Hazırlayan: Mehmet Karasu
Haftanın Kitabı
Elhamdülillah Laikiz/ Nancy Lindisfarne/İletişim Yayınları
“Nancy Lindisfarne, Türkiye’de saha çalışması yapmış bir antropolog. Bu kitabında Richard Tapper ile beraber Eğridir kasabasında yaptıkları saha araştırmasına dayanarak, cinsiyet, İslâm ve devlet arasındaki ilişkileri inceliyor; İslâm’ın sıradan insanlar için ne anlama geldiğini, yaş, cinsiyet ve toplumsal sınıf farklarının insanların dinle olan farklı ilişkilerini nasıl etkilediğini bulmaya çalışıyorlar. Yüzyıl başında yapılan düğünlerle bugünküleri, kadın mevlitleri ile erkek mevlitlerini karşılaştırarak Eğridirlilerin, kültürel dönüşümü ve sınıf farklılıklarını nasıl yaşadıklarını ortaya koyuyorlar. Temel tezleri, dinî ve siyasi uygulamaların, cinsiyetten bağımsız düşünülemeyeceği; kurumlaşmış İslamî uygulamaların, devlet tarafından Türk İslâmı’nın doğru biçimi olarak dayatıldığı ve laik milliyetçiliğin, tıpkı İslâm gibi, fundamentalist bir potansiyel taşıdığı. Kitabın ilk kısmında Nancy Lindisfarne, en iyi “biz bize benzeriz” cümlesiyle ifade edilebilecek Türk ayrıksıcılığını ele alıyor. “Taşralılık” da diyebileceğimiz ayrıksıcılık, Türk halkını ve devletini, bölgesel ve küresel değişimin tarihinin dışına atıyor. Lindisfarne, bu söylemi besleyen milliyetçiliğin ve laikliğin, etnografik, kuramsal ve yöntemsel bir eleştirisini sunuyor.”
Özellikle Laiklik kavramının çok tartışıldığı günümüzde okunması gereken yapıtlardan biri.
Konuk Yazar
Hatay’dan İstanbul’a, arkeolojiden günümüzün çağdaş çizgisine/Bedri BAYKAM
Bugün güzel şeylerden bahsedeceğim. Emin olun, eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın “Anayasanın ilk 4 maddesi değiştirilebilmeli” provokasyonundan veya Erdoğan’ın “Marketlerde fiyatlar gayet uygun” sözlerinin yarattığı polemikten dem vurarak vaktinizi çalmak istemiyorum. Çünkü biz çağdaş, özgür, Atatürkçü Türkiye’ye ulaşmak isterken zengin bir kültür dünyasını da korumak ve geliştirmek istiyoruz. Bu hedef de tarihsel arkeolojik değerlerimizden yarının ve önümüzdeki yüzyılın sanatını ve nabzını yansıtan en çağdaş işlere kadar geniş bir yelpazeyi toplumla buluşturmak anlamına geliyor.
HATAY’DA DÜNYANIN EN ÇARPICI MÜZE-OTELİNİ GÖRDÜNÜZ MÜ?
