Haftanın Kitabı
Antakya’da Üç Kadın/ Figen Doğruel Cilli/HERDEM Kitap
Son zamanlarda Antakya’da öykü, roman, şiir… edebiyatımızın her alanında güzel ürünler yayımlanıyor. Büyük bir edebiyat birikimi olan kentimiz için bu çok güzel bir olay.
Elimden geldiğince bu yapıtları edinmeye çalışıyorum.
Sayın Figen Doğruel Cilli’nin yeni romanı da yeni geçti elime. Romanın yazılış sürecini anımsıyorum. Sanırım pandemi nedeniyle iki gecikmeyle okurla buluştu.
İnsanın içini ısıtan bir yapıt. Alın, okuyun. Beğeneceğinizden şüphem yok.
“Aynı avluya açılan kapılar ardında bazen teğet geçen bazen de birbirine karışabilen
yaşamlar, farklı olsalar da her biri vakti gelince alacakaranlığın serinliğinden güneşin yakıcılığına uyanır.
Düriye, Suzan ve Nesibe.
Üç kadın, üç sarsıntı, üç uyanış…
Düriye’nin zorlu serüveni, Suzan’ın çalkantılı duyguları, Nesibe’nin dingin yaşamı…” (Arka kapak yazısı)
Konuk Yazar
H A T A Y Ü Z E R İ N E/Sabahattin YALKIN
Antakyalı – Hataylı bir yurttaş olarak, en az iki bin yıldır çeşitli ırklardan, çeşitli dinlerden insanların yaşadığı ve çeşitli dillerin konuşulduğu bu coğrafyadaki her olay, beni ilgilendirir. Oralarda benim akrabalarım, arkadaşlarım, sevdiklerim ve de binlerce anım var. Suriye bize komşu bir ülke … Sınırların her iki tarafında, akrabalar, tanıdıklar, iş birliği içindeki insanlar, ticaret bağları, alış-veriş, evlilikler var. Suriye kaynıyor; kimin kimi öldürdüğü belli değil. Alevi – Sünni çatışması deniyor. Bu kolaya kaçan bir yaklaşım. Neden ? Macaristan’da su üzerine Lisansüstü eğitim yaparken ya Ramazan ya da Kurban bayramı idi. Mısırlı, Suriyeli ve Iraklı arkadaşlar vardı. Onların bayramlarını kutladım. Ben dedim, elçiliğe gidip bayramlaşacağım. Sizler gitmiyor musunuz, diye sordum. Mısırlılar dışında, Iraklı ve Suriyelilerden aldığım yanıt şu oldu: Biz Müslüman değiliz … Doğrusu ben Suriye ve Irak’ı silme Müslüman sanıyordum, değilmiş. Sonra birkaç yakınımla arabayla bir Suriye gezim oldu. Yayladağı sınırından girip Lazkiye üzerinden bir haftalık bir Suriye gezmesi … Hama – Humus üzerinden Halep’e giderken, asfalt döşeli geniş yolda sürat yaptım biraz. Bu arada küçük bir çukurdan kaçamadım; sağ ön ve arka jantta ezilme oldu. Halep’te tamirciye gittim. Derdimi İngilizce anlatmaya çalışırken, usta çırağına temiz bir Türkçe ile: Oğlum, şu tekerlekleri çıkar … deyince, şaşırdım biraz. Sonra konuşmaya başladık ustayla. Türkiye’den gitme bir Ermeni imiş. “ Biz evde hep Türkçe konuşuruz !” diye ekledi. Sonra Halep Çarşısı’nda dolaşırken, Türkçe’nin oldukça geçerli olduğunu görmüştüm.
