Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Antakya’da Kültür Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Haftanın

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Haftanın Kitabı

Öykü Yazmak/Necati Mert/Hece Yayınları

Önümüzdeki hafta, 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nü çeşitli etkinliklerle kutluyoruz.

Son yıllarda kentimizde özellikle öyküye büyük bir eğilim var. Çok sayıda arkadaş öykü yazmaya yöneldi, çok sayıda öykü kitabı yayımlandı. Bu, kent edebiyatımız adına elbette çok sevindirici.

Özellikle yeni başlayanların Necati Mert’in yapıtını dikkatle okumalarını öneriyorum.

“Öykü yazmak isteyenler soruyorlar: Yazmak istiyorum ama ne yazacağımı bilmiyorum, ne yapmalıyım? Ya da: Bir başlasam, arkası gelecek; bir türlü başlayamıyorum. Elimi nasıl alıştırmalıyım? Yahut: Yazdım, arkadaşlarıma, annemlere okudum, çok dağınık buldular, yaşadığımı olduğu gibi yazmıştım oysa. Hangimiz haklı? Veya: Tanığı olduğum bir olay var, anlatmak istiyorum. Fakat gördüğüm kadarıyla ilginç değil. Olayı en yoğun yaşayan benmişim gibi anlatmak da istemiyorum; çünkü hem neler yaşanılmış, bunu bilmiyorum, hem de yaşananların başımdan geçmişliği düşünülsün istemiyorum. Bunun çaresi var mı? Var. Çaresi var. Bunların da var, sorulmayan problemlerin de çaresi var. İşte Öykü Yazmak! Sorularınızı cevaplıyor, sizi çaresiz bırakmıyor. Öykü Yazmak, bir başucu kitabı; her zamankinden fazla ilgiyi asıl şimdi bekliyor.” (Açıklama yazısı)

Konuk Yazar

14 Şubat 2022 Dünya Öykü Günü Bildirisi (Semiramis Yağcıoğlu)

         Öyküler her yerde yazarlarını bekler. Bir tren yolculuğunda, kalabalık bir metroda, bir pencere önünde yaşanan tek bir anda.

          Yazar gözünün değdiği her şeyden bir öykü çıkarır. O sadece o anı değil, onun da ötesinde o anda kristalleşen bir geçmiş ve geleceği öyküye dönüştürmeyi başarır. Zaman ve mekân genişler. Birbiriyle buluşması imkânsız gibi görünen her olasılık, öykünün dokusuna katılır. Atkı olur, çözgü olur.

          Bir geyik imgesinde, Orta Asya’dan kopup gelen ve Almanya’ya uzanan bir göç öyküsü, büyümenin eşiğinde bir kız çocuğunun ana bedeninden kopuşunun acısıyla birleşir.

          Bir yokuşu tırmanırken anımsananlardan yalnızca kişisel bir hayatın öyküsü değil, koskoca bir sömürü düzeninin toplumsal ve kültürel dinamikleri, haraç sözcüğünde somutlaşır,

        Bir mahur bestenin içinden işkenceye direnme gücü çıkar.

         O anın içinden insan olmanın sonsuz olabilirlikleri çıkıp gelir, dilin simgesel düzleminde yeniden ete kemiğe bürünür. Sezdirimler ve ayrıntı bolluğu arasında kolan vuran bir dil aracılığıyla, öykü kişileri, bir yüze ve bedene dönüşür. Onların bilincinden geçen her neyse, okurun bilincinde belirir. Onların derilerinin altına süzülüp, zihinlerinin kıvrımlarına yerleşir. Onların duyguları, okurun duyguları olur. Bir ezginin tetiklediği öykü kişisinin burun sızlatan yurt özlemi, okurun göçmenlik acısı olur.

          İyi yazılmış her öykü, okur ile öykü kişisini duygudaş yapar; Ötekini, ben yapar. Öyküden başarması istenen de tam bu etkidir zaten

          Hayatı tüm canlılığı ve devingenliğiyle ayağa kaldıran o dil, ne ilk ne de son sözdür. Eskiye ait anlamlar, dil ile kurulan her yaratıda yeni anlamlara bağlanır ve daha sonra üretilen öykülerde yeniden anımsanırlar, dirime kavuşurlar.