İki hafta önce ailece bir güney turu yaptık. Fazla uzun değil, dört gün… İlk gün Mersin’de “Leonardo’ya Saygı” sergisi kapsamında konuşmam vardı, Yenişehir Belediyesi’nin Atatürk Kültür Merkezi’nde… Değerli Belediye Başkanı Abdullah Özyiğit’in de katılımıyla verimli bir etkinlik oldu. Mersin çok güzelleşmiş görmeyeli; insanları cıvıl cıvıl. Her yer ağaçlandırılmış. Sahil boyunca yürürken adeta Cannes’da La Croisette’de gezdiğinizi zannedebilirsiniz. Adana’da sevgili yeğenim Dr. Berkem ve Dr. Ece Ökten’in düğününe katılıp bu vesileyle ailemin bütün Adana kanadını gördükten sonra (ve güzel kebaplar yedikten sonra dememi bekliyorsunuz ama bunu ancak dönüş yolunda yapabildik. Yüreğir’deki gerçek mahalle kebapçısı Apranti’de…) sıra Hatay’a geldi. Fenerbahçe’nin Hatayspor’u centilmence bir maçın ardından 2-1 yenmesi bize keyif verdiyse de seyahatin zirve anı Antakya Müze Otel’de geçirdiğimiz gece oldu! Lafı uzatmıyorum: Antakya’daki bu muazzam Müze Otel’i gezmediyseniz, ilk fırsatta medeniyetlerin kesişme yeri olan güzel kentimizi ziyaret edin ve bu vesileyle “dünyanın en değerli oteli”ni büyük bir heyecanla keşfedin! Dünyanın dört bir yanını gezmiş bir dostunuz olarak konuşuyorum: Dünyada sayısız lüks otel vardır. 5 yıldız, 7 yıldız, yaldızlı yıldızlı, Las Vegas, Antalya, Rio de Janeiro veya Paris otelleri… Her biri daha gösterişli, pahalı olabilir. Ama hiçbiri Antakya Müze Otel kadar sizi apayrı bir his dünyasının içine çekemez, 2 bin 300 yıl geriye taşıyamaz, benliğinizi tarihin tam içine yerleştiremez! Otelin altı, Necmi Asfuroğlu Arkeoloji Müzesi. Mimari proje uluslararası başarılarıyla gurur duyduğumuz Emre Arolat’a ait. Bakın Instagram’da başka neler yazmışım: “Dünyanın en değerli arkeolojik miraslarından birinin, üstelik bir otel yapısıyla hiçbir zarar görmeden, tersine değerlendirilerek öne çıkarılmasını başarmak çok büyük bir mühendislik ve mimari deha ürünü olduğu kadar, arkeoloji ve turizmi bir arada harmanlayan muhteşem bir proje.”
Bunları yazdıktan sonra, “acaba arkeologlar bu konuda ne diyorlar” diye bir soru takıldı aklıma. Sorunun yanıtını, 26 Eylül tarihli Milliyet gazetesinin Mimarlık ekinde buldum: Mimar Suha Özkan, Amerikan Mimarlar Enstitüsü’nün onur üyelerinden. “Geçen ay övgü ile söz ettiğimiz Bodrum Müze Hastane alanındaki koruma projesinin yanında, bir ‘mega’ proje olan Antakya Müze Oteli için ‘Eriştiği kapsamla, tarihe saygı konusunda belki de dünyanın en önemli çağdaş yapı ve arkeoloji mirası etkileşiminin örneğidir’ demiş, ‘Antakya’da bir otel gerçekleştirme çabasının önünü alan arkeolojik buluntunun kucaklanması, ileride gündeme almamız gereken bir başka olumlu katkıdır’ diyerek bitirmiştik.
Antakya’da gerçekleşen Müze Otel tam anlamıyla üçlü bir sevgi grubunun ortak anlayışının eseri olarak tamamlandı. Bu üçlü içinden hangisinin daha önemli olduğunu tartışmak söz konusu olamaz. Gerçek olan şu ki, her ilgi ve sorumluluk grubu kendi açısından kazandı. Çünkü ortaya çıkan eser, Roma döneminden kalan, tarihi mozaik zemininin ve temel duvarlarının korunması konusunda gönül birliği eden bir grubun etkileşiminin sonucu olarak, yatırımcı üstün nitelikli bir otel sahibi, EAA dünya çapında bir mimarlık yapıtı sunarak Anıtlar Kurulu da dokunulmadan korunan bir Roma eserini kültür dünyamıza vererek kazandı.” (Aynen alıntıdır)
İtiraf edeyim, bu satırları düşüncelerimin teyidi olarak dünyaca tanınmış bir mimarımızın kaleminden okumak beni fazlasıyla memnun etti. Suha Özkan’ın düşüncelerinin ve benim satırlarımın abartılı olmadığını, iç içe geçmiş oteli ve müzeyi gezdikten sonra fazlasıyla hissedeceksiniz.
Lütfen ilk tatilinizde her dinin, her dilin ve tüm yerli-yabancı gezginlerin barış ve keyif içinde yaşadıkları, her anlamda “medeniyetler sofrası” oluşturulmuş bu güzel kentin güler yüzlü insanlarını, Müze Oteli ve muhteşem Hatay Arkeoloji Müzesi’ni keşfedin. O müzeyi de hak ettiği kelimelerle övmeye kalkarsam bunun sonu gelmez, çünkü büyük evrensel değere sahip bu olağanüstü müzenin tek açığı, barındırdığı tüm eserleri içeren bir kitaba henüz sahip olmaması. Bunun dışında her zerresiyle gurur duyulacak bir dünya müzesi.