Bir de şu olayı anlatmak isterim. Çarşıda dolaşırken bir adam yolumu kesmişti … Türkçe olarak, beyefendi size kravat satacağım, dükkanıma buyurmaz mısınız ? Hava sıcak olduğu için gömlek vardı üstümde. Hayretle karışık bir gülümseme ile dükkana girdik. İstanbul’dan göçen bir Ermeni ailedenmiş … Gururla : Benim Türkçem İstanbul Türkçesi … diye ekledi. Dayanamayıp sordum. Benim kravat takan biri olduğumu nereden çıkardınız ? Gülerek : Ben kaç yılın satıcısıyım … Sizi yürüyüşünüzden çıkarmasını bilirim … Karşılıklı kahkahalar atmış ve Fransız malı üç kravat almıştım o sevimli Ermeni’ den. Dolaştıkça gördüm ki kuyumcular, saatçiler hep Ermenilerdi ve de hepsi Türkçe biliyordu. Bunları niye anlattım ? Suriye sadece Sünni ve Alevilerden oluşmuyor. Orada önemli sayıda Hristiyan da var. Ve ticaret ağırlıklı olarak Hıristiyanların elinde. Yani Hataylı tüccarların o kimselerle önemli ilişkileri var.
Hatay özellikli bir ilimiz. İl merkezi Antakya, tarihsel olarak dünyaca ünlü ve önemli bir kent … İpek Yolu’nun son noktalarından biri … Anadolu ile Arabya’yı birbirine bağlayan tek geçit üzerinde … Dünya ile Orta-Doğu’ nun bağlantısı burada başlar. Haçlı Orduları Müslümanların elindeki Kudüs’ ü bahane ederek, Anadolu’yu nerdeyse 200 yıl kadar ( 1096 – 1270 ) kasıp kavurdular; insanları vurdular, kırdılar, öldürdüler… Irzlarına girdiler; mallarını yağmaladılar, çaldılar, çırptılar… Kudüs’ü almanın yolu Antakya’dan geçiyordu. Çok büyük savaşlar yaşandı. Antakya ancak 1098 de düştü. Bir yıl sonra da Kudüs’ü ele geçirdiler.
O yıllardaki coğrafyaya bakacak olursak, Hıristiyanların Hac yolu Antakya ve Suriye topraklarından geçiyordu. Hıristiyan hacılar ülkelerinde bu yollarda çok eziyet çektiklerini abartarak yayıyorlardı. Fransa’da Kluni Tarikatı mensupları fanatik Hıristiyanlar, ille de Kudüs’ün Müslümanların elinden kurtarılmasını istiyorlardı. Çok kısa zamanda yüz binlerce taraftar, mal ve mülk heveslisi çapulcular, kontlar, şövalyeler, prensler topladılar. Gümüş zengini Kunta Hora’ lılar ( Çek Cumhuriyeti) onları finanse ettiler. Yüz binleri aşan büyük ordular kurdular. Bunların çoğu Selçuklular tarafından telef edildiyse de, sonunda emellerine ulaştılar ve Kudüs Haçlıların ellerine geçti.
Yukarda Antakya özellikli bir il demiştim. Evet, Antakya Hıristiyanlığın açıkça ortaya çıktığı, dillendirildiği, tartışıldığı ve taraftar topladığı, tarihsel önemi olan kutsal bir yerdir. Hz. İsa yanlılarına burada ilk kez “Hıristiyan “ denilmeye başlanmıştır. Hıristiyanlığın bir din olarak filizlenip yeşermesi ve İlk İncil’in yazılması bu kentte olmuştur. Hıristiyanların ilk ibadet yeri olan mağara “ Dağ Kilisesi “ bunun en somut delilidir. ( Sen Piyer Kilisesi ) Hıristiyanlarla ilk temas kuran Antakyalılar arasında Habibneccar adlı doğramacı – marangoz saygın bir kişiliğe sahiptir. Ne yazık ki yanlış anlaşılmış ve kızgın Antakyalıların gazabına uğramış, öldürülmüştür. Antakya’daki ilk din şehidi olan Habibneccar adı daha sonra öldürüldüğü dağa verilmiştir.
