Hazırlayan: Mehmet Karasu
Haftanın Kitabı
Sarı Yazma/ Rıfat Ilgaz/ ÇINAR YAYINLARI
Sarı Yazma, Rıfat Ilgaz’ın yaşadıklarından oluşan bir başyapıt.
“Buraya niçin mi geldim? İnsandan, toplumdan yıldığım, korktuğum, kaçtığım için değil. Tükendiğime inandığım için hiç değil. Belki de yeniden başlamak, yeniden doğup yaşamak, büyüyüp yaşlanmak için… Gerilere doğru daha bilinçli bakıp tadını çıkarabilmek için…”
Sarı Yazma, otobiyografik bir roman ama anlatılan aslında bir kuşağın öyküsü. Keskin toplumsal çelişkilerden kaynaklanan hoyrat bir iklimin yıprattığı, kırıp döktüğü bir kuşak bu.
Rıfat Ilgaz’ın, mücadelelerle geçen uzun yılların sonunda, yorgun ama inançlı bir yürekle ve her şeye yeniden başlamak kararlılığıyla doğduğu kente, Cide’ye dönüşüyle başlar Sarı Yazma. Yazar, yaşamının bu dönemecinde tüm geçmişiyle içten bir hesaplaşma yaşarken duru bir anlatımla dirençli ve umutlu bir son sunar.
Rıfat Ilgaz’ın kendi yaşamı ekseninde, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’ndan 1950’li yıllara kadarki politik yapısını ve edebiyat dünyasını anlattığı Sarı Yazma, aynı zamanda savaş karanlığındaki 1940 Kuşağı toplumcu gerçekçi aydınlarının mücadele dolu öyküsüdür.” (Kitapyurdu)
Konuk Yazar
Değişim ve Dönüşüm Ekseninde Hatay Efsaneleri (Nazlı Bal Hatunoğlu)
Efsaneler; inandırıcı, özlü ve bir kişiye, yere, olaya dair anlatılar olarak geçmişten günümüze varlığını korumuştur. Tabiat unsurlarının, ermiş, evliya, Hızır gibi kutsal şahısların, çeşitli mekânların vs. yer aldığı bu metinlerde anlatılan kişi ve yerler halkın gözünde özel bir itibar kazanmaktadır. Bu itibar sayesinde çeşitli alanlar korunmakta, bölgenin turistik değeri artarak bölgeye ekonomik destek de sağlanmaktadır.
Masallar gibi efsanelerin de eğitici ve yol gösterici işlevi vardır. “Kutsala saygı” teminde birleşen bu anlatılar toplumsal birlikteliği ifade eden ögelerden biridir. Hatay’da etnik grup çeşitliği fazladır. Efsanelerin ve menkıbelerin kutsallaştırdığı alanlarda her gruptan insanı bir arada görebilmek mümkündür.
Çalışmamızda Hatay efsanelerinin değişim ve dönüşüm örnekleri verilecektir. Genel anlamda değişim ve dönüşüm dendiğinde akla gelen ilk örnekler genel olarak kutsal mekânlardaki isimlerin farklılaşması ve “taşa, bitkilere veya hayvanlara” dönüşme şeklindedir. Ancak Hatay efsanelerinde bunların dışında farklı nesnelere dönüşmelerin de olduğu tespit edilmiş, bu örnekler bildiride açıklanmıştır.
1. Değişim ve Dönüşüme Bağlı Efsaneler
Bir zaman dilimi içindeki değişikliklerin tamamı “değişim”i; olduğundan başka bir biçime girme, yeni bir durum alma ise “dönüşüm” ü ifade etmektedir (Türkçe Sözlük, 1988: 346, 405). Değişmek ve dönüşmek birbirine yakın kavramlar gibi görünse de aralarında farklılıklar bulunmaktadır. Öncelikle her dönüşümün temelinde bir değişim yatmaktadır. Yani değişim olmazsa dönüşüm gerçekleşmez ancak değişimde bazı değerler yeni anlamlar yüklenirken öz korunur. Dönüşümde ise varlığın/kavramın tamamen yeni bir form alması, yani kontrolsüz değişimlerle özünü kaybetmesi söz konusudur. Sürekli yenilenen, teknolojik, ekonomik, dinî, siyasî ve sosyal fenomenlerle iç içe olan toplumlarda değişim ve dönüşümün olması kaçınılmazdır. Bu farklılıklar sözlü ve yazılı eserlere önemli oranda yansımaktadır.