SONUÇ: İlk fırsatta işi gücü bırakıyorsunuz, Hatay’a gidip kendinizi mutlu bir kelebek ya da mutsuz bir sinek gibi, yani geçici canlı statünüzün tam içinde hissederek belki yüz binlerce yıl, belki milyonlarca yıl yaşayacak bu tarihi kalıntıları gezip yaşamınızı gözden geçiriyorsunuz… Dertlerimiz veya ideallerimiz veya hedeflerimiz bu eserlere kıyasla ne kadar kalıcı, ne kadar değerli ve ne kadar kocaman bir hiç… Bunlarla yüzleşiyorsunuz!
………………………………………………….. (Cumhuriyet)
Haftanın Şiiri
Böyle Bir Sevmek/Attila İlhan
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
hayır sanmayın ki beni unuttular
hala arasıra mektupları gelir
gerçek değildiler birer umuttular
eski bir şarkı belki bir şiir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde bir buluttular
nereye kayboldular şimdi kimbilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir.
Haftanın Sanat Gündemi
“Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri” için 1 Şubat 2022’e kadar sürecek başvurular başladı.
Gıda-İş Sendikası ve Manos Kitap tarafından 2015 yılında hayatını kaybeden şiirin ve umudun yorulmaz iğnesi Sennur Sezer anısına düzenlenen ödüllerin amacı, “Birlikte yaşadığımız topraklarda ‘Sabah sokakları saran ekmek kokusunun mayalanışındaki uykusuzluk payı’nı yazmak ve emeğin tarihine yeni kaynaklar sunmak,” olarak özetleniyor.
Ödüllerin öykü jürisini Adnan Özyalçıner, Nalan Barbarosoğlu, Ayşegül Tözeren, Sibel Öz ve Ahmet Tulgar oluşturuyor. Şiir jürisinde ise A. Hicri İzgören, Orhan Alkaya, Nalan Çelik, Gülce Başer ve C. Hakkı Zariç yer alıyor.
Türkçenin rüzgar tanrısı: Yaşar Kemal 98 yaşında
Türk edebiyatının önemli yazarlarından Yaşar Kemal, doğum gününde anılıyor. Anadolu insanını en iyi anlatan öykücülerden Necati Güngör, Yaşar Kemal için ‘sözcükleri kâğıdın üzerine üfleyip bir rüzgâr yaratıyordu’ diyerek ona Türkçenin rüzgar tanrısı diyordu. Türkçenin kullanımına ayrı bir önem veren Kemal, özellikle ‘İnce Memed’ romanıyla unutulmazlar arasına girmişti.
Usta kalem, Türk edebiyatının çınarı Yaşar Kemal, 98 yıl önce bugün doğdu. Romancı, senaryo, öykü yazarı ve aktivist Yaşar Kemal; Türk edebiyatına 26 roman, 11 deneme, 9 röportaj, 2 öykü ve şiir alanında bir eseri miras bıraktı.
Eserleriyle hem kendi dönemini hem de kendinden sonra gelen edebiyatçıları etkiledi. Türkçenin kullanımına ayrı bir önem verdi, özellikle ‘İnce Memed’ romanıyla unutulmazlar arasına girdi. Anadolu insanını en iyi anlatan öykücülerden Necati Güngör’ün deyişiyle ‘Türkçenin rüzgar tanrısı’ Yaşar Kemal, 98. yaş gününde edebiyatseverler tarafından anılıyor.
2021 Yılı Yunus Nadi Ödülleri
2021 Yunus Nadi Ödülleri sahiplerini buldu. Bu yıl 76’ncısı düzenlenen yarışmada, 5 dalda 6 eser ödüle değer bulundu. Ödüller, pandemi şartları da dikkate alınarak kasım ayında düzenlenecek törenle sahiplerine verilecek.