Bunları niye söz konusu ediyorum ? Korkum var … Eğer bu gerginliğin arkasında, bu çatışmaların içinde Batılı dediğimiz sözde uygar geçinen Hıristiyanların tezgahı varsa, durum hiç de hafife alınacak gibi görünmüyor. Unutmayalım ki koşullar, tam da Haçlı Seferleri dönemini anımsatıyor. Hristiyanlar her yerde Müslümanları kötülüyor, onlara zorluk çıkarıyorlar. Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma uğraşındalar. Filistin, Lübnan, Irak, Afganistan, Pakistan, şimdi de Suriye … Ve de PKK ile uğraşan Türkiye … Yaşananlar Orta-Doğu coğrafyasının, Avrupa, ABD ve İsrail üçlüsünün istekleri doğrultusunda yeniden şekillendirilmesini gösteriyor. Ve de Avrupa büyük ekonomik sıkıntılara gebe … Yunanistan iflasta, İtalya zorda, İspanya sallanıyor … İngiltere, Avrupa Para Birliği’nden kurtulma telaşında . Avrupa ülkelerinde işsizlik hızla artıyor. Avrupa’nın büyükleri ( Almanya, Fransa, İngiltere ) kurtuluşu Orta-Doğu’da savaş kışkırtıcılığı yaparak silah satmaya bağlamış durumdalar.
Baş patron ABD baş rolünü iyi oynuyor. Onların da silah tüccarlarına verilmiş sözleri var. Son resimlere baktığımızda bu işin en ateşli taraftarları olanlar, olayları umursamazlık içinde seyrediyorlar. Özellikle Birleşmiş Milletler tam seyirci durumunda. ABD Suriye’deki olayları, Nato ile ilgili görmüyor. Hem kışkırtıcı, hem de bulaşmak istemiyor. Sanki Türkiye Nato üyesi değil … Peki, bizim askerimiz niye Afganistan’ da ?
Burada Avrupa’nın acımasızlığına bir iki örnek vermek istiyorum. Haçlı Seferlerinin parasal ihtiyaçlarını karşılayanların başında Kunta Hora’lılar var demiştim. Çek Devleti’nin merkezi Prag’ın 60-70 km. doğusundaki bu kent, o yıllarda gümüş zenginidir. Orada 40 bin insan iskeletinin kemikleriyle süslü bir kilise var. Bir kilise ve 40 bin insanın kemikleri … Kafatasları, kol-bacak kemikleri, kaburga kemikleri vb. Kemiklerle süslenmiş sütunlar, mum yakma yerleri, avizeler …İstif edilmiş halde kafatasları, odun yığınları gibi sıralanmış kol ve bacak kemikleri … Hangi insan öldürdüğü bu insanların kemikleriyle süslü böyle bir yerde Tanrı’ ya dua edebilir, yahut edebilir mi ? Ve de bu kemiklerin Hristiyanlara ait olamayacağı açık olduğuna göre, kimlerin kemikleridir ? Bunları, yüzyıllarca öncesinin Haçlı savaşçılarını bulup onlara mı soracağız ? Biz İstanbul’u aldığımızda ne yaptık ? Ayasofya Kilisesi’nde papazları mı astık ? İstavrozlu duvarları en usta çinicilerimize boyattık, öyle süsledik.