A. Değişim Boyutuyla Hatay Efsaneleri
Hatay, yüzyıllar boyunca çeşitli uygarlıklara ve onların inançlarına ev sahipliği yapmış bir yerdir. Tarihi milattan önce yüz bin yıla kadar uzanan bu topraklarda Hitit, Mısır, Urartu, Asur, Pers, Roma, Bizans ve İslam devletlerinin (Emevi, Abbasi, Memlük, Selçuklu, Osmanlı) izleri bulunmaktadır. Hatay’ın farklı devletlerin yönetimi altına girmesi, şehirde çeşitli inançların oluşmasını ve -kimi zaman baskılar, şiddet dolu girişimler olsa da- yaşamasını sağlamıştır. İnançlardaki farklılaşmalar da anlatılardaki kişilerin ve onlara tahsis edilen kutsal yerlerin adlarında değişimlere neden olmuştur.
Efsane formatında bakıldığında yüzyıllar öncesinde Hristiyan bir azize ait olan bir makam adının dinî değişimle birlikte Müslüman bir evliyaya evrilmesi değişimin bir örneği olarak algılanabilir. Çünkü burada makam, türbe veya ziyaretin her ne şekilde adlandırılırsa adlandırılsın o yerin mistik/majik gücünü koruduğu yani özündeki değeri kaybetmediği görülür. Bu noktada dikkati en çok çeken örnek Habib-i Neccar’dır. Hristiyan kaynaklarda Antakya’da Allah’a ve Hz. İsa’nın elçilerine ilk inanan müminlerden biri olarak geçen Habib-i Neccar hakkında kesin bilgiler olmamakla birlikte kendisinin hem Hristiyan hem de Müslümanlar tarafından sahiplenildiği görülmektedir. Antakya’ya Hristiyanlığı yaymak için gelen Yuhanna, Pavlus ve Şem’un Safa adlı elçilerin burada şehit edildiği tahmin edilmektedir. Veheb b. Münebbih’in rivayetine dayanarak birçok müfessir buraya gönderilen ilk iki elçinin Yuhanna ve Pavlos olduğu konusunda birleşmektedir (Yılmaz, 2013: 69). Bugün Habib-i Neccar Camii’nin 4 metre kadar altında Habib-i Neccar ve Şem’un Safa’nın, girişte ise Yuhanna ve Pavlos’un sonraki adlarıyla Yahya ve Yunus’un mezarları yer almaktadır.
Antakya’ya gelen havarilerin isimleri ve yaşanan olaylar hakkındaki bilgiler farklılık gösterse de kesin olan havarilerin Antakya’ya gelmiş olması ve Habib-i Neccar’ın kendi halkıyla yaptığı mücadelesinin efsaneleşmiş şekilde sözlü olarak yüzyıllardan günümüze kadar ulaşmasıdır. Elçi adlarının Müslüman isimler olan Yahya ve Yunus ile değiştirilmesi, Habib-i Neccar’ın genel kabul olarak erken Hristiyanlık Dönemi’nde yaşadığı düşünülse de Müslümanlar tarafından sahiplenilmiş olması, caminin ve Habib-i Neccar Dağı’ndaki ziyaret yerinin tüm etnik/dinî gruplar tarafından ziyaret edilmesi; “değişim”in birleştirici gücüne işaret etmektedir. Söz konusu Hatay olunca Habib-i Neccar gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sadece Hatay’daki grupların değil Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli yerlerinden de insanların ilgisine ve saygısına mazhar olan yerlerden biri de Şeyh Yusuf el Hekim Türbesi’dir.
