Hazırlayan: Mehmet Karasu
Haftanın Kitabı
Öğretmen Olacağım/Abdullah Özkucur/Öğretmen Dünyası
Köy Enstitülü öğretmen-yazar Abdullah Özkucur’un ilk baskısı 1985’te Özyürek Yayınları’ından çıkan Öğretmen Olacağım’ın genişletilmiş ikinci baskısı Öğretmen Dünyası yayınlarından çıktı.
Kitap, yazarın çocukluk ve ilk gençlik yıllarımı içeren ilkokul ve Köy Enstitülü yaşamından kesitler içeriyor.
Okunduğunda görülecektir ki, aradan geçen 32 yıl, kitapta anlatılanların değerinden hiçbir şeyi alıp götürmemiştir. Aksine, zaman, sonraki yıllarda gerici iktidarlarca dönemin özellikle eğitim ve kültürdeki aydınlanma atılımlarına karşı estirilen düşmanlık rüzgârlarının inat, Özkucur Öğretmenimizin anılarına yeni değerler katmıştır.
Cumhuriyet Devrimi ve onun özgün bir ürünü olan Köy Enstitüleri atılımı, tam anlamıyla bir kuyudan adam çıkarma tasarımıdır. Özgün biçimiyle on yıllık yaşamı olan Enstitülerden yetişen ve eli kalem tutan onlarca öğretmen-aydınımızın önde gelenleri, çocukluk yıllarından öğrenciliklerine, öğretmenlik yıllarından emeklilik dönemlerine dek hem bireysel hem toplumsal gelişmeleri içlerinde barındıran anılarını yazdılar, yazıyorlar: Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Dursun Akçam, Mehmet Başaran, Osman Bolulu… Abdullah Özkucur, bu toplamın içinde sessiz ama dirençli, kararlı, karınca örneği çalışkan kişiliğiyle kendi özgün alanını yaratan gerçek bir eğitim emekçisi. Elinizdeki kitaptaki anılar, 1920’li, 30’lu, 40’lı yıllarda genç Cumhuriyet’in öncü kadrolarının devrimci heyecan dalgası yaratarak oluşturduğu aydınlanma ikliminin tanıklığına bir örnektir. Yine o yıllarda okul çağına gelmiş köy çocuklarının, bireysel çabalarını da işe katarak okuyabilme fırsatı yakalamış Anadolu köylüsünün nasıl bir maya ile oluşup pekiştiği, Özkucur’un anılarındaki açık, içten ve sıcak anlatımında görülecektir.
İster köy ister kasaba ya da kent kıyılarında yaşasın okulsuz, eğitimsiz, kendi yazgısıyla baş başa, yoksul, çekingen, edilgin ve bir o kadar kör inançların kuşatması altım fiziksel ve ruhsal hastalıklar içinde kıvranan insanlara fırsat verildiğinde, ışığa giden yol gösterildiğinde neler olabile- ği; her dönem için değişmez pusuladır. Abdullah Özkucur bu koşullarda, böyle bir kör kuyudan adam çıkarma örneğidir.
Anılarda dikkatlerden kaçmaması gereken asıl ileti kitabın adındadır: Öğretmen Olacağım!
Çocuk yaştaki bir insanın dünyasına bu denli yalın, amaca odaklı, kararlı bir yargının yerleşmesi, o yılların demokrasisi kıt ve ekmeği karneli yıllarında nasıl sağlanmıştır; günümüzün demokrasisi ileri ve ekmeği bol yıllarında neden sağlanamıyor?
Özkucur öğretmenimizin içe işleyen anılarını bu soruyla birleştirerek okumanız dileğiyle. (Nazım Mutlu)
Konuk Yazar
Köy Enstitülerinin çınarı/Öner Yağcı
İlk Köy Enstitülülerdendi Abdullah Özkucur.
2020’nin martında, kurucularından olduğu Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı (KEÇEV), Abdullah Özkucur’a Armağan adlı bir kitap çıkardı ve coşkulu bir kalabalıkla 100. yaşını kutladı, 1922’de Beyşehir-Manastır köyünde doğan en eski Köy Enstitülü delikanlının.
Yazlarını, çok sevdiği “…Bir yanında Kaz Dağları, Altınoluk/ Bir yanında Madra Dağı bölük bölük/ Batı yanın dalga dalga deniz derya/ Doğu yanın Anadolu boydan boya…” diye şiir yazdığı Burhaniye’de geçiriyordu ve son günlerde hastanedeydi.
