Hazırlayan: Mehmet Karasu
Haftanın Kitabı
Yanan Ormanlarda Elli Gün / Bu Diyar Baştanbaşa 2
Yaşar Kemal / Yapı Kredi Yayınları
Neredeyse on beş gün geçti birkaç noktada yangın durdurulabilmiş değil. On binlerce hektarlık orman alanı yok oldu. Yok olan canlıları da bir düşünelim.
“Romanlarında Anadolu insanının gerçek dünyasını destansı boyutlara taşıyan, yaşanmış ve yaşanan gerçeği mitlerin, efsanelerin evreninde çoğaltan Yaşar Kemal, sadece bir romancı ve halkbilimci değil, gazetelerimizde modern röportaj yazarlığının da kurucusudur. Onun, her biri yayımlandığı dönemde olay yaratan röportajlarında gerçek, hayat buldu ve okuyucuyu sarstı.
Bu Diyar Baştanbaşa dörtlüsünün ikinci kitabı Yanan Ormanlarda Elli Gün “Doğuda İnanılmaz Şeyler Gördüm” başlıklı bir röportajla başlar. İnanılmaz ve acı şeyler Yaşar Kemal’in satırlarında masalsı bir güzelliğe bürünür, içimize işler. Hayat kaynağımız doğaya yaptığımız kötülüklerle bizi yüzleştirir.”
Arka kapak yazısı ( www.kitapyurdu.com)
Konuk Yazar
Yangın/ Öner Yağcı
Doğanın içinde yaşamanın zorunlulukları var. Madem bağrında yaşıyoruz, bir parçasıyız, onun yasalarına uymak zorundayız. Onda; bereket, nimet, güzellik ile su, deniz, akarsu, göl, toprak, dağ, orman, bozkır, bağ, bahçenin yanı sıra; deprem, sel, yanardağ, fırtına, yangın, sıcak, soğuk, virüs, bakteri, mikrop, salgın, kıtlık, kuraklık da var.
Bunun bilincindeysek aklımızı kullanarak onlarla birlikte yaşarız. Doğa ile ilişkimizde tarihten ders alırız. Bilimin ve aklın ışığının siyasete yol göstermesini düşleriz.
TARİHÇİ VE DOĞA
Salgın, sıcaklar ve siyasal iktidarın kahredici adımlarıyla birlikte gelişen orman yangınları tüm yurdu kaplayarak yüreklerimizi yaktı.
Kültürümüze Tarih Tarihçi ve Toplum, Tarihçilik Zor Zanaat gibi yapıtları armağan eden Salih Özbaran’ın Tarihçi ve Doğa (Tarihçi Kit.) adlı kitabının yol göstericiliğinde, tarih içindeki insan-doğa ilişkisini düşündüm.
Özbaran, gösterdiği yolun somut bir örneği olarak sunduğu Çaldağı Kasaba’mdaki Darbe adlı kitabında (Yakın Kit.), Turgutlu’nun (Kasaba), Çaldağı’ndaki nikel madeni işletmesine karşı verdiği mücadeleyi derinliğiyle, bilimsel kanıt ve önermelerle anlatıyor.
Yarattığı hava, toz, asit, kükürt, azot, gürültü, ağır metal kirliliği, tükettiği binlerce ton su ile yaşamı çirkinleştiren ve insanın çirkin yüzünü gösteren bu darbeyi anlatırken kesilen binlerce dev ağacın gözyaşlarıyla bir ağıt yakıyor.
YAŞAR KEMAL VE DOĞA
Romanımızda doğayı, yaşadığı coğrafyayı, insanı ve toplumuyla birlikte anlamaya çalışarak aktaran Yaşar Kemal, insanın doğayla olan ilişkisini betimlemek için özel bir dil kurdu.