Öykü dalında 102, roman dalında 117, şiir dalında 101, sosyal bilimler araştırması dalında 21, karikatür dalında 14, fotoğraf dalında 21 olmak üzere toplam 376 yapıtın değerlendirildiği Yunus Nadi Ödülleri yarışmasında kazananlar şu isimler oldu: Şiir dalında Cevat Çapan, roman dalında Gökçer Tahincioğlu, öykü dalında Mehmet Güreli ve Aslı Akarsakarya, sosyal bilimler araştırması dalında Yaşar Aksoy, fotoğraf dalında ise Hüseyin Opruklu.
Kasım ayında düzenlenecek olan 76’ncı Yunus Nadi Ödülleri ödül töreniyle ilgili bilgilendirme, önümüzdeki günlerde gazetemizden yapılacak.
ROMAN: Roman dalında, Konur Ertop, Asuman Kafaoğlu Büke, Zeynep Aliye, Adnan Binyazar ve İrfan Yalçın’dan oluşan seçici kurul, ödülün “Kiraz Ağacı” adlı kitabı ile Gökçer Tahincioğlu’na verilmesine karar verdi.
ŞİİR: 76’ncı Yunus Nadi Ödülleri’nin şiir dalında Ataol Behramoğlu, Doğan Hızlan, Turgay Fişekçi, Eray Canberk ve Hüseyin Yurttaş’tan oluşan seçici kurulu, ödülün “Bir Başka Coğrafyadan” adlı yapıtı ile Cevat Çapan’a verilmesini kararlaştırdı.
ÖYKÜ:Öykü dalında, Hikmet Altınkaynak, Sezer Ateş Ayvaz, Seval Şahin, Mehmet Zaman Saçlıoğlu ve Murat Yalçın’dan oluşan seçici kurul, ödülü, “Şehirli Karınca” adlı kitabıyla Mehmet Güreli ve “Kayboluş” adlı kitap dosyasıyla Aslı Akarsakarya arasında paylaştırdı.
Şair Attila İlhan’ın 16. ölüm yıldönümü
10 Ekim Şair Attila İlhan’ın ölüm yıldönümü. 2005 yılında hayatını kaybeden İlhan, İzmir Menemen’de 1925 yılının 15 Haziran günü doğdu.Okul yıllarında mektup yazdığı bir kıza mektubunda; Nazım Hikmet şiirini yazması sebebiyle yakalanarak okuldan uzaklaştırıldı. İki ay hapse mahkum oldu. Ardından şiir yarışmasında Cebbaroğlu Mehemmed adlı şiiriyle ikincilik ödülü kazandı. 1948 yılında Paris’ e gitti. Burada Nazım Hikmet’i kurtarma hareketinde etkin olarak yer aldı.Şiirlerin yanı sıra sinema senaryoları kaleme aldı. Bununla birlikte İstanbul’da Milliyet, Güneş gibi gazetelerde çalıştı bu gazetelerde yazılar yazdı. Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazıları kaleme aldı.Yazdığı senaryolar televizyon dizilerine uyarlandı.Eserleri: Duvar, Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum, An Gelir, Elde Var Hüzün, Bela Çiçeği,Sokaktaki Adam, Zenciler Birbirine Benzemez, Fena Halde Leman, O Sarışın Kurt, Hangi Batı, Hangi Sol, Hangi Sağ, Hangi Atatürk..
2021 Nobel Edebiyat Ödülü Abdulrazak Gurnah’ın
2021 Nobel Edebiyat Ödülü’nün kazananı belli oldu. İsveçli akademi üyeleri 2021 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’ne Abdulrazak Gurnah’ı layık gördü.
Nobel Komitesi yaptığı açıklamada, Gurnah’a ödülün “Kültürler ve kıtalar arasındaki uçurumda sömürgeciliğin etkilerini ve mültecilerin kaderini tavizsiz ve merhametli bir şekilde ele alması nedeniyle” verildiğini belirtti.
Açıklamada ayrıca Gurnah’nın gerçeğe olan bağlılığının ve basitleştirmeden kaçınmasının dikkat çekici olduğu aktarılarak, “Romanları, basmakalıp betimlemelerden uzak ve bize dünyanın diğer yerlerindeki pek çok kişinin aşina olmadığı, kültürel olarak çeşitlendirilmiş bir Doğu Afrika’ya açıyor” ifadelerine yer verildi.
Bir Portre
Abdulrazak Gurnah Kimdir?