11 Ağustos Perşembe günü ziyarete gittik. Kızı ve Zeliha Kanalıcı yanındaydı. Umutla bekliyorlardı yaşama sarılmasını. Ama olmadı, akşamüzeri onu kaybettiğimiz haberi geldi.
BİLGE BİR ANIT
Onunla tanışıp kucaklaşmak, onun anlattıklarını dinlemek birçok insanın olduğu gibi benim de borç ödeme duygumu kamçıladı.
Burhaniye Sunar Sitesi’ndeki tadına doyulmaz muhabbetlerde gördüğüm, ondaki umut, aydınlık, kararlılık, sevgi gücü, insanlık, bilgelikti.
Bilgisi, merakı, savaşımı, çalışkanlığı, muzipliği ile insanlaşma savaşımımızın sıra dışı bir savaşımcısıydı.
O, Köy Enstitülerini sonuna kadar ruhu ve sistemiyle yaşayan, kavrayan, ömrünü bu aydınlığa vererek bilgeleşen, anıtlaşan bir insandı.
Zamanın ötesine akması kolayına olmamıştı elbette…
İVRİZ KÖY ENSTİTÜSÜ İLE BAŞLAYAN
Arkadaşlarının ve öğrencilerinin “Betonu sağlamlaştırmak için kuma katılır mucur,/ işte geliyor inşaat ustası Abdullah Özkucur” dediği imecenin uslanmaz çocuğu, yeniden doğuşun yarattığı, hepsi de köyden gelen binlerce çocuktan biriydi.
1937’de girdiği Hamidiye Köy Öğretmen Okulu, 17 Nisan 1940’ın sevinciyle birlikte artık Çifteler Köy Enstitüsü olmuştu ve orada, onu insan ustası yapan bir yaşama başladı. Yaz tatillerinde Akpınar ve Hasanoğlan’da Köy Enstitüleri için yapılan binanın inşaatlarında çalıştı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün de ilk öğrencilerinden, mezunlarından oldu. İvriz Köy Enstitüsü’ne yapıcılık öğretmeni olarak atandı.
Yıllar süren öğretmenliğinde insanlığın umut okyanusuna damlalar kattı. Öğrenmeyi, gözlem yapmayı, incelemeyi, merak etmeyi, soru sormayı, çalışmanın erdemini, üretmeyi, gezmeyi, eğlenmeyi, her işi severek yapmayı, kitap okumanın keyfini öğrenmiş, öğretmişti.
“Kapatılamamış Köy Enstitüsü” oldu adı.
BORÇ ÖDEYEREK YAŞADI
Kendini adadığı insanlaşma davasına, onu kara kuru bir bozkır ayazı çocuğu olmaktan alıp yüzyılın tanığı konumuna getiren Tonguçlu yaşamına borç ödedi hep.
Yakın dostu olan İsmail Hakkı Tonguç’un görevinden alındığı günlerde ona, “Yarın Köy Enstitüleri de kapatılırsa, bütün emeklerimiz yalan mı olacak? Köy Enstitüleri bir varmış bir yokmuş masalına dönecek, unutulup gidecek mi?” diye sordu.
Tonguç Canlandırılacak Köy kitabını uzatarak “Bu sana bir şey anımsatır, seni düşündürür. Enstitüleri unutturmamanın yolları vardır. Bu da sizlerin görevinizdir” dedi.
Özkucur, bu görevi Öğretmen Olacağım, Köy Enstitüleri Destanı ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü adlı kitapları yazarak yerine getirdi.
100. yaşında bile hâlâ yeni damlalar damıttı. Köy Enstitülü Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı’nı yazmaya çalıştı.
Erdal Atıcı öğretmenlerin öğretmeni için yazdı: “Tonguç’un, Rauf İnan’ın, Mualla Eyuboğlu’nun, Hürrem Arman’ın, Âşık Veysel’in, Sabahattin Eyuboğlu’nun, Ruhi Su’nun, İzzet Palamar’ın, İbrahim Yasa’nın ve daha nice büyük öğretmenin öğrencisi Abdullah Özkucur öğretmenim ölümsüzlüğe çoktan ulaşmıştır.”