Çevreci, botanikçi bir gözle Çukurova ve Toroslar coğrafyasını romanlaştırdı. Örnekse:
“Buradan denize kadar nar ağacı ormanıydı Çukurova. Yaz bahar aylarında bir al çiçek açardı narlar, toprak buradan Ayasa kadar apal kesilir, deniz gibi dalgalanırdı. Kara yılanlar sevişirdi nar çiçeklerinin altında, ocaktaki demir gibi kıpkızıl olarak. Hiç ağaç kalmadı ovada, bütün ağaçları kökten söktüler. Şimdi ne nar, ne meşe, ne karaçalı, ne çam, hiçbir ağaç kalmadı Çukurova’da, yok. Şu ovada kutsal hiçbir şey kalmadı ki nar ağacı kalsın…” (Hüyükteki Nar Ağacı)
YANAN ORMANLARDA ELLİ GÜN
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra tarımda makineleşme ve tarım yapılan alanların genişlemesi sonucu ormanlarımız için tehlike çanları çaldı. Ormanlar, kaçak ağaç kesme, açma-yerleşmeyle ve büyük yangınlarla tahrip oldu.
Cumhuriyet gazetesince orman yangınlarının nedenlerini araştırmak için görevlendirilen Yaşar Kemal’in röportajları yayımlanınca (30 Kasım-16 Aralık 1954) Türkiye Ormancılar Cemiyeti, onun “orman dertlerini kendine dert edinmiş olması”na dikkat çekti.
Yaşar Kemal’in “destan adamı” olmasının ilk adımı olan Yanan Ormanlarda Elli Gün (Yapı Kredi) adlı röportajlarını düşününce bir kez daha öfkeyle, hüzünle, acıyla doldu içim.
Yaşar Kemal, orman ve ormancılık tarihi de sunduğu kitabında büyüleyici bir dille ormanları, ormansızlaşmayı, ormancıları, orman işletmeciliğini, orman köylerini anlattı. Orman yangınlarını, rüzgârın yangınlar üzerindeki etkisini, ağaçları korumak için mücadele eden bir avuç insanın çaresizliğini yazdı.
“Büyük müteahhitlerin menfaatlarına” alet olup ormanları yok eden ve “Buraları Allah yakmış” diyen insanları da anlattı.
Yaşar Kemal, yaşam kaynağı olan doğaya insanın yaptığı kötülüklerle baş başa bıraktı bizi.
Doğa uyarmıştı oysa: Isıttınız beni, önlemini alın! (Cumhuriyet)
Haftanın Şiiri
Zerdali Ağacı/ Cahit Külebi
Havalar güzel gidiyor
Sen de çiçek açtın erkenden
Küçük zerdali ağacım
Aklın ermeden
Bak kurt gibi kalın yapılı
Görmüş geçirmiş ağaçlara
Küçük zerdali ağacım
Pişman olursun sonra
Şimdi okşar gibi hafif hafif
Bir gün yerden yere çalar rüzgar
Küçük zerdali ağacım
Bakma güzel gitsin havalar
Sallansın dalların çocuklar gibi
Bakma güneş ısıtsın varsın
Küçük zerdali ağacım
Sonra donarsın
Zemheride bahar mı olur
Akşamları seyret anlarsın
Sakın erkenden çiçek açma
Küçük zerdali ağacım…
HAFTANIN SANAT GÜNDEMİ
Şairlere göre şiir
Şairler için şiir bir erektir, bir ütopyadır. O nedenle denebilir ki şairler yazdıklarından çok yazacaklarına, yazmak istediklerine yoğunlaşırlar. Bunun temkinli yaklaşılması gereken bir sav olduğunu da belirtmek isteriz. Öyleyse kışkırtma amaçlı bir iddia olduğunu da söyleyelim. Kışkırtma amaçlı çünkü tartışmak, konuşmak istiyor.
Şiir değişiyor, şiir tanımları değişiyor, şiir beğenileri değişiyor. Peki bu değişimin tartışmadan, sağlam bir zemin oluşturması mümkün mü?
İzlenimimiz, gözlemimiz o ki günümüzde şairlerin şiire ilişkin, şiirin sorunlarını kuramsal ve tarihsel boyutuyla konu alarak yürüttükleri bir tartışma yok. Hiç yok demeyelim ama olanların da hayli cılız kaldığını ve de dar bir çevrede yürütüldüğünü de kaydedelim. Üzerinde durulmaya değer, tartışmaya açık bir sorun. Ama biz asıl konumuza, “şairlere göre şiir”e, yani şairlerin şiir tanımlarına dönelim.
Bundan önceki yazımızda modern Türkçe şiirin, bilhassa tasfiye döneminin başlangıcında öncü rolü oynamış şairlerin şiir tanımlarına göz atmaya çalışmıştık.