15. yüzyılda Lazkiye’den (Suriye) Harbiye’ye (Defne) göç ettiği tahmin edilen (Karasu, 2010: 100) Şeyh Yusuf el Hekim’in mezarının bulunduğu yerin eski devirlerde Eskülap mabedi olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Eski Yunan ve Roma’da tıp tanrısı Asklepios adına yapılan, farklı sağaltım teknikleri kullanılan bu tapınaklarda yüksek bir majik kuvvet alanı oluşmuştur. Bu kuvvetin yüzyıllar sonra bile devam ettiği görülmektedir. Yusuf el Hekim Türbesi’nin özelliği ise Asklepios kültünün karakteristik özelliği olan mabet uykusunun ve rüyada tedavinin izlerini yaşatmasıdır. Burası Arap Alevi toplum tarafından özellikle benimsenmiş olmakla birlikte Türk, Arap, Ermeni, Sünni, Ortodoks, Katolik ve Gregoryen gibi çeşitli gruplar tarafından medikal sebeplerle ya da saygı sunulması için ziyaret edilmektedir. (Can vd., 2011: 31). Türbenin tapınaktan ziyarete dönüşmesi bağlamında yüzyıllar içinde değişiklik olsa da şifa dağıtma işlevinin değişmediği görülmektedir.
Şifa dağıtan hekimlere bir diğer örnek de Samandağ’ın Mızraklı Mahallesi’nde bulunan Kizmen ve Dimyanus’tur. Yemen kökenli Hristiyanlar olan bu kişilerin anneleriyle birlikte MS 1. yy. da Samandağ’a geldikleri ve burada hiçbir ücret almaksızın sadece Allah ve İsa Mesih adına insanları iyileştirdikleri anlatılmaktadır (Kahlıoğulları, 2012: 162). Günümüzde Kizmen ve Dimyanus Türbesi, her inançtan insanın dertlerine deva bulmak veya saygı sunmak için bir araya geldiği kardeşlik, hoşgörü ve barış simgesi olarak işlevini sürdürmeye devam etmektedir. Bu mekân, isim değişikliği olmadığı halde farklı inançların buluştuğu ortak yer olması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır.
Defne’de bulunan Yunus Peygamber Makamı’ndaki mezar yeri tadilat nedeniyle yakın tarihte açılmış, mezarın haç biçiminde olduğu görülmüştür. Yine Defne’deki Hıdır Makamı’nın Roma Devri’ndeki Diana Mabedi olduğu tahmin edilmektedir (Karasu, 2010: 99, 110). Bu yerlerin kutsal kişiler adına makamlara dönüştürülmüş olması, buradaki dinî etkinin devam ettiğini yani değişmediğini göstermektedir.
B. Dönüşüm Boyutuyla Hatay Efsaneleri
Dönüşüm; bir yer, varlık, olay veya kavramda bütünsel değişikliği ifade ettiğinden burada tam bir farklılaşma, eski formatını kaybederek yenisi ile değiştirme söz konusudur. Halk tasavvurunda ilkel zamanlarda tabiat unsurlarının ilahi varlıklar olarak düşünülmesi, ilerleyen zamanlarda bu unsurların oluşumlarının farklı nedenlerle açıklanmasına zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda mitik öykülerin destan ve efsanelere dönüşmesi gibi taşlar, ağaçlar, hayvanların da çoğu zaman bir çeşit dönüşümün ardılı olduğuna inanılmıştır. Bugün birçok tepeye, dağa, kayalıklara insanlarla bağlantılı isimler verilmiş olmasının; bazı hayvanlara, ağaçlara hatta çalılara zarar vermekten kaçınılmasının temelinde aynı inançlar etkili olmaya devam etmektedir. (Bu bildirinin tamamı, 30 Ekim2021 tarihinde saat 15.00’te, Hatay Tabip Odası’nda yazarı tarafından sunulacaktır)
Haftanın Şiiri
Memleket İsterim/ Cahit Sıtkı Tarancı
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Haftanın Kültür Sanat Gündemi
Rıfat Ilgaz Şiir Ödülü’ne Katılım Şartları Açıklandı
Cide Belediye Başkanlığı tarafından düzenlenen Rıfat Ilgaz Şiir Ödülü’ne katılım şartları açıklandı. İlki 2021’de düzenlenen Rıfat Ilgaz Edebiyat Ödülü, 2022 yılında şiir dalında verilecek.