O şimdi, yanına gömülmek istediği ve birkaç gün önce rüyasında gördüğü Tonguç Baba ile kucaklaşıyor. ((Cumhuriyet)
Haftanın Şiiri
Sevgi Duvarı/Can YÜCEL
sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi
kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Haftanın Sanat Gündemi
Almanya’nın En Büyük Edebiyat Ödülü Emine Sevgi Özdamar’ın Oldu
Yazar Emine Sevgi Özdamar Alman Dil ve Şiir Akademisi’nin 50.000 avroluk Georg Büchner Ödülü’nü kazandı. Ödül Almanya’daki en önemli edebiyat ödülü olarak kabul ediliyor. Ödül, 5 Kasım’da törenle kendisine takdim edilecek.
Jüri kararında, “Alman Dil ve Şiir Akademisi, Emine Sevgi Özdamar ile Alman dili ve edebiyatının yeni ufuklar, temalar ve son derece şiirsel bir ses borçlu olduğu seçkin bir yazarı onurlandırıyor” denildi. “Alışılmadık edebi üslup araçları ve Türkçeden ilham alan konuşma biçimleri, samimi kişisel deneyimlere ek olarak, Birinci Dünya Savaşı’ndan Alman-Türk tarihinin geniş bir panoramasını gözler önüne seren çok yönlü metinlerini karakterize ediyor. altmışlar ve yetmişler günümüze.”
Özdamar’ın eserinin farklı diller, kültürler ve dünya görüşleri arasında okuyarak katılabileceğiniz “hem entelektüel hem de şiirsel bir diyalog” açtığı belirtildi.
Kültürden Sorumlu Devlet Bakanı Claudia Roth ödül sahibini övdü. Roth, “Emine Sevgi Özdamar’a Alman ve Türk kültürü arasındaki diyaloğa katılmamızı sağlayan büyük bir edebiyat borçluyuz” dedi. “Bu birliktelik, tüm yönleriyle tarihimizin bir parçası haline geldi.”
Şair Can Yücel, ölümünün 23’üncü yılında, Muğla’nın Datça ilçesindeki mezarı başında anıldı.
İşçi Marşı, Mare Nostrum, Sevgi Duvarı, Anayasası İnsanın, Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim gibi unutulmaz şiirlere imza atmış Can Yücel ölümünün 23. yılında Datça’da anıldı. Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) ve Uluslararası Knidos Kültür Sanat Akademisinin (UKKSA) düzenlediği “Can Yücel’e Bin Selam” etkinliği kapsamında dün usta şairin Datça’daki mezarı ziyaret edildi. TYS Genel Başkanı Adnan Özyalçıner burada yaptığı konuşmada “Can Yücel’in mezarı başında ölümünün 23. yılında onu şiirleriyle aydınlattığı dünyamızda, muhalefetiyle yapıcı tavrını, candan kişiliğini sevgi ve saygıyla anıyoruz” dedi.
Can Yücel’in işçinin, emekçinin el emeği, göz nuru ile yarattığı uygarlığın, güzellikleriyle zenginliklerinin eşitçe paylaşıldığı bir dünyanın şairi olduğunu söyleyen Özyalçıner, “O, herkesin düşüncesini özgürce ifade edebildiği, söz ve yazı özgürlüklerinin kısıtlanmadığı bir dünyadan yanadır. İnsanın insanı ezmediği, horlamadığı, sömürmediği, insanların kardeşçesine bir arada yaşadığı/yaşayabildiği bir dünya. Din, dil, ırk, cins ayrımı gözetmeden herkesin eşit koşullarda, barış içinde yaşamını sürdürdüğü bir dünya. Gökyüzünde savaş uçaklarının gümbürdemediği, çocukların uçurtmalarını uçurabilecekleri bir dünya. Can Yücel’in şiiri böyle bir dünyaya ulaşma çabası içindedir” ifadelerini kullandı.
Özyalçıner sözlerini şöyle tamamladı: “Muhalif bir şiirdir onun şiiri. Can, sözcük sözcük belirler muhalefetini. Sivil söylemli bir çoğunluk ve coşkunlukla…”
“SENİ BU AĞUSTOS DAHA ÇOK ÖZLEDİK”
Can Yücel, ölüm yıl dönümünde sosyal medyada da anıldı. Datça Belediyesi Twitter hesabından yapılan paylaşımda “Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da ‘rengahenk’ dünyamız kara dumana boğuldu Can Baba. Sadece şairinin bildiği şiirlere döndü yeşilimiz, artık biraz griyiz. Biz seni çok özledik ama bu ağustos daha çok özledik. İyi ki geçtin Datça’dan. Saygı ve özlemle…” ifadelerine yer verildi.