Abdulrazak Gurnah, 1948’de Doğu Afrika kıyısındaki Zanzibar’da doğdu. Anadili, Afrika’da seksen milyon kişinin konuştuğu Svahili’dir. İlköğrenimini İngiliz okullarında tamamladı, çocukluğunda gittiği Kuran kursunda Arapça öğrendi. Gençliğinde Zanzibar Ayaklanması’na (1964) ve sonrasında kurulan sosyalist rejimin çalkantılı yıllarına tanıklık etti. 1968’de İngiltere’ye gitti. Yükseköğrenimin Kent Üniversitesi’nde tamamladı.
Doktora tezinde (1982) kolonyal söylemin Doğu Afrika, Karayip ve Hindistan edebiyatındaki izdüşümlerini analiz etti. Postkolonyal
edebiyat alanında uzmanlaştı. Halihazırda Kent Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı profesörü. İlk romanı ‘Memory of Departure’da (Ayrılışın Hatırası, 1987) Afrika’dageçen gençlik yıllarının ardından ülkeyi terk eden Hassan karakterinin hafızasında yer eden Afrika imgesini postkolonyal dönemin kimlik sorunları ışığında inceledi.
İkinci romanı ‘Pilgrim’s Way’ (Hac Yolu, 1988) başlığını Winchester’ı Canterbury’deki Thomas Beckett mabedine bağlayan yoldan alır. Daha iyi bir yaşam umuduyla İngiltere’ye gelen Tanzanyalı Davud, karşılaştığı göçmen karşıtı tutumlardan dolayı paranoyak bir benlik geliştirir ve çareyi Tanzanya’daki geçmişini tamamen silmekte arar. ‘Dottie’ (1990), Dottie Badoara Fatma Balfour karakteri üzerinden benzer bir yabancılaşma sorununu tartışır. Fatma Balfour’un melez kimliği, ırk ve etnisite sorununun göçmen ve sürgün karakterler üzerindeki travmatik etkilerinin yakıcı bir simgesidir. ‘Cennet’te (1994) Gurnah, Yakup’un oğlu Yusuf’un Kuran’da anlatılan hikâyesini 1900-1914 arası Doğu Afrika’ya uyarlar. Kolonyal söylemin Afrika’ya dair klişelerini kölelik, tarihin çarpıtılması, İslâmofobi gibi meseleler üstünden tartışırken Yusuf’un bireysel hikâyesi bir yandan kolonyalizmin bir yandan da despotizmin eleştirisine açılan ikili bir işlev görür. ‘By the Sea’ (Deniz Kenarında, 2001), emperyal pedagojinin Afrika’nın yerli gelenekleriyle karşılaşmasının doğurduğu verimli paradoksları konu eder. Salih Ömer, Kuran eğitimi almaktan duyduğu geleneksel kıvanç ile kolonyal eğitimin kazandırdığı dünya bilgisi arasında bocalarken yeni Afrika’nın çelişkileri ete kemiğe bürünür.
‘Son Hediye’ (2011), 1996’da yayımlanan ‘Sessizliğe Hayranlık’la (2018) birlikte bir nehir roman anlatısıdır. ‘Sessizliğe Hayranlık’ın isimsiz anlatıcısı ülkesini terk eden bir Zanzibarlı muhaliftir; Britanya’ya yerleşip evlendikten sonra öğretmenlik yapar. Hayatının en istikrarlı görünen döneminde bireysel tarihini yazmaya karar verdiğinde, hiç de istikrarlı olmayan, kayıp ve kırılgan bir bastırılmış benlikle yüzleşmek zorunda kalır. ‘Son Hediye’de ise Gurnah, bu isimsiz anlatıcısının hikâyesini kültürel farklılıkları, belleğe kazınmış tarifsiz acıları kat eden bir anlatıya kavuşturur. Gurnah’ın hakikat anlayışı, gerek kolonyal dönemin karamsar ve toptancı tasvirlerini gerekse anavatan-memleket şovenizmlerini reddeden sahici bir arayışa dayanır.
Gurnah, romanları dışında, Salman Rushdie, Anthony Burgess, Joseph Conrad, Vidiadhar Surajprasad Naipaul, Zoe Vicomb gibi yazarlar üstüne edebiyat eleştirileri yazdı, kitaplar hazırladı.