          Her iyi öyküde, bir şairin de söylediği gibi, eski sözler yeni yerlere varır

         O dilin boşlukları vardır. Çoğu zaman yazar bile isteye, anlattığı öyküde boşluklar bırakır. Yazar, bazen bir öykünün sonunu, bazen öykü evreninde dolaşan kişilerin duygularını açıkça dile getirmez. Aslına bakarsanız, her boşluk okura çıkarılmış bir çağrıdır. Her boşlukta, ”Gel bu boşlukları sen doldur ve bu öyküyü birlikte yazalım” diyen yazarın sesi çınlar. Yazar ve okur, öyküleri birlikte yazar. Okur kimi zaman bir rengi, kimi zaman bir kokuyu, bazen de bir duyguyu getirir o boşluğa yerleştirir.

            Her iyi yazılmış öykü, okurunu yazarlaştırır.

            O boşluklarda soru işaretlerinin çengeli okuru bekler. Sorulara yanıt verme çabası okura, anlamlandırmanın kapılarını aralar. Öykü kişisinin yaşadığı çıkmazların kökeninde doğru bellenmiş hangi yanlışlar vardır sorusu ve benzer sayısız soruyu yanıtlama çabası, insanın kişisel ve toplumsal arasında konumlanmış varoluş sancısına taşır okuru. Her iyi öykü soru sorar ve yanıt bekler. Bana kalırsa, kimi okuma deneyimini unutulmaz kılan, yanıtları bulmak için harcanan zihinsel enerjinin yoğunluğuyla doğru orantılıdır.

          Öykülerin dili yalnızca dilbilgisel yapılardan oluşmaz. Yazıldığı dilin dilbilgisel dizgesinden yapılan her seçim okuru konumlandırır. Yoksulluk, ayrımcılık ve sömürü düzenlerinin içinde yaşama tutunmaya çalışan insanların bilincinden ve seslerinden aktarılan horlanmalar, yoksulluğun ve yurtsuzluğun neden olduğu toplumsal dışlanmanın aldığı görünümler, öykü sayfalarından çıkar gelip hayatımızın parçası olur, bizi insanın insana kulluğunun yarattığı mağduriyetin toplumsal ve kültürel dinamikleri içinde konumlandırır.

          Böyle bir konum değiştirme, başkasının durduğu yerden dünyayı görmeye çalışma, bizi sonsuza dek değiştirir. Anlama çabası, bireysel olmaktan çıkıp toplumsal bir yarara dönüşme gizilgücünü de barındırır. Belki de işte bu yüzden, sırf bu yüzden, totaliter rejimler, yazarları ve öykülerini sevmezler. Bilirler ki, başkalarının durumlarına karşı duygusal tepkiler verebilme becerisi etik, adil ve daha iyi bir toplum yaratma isteğini de doğal olarak besler.

          Öykü yazarlarından ve okurlarından oluşan daha etik, daha adil, daha paylaşıma açık yeni bir dünya kurulabilir mi? Ne dersiniz? Bu hasret bizim.

    Not:  AALEN ANTAKYA KÜLTÜR DERNEĞİ/KADINCA ÖYKÜLER GRUBUNUN  hazırlayacağı  DÜNYA ÖYKÜ GÜNÜ ETKİNLİĞİ 15 Şubat 2022  Salı günü, saat 15.00’te  Hatay Gastronomi Evi’nde  gerçekleştirilecektir. Tüm öykü dostlarını aramızda görmeyi diliyoruz.

Haftanın Şiiri

Süleymaniye’de Bayram Sabahı/Yahya Kemal

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede

Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,

Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi

Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,

Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.

Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,

Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.

Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garip alem bu!..

Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu…

Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;

O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.

Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık

Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;

Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,

Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya.

Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,

Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.

Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı

Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı.

En güzel mabedi olsun diye en son dinin

Budur öz şekli hayal ettiği mimarının.

Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,

Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kutsi tepeyi;

Taşımış harcını gazileri, serdarıyla,

Taşı yenmiş nice bin işçisi, mimariyle.

Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,

Uhrevi bir kapı açmış buradan gökyüzüne,

Taa ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları..

Bir neferdir bu zafer mabedinin mimarı.

Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;

Ben de bir varisin olmakla bugün mağrurum;

Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;

Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,

Senelerden beri ru’yada görüp özlediğim

Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.

Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını

Görüyor varlığının bir yere toplandığını;

Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes

Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;

Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,

Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!