Cide Belediye Başkanlığı tarafından düzenlenen Rıfat Ilgaz Şiir Ödülü’ne katılım şartları açıklandı. Bu yıl şiir dalında verilecek ödül, Rıfat Ilgaz adını yaşatmak, eserlerini gelecek kuşaklara aktarmak, Türk edebiyatına yeni şiirler ve adlar kazandırmayı amaçlıyor.
Rıfat Ilgaz Şiir Ödülü’ne katılım koşulları ise şöyle:
“1) Ödüle başvuru; 15 Ekim 2021 tarihinde başlayacak ve 15 Nisan 2022 tarihinde sona erecektir.
2) 01 Ocak 2021- 01 Ocak 2022 tarihleri arasında yayımlanan bütün şiir kitapları ödüle katılabilir.
3) Seçici kurul; Şükrü Erbaş, Çiğdem Sezer, Tuğrul Keskin, İbrahim Tığ ve Kaan Tanyeri’den oluşmaktadır.
5) Yarışma sonuçları 15 Haziran 2022 tarihinde açıklanacaktır. Ödül töreni 7 Temmuz 2022’de Rıfat Ilgaz’ın memleketi Cide’de yapılacaktır.
6) Yarışmada birinci olana 2.500 TL ödül ve bir plaket verilecektir.
7) Ödüle katılacak kitaplar 7 adet olarak, katılımcının kısa özgeçmiş, adres ve iletişim bilgilerinin bulunduğu bir dilekçe ile en geç 15 Nisan 2022 tarihine kadar; Ömer Yılmaz, Cide Belediyesi Basın Yayın Bölümü, Cide-KASTAMONU Tel: 0 505 595 1544) adresine elden, posta veya kargo yoluyla ulaştırılacaktır. Posta ve kargo gecikmelerinin sorumluluğu katılımcıya aittir.
8) Ödüle katılan yapıtlar, sahiplerine geri gönderilmeyecektir.” (Evrensel)
Dünya Şiir Hareketi’nde yeni yapılanma
Dünya Şiir Hareketi’nin, Francis Combes, Ataol Behramoğlu, Luis Filipe Sarmento’nun içinde yer alan yeni yapılanması belli oldu.
Tüm kıtalarda şiir sanatı adına ve adıyla uluslararası ve yerel projelerin birlikteliğini koordine etmek, sözün gücünün daha etkin olmasını sağlamak ve üretilene kalıcılık kazandırmak amacıyla tüm dünyada belirlenmiş bir temada eşgüdümlü etkinlikler düzenleyen, eğitim programları yürüten, festivaller arası etkileşimi perçinleyen ve yayınevleriyle şairler arasında iletişimi kuvvetlendiren Dünya Şiir Hareketi’nin (World Poetry Movement) yeni yapılanması belli oldu. Avrupa kıtasında Francis Combes (Fransa), Ataol Behramoğlu (Türkiye), Luis Filipe Sarmento’nun (Portekiz) koordinatörlüğünde temsil edilen WPM Türkiye’nin koordinatörlüğüne Nurduran Duman ve Pelin Batu görevlendirildi.(Cumhuriyet)
Cahit Sıtkı Tarancı, Diyarbakır’da anıldı
Şair Cahit Sıtkı Tarancı 65. ölüm yıl dönümünde Diyarbakır’da doğduğu ve çocukluk yıllarını geçirdiği, Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi’ne dönüştürülen evde anıldı.