Can Yücel’in kızı Su Yücel ise Instagram hesabından şu paylaşımı yaptı: “Can ve Güler, Londra dönüşü, 1963 sonrası Marmaris’e yerleşirler. Çevredeki hemen herkes ‘Bir yer alsanıza’ der. Güler’e Can’ın cevabı ‘Bir koy alsak,/ Bir koyumuz olurdu./ Hiç koy almadık,/ Bütün koylar bizim oldu.’ Can, hep aklımda. ‘Benim adımı kârhaneye koymayın’ demiştin. Olacakların kokusunu almışsın sanki 23 yıl evvelinden. Ailecek bu sözlerin arkasında durmaya devam edeceğiz. Seni; kahkaha, şiir, umut dolu kehanetlerini özleyerek, arayarak… Hep sevgiyle…”
Balad Şiir Vakfı, 2023 yılından başlayarak her yıl “Gülten Akın Şiir Ödülü” vermeyi kararlaştırmıştır.
Amaç:
Başarılı şiir dosyalarını gün yüzüne çıkarmak, okurla buluşmayı hak eden genç şairlere olanak sağlamaktır.
Ödüle Başvuracak Adaylarda Aranan Şartlar:
1. Ödüle; 2023 yılı için, 1983 doğumlu veya daha küçük yaşta olan adaylar katılabilir.
2. Adayların seçici kurul üyeleri ve Gülten Akın ailesinden hiçbiriyle akrabalık bağı olmaması gerekir.
Ödüle Başvuracak Yapıtlarda Aranan Şartlar:
1. Ödüle “yayımlanmaya hazır kitap dosyası” ile başvurulabilir.
2. Kitap oylumu taşımayan dosyalar değerlendirmeye alınmayacaktır.
3. Katılım dosyasının daha önce bir ödül almamış olması gerekir.
4. Adaylar yarışmaya birden fazla dosyayla katılamazlar.
5. Adaylar gönderdikleri dosyalarının özgün olduğunu ve yarışma şartlarını kabul ettiklerini beyan etmiş sayılırlar.
Dosyaların Tesliminde Aranan Şartlar:
1. Yapıtlar 6 nüsha hâlinde teslim edilecektir (veya gönderilecektir).
2. Her nüshanın ilk sayfasında şair ve yapıtın adı yazılmalıdır.
3. Yapıtlar; 1,5 satır aralığında, 12 punto, Times New Roman fontuyla ve her sayfası A4 ebatlı tam fotokopi kağıdının sadece bir yüzüne yazdırılmış olacaktır.
4. Belirlenen tarihten sonra ulaşan, istenen koşulları taşımayan yapıtlar değerlendirmeye alınmayacaktır. Postada yaşanan gecikme ve/veya kayıptan, Balad Şiir Vakfı sorumlu değildir.
5. Yapıtla birlikte, ödül için başvuruyu yapan şairin adı, soyadı, yaşamöyküsü, bir fotoğrafı, açık adresi, telefonu ve diğer iletişim bilgileri bir zarf içinde gönderilecektir. Edebiyat alanında müstear ad kullanan ve bu adla tanınanlar, yapıtlarını bu müstear adla sunabilirler; ancak resmî işlemler ve ödülün kendilerine teslim edilebilmesi için gerçek adlarını mutlaka belirtmek zorundadırlar.
Son Teslim Tarihi ve Teslim Adresi:
1. Dosyalar; elden, iadeli taahhütlü ya da APS veya kargo ile 2 Ocak 2023 Pazartesi günü çalışma saati sonuna kadar “Pikaresk Yayınevi; Adalet Mahallesi, Manas Bulvarı, Folkart Towers No:47 B İç Kapı No: 2809 Bayraklı / İzmir” adresine ulaştırılmalıdır.
2. Ödüle başvuran yapıtlar, bilgi ve belgeler iade edilmeyecektir.
Eğitimci Özkucur vefat etti
Köy Enstitülerinin ilk mezunlarından olan, binlerce öğretmen yetiştiren, eğitimci, yazar 102 yaşındaki Abdullah Özkucur 11 Ağustos günü Balıkesir’in Burhaniye ilçesinde hayatını kaybetti.
