Hazırlayan: Mehmet karasu
Haftanın kitabı
Atatürk ve Harf Devrimi/M. Şakir Ülkütaşır
Harf Devrimi, Türkiye’de 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı “Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun”un kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi sürecine genel olarak verilen isimdir. Kanun, 3 Kasım 1928 günü Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasanın kabulüyle o güne kadar kullanılan Arap harfleri esaslı Osmanlı alfabesinin resmiyeti son buldu ve Latin harflerini esas alan Türk alfabesi yürürlüğe kondu.
Atatürk’ün Harf Devrimini esas alan ünlü Sarayburnu konuşması aşağıdadır:
“9 Ağustos 1928 Perşembe günü akşamı Atatürk (o zamanki adı ile Gazi Mustafa Kemal Paşa), Sarayburnu Parkı’nda düzenlenen aile eğlencesinde, orada bulunan bir bayanın defterinden kopardığı yaprağa bir şeyler yazdıktan sonra ayağa kalkarak:
”…Sevinçliyim, duygulandım, bahtiyarım!” diye söze başlamıştı. ”Bu durumun bana esinlediği duyguları önünüzde ufak notlar halinde saptadım. Bunları içinizden bir yurttaşa okutacağım” (*)
Gazi’nin çağırdığı bir yurttaş kâğıda göz gezdirirken büyük devrimci, notları onun elinden alarak şunları söylemişti:
”Yurttaşlar, bu notlarım Türk harfleriyle yazılmıştır. Kardeşiniz bunu hemen okumaya çalıştı ve okuyabilir de. Ancak henüz tamamıyla alışmamış olduğu görülüyor. İsterim ki bunu hepiniz beş on gün içinde öğrenesiniz. Arkadaşlar, bizim ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu gerçeği anlamak zorundayız.
Anladığınızın izlerine yakın zamanda bütün dünya tanık olacaktır. Yeni Türk harfleriyle yazdığım bu notları bir arkadaşıma okutacağım, dinleyiniz.”
Gazi, elindeki kâğıdı, o zaman Bolu milletvekili olan Falih Rıfkı (Atay)’a vermiş, Atay kâğıtta yazılı bulunanları ağır ağır okumuştu. Atay’ın okuduğu kâğıtta Atatürk önce halk ile birlikte bulunmaktan aldığı büyük gücü açıklıyor; sonra, bir başka devrim atılışını ortaya koyuyordu:
Eğlencede şarkı söyleyen Mısırlı şarkıcı Müniret ül mehdiye’yi dinledikten sonra, müzik konusunda da konuşmuştu:
”…Benim Türk duyguları üzerindeki gözlemim şudur ki artık bu müzik, bu basit müzik Türkün çok gelişmiş ruh ve duygusunu doyurmaya yetmez.”
Notlar okunduktan sonra Atatürk yeniden ayağa kalkarak konuşmaya başlamış, bu arada şunları da söylemişti:
”…Çok işler yapılmıştır. Ama bugün yapmak zorunda olduğumuz, son değil, lâkin çok gerekli bir iş daha vardır: Yeni harflerini çabuk öğrenmelidir. Türk harflerini her yurttaşa, kadına, erkeğe , hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik ve ulusseverlik ödevi biliniz.
Bu ödevi yaparken düşününüz ki, bir ulusun bir toplumun yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olarak utanmak gerektir. Bu ulus utanmak için yaratılmış bir ulus değildir. Övünmek için yaratılmış, tarihi övünçlerle doldurmuş bir ulustur. Fakat ulusun yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu yanlış bizde değildir. Türkün karakterini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlarındır. Artık geçmişin yanlışlarını kökünden temizlemek zamanındayız. Yanlışları kökünden temizleyeceğiz. Yanlışların düzeltilmesinde bütün yurttaşların çalışmasını isterim. En çok bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri öğreneceklerdir.”
KONUK YAZAR:
Dilde Devrim Yapmak Bir Zorunluluktu/DİL DERNEĞİ
Türkiye Cumhuriyeti’nde uluslaşma sürecini tamamlayan Türk Devriminin ya da Atatürk devrimlerinin en önemli basamaklarından ilki cumhuriyetin kuruluşundan dört yıl sonra yapılan Harf Devrimi, ikincisi de cumhuriyetin kuruluşundan dokuz yıl sonra yaşama geçen Dil Devrimidir. Dilbilimci-Yazar Prof. Dr. Tahsin Yücel, Yazı Devriminden Dil Devrimine uzanan süreci şöyle anlatır:
“Cumhuriyetten önce Türkiye’de okuryazarlığın bile herkesin erişemediği bir ayrıcalık olarak kaldığı, yurt çapında bir ulusal eğitimin varlığından söz etmenin güç olduğu göz önüne alınınca, örneğin üçgen, dörtgen, açı gibi terimlerin bile eski karşılıklarının ne Türkçeliklerinden söz edilebilirdi, ne Türkçeleşmişliklerinden. ‘Bunların hiçbir karşılığı yoktu’ demek daha doğru olurdu. Ama Türkçe de bütün diller gibi sonsuz sayıda bildiri üretmeye elverişli bir dizge olduğuna göre, yeni gereksinimleri kendi olanaklarıyla kendi kaynaklarından sağlamasından daha doğal bir şey olamazdı. Bunun için büyük Atatürk’ün söylediği gibi, onu ‘bilinçle işlemek’ yeter, bilinçle işlenebilmesi için de genellikle yazıyı sözden üstün tutma alışkanlığında olan aydınların onu bir yazı dili olarak somut biçimde algılayabilmelerini sağlamak gerekirdi.