‘Edebiyat Üzerine Makaleler’in “Şiir Hakkında” başlıklı ilk bölümünde şiir üzerine sekiz “makale”ye yer verilir. Tanpınar’ın bu makaleleri bir kuramcı olmanın yanı sıra şair olarak da kaleme almış olması önemlidir. Bu yazılarda kuramcı Tanpınar kadar hatta diyebiliriz ki ondan daha fazlasıyla konuşan şair Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Şu satırları, onun “Şiir Hakkında 1” başlıklı makalesinden alıntıladık:
“Bugün sanat meseleleriyle yakından alakadar olmuş bir zekâ için artık münakaşasına imkân görülmeyen hakikatlerden biri de şiirin her türlü menfaat endişesinden uzak, gayesini yalnız kendinde bulan bir mükemmelliyet olmasıdır. Bu böyle olduğu halde, maalesef memleketimizde mutlak derecede bir ekseriyet hâlâ sanatkârda büyük insani mefkurelerin bir peygamberini, cemiyet hayatının ateşli bir havarisini görmek arzusundadır. Asaleti nispetinde sakat olan bu arzuda, şiir hakkında yerleşmiş, kök salmış batıl zanların, yanlış telakkilerin mühim bir hissesi vardır. Filhakika malzemesini lisan gibi umumun malı olan bir menbadan alması, diğer sanatlara nispeten tekniğinde mevcut zahiri kolaylıklar ve daha bunlara benzer birçok sebepler, onu zaman zaman tabiatının büsbütün haricinde olan yanlış telakkilere maruz bırakmış ve adeta fikrin her çeşidini istiaba elverişli bir nevi imtiyazlı kap olarak kabul ettirmiştir.”
Tanpınar, yazısının girişinde şiire ilişkin görüşünü de açık biçimde ifade etmiştir. Ona göre şiir, “sadece mustarip ve huzursuz ruhun saf bir lisanı”dır. Tanpınar, mustarıp ve huzursuz bireyin “saf lisanından bahseder” ama o lisanla uygarlığın huzursuz ettiği insan, toplum, birey arasındaki bağa değindiği söylenemez.
Modern Türkçe şiir, belli ölçülerde Tanpınar’ın da yörüngesinde olduğu sembolizmin etkisinde kalsa bile hem tasfiye sürecinde hem takip eden restorasyon evresinde başka kaynaklardan da etkiler alır. Nâzım Hikmet’in çıkışı ya da devrimci girişimi, şiirin hem sesini hem sazını hem sözünü hem de muhatabını değiştirir. O nedenle diyebiliriz ki modern Türkçe şiirin asıl belirleyici faili Nâzım Hikmet olmuştur.
Tasfiye döneminde şiir dilinin akışı, yönü ve şiirde oluşan kanallar da göstermektedir ki onun, gördüğü tüm baskı ve engellemelere rağmen modern Türkçe şiirin kaderini tayin eden şair olarak üstlendiği rol son derece önemlidir. Yüzyıllık birikim değerlendirildiğinde, modern Türkçe şiirin Nâzım Hikmet’in “paltosundan” çıktığı kanaati yersiz değildir.
Eğer geçmişten günümüze aktarılan birikime ve deneyime bakarak şiiri bisiklete benzetecek olsak, onu tasarlayanın ve kuranın Nâzım Hikmet olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Garip ve İkinci Yeni dalgalarının müdahaleleri elbette önemlidir. Örneğin Garip, o, modern Türkçe “şiir bisikletinin” ön, İkinci Yeni arka tekerleğini değiştirmiştir.
Hülasası, modern Türkçe şiirde özellikle tasfiye süreci sonrasında oluşan şairlerin şiir görüşleri üzerinde Nâzım Hikmet’in devrimci girişiminin etkisi yoğundur. İkinci Yeni dalgası hem biçim hem de imge, dil ve anlatım tekniği yönünden ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’na az şey borçlu değildir.
Gelelim “şairlere göre şiire…” Şiir tanımları genellikle şairin amaçladığı şiiri ifade eder. Ama bu demek değildir ki şairlerin yazdıkları şiir, tanımladıkları şiirden farklı olmakta. İfade etmek istediğimiz, şiirin lokomotifi arayıştır ve deneyimlenmiş, gerçekleşmiş olanı aşma arzusudur. Şiir tanımının diyalektiği de bunu kapsar. Şairlere göre şiir vardır ama şiirin sabitlenmiş veya sabitlenecek bir tanımı yoktur. Hatta bunu şöyle de ifade etmek mümkün: Şairler şiiri tanımlarken atlarını ağaca değil, bulutlara bağlar.
Sık sık dile getirilen, “ne kadar şair varsa o kadar da şiir ve şiir tanımı vardır” iddiası da şiirin “doğasıyla” ilgilidir. Her yeni şair ve her şiir, yeni bir şiir tanımı getirebildiği ölçüde “kalıcılık” kazanabilmektedir.
Bu dizi yazıda benimsenen yönteme ilişkin bir ara not düşmek istiyoruz. Şairlere göre şiir tanımlarına ve şiirlerle yapılan şiir tanımları örneklerine yer verirken dizgesel olmayacağız. Yeri gelmişken Ahmet Oktay’ın, “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirine Bir Bakış” başlıklı yazısında, Profesör Fuat Köprülü’nün “integral” kavramını kullandığını belirttiğini de kaydedelim. Biz de Ahmet Oktay gibi dizgesel demeyi tercih ettik. Dizgesel olmayacağımızı belirttik ama konuyla ilgili olaylar, görüşler, olgular arasındaki bağı da gözetmeye özen göstereceğiz.
Edip Cansever’in şiiri “insanın içinden dopdolu geçen bir hayat” gibi algılamasıyla dokunduğu her şeyi şiire dönüştürmesi arasında elbette bir ilişki söz konusudur.
Can Yücel, hayatın şiir yönünü bulup çıkarmaktaki ustalığının ışığında şiiri de aynı yöntemle tanımlar. Şiirden ne anladığını da, ne anlaşılması gerektiğini de şiirle dile getirmiştir. Okuyacağımız dizelerin yer aldığı şiirin başlığı da “Şiir”:
Aç bir fareydi şiir
Yarım uyaklarıyla uykuları azdıran
Cöntürkleri çağırdım Vanları Siyamları
Ankara’nın kedisi her zamanki gibi geç
Önce Shelley’i yedik Puşkin’i ve Sait’i
Rimbaud’nun beyinleri nasıl gene de taze
Şiirin şiirle tanımlandığı şiirler söz konusu olduğunda ilk akla gelen şairin Ece Ayhan, şiirinse “Mor Külhani” olmaması elbette mümkün değil. Önce “Mor Külhani”den üç betik okuyalım.
1. Şiirimiz karadır abiler
Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir
Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler
2. Şiirimiz her işi yapar abiler
Valde Atik’te Eski Şair Çıkmazı’nda oturur
Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür
Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta
Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir
Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler
3. Şiirimiz gül kurutur abiler
Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın
Taşınmaz kum taşır mavnalarla Karabiga’ya kaçan
Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu
Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir
Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler
“Mor Külhani” şiirinde şair bir yandan poetikasının çerçevesini çizmekte, bir yandan kendine özgü şiir tanımını ifade etmektedir. Şairin betimleyerek tanımını yaptığı şiirin toplumsalla birlikte tarihsel perspektifi de önemsediği dikkati çekiyor.
Ece Ayhan’ın nevi şahsına münhasır bir şair olduğunu yinelemeye gerek yok. Onun diğer şiirlerinde olduğu gibi “Mor Külhani” şiiri de kendi üstüne kıvrılan imgelerle örülüdür. Ece Ayhan şiirinin imgesel yapısı, şiir dili mattır; ışık sızdırmayan yeraltı sığınakları, karanlık çatı katları gibidir. Türkçe şiirin hayli şeffaf olan diline karşı bir başkaldırıdır. Söylediklerimiz elbette “Mor Külhani” şiiri için de geçerlidir.
OKUMA ÖNERİLERİ
1.Sosyal Demokrasi/ Necdet Saraç/Asi Kitap
2.Cumhuriyet Yolunda İz Bırakanlar/ Tuba Emlek/ Halk Kiitabevi
3.Hazan/ Ayşe Kulin/ Everest
4.Şiirimin Çeyrek Yüzyılı/ Yücel Kayıran/ Yapı Kredi
5.Misyon/ Hüsnü Mahalli/ Halk Kitabevi