Şair Cahit Sıtkı Tarancı 65. ölüm yıl dönümünde Diyarbakır’da doğduğu ve çocukluk yıllarını geçirdiği evinde, Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi’nde anıldı. Okurlar, aynı zamanda Tarancı ailesinin dördüncü kuşak temsilcisi ve aynı ailenin üçüncü kuşak şairi Gülhan Ünal Tarancı’nın yeni şiir kitabı ‘Düşler Mavide Kalır’ vesilesiyle hem Cahit Sıtkı Tarancı’yı anmak hem de Gülhan Ünal Tarancı ile söyleşmek için bir araya geldiler.
BİRBİRLERİNDEN İLHAM ALAN ŞAİR KUŞAĞI
Cahit Sıtkı Tarancı, Namık Tarancı ve Gülhan Ünal Tarancı’nın şiirleri okunarak söyleşi başladı. Şiir yazmaya ortaokul yıllarında başlayan ve çocukluğu sur içinde geçen Gülhan Ünal Tarancı, “Geçmişle bugünü aynı anda yaşıyor gibiyim. Burada yaşarken Cahit Sıtkı Tarancı’nın neler yaşıyor olabileceğini, o şiirleri hangi şartlarda hangi duygu yoğunluğuyla yaşamış olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullandı. Bugünleri ve yarınları düşünürken de aynı zamanda Namık Tarancı’dan ilham aldığını da belirten Ünal Tarancı: “Bugüne dönünce de Namık Tarancı ve ben, benden önceki iki kuşağı düşününce şiir yazarken duygu haline daha çok yoğunlaşıyorum” dedi.
BİR PORTRE
Cahit Sıtkı Tarancı
Hüseyin Cahit Tarancı veya bilinen adıyla Cahit Sıtkı Tarancı, (d. 4 Ekim 1910, Diyarbakır – ö. 12 Ekim 1956, Viyana), Türk şair, yazar ve çevirmendir. Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önde gelen şairlerinden biridir. “Otuz Beş Yaş” şiiriyle özdeşleşen Tarancı,”sanat için sanat” anlayışına bağlı kaldı. Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer verdi; ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi konulu şiirler yazdı. Birçok şiiri, farklı bestekârlar tarafından bestelenmiştir.
Ömrümde Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952) ve ölümünden sonra yayımlanan Sonrası (1957) ile Bütün Şiirleri (1983) adlı şiir kitaplarının yanı sıra çeşitli hikâyeler yazmış ve bu hikâyeler Tarancı’nın ölümünün 50. yılında Gün Eksilmesin Penceremden (2006) adıyla yayımlanmıştır. Fransız edebiyatından yaptığı şiir tercümeleriyle de yapan şairin aile fertlerine, arkadaşlarına ve yakın dostlarına yazmış olduğu mektupların çoğu Ziya’ya Mektuplar (1957) ve Evime ve Nihal’e Mektuplar (1989) adlarıyla yayımlanmıştır.
Diyarbakır’da dünyaya gelen Tarancı, şehrin soylu ailelerinden olan Pirinççizade ailesindendir. İlk tahsilini Diyarbakır’da tamamladıktan sonra İstanbul’a giderek Kadıköy’deki Fransız Saint-Joseph ile Galatasaray liselerinde orta öğrenim gördü. 1944 yılından başlayarak Ankara’da Anadolu Ajansı, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığı’nda çevirmen olarak çalıştı. 1954’te geçirdiği felç sonucu Viyana’ya götürüldü ve buradaki bir hastanede tedavi gördüğü sırada 12 Ekim 1956’da zatülcenpten öldü.
Tarancı’nın doğup büyüdüğü ev, 1973 yılında Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından satın alınarak restore edildikten sonra, cumhuriyetin 50. yılında 29 Ekim 1973 tarihinde Tarancı’nın anısını yaşatmak ve ismini ebedîleştirmek amacı ile müze olarak hizmete açıldı. (Vikipedi, özgür ansiklopedi)
Ne Okusak?
1.Kumdan Yürek/Abdulrazak Gumah/İletişim
2.Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı/Lucia Berlin/Siren Yaayınları
3.Yaşamak Sakinlik İster/Özgür Bacaksız/ Destek
4.Hazan/ Ayşe Kulin/Everest
5.Okçunun Yolu/Paulo Coelho/Can Yayınları