Bu açıdan bakınca, Yazı Devriminin Dil Devriminden önce başlatılması gerçekten derin bir sezginin, gerçekten derin bir dil duygusunun belirtisidir. Atatürk, ‘Bizim zengin, uyumlu dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir’ derken, öncelikle dilsel bir gereksinimi vurgular, ulusumuzun ‘güzel ve soylu diline kolay uyan’ bu aracın bizi ‘az emekle, kısa yoldan’ kurtaracağını söylediği ‘bilisizlik’ de aynı zamanda dilsel bir bilisizliktir. Hiç kuşkusuz başka yararları da vardır Yazı Devriminin, okuyup yazmayı kolaylaştırır. (…) Gerçekten yeni abecenin ben imsenmesinin salt bir yazı değişimi olarak kalmayacağını o dönemin devrimcileri de tutucuları da seziyorlardı.
Falih Rıfkı Atay, yeni abecenin hazırlanışı sırasında çıkan tartışmalardan söz ederken açıkça ortaya koyar bunu: ‘Yeni yazı komisyonunda biz Türkçüler kazandık. Sağcılar Arap ve Farsça sözlerini bütün değerleri ile belirtecek harfler aramışlardır.Arapçada üç noktalı se başka, dişli sin başkadır: Süreyya ve selim aynı söylenmez. Biz buna karşı koyduk. Çünkü Türk ağzında bu söyleniş farkı kalmamıştır. Asıl kavga q harfinden koptu: K harfli Türkçe kelimeleri ince seslilerle ke, kalınlarla ka okuruz. Biz Türkçe alfabe için q harfine lüzum olmadığını ileri sürdük. Yabancı kelimeler ya ayıklanıp gidecek, yahut Türk ağzına uyacaktı’ der, sonra da devrimin gelişimini yakından izlemiş bir yazar olarak kesin gözlemini ekler: ‘Yeni yazı Türkçeleşme hareketine hız vermiştir. Osmanlıcanın devam etmesine imkân yoktu.’
………………………………………… (kaynak: www.dildernegi.org)
Haftanın Şiiri
Söyle Sevda İçinde Türkümüzü/ Fazıl Hüsnü
Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz
Yaşamak bu kadar güzelken?
İnsan, dallarla, budaklarla bir
Aynı maviliklerden geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken?
HAFTANIN SANAT GÜNDEMİ
MAY Yayınları sahibi ve editörü
Mehmet Ali Yalçın’ın 1968 MAY Edebiyat Ödülü alan dosyalara yazdığı önsöz.
“Ellerinde tomar tomar yazı ile yayınevlerinin kapılarını aşındıranlardan hangisi ilgi görüyordu. Yayınevleri, yaptıkları kültür hizmeti yanında birer ticari müessese idiler. Tanınmış yazarların eserleri dururken yenilere itibar etmezlerdi. Gençler, tanınmamış yazarlar, her gün yüzlerine kapanan kapılardan umutsuzluk içerisinde evlerine dönüyorlardı. Çok defa selametlediğim amatör gençlerin arkasından hüzün kaplamıştı içimi… ‘Bir defa okusanız efendim’ diyen bu amatör genç adamlara; bıraktığınız eserin iki sayfası bile okunmaz diyemedim çoğunlukla… İşte bu girift dramın etkisi ile olacak amatörlere açık olan kırk bin liralık ödülü koymaya karar verdik. Uzun süreli bir yatırımdı bu… Aynı zamanda bir hizmetti… Türk okurundan aldığımızı, genç sanatçılara vermeyi uygun bulduk…
Tanınmış yazarların yanı sıra genç yazarların ortaya çıkması çok daha ilginç olacaktı. Yarışmanın sonucu umudumuzu kırmadı arttırdı…”
Hapiste doğan Hayat Hanım Femina’yı kazandı
Ahmet Altan Femina Ödülü’nü kazanan ilk Türkiyeli yazar oldu: “Hukuk kendilerini unuttuğu zaman bile edebiyatın onları unutmadığını, unutmayacağını söyleyebilmek için, bu ödülü, Hayat Hanım’ın yıllarını geçirdiği hapishanelere siyasi nedenlerle haksızca kapatılan Türk ve Kürt kadınlara armağan etmek istiyorum.”