Bir örnek daha : 1992 yılında yani Kristof Kolomb’ un Amerika’ya çıkışının 500. yılında, ABD’ de Cleveland kentindeydim. Gazete manşetleri şöyleydi: Kolomb bir kaşif mi, yoksa bir cani mi ? Çünkü 50 bin yerlinin ölümüne neden olmuştu. Niye ? Buralardan götürecekleri altınları İspanya Kraliçesi’ne sunacaklar ve cennetten yer kazanacaklardı. Kazanıp kazanmadıklarını bilmiyorum, ancak suçsuz yerlileri acımasızca öldürdüklerini tarih saptamış durumda… ( 1492 de yerli sayısı 250 bin kadar; 1508 de bu sayı 60 bin civarında.) Hatay sıkıntılı bir bekleyiş içinde. Ne var ki, asıl korkulacak durum,
Hatay’ın kaosa sürüklenmesi … Kaos içinde, dağdaki Sen Piyer Kilise’sinin, yani bu kutsal yerin korunmasında sorunlar yaşanabilir. Hele Haçlı ruhu yukarda verdiğim örneklerde olduğu gibi ortaya çıkarsa …
Sevgili Hataylılar, hemşerilerim, kentdeşlerim, hısım-akrabalarım …
Sünni, Alevi, Nusayri, Yahudi, Hristiyan, Arap kardeşlerim … Biz yüzlerce yıldır bu topraklarda bir arada yaşamayı öğrenmiş kimseleriz. Barış, kardeşlik, sevgi ve saygı içinde geçinmeye gönüllü insanlarız. Hataylılar kavgayı asla sevmezler … Doğanın verdiği zengin topraklar, bu gök, bu güneş, bu su bizim paylaştığımız yaşam zenginliklerimizdir. Hataylılar iyi yurttaştırlar, devletlerine saygılı insanlardır. Askere seve seve gider, vergisini seve seve verirler. Çok dinlilik içinde bile olsalar, birbirlerinin kutsallarına içten saygı gösterirler. Herkes herkesin bayramını içtenlikle kutlar, kucaklaşırlar. Cenazelerine el verirler. Gidin Şeyh Hıdır türbesine … Her Hataylı orada tevafını yapar, duasını eder. Çok tartışmalı günlerden geçiyoruz; olsun. Sağduyuyu elden bırakmayalım. Her zamanki gibi, hangi dili konuşsak da, hangi dinden ya da mezhepten olsak da, rengimize bakmadan sımsıkı sarılalım birbirimize. Provakatörler cirit atsa da onlara kanmayalım. Güven içinde vakur ve dik duralım.
Haftanın Şiiri
Baktım Hem Gördüm/Sina AKYOL
Ama billur
gibi billur-
göğe çıktım.
Baktım hem gördüm
börtü böceği.
Tuhaf telaş!
İnsan kurdu azade
insanı yiyordu.
HAFTANIN SANAT GÜNDEMİ
ŞAİR SİNA AKYOL’U YİTİRDİK
“Biliyorum iyi şiirler yazdım
kötüsünü de yazdım, biliyorum.
Yazdıkça öğreniyor insan,
öğrendikçe
daha iyi geliyordu damağa
kahvenin acı tadı…” (İyisinde/ Çayırkuşu Zaten Hep) diyen değerli şair Sina Akyol’u yitirmenin üzüntüsü içindeyiz.
Sina Akyol, 1950’de Ankara’da doğdu. Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulunu bitirdi. TRT’de program yapımcısı olarak çalıştı.
Sina Akyol’un şiir kitapları şunlardır: Su Tadında (1980), Lokmanla Geçen Şen Günlerim (1982), Haytalarla Hatmiler (1990), Ayda Tümör İzleri (1994), Avluda (1996), Meğer Söz Gümüş (1996), İkindi Kitabı (1999), Belki Çiçek Dağına: Toplu Şiirler (1999), Olmanın Halleri (2002), Meğer Söz Bakır (2006), Yetinmek Sevindirir: Seçme Şiirler (2007), Vadedimveylaya (2011), Salyangoz İlmi (2014), Kişisel Antoloji (2015), Sütün Huyu (2016), Çayırkuşu Zaten Hep (2019). Ayrıca, anı ve deneme türü yazıların yer aldığı “Düzyazdım (2012) ve Zamana Bırakılmış Yazılar (2020) adlı kitapları ve başka yazarlarla ortak kitapları vardır.
Sina Akyol’un yakınları başta olmak üzere dostlarına ve şair, yazar arkadaşlarına başsağlığı diliyoruz. (TYS)
Yunus Emre Bu Yıl Öykülerde Yaşatılacak
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi ve Porsuk Kültür Dergisi iş birliğiyle 2021 yılında şiirle başlatılan “Yunus Emre Edebiyat Armağanı” yarışması bu yıl öykülerle devam ediyor.
Anadolu’da sevgi ve hoş görünün dilini yayarak dünya çapında ses getiren halk şairimiz ve tasavvuf edebiyatının en önemli temsilcilerinden Yunus Emre, doğduğu şehir Eskişehir’de, Emre Edebiyat Armağanı Öykü Yarışması ile anılacak.
