Hazırlayan: (Mehmet Karasu)
Antakya Kitaplığı
“Biz Sevmeyi Ne Zaman Unuttuk?Geçtiğimiz günlerde yaşama veda eden Ahmet Cemal’in yapıtı.
Ahmet Cemal, 1942’de doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Aynı fakültede asistanlık yaptı. İstanbul Avusturya Kültür Ofisi’nde basın danışmanı olarak çalıştı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde çeviri dersleri verdi. Yeni Ufuklar ve Varlık dergilerinde yazdı. Yazko Çeviri dergisini yönetti. Halen Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Sinema ve Televizyon bölümü öğretim görevlisi olarak sanat tarihi ve estetik, aynı üniversitenin Devlet Konservatuvarı’nda dünya tiyatro tarihi ve çağdaş tiyatro, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde de sanat kavramları dersleri veriyor. Bertolt Brecht, Elias Canetti, Stefan Zweig, Ingeborg Bachmann, Paul Celan, Rainer Maria Rilke, Georg Trakl, Friedrich Hölderlin, Heinrich von Kleist, Georg Lukacs, Anna Seghers, Erich M.Remarque, Manès Sperber, Franz Kafka, Walter Benjamin, Robert Musil, Ernst Fischer, Octavio Paz ve E.H.Gombrich’ten çevirileri yayınlandı. Deneme ve makaleleri Yaşamdan Çevirdiklerim, Odak Noktasında Yaşananlar, Aradığımız Tiyatro ve Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor,şiirleri Geçmiş Bir Dua Kitabından başlığıyla, öyküleri de Dokunmak adı altında kitap olarak çıktı. Çeviri kuramı, estetik, sanat tarihi, kültür eleştirisi ve edebiyat üzerine makaleler yazdı; aynı konularda Avusturya’da, Viyana ve Innsbruck üniversiteleriyle, Avusturya Edebiyat Kurumu’nda konferanslar verdi. 1998 yılında, Türk kültürüne yaptığı hizmetler nedeniyle kendisine Anadolu Üniversitesi Senatosu tarafından fahri doktor unvanı verildi.
Ülkemizin önemli edebiyatçılarından ve çevirmenlerinden olan Ahmet Cemal, 1 Ağustos 2017 tarihinde hayata gözlerini yummuştur.
“Ne zaman ortalığı bastı yirmilerinde bir genci buz gibi maskelerin arasında yaşamaktan bezdirip, ona son şans olarak ölümü bırakan bu sevgisizlik? Ya sanatımız; hamuruna sevginin mayası karıştırılmadığında asla sanat olamayacak sanatımız, nicedir sevgisiz ellere mi düştü? Sevginin sözcülüğünü yapamaz mı oldu? Sevginin salt sözcük değil, fakat ancak eylem olduğunda gerçek anlamına kavuşabileceğini ne zaman unuttuk?”
Biz Sevmeyi Ne Zaman Unuttuk? usta yazar Ahmet Cemal’in yılların imbiğinden süzülerek gelmiş metinlerini bir araya getiriyor. Aydın olmanın sorumluluğunu her satırında hissettiren bu 40 yılın denemeleri, Türkçenin tüm zenginliğini kullanan, sanatı yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak gören ve eleştirel düşüncede ısrar eden bir düşün insanının yaşam üzerine derslerinden oluşuyor. Elinizdeki denemeler, iyiyi, doğruyu ve güzeli ısrarla arayanlar için bir başvuru kaynağı olmayı sürdürüyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Aldığı her nefesi şiire adayan, şiirle yatıp şiirle kalkan, dergilere şiirler yazan, ayrı bir dergi için projeler tasarlayan “şapkasının altında, kimselere zarar vermeden yaşayan” ve ölümün bile onu şiirden ayıramadığı bir şiir ve yaşam tutkunu bir şair Rüştü Onur. Şiir her zaman acılardan ayıklanmış güzellikler demetinden oluşmuyor. Bu yüzden Rüştü Onur için hem şiir gibi yaşadı hem de Türk şiirinde kendine ölümsüz bir yer edindi diyebiliriz. Yirmi ikisinde ömrü noktalanmasaydı daha neler yazacaktı demek bir klişe olacak belki de ama bir taraftan bunu düşünmek zorundayız. Söz konusu şair bu kısacık ömründe dahi kendine edebiyatımızda bir yer edindiyse ve şairimizin şiire olan tutkunluğunu göz önünde bulundurursak, yaşasaydı neler yapardı, gibi bir sorunun cevabını bulmak muhtemelen zor olmazdı. Rüştü Onur tüberküloz hastasıydı ve onu genç yaşta bu hastalıktan kaybettik. Yaşam şartlarının verdiği sıkıntılar içerisinde her gün biraz daha ölüme yaklaşırken bile kendini şiire adaması ve sadece yaşama inanması ancak “Ben ölecek adam değilim.” diyen bir şaire yakışırdı.
