha bağlılığı yazarlık görenlerin birbiriyle yarıştığı acı bir gerçek ne yazık ki… Bu bataklıkta çırpınanlar geleceğin edebiyat/sanat çöplüğünde yerini alacak ama Adnan Yücel’ler unutulmayacak. O, “Kavgalara Sözlenen Sevda” ve “Sofram(ız)da Kaval Sesi”dir. Sonra “Bir Özlem Bir Türkü”dür, kendimizi bulduğumuz. “Acıya Kurşun İşlemez” diyebilendir. “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” ve “Rüzgârla Bir”dir. “Ateşin ve Güneşin Çocukları” için başkaldırıdır. “Karacaoğlan”dır, “Çukurova Çeşitlemesi” aşkına. Sesimizdir, “Sular Tanıktır Aşkımıza” diyen.
ŞİİRE KARA SEVDALIYDI
Adana’da bir elin parmak sayısı kadar gerçek dostu, arkadaşı vardı. Bunların başında da Turan Altuntaş gelirdi. Geçmişte birkaç kez birlikte oturup söyleşmiştik, içmiştik… Gelecekten, geçmiş günlerden ve özel ama acılı yaşamlarımızdan konuşmuştuk. Onunla ilgili anımsadığım çok şey var, bana kalmasını isterim, şimdilik. Asla hırslı değildi. Şiire kara sevdalıydı. Kendi bildiği yolda işini iyi yapardı. Metropollerin, sermayelerin medyatik dergilerinde, televizyonlarında görülmek gibi bir derdi olmadı. Ünlü olmak, yaygın dergilerde ve yayınevlerinde ürünlerini yayımlatmak çabasına da girmedi hiç. Padişah soytarılarından daha soytarı, mürit anlayışlı teslimiyetçi, uzlaşmacı yalaka şairlerin ondan ve yazdıklarından öğreneceği çok şey var aslında.
YAPITLARINA SAHİP ÇIKMALIYIZ
Her canlı doğar. Ne kadar yaşarsa yaşasın, sonunda ölür. Doğaldır bu. Doğal olmayan yaşadığı sürece insanın güzel, iyi ve doğru şey yapmamasıdır. Ve doğan her canlı ölüme büyür. Ölüm, yok olmak değil. Adnan Yücel gibi insanlar öldükleri andan itibaren sonsuza doğar yapıtlarıyla. Yapıtlarıyla yaşayanların kavgası kesilmez, bitmez. Bernard Shaw, William Morrıs’in ölümü üzerine demiş ki: “Morris gibilerini ancak kendi ölümüyle yitirir insan, o öldüğünde değil…” Aynı şeyi Adnan için düşünüyorum. Çünkü Adnan gibileri bunu hak ediyor. Bu yüzden sevdiklerimizi yitirmemek için hem daha çok yaşamalıyız, hem de onlara, yapıtlarına sahip çıkmalıyız.
Haftanın Şiiri
İmge Dedim Adına/ Adnan Yücel
Son çocukluk da bitmişti ömrümde
Düşlerim belki kış ölüsü belki yaz
Kırlara bahar yetmese de içimde
Yüreğim nar çatlamasıydı sana kadar
Dilimde sözcüklerin çelik direnci
Sesimde ölüm rengine inat aşklar
Mavilikler yasaklandı gökyüzünde
Özgürlüğü kuş kanatlarında bekledim
Doğduğum gün adına “imge” dedim
Sevdim bütün insanları insan yanlarını
Sen de seveceksin
Dallarına su yürümüş ağaçlara güleceksin
Kar yağsa da yaktığın ateşler üstüne
Ateşi yüreğinle körükleyeceksin
Kuş sesleri de ertelenebilir güne karşı
Çiy de düşebilir anıların üstüne
En güzel ezgileri nehir ağzı denizlerde
Hep kendi sesinle türküleyeceksin
Hüzün ağaçlarının sevinç açtığını
Adının sonsuz anlamında göreceksin
Sevdim soluğunu rüzgar kılan insanları
Soluğumu soluklarına kattım
Bir damla uğruna gökyüzünü omuzladım
Bir çocuk ölümleri ağlattı beni
Bir de türkülerde kalabalık ihanetler
Gülüp geçtim yalan iktidarlar görkemine
Aşk adına sesimi sürdüm namlulara
En büyük eylemleri söz eyledim
Doğduğun gün adına “imge” dedim
Sen elbette sen olacaksın biliyorum
Sesinde yirmi birinci yüzyılı dinliyorum
Haftanın Sanat Gündemi
Şair Ahmet Telli: Egemen güçler küçük yazarları sever
Uzun yıllar öğretmenlik yapan, şiirlerinde İsmet Özel ve Atilla İlhan’dan etkilenen Toplumcu Gerçekçi şiir akımın değerli şairlerinden Ahmet Telli; Türkiye’de edebiyatın ve şiir dünyasının son durumunu yorumladı. Telli, “Şiirle ve şairle egemen güçlerin arası hiçbir zaman iyi olmadı” dedi.
Sanatın işlevinin toplumsal olmasını öneren ve lirik şiirleriyle dikkat çeken Ahmet Telli, Toplumcu Gerçekçilik akımının en değerli şairlerinden biri.
Dört yıl köy öğretmenliği yaptıktan sonra girdiği Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olan Telli, 1980’de Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından ‘Sakıncalı yazar’ olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. Telli’nin öğretmenlik görevine son verildi. Gözaltı süresinin sona ermesinden sonra çeşitli yayın evlerinde yönetici ve editör olarak çalışan Ahmet Telli, sıkıyönetim döneminden sonra öğretmenliğe geri döndü.