Halk şairimiz Yunus Emre’nin anısını ve adını yaşatmak için düzenlenen Yunus Emre Edebiyat Armağanı Öykü Yarışması başvuruları başladı. 29 Nisan 2022 tarihine kadar yapılan başvuruların değerlendirileceği Yunus Emre Edebiyat Armağanı Öykü Yarışması’nın konusu bu yıl da serbest olarak belirlendi. Yarışmaya katılmak isteyenler [email protected] mail adresine e-posta göndererek başvurularını yapabiliyorlar. Yunus Emre Edebiyat Armağanı Öykü Yarışması’nda sonuçların 22 Mayıs’ta açıklanacağını belirten yetkililer, yarışma birincisinin 3 bin TL, ikincisinin 2 bin 500 TL, üçüncüsünün 2 bin TL kazanacağını ifade ettiler. Başvurular alanında uzman jüri üyeleri Cemil Kavukçu, Ethem Baran, Engin Topuz, Prof. Dr. Oktay Yivli ve Prof. Dr. Ayşe Demir tarafından değerlendirilecek. Yarışmaya katılan hikâyelerden dereceye giren öykülerle birlikte yayınlanmaya değer görülen yedi öykünün daha yer alacağı kitap basılarak edebiyatseverlerle buluşacak.
Dil Derneği Beşir Göğüş Ödülü Mayıs 2022’de Verilecek
“Dil Derneği Beşir Göğüş Türk Dilini ve Çocuk Edebiyatını Geliştirme Ödülü, Dil Derneği’nin kurucu üyesi, Dilci-Eğitimci-Yazar Beşir Göğüş’ün Dil Devrimine, Türkçenin eğitim ve öğretimine verdiği emeği unutturmamak, kişiliğini ve düşüncelerini gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla düzenlenmiştir. Ödül, dönüşümlü olarak Türkiye Türkçesiyle ilgili çalışmaya ya da çocuk edebiyat yapıtına verilmektedir. 2022’de bir “çocuk romanı”na verileceği duyurulmuştu. Yarışmaya yirmiye yakın yazar, yapıtıyla aday oldu. Koşulları önceden belirlenen yarışmada her yazarın ödüle tek bir yapıtla aday olacağı, ödülün bölüştürülmeyeceği, tek bir yapıta verileceği de duyurulmuştu.
Prof. Dr. Ferhunde Öktem, Zekeriya Kaya, Mina Tansel, Seza Kutlar Aksoy ve Dilek Göğüş Ülgüray’dan oluşan seçici kurul, 9 Şubat 2022’de aday olan yapıtları değerlendirdi. Ödülün değerli Yazar Kaan Elbingil’in, Günışığı Kitaplığınca yayımlanan “Kardeş Mardeş Deme Bana” adlı yapıtına oyçokluğuyla verilmesi kararlaştırılmıştır.
Ödüle aday olan bütün yazarlara, ödüle ilgisini esirgemeyen yayınevlerine teşekkür ederiz. Ödül her yıl olduğu gibi Beşir Göğüş’ün doğum günü olan 12 Şubat 2022’de bir törenle veriliyordu; ancak hem salgın hem sağlık gibi zorunlu nedenlerle ödül töreni Mayıs 2022’ye ertelenmiştir. Törenle ilgili ayrıntılı bilgi daha sonra duyurulacak, Yazar Kaan Elbingil’e ödülü Ankara’da sunulacaktır. Saygılarımızla duyuruyoruz.
Ne Okusak?
1.Dilim Dilim Anadilim/ Feyza Hepçilingirler/ Everest Yayınları
2.Anadilin Toprağında/ Emin Özdemir/Akılçelen Kitaplar
3.Okuyup Düşündükçe/ M. Güner Demiray/ Ürün Y.
4.Anadili Edinimi / Barbara Lust /Pegem Akademi Y
5.Şiirin Dili Anadil/ Ataol Behramoğlu/ Adam Yayınları