Salah Birsel’e yazdığı mektupta “Bugün çok sevdiğim dünyaya doyamıyacağım gibi geliyor bana. Daha koklamadığım çiçekler var, tadamadığım meyvalar, havasını teneffüs edemediğim, insanlarıyla omuz omuza gezemediğim şehirler. Ve nihayet yazamadığım şiirler. Ben ölecek adam değilim Salah. Fakat bilinmez ki, mukadderat.” sözleriyle bu kadar yaşam doluyken ölümün kapısını çalmasını göz ardı edemediğini de görüyoruz.
Rüştü Onur Cumhuriyet Dönemiyle tırmanışa geçen edebiyatımızdaki değişimi erken fark eden bir şairdir. Şiir dilini yalın olmaktan yana seçen ve vezin ile
Kelebeğin Rüyası filmiyle beraber şiirlerini okuduğum Rüştü Onur’un bende büyük bir etki yarattığını söylemeliyim. Daha söyleyecek sözü olan bir şairin son sözlerini söylemek zorunda kalması hayat karşısında acı olduğu kadar Türk şiiri için de bir kayıptır. Şairin beni bu kadar çok etkilemesinin başında şairin “Nedamet” isimli şiiri gelir. Bu şiir, tılsımı bozulur diye sosyal paylaşım sitelerinde paylaşmaya kıyamadığım ve dönüp dönüp okuduğum şiirdir. Bu şiir söyleyecek sözü olan şairin sözüne son vermek zorunda kalışı durumuyla öznel olduğu kadar günümüze de toplumsal bir içerikle de yorumlanabilir. Yazımı Rüştü Onur’un ölümünün ardından Kemal Uluser’in sözleriyle ve daha sonra bu sözleri haklı çıkaran “Nedamet” şiiriyle sonlandırmak istiyorum.
“ Biz onu bir gün unutacağız, belki de unuttuk bile. İnsanoğlunun kaderi budur. Ama ara sıra da olsa bazan bir mısra, bazan bir nükte, bazan bir sevda hikayesinin kahramanı halinde yanıbaşımızda bitiverecek. O vakit “ Aman diyeceğiz, sen misin Rüştü?” öldüğünü unutacağız.
Nedamet
Tanrım açamadık içimizi
Arık buluşmamız mahşere kaldı.
Ne yelken ne gemi var limanda
Kaçmak bir uzun sefere kaldı.
Mercan bir sahildeymiş gemiler
Bulmak kasvetli günlere kaldı.
Rüştü Onur
Haftanın Şiiri
Akdeniz Yaraşıyor Sana/ Can Yücel
Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize
Kısa Sanat Haberleri
TÜRK Edebiyatı’nın usta şairi Can Yücel, Muğla’nın Datça İlçesi’ndeki mezarı başında, 18’inci ölüm yıldönümünde anıldı.
Uluslararası Knidos Kültür ve Sanat Akademisi (UKKSA) tarafından 7’nci Knidos’un Sırrı Festivali kapsamında ‘Can Baba’ya Bin Selam’ adıyla 12-14 Ağustos arasında gerçekleştirilen anma etkinlikleri kapsamında, Türkiye’nin dört yanından gelen onlarca şair, yazar ve sanatçı Can Yücel’in mezarı başında buluştu. Mezarlıktaki anma töreni, Datça Belediye Başkanı CHP’li Gürsel Uçar ve UKKSA Başkanı Nevzat Metin tarafından kabre çiçek bırakılmasıyla başladı. Tiyatro sanatçısı Gülsen Tuncer, Can Yücel’in yaşamının zorluklarla geçtiğini, ancak geride çok güzel şiirler bıraktığını söyledi. Tuncer, “Ülkemizin yetiştirdiği en güzel yurttaşlardan biriydi. Kendisini, minnet ve saygıyla anıyoruz. Bize dostluğu, yurt sevgisini, bilimin ve sanatın ne kadar yüksek bir değer olduğunu öğretti. Bunun yanı sıra alçak gönüllüğünün ne kadar büyük bir erdem olduğunu gösterdi” dedi.