Özkucur, vasiyeti gereği bugün Ankara’da Cebeci Asri Mezarlığında İsmail Hakkı Tonguç’un mezarının yanında toprağa verilecek.
ÖRNEK ÖĞRETMENDİ
Abdullah Özkucur, 1920 yılında Konya’nın Beyşehir ilçesine bağlı Üzümlü köyünde doğdu. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak ilkokulu kendi köyünde okudu. 1937 yılında, 17 yaşında iken Eskişehir Çifteler Çiftliği Mahmudiye Köy Öğretmen Okulu’na yazıldı. Bu okuldan mezun olduktan sonra kendi köyünde öğretmen olmaya hazırlanırken, 1940 yılında okulu köy enstitüsüne dönüştü. Çifteler Köy Enstitüsü’nü 1942 yılında bitirdi. Aynı yıl Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde açılan öğretmen yetiştirme kursuna katıldı. 1945 yılında Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirdi.
Öğretmen olmak için üç kurumda sekiz yıl kesintisiz okuyan az sayıda eğitimcilerden birisi oldu. Aynı yıl Konya Ereğli İvriz Köy Enstitüsü’ne inşaat öğretmeni olarak atandı. İki yıl çalıştıktan sonra askere alındı. Askerlikten sonra, 1948’de Hatay’da göreve başladı. Gezici başöğretmenlik, köy okullarında öğretmenlik, inşaat denetmenliği ve değişik okullarda İş Bilgisi öğretmenliği yaptı. Buradan kendi isteği dışında Sivas Gemerek Lisesi’ne atandı. Atamasının yapılmasından kısa bir süre sonra, 1976’da emekli oldu. Özkucur’un, Öğretmen Olacağım, Köy Enstitüleri Destanı, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü adlı kitapları bulunuyor. (Aydınlık)
BİR PORTRE
Can Yücel: 21 Ağustos 1926’da doğan ve 12 Ağustos 1999’da yaşamını yitirdi
21 Ağustos 1926’da İstanbul’da doğan Şair Can Yücel, eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğlu olarak edebiyatla küçük yaşta tanıştı.
Orta öğrenimini Ankara Erkek Lisesi’nde tamamladıktan sonra, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji Bölümü’nde okudu. İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde eğitimini sürdüren Yücel, bir süre Londra’da BBC Radyosu’nda çalıştı.
Türkiye’ye dönüşünde Bodrum’da turist rehberliği yapan Yücel, daha sonra İstanbul’a yerleşti ve bağımsız çevirici olarak yaşamını sürdürdü.
İlk şiirlerini 1950 yılında ‘Yazma’ adlı kitapta toplayan Can Yücel, ‘Toplumsal sorunların yarattığı izlenimlerin ağırlığından kurtulmak istermiş gibi’ kimi taşlama, kimi bıçak ile işleyen duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti.
1945-1965 yılları arasında “Yenilikler”, “Beraber”, “Seçilmiş Hikâyeler”, “Dost”, “Sosyal Adalet”, “Şiir Sanatı”, “Dönem”, “Yöne”, “Ant”, “İmece”, “Papirus” adlı dergilerde yazdı.
Che Guevara ve Mao’dan yaptığı çeviriler sebebiyle 12 Mart 1971 darbesi döneminde 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1974’te genel afla çıktı.
Sevgi Duvarı, Bir Siyasinin Şiirleri, Ölüm ve Oğlum, Canfeda’nın da aralarında olduğu çok sayıda şiir kitabı çıkardı. William Shakespeare, Federico Garcia Lorca, Bertholt Brecht gibi büyük yazarların eserlerini Türkçeye kazandırdı.
Leman ve Öküz gibi mizah dergilerinin yanı sıra Gerçek, Evrensel Kültür dergileri, Evrensel ve Emek gazetelerinde yazdı.
Bağlanmayacaksın/Can YÜCEL
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…
Okuma Önerileri
1.Köy Enstitüleri Destanı/ Abdullah Özkucur/KEÇEV
2.Tiyatroda Ayna var/ Üstün Akmen/ Artshop
3.Kardelen/ Öner yağcı/ İleri Yay.
4.Sevgi Demli Hayatlar/ Mehmet Öksüz/ Öteki
5.İyi Okuma/ Sefa Kaplan/ Gendaş