Şiirleri, yaşamın gerçekliğinden süzülen, eşitlikçiliğe, bireysel ya da başka istemleri içeren önerilerde bulunan şiirler olarak bilinen Telli’nin; ‘Romantik’ ve ‘Başkaldırıcı’ bir kimliğe sahip olduğu kabul edildi.
Suat Vardal’a veda
Ailesine, okurlarına başsağlığı dileriz.
Suat Vardal, 1957’de Üsküdar’da doğdu. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sistematik Felsefe Bölümünde okudu.
1979’dan itibaren dergilerde şiir yayımlamaya başladı. Yazko Edebiyat, Sanat Emeği, Adam Sanat dergilerinde yer aldı.
İlk yapıtı “Biz Gene Yanyana” ile “1981 Akademi Kitabevi Şiir Başarı Ödülü”nü aldı. Üç şiir kitabı vardır. “Biz Gene Yanyana” (1981) “Yorulur Ölümlü Gözler” (1983) “Hayal Dersleri” (1994).
15 Temmuz 2021’de aramızdan ayrıldı. (Türkiye Yazarlar Sendikası)
CHP’den çalıştay: Kültür sanat alanında yaşanan sorunlar tartışıldı
CHP tarafından kültür sanat alanında yaşanan sorunların çözümü için İstanbul’da çalıştay düzenlendi. Çalıştayda, devlet desteklerinin keyfi olması ya da hiç olmaması gibi sorunlar tartışmaya açıldı.
CHP’den çalıştay: Kültür sanat alanında yaşanan sorunlar tartışıldı
Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Taşkın tarafından yürütülen, sektörel istihdam sorunlarının tespiti ve çözüm önerilerinin saptanmasına yönelik çalıştaylar serisi, kültür-sanat üreticilerinin yaşadığı istihdam sorunları ve çözüm önerilerini saptamak üzere İstanbul’da toplandı.
Çalıştaya Zeynep Altıok Akatlı ve Cem Arıkan gibi isimlerde katıldı.
CHP’den Yüksel Taşkın’ın yürüttüğü çalıştayda kültür sanat üreticileri ve sektör temsilcileri birçok farklı meslek guruplarının sorunlarına çözüm için iktidardan bekledikleri düzenleme ve destek önerilerini paylaştı.
CHP’nin Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Taşkın’ın açılış konuşmasıyla başlayan çalıştayda Türkiye’de her sektörde kangren olmuş bir işsizlik sorunu olduğunun altı çizildi. Çözüm olarak yapısal politikaları işaret eden Taşkın, en ciddi çözüm önerilerinin, sorunun muhatabı olan meslek örgütleri ve STK’ler tarafından oluşturulacağına önümüzdeki süreçte parti programına da alarak yerelden başlayan kalıcı merkezi düzenlemeler için önemli bir kaynak olarak değerlendireceğini açıkladı.
“SANAT, EĞİTİMDEN KOPARILDI”
Projenin danışmanlığını yürüten Zeynep Altıok Akatlı ise 2012 yılından bu yana CHP’nin kültür sanat politikalarının geliştirilmesi için daha önce de farklı disiplinlerden sanatçılarla bir araya gelerek çeşitli toplantılar düzenlendiğini ve bu toplantıların çıktılarıyla 26. dönemde parti programına alınan Kültür Sanat Tutum Belgesi’nin hazırlandığını belirtti.
Sanatın toplumsal anlamda dönüştürücü olduğuna ve iyileştirici özelliğine dikkat çeken Altıok, sanatın eğitimden koparıldığına ve ülkede mevcut sıkıntıların bu sebeple kaynaklandığını aktardı. (Bir Gün)
Bir Portre:Adnan YÜCEL (1953-2002)
27 Mart 1953’te Elazığ’ın Dilek köyünde dünyaya gelen Adnan Yücel, Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü’ne girdi. “Şiirimizde Garip Hareketi” üzerine master yaptı. Ankara değişik liselerde öğretmenlik yaptı. 1987’da Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne Türk dili öğretim görevlisi olarak atandı. Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN, Edebiyatçılar Derneği, Çukurova Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği üyesi de olan Yücel 24 Temmuz 2002’de öldü.
İlk şiiri “Ter Şiirleri” adıyla Yeni Adımlar dergisinde yayımlandı. Şiir ve yazıları Yapıt, Petek, Yeni Olgu, Somut, Türkiye Yazıları, Yazko Edebiyat, Anadolu Ekini, Dönemeç, Artı Oluşum, Edebiyat 81, Evrensel Kültür, Söylem, Sanat Emeği gibi dergilerde ve bazı gazetelerde yayımlandı. Bazı şiirleri Holandaca’ya çevrildi.
Yapıtları: Şiir:
Kavgalara Sözlenen Sevda (1979)/Soframda Kaval Sesi (1982)/ Bir Özlem Bir Türkü (1983)
Acıya Kurşun İşlemez (1985)/Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek (1986)/Rüzgârla Bir (1989)
Ateşin ve Güneşin Çocukları (1991)/Çukurova Çeşitlemesi (1993)/Sular Tanıktır Aşkımıza (1998)
Araştırma:
Karacaoğlan, Yaşamı, Sanatı, Kişiliği ve Şiirleri (1993)
Okuma Önerileri
1.Göçmen Kalem/ Yaşar Seyman/ Bilgi Yayınevi
2.Nefaset Lokantası/Tuğba Doğan/YKY
3.Gittikçe Yakın/ Salih Bolat/ Varlık Yayınevi
4.Ay Eskir Gün Işırken/Fadime Uslu/ Can Yayınları
5.İsa’nın Çocukluğu/J. M. Coetzee/ Can Yayınları