DATÇA’YA SAHİP ÇIKTI
Datça Belediye Başkanı Gürsel Uçar ise Can Yücel’in yaşadığı sürece Datça’ya hep sahip çıktığını hatırlatarak, “Gelecek adına kaygıları vardı. Datça’nın bozulmasından endişe ediyordu. Yerel yönetimlerin ne denli önemli olduğunu belirtip, ‘bu makamları boş bırakmayın’ uyarısında bulunuyordu. Onun uyarıları ile bugün görevlerdeyiz. Göreve geldiğim ilk günden beri, Datça’nın tarihine, sanatına, kültürüne sahip çıkmaya çalışıyorum. Elimden gelen desteği veriyorum” diye konuştu. (Cumhuriyet Gazetesi)
Türkiye’nin ünlü ressamlarından, gazeteci-yazar Fikret Otyam ölümünün 2’nci yıldönümünde anıldı.
Cumhuriyet’te uzun yıllar Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki röportajları yayımlanan gazeteci-yazar ve ressam Fikret Otyam, ölümünün 2’nci yıldönümünde şiirlerle, baraklar ve bozlaklarla anıldı.
Antalya Muratpaşa Belediyesi’nin düzenlediği etkinlikte Otyam’ın eşi Filiz Otyam ve Belediye Başkanı Ümit Uysal, Fikret Otyam’ı sevgiyle saygıyla anmaya, savunduğu değerlere sahip çıkmaya devam edeceklerini söyledi.
‘Sanat Otyam’ın kişiliğinde yaşıyor’
Fikret Otyam’ın yakın dostları şair Şükrü Erbaş ve Doç. Dr. Atilla Erdem programa konuşmacı olarak katıldı. Programda; Otyam’ın sevdiği türküler Türk Halk Müziği sanatçısı Sümer Ezgü, İlke Türkdoğan ve İlyas Şimşek tarafından seslendirildi. İlke Türkdoğan bağlamasıyla Şükrü Erbaş’a şiirlerinde eşlik etti. Ezgü, “Muratpaşa, Maltepe ve Hacıbektaş Belediyelerinin katkılarıyla Fikret ağabeyin kimliğinde sanat yaşıyor. Sanatın olmadığı toplumlarda, insanlar duyguları kör olur, gaddar oluyorlar. Yaşasın sanat” dedi.
Fikret Otyam’ı ‘Ortadoğu kuraklığında Anadolu’da ortaya çıkan değişimi, Anadolu’da ortaya çıkan modernizmi, Atatürk Türkiyesi’ni çok iyi anlayan ve anlatan muhteşem bir insandı’ diye anlatan Belediye Başkanı Ümit Uysal şöyle devam etti: “Gerek röportajlardan oluşan kitaplarında gerekse de resimlerinde hep Anadolu ve insan sevgisini ifade etti. Bir insan düşünün ki bütün hayatını bir ülkenin bütünlüğü için harcıyor. Ülkenin bütün insanlarını kucaklamak için harcıyor. Vefat ettiğinde o ülkeyi temsil eden resmi makamlarından hiçbirisi cenazesinde yok. Bunun gibi bir yabancılaşma olabilir mi?”