Silivri Cezaevi’nde geçirdiği dört buçuk yılı aşkın sürede yazdığı deneme kitabı Dünyayı Bir Daha Görmeyeceğim ile Avrupa’da André Malraux, Geschwister Scholl, Andrea Barbato gibi önemli ödüller alan Ahmet Altan, hapiste yazdığı Hayat Hanım romanıyla da edebiyat dünyasının en önemli ödüllerinden biri olan Femina’yı kazandı.
Hayat Hanım, şu âna dek İtalya ve Fransa’da yayımlandı. Almanya, ABD, Rusya, Hollanda, İsveç, Slovakya, Romanya gibi ülkelerde yayın hazırlıkları süren roman, Türkiye’de de Everest Yayınevi tarafından Kasım ayında basılacak.
Ahmet Altan bu romanıyla Fransa’da Femina’nın yanı sıra henüz açıklanmayan Médicis ve Mare Nostrum ödüllerinin son seçkilerine de kaldı. Hayat Hanım ayrıca Transfuge dergisi tarafından 2021’in En İyi Avrupa Romanı Ödülü’ne değer bulundu. (T24.com.tr
ŞİİR ÖDÜLÜ ALPHAN AKGÜL’E
Şiir Ödülü seçici kurulu tarafından gerekçesi “2021 yılı Attilâ İlhan Şiir Ödülü, entelektüel bakışı, kavramsal yaklaşımı, manzumla mısra arasında günümüze uygun duyarlılıklarla ördüğü şiir anlayışı dolayısıyla, oy birliğiyle Alphan Akgül’e verilmiştir.” olarak belirtilen karar ile 2021 Attilâ İlhan Şiir Ödülü’nün sahibi “Bir Uçurumun Haritası” isimli kitabıyla Alphan Akgül oldu.
2021 Attilâ İlhan İlk Şiir Kitabı Vakıf Özel Teşvik Ödülü ise İthaki Yayınları tarafından yayımlanan “Türbülans” kitabıyla Naile Dire’ye verildi. Açıklanan gerekçede, “Sınırları aşmaya çalışan; yeni arayışlarla kadınlık durumunu ve kimlik sorgulamasını önemseyen deneysel tavrıyla 2021 yılı Attilâ İlhan Edebiyat Ödülleri ‘İlk Şiir Kitabı Vakıf Özel Teşvik Ödülü’nün oy çokluğuyla Naile Dire’ye verilmesi uygun bulunmuştur” ifadeleri yer aldı.
Metin Celal’in başkanlığındaki Attilâ İlhan Şiir Ödülü Seçici Kurulunda A. Ali Ural, Adnan Özer, Tuğrul Tanyol ve aileyi temsilen Kerem Alışık yer aldı. (Evrensel)
Yazar Doğan Akhanlı hayatını kaybetti
Yazar Doğan Akhanlı, akciğer kanseri nedeniyle 64 yaşında Berlin’de hayatını kaybetti.
Yazar Doğan Akhanlı, akciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. İnsan hakları alanındaki çalışmaları ile bilinen Akhanlı, 2019 yılında Almanya’nın resmi nişanı olan Goethe Madalyası’na layık görülmüştü.
2010 yılında hasta olan babasını ziyaret etmek için İstanbul’a gelen Doğan Akhanlı, 1989 yılında bir kişinin öldüğü döviz bürosu soygununa katıldığı iddiasıyla tutuklandı. Alman politikacılar, yazar ve sanatçılar o dönemde Akhanlı’nın beraat etmesi için çağrıda bulundu ve yazar hakkındaki davadan 2011 yılında beraat etti. Ancak 2013 yılında Yargıtay kararı bozdu ve Akhanlı hakkında, ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yeniden dava açıldı.
Akhanlı, 2017 yılında da Türkiye’nin talebi üzerine Interpol’ün çıkardığı kırmızı bülten nedeniyle İspanya’da geçici olarak tutuklandı. Yazar, o günleri Almanca kaleme aldığı ‘Verhaftung in Granada, oder: Treibt die Türkei in die Diktatur?’ adlı kitabında okurlarıyla paylaştı.
“Kayıp Denizler”, “Denizi Beklerken”, “Gelincik Tarlası”, “Kıyamet Günü Yargıçları”, “Madonna’nın Son Hayali”, “Babasız Günler” gibi eserlerin sahibi olan Akhanlı, insan hakları alanındaki çalışmaları ile de biliniyordu. (Evrensel)
Nebil Özgentürk’ten ‘Nâzım 120 Yaşında’ belgesel
Nâzım Hikmet’in 120. doğum günü ve ölümsüzlüğünün 59. yılı olacak 2022’ye hazırlanan belgesel filmde, Nâzım Hikmet’i canlandıracak oyuncu Şahin Sancak ile konuştuk.
“Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak.”
Çok severim usta büyük şair Nâzım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” adlı şiirindeki bu dizelerini. Nâzım Hikmet’in vatana olan sevdasını, devrimci ve özgürlükçü ruhunu sevdiğim gibi… Tüm bunları yazıyorum çünkü ustanın yeni bir belgeseli geliyor. Nâzım Hikmet’in 120. doğum günü ve ölümsüzlüğünün 59. yılı olacak 2022’ye hazırlanan bu belgesel filmde, Nazım Hikmet’i oyuncu Şahin Sancak canlandıracak.
Yapımcılığını ve yönetmenliğini Nebil Özgentürk ve Bir Yudum İnsan film ekibinin hazırladığı “Büyük Ozan Nâzım aramızda…” belgeselinin çekimleri başladı.
Belgeselde 40 kişilik film ekibinin içerisinde; Türkiye’nin en önemli makyaj sanatçılarından biri olan Derya Ergün, görüntü yönetmeni Tufan Kılınç, sanat yönetmeni Devrim Ömer Ünal, kostüm tasarımcı Baran Uğurlu yer alıyor. (Cumhuriyet)
Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın 30. yıl için hazırladığı ve 3 Haziran 2020’de yayımlanan kısa belgesel filminin, uzun metrajı olan belgeselde, Nâzım Hikmet’in Cumhuriyet ve Atatürk’e dair değerlendirmeleri de yer alacak.
Attilâ İlhan Edebiyat Ödülleri’nin sahipleri açıklandı
“Burası Radyo Şarampol” adlı kitabıyla Şükran Yiğit roman dalındaki ödülün sahibi olurken, şiir dalındaki ödül “Bir Uçurumun Haritası” kitabıyla Alphan Akgül’e verildi.
Attillâ İlhan Edebiyat Ödülleri’nin sahipleri belli oldu. “Burası Radyo Şarampol” adlı kitabıyla Şükran Yiğit, roman dalındaki ödülün sahibi olurken, şiir dalındaki ödül “Bir Uçurumun Haritası” kitabıyla Alphan Akgül’e verildi. İlk Roman Vakıf Özel Teşvik Ödülü’nün seçici kurul tarafından uygun eser bulunmadığı için bu sene verilmediği etkinlikte İlk Şiir Kitabı Vakıf Özel Teşvik Ödülü’ne ise ‘Türbülans’ kitabıyla Naile Dire değer görüldü.
ROMAN ÖDÜLÜ ŞÜKRAN YİĞİT’E
Attilâ İlhan Bilim Sanat ve Kültür Vakfınca düzenlenen ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından desteklenen Attilâ İlhan Edebiyat Ödülleri’nin Doğan Hızlan’ın onursal başkanlığında toplanan seçici kurulları ödül sahiplerini belirledi.
İletişim Yayınları’ndan çıkan “Burası Radyo Şarampol” adlı romanıyla Şükran Yiğit, 2021 Attilâ İlhan Roman Ödülü’nün sahibi oldu. Yaşamını Almanya’da sürdüren Şükran Yiğit’in yayımlanmış dört kitabı bulunuyor. Seçici kurulun karar gerekçesi şöyle açıklandı:
“Seçici kurul, duru bir Türkçe ile kültürlerarası bir büyüme hikayesini, toplumsal duyarlılıkla ele aldığı için eseri ödüle değer buldu.” İlk Roman Vakıf Özel Teşvik Ödülü için açıklanan gerekçede ise şu ifadelere yer verildi: “İlk Roman Vakıf Özel Teşvik Ödülü kategorisinde bu yıl, ödüle layık eser bulunamamıştır.”
Mehmet Eroğlu’nun başkanlığındaki Attilâ İlhan Roman Ödülü Seçici Kurulunda Deniz Yüce Başarır, Faruk Şüyün, Seval Şahin ve aileyi temsilen Ali Cem İlhan yer aldı.
NE OKUSAK?
1.Devam Ağacı/Murathan Mungan/Metis
2.Tiyatroda Ayna Var/ Üstün Dökmen/artshop
3.Siyasi Cinayetler/ Orhan Tüleeylioğlu/Karakarga
4.Sus Barbatus 3/ Faruk Duman/Yapı Kredi
5.Zamir/ Hakan Günday/Doğan Kitap