Gördüm on safta oturmuş nefer esvaplı biri

Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir’i

Ne kadar saf idi siması bu mu’min neferin!

Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin?

Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu

Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,

Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,

Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;

Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz

Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;

Vatanın hem yaşayan varisi hem sahibi o,

Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,

Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,

Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.

Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,

Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.

Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;

Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.

Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?

Üsküdar’dan mı? Hisar’dan mı? Kavaklar’dan mı?

Bursa’dan, Konya’dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,

Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;

Şimdi her merhaleden, taa Beyazıd’dan, Van’dan,

Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.

Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!

Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,

Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgarını,

Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.

Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?

Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:

Kosova’dan, Niğbolu’dan, Varna’dan, İstanbul’dan..

Anıyor her biri bir vak’ayı heybetle bu an;

Belgrad’dan mi? Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı?

Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?

Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..

Adalar’dan mı? Tunus’tan mı, Cezayir’den mi?

Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi

Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;

O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?

Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine.

Çok şükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine

Yaşayanlarla beraber bulunan ervahı.

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

Haftanın Sanat Gündemi

2022 Ttb Behçet Aysan Şiir Ödülü

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) 2 Temmuz 1993’te Sivas Katliamı’nda yaşamını yitiren şair Dr. Behçet Aysan anısına bu yıl 25’incisini düzenleyeceği Behçet Aysan Şiir Ödülü için başvuru süresi başladı.

Ocak 2021’den sonra yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazır bir kitap dosyası ile aday olunabilir

Tomris Uyar Öykü Yarışması başlıyor.

Yılın En Uzun Gecesi temasıyla ilk defa düzenlenen yarışma, Yazı-Yorum Edebiyat Dergisi ve Yeni İnsan Yayınevi imzalarını taşıyor.

Türkiye’de yerli öykü adına yeni bir ödüllü öykü yarışması düzenleniyor. Yazarın, “Mum ışığında yazmaya çalışıyorum. Ne mi? Neyi mi? Bir şey, herhangi bir şey. Yazarak ısınmak, yazarak direnmek olsun da.” cümlelerine atıfla duyurulan yarışmanın şartnamesi, jürisi ve ödülleri de belli oldu.

Seçici kurulunda Berna Durmaz, Feryal Tilmaç, Zeynep Eşin, Fuat Sevimay ve Mehmet Fırat Pürselim’in yer aldığı yarışmanın ön jürisinde ise İlknur Demir ve Aslı Esma Karaca bulunuyor.

Tomris Uyar Öykü Yarışması Yeni Yazarlar Keşfetmeyi Hedefliyor

Yazı-Yorum Edebiyat Dergisi ve Yeni İnsan Yayınevi ortaklığında düzenlenen yarışmada tema “yılın en uzun gecesi” olarak belirlenirken temanın her türlü metafora açık olduğu da belirtildi.

Yarışmada birincilik ödülü alan yazarın hazırlayacağı öykü dosyası, Yeni İnsan Yayınevi tarafından kitaplaştırılacak.

İkinci olan yazarın öyküsü kitap seçkisinde, üçüncü ve dördüncü olan yarışmacıların öyküleriyse edebiyat dergilerinde yer bulacak.

15. Metin Altıok Şiir Ödülü için başvurular başladı

Bu yıl 15’incisi verilecek olan Metin Altıok Şiir Ödülü için başvurular başladı. Katılım için son başvuru tarihi ise 22 Şubat 2022 olarak belirlendi. 

Kırmızı Kedi Yayınevi’nin şair Metin Altıok’un anısına Zeynep Altıok’la birlikte düzenlediği Metin Altıok Şiir Ödülü için başvurular başladı. Bu yıl 15’incisi düzenlenecek olan yarışmanın seçici kurulunda Doğan Hızlan, Hilmi Yavuz, Eray Canberk, Ali Cengizkan, Haydar Ergülen, Şükrü Erbaş ve Salih Bolat yer alıyor.

Adaylar, 22 Şubat 2022 tarihine kadar 2021 yılı içerisinde yayımlanmış şiir kitaplarını 9 kopya olarak iletişim bilgileriyle birlikte Kırmızı Kedi Yayınevi’ne göndererek başvurularını yapabilecek. (Gazete Duvar)

DEĞERLERİMİZ

Bekir Sıtkı Kunt/Hukukçu, Öykü Yazarı, Siyasetçi

Doğum, 1905.Hatay/ Ölüm, 08 Mart, 1959, İstanbul

Hikâye yazarı, hukukçu, siyaset adamı (D. 1905, Antakya – Ö. 8 Mart 1959, İstanbul). İlköğrenimine Antakya’da Habibneccar İlkokulunda başladı, 1917’den sonra bir süre Numune Mektebine devam etti. Bir süre  An­takya Lisesinde okudu (1919-22), sonra Adana Lisesine geçti. Ortaöğrenimini Antakya Lisesinde (1923) tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine (1923-24) devam etti. Vakit (1925-30) ve Son Saat gazetelerinde çalışırken Hukuk Fakültesine geçti ve buradan mezun (1928) oldu. Gazetelerde çalışmayı bırakarak adliyede (1930) görev aldı. Düzce, Uşak, Aydın ve Ankara’da aza mülazımlığı (üye adayı), hukuk mü­şavirliği, Aydın’da kadastro hakimliği, yargıçlık ve Temyiz Mahkemesi Başsavcılığı (1934) görevlerinde bulundu. Yenigün gazetesinde başyazarlık (1938, 23 yazı) yaptı. Yazım ve seçim işlerini düzenleme işlerinde görev yaptı. Cumhuriyet Halk Partisinin yönetim kadrosunda görev aldı. Hatay sorunu sırasında iki yıl boyunca yerel basında yayımladığı makaleler ile bir yandan kamuoyu oluşturmaya çalıştı, bir yandan da Hatay Devletinin örgütlenerek Türkiye Cumhuriyetine katılmasında rol oynadı. Daha sonra memleketine giderek Hatay Milletvekili ve divan kâtibi (1939) oldu. 1946 seçimlerinde yeniden seçilemeyince mesleğine dönerek İstanbul’da Asliye Ceza Hakimliği yaptığı (1947-59)  İstanbul’da öldü ve Zincirlikuyu mezarlığında toprağa verildi.

İlk yazısı, Yeni Adana’da yayımlanan bir okuyucu mektubudur. İlk şiiri, Halep’te çıkan Türkçe bir gazetede ya­yımlandı. “Er­babı Mesalih” başlıklı ilk hikâyesi Vakit gazete­sinin ekinde (12.7.1930) yayımlandı. Hikâyeleri ve yazıları, 1924’ten itibaren Yeni Adana gazetesi, Vakit gazetesi ekleri (1924-35), Varlık, Adımlar, Yurt ve Dünya, Yeni Mecmua (1939), Son Saat, Yeditepe dergilerinde yayımlandı. Eserlerinde köy ve kasaba tipleri ile büyük kentin sıradan insanlarının sorunlarını temiz bir Türkçeyle yazdı. Sanattaki amacını “halka faydalı olmak” şeklinde açıklar. Hikâyede karşılıklı konuşma ve gözlemi önemsedi. Ayrıca, Hatay’ın ana va­tana katılması için otuzun üzerinde yazı yazmıştır.

“Yine Vakit’te kaleme aldığı hikâyeleri (…) Maupassant’ın başı, ortası ve sonu belli bir vak’aya dayalı hikâye tekniğiyle yazılmışlardır. Kahramanlarını sıradan kişiler ara­sından seçen yazar, ilk iki hikâye kitabında kırsal kesim insanlarının yaşantılarını konu almıştır.

“Bekir Sıtkı Kunt, 1940’tan sonra kaleme aldı­ğı hikâyelerinde Maupassant tarzını terk etmeye başlar. Memduh Şevket Esendal-Çehov tarzına doğru bir yönelme dikkati çeker. Herkes Kendi Hayatını Yaşar (1941) adlı kitaptaki hikâyeler böyledir. Herkes Kendi Hayatını Yaşar, Kötüler İçinde Bir İyi, Baba ve Kızı, Yaldız, Kanca, Daire adındaki hikâyelerde, köy hayatının dışındaki bir dünya ile karşılaşırız. (biyografya.com)

Okuma Önerileri

1.   Bütün Hikayeleri/Sabahattin Ali/Yky

2.   Memleket Hikayeleri/Refik Halid Karay/İnkılap Ve Aka

3.   Bütün Öyyküleri/Turan Altuntaş/ Karahan

4.   Bütün Öyküleri/Sait Faik/Yky

5.   Zeehir Zzıkkım Hikayeler/Ayla Kutlu/Bilgi Yayınevi