Fikret Otyam’ı sevgiyle saygıyla anmaya, savunduğu değerlere sahip çıkmaya devam edeceklerini söyleyen Başkan Uysal, Antalya’da önceki Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın döneminde açılan Demirciler İçi Çarşısı’ndaki müzeden ‘Otyam’ adının değiştirilmesine dikkat çekerek, “Eğer düşünceleriniz evrensel ve bir standartta ise; bir Fikret Otyam’dan kaçsanız, 300-500 sene önceki başka bir Fikret Otyam’a yakalanıyorsunuz” dedi. (Cumhuriyet Gazetesi)
Ayın Kitabı olarak (yoksa yüzlerce ayın mı demeli?) aramızdan vakitsiz ayrılan yazar, tiyatro insanı, eğitimci, çevirmen Ahmet Cemal’in tüm yazı ve çevirilerini seçtiğimizi hüzünlü bir şükran, saygı ve sevgi ile duyururuz. Ingeborg Bachmann, Walter Benjamin, Bertolt Brecht, Hermann Broch, Elias Canetti, Paul Celan, Ernst Fischer, E.H. Gombrich, Goethe, Friedrich Hölderlin, Franz Kafka, Heinrich v. Kleist, Georg Lukács, Robert Musil, Nietzsche, E.M. Remarque, Novalis, R. M. Rilke, Anna Seghers, Manès Sperber, Georg Trakl ve Stefan Zweig… Dilimize kazandırdığı dünya yazarlarının bir bölümü… Sadece kitapları değil, yaşamı edebiyata çeviren Ahmet Cemal’e teşekkürlerimizle…
Tuba Ünsal, Kürk Mantolu Madonna’yı tiyatroya uyarladı
HT Magazin’den Mehmet Çalışkan’ın haberine göre, ‘İsimsiz Yıldız’ adlı oyunla yapımcılığa adım atan Ünsal, sekiz aydır üzerinde çalıştığı oyunda prova aşamasına geldi.
Ünsal ortak yapımcı Nisan Ceren Göknel ile gittikleri Edinburgh Fringe Tiyatro Festivali’nde oyunun yurtdışında da sahnelenmesi için girişimlerde bulundu.
‘GURURLA SAHNEYE ÇIKACAĞIZ’
Yaptıkları görüşmeler olumlu geçen ikili, ocak ayında Avrupa turnesine çıkmak için hazırlıklara başladı. Ünsal’ın, “Gururla ve mutlulukla sahneye çıkacağız” dediği oyun, Ekim ayından itibaren Zorlu PSM’de ve Anadolu yakasında tiyatroseverlerle buluşacak. Paris, Londra ve Berlin’i kapsayacak Avrupa turuna ise ocakta çıkılacak. (Birgün Gazetesi)
Simone Lucie Ernestine Marie Bertrand de Beauvoir (Simone de Beavoir) Fransız yazar ve felsefecidir. Feminizmin temellerini atan düşünürlerden biridir.
Simone de Beauvoir kimdir?
Simone Lucie Ernestine Marie Bertrand de Beauvoir (Simone de Beavoir) Fransız yazar ve felsefecidir. Feminizmin temellerini atan düşünürlerden biridir.
Simone de Beauvoir Paris’te Georges Bertrand ve Françoise (Brasseur) de Beauvoir çiftinin kızı olarak 9 Ocak 1908’de dünyaya gelmiştir. Ataerkil bir ailede büyüdüğünü söyler. Kişiliğinin koyu katolik annesinin ve bilinemezci babasının karşıtı olarak şekillendiği söylenebilir.
Katolik Enstitüsü’nde matematik öğrenimi ve Sainte Marie Enstitüsünde yabancı dillerde yazın eğitimi gördü. Daha sonra Sorbonne’da felsefe eğitimi aldı. 1929’da seçkin Ecole Normale Superieure’ye kayıt olan ve Sorbonne’da kurs almakta olan Jean-Paul Sartre ile tanıştı.1929’da felsefede Agregation başaran en genç öğrenci olur. Jean-Paul Sartre o yıl birinci olur, Simone ise ikinci. Ancak herkes bilir ki de Simone de Beauvoir felsefede en iyi idi. Jean-Paul Sartre’a birincilik erkek olduğu için verilmiştir.
İlk karşılaşmalarından çok kısa süre sonra Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir ayrılmaz bir ikili olur. Yaşam boyu süren bu macera ve tutku doludur. Başka erkek ve kadınların da müdahil olduğu ilişkileri sarsılmaz bir nitelik kazanır.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra Modern Zamanlar isimli politik gazetede çalışır ve ölene dek bu gazetede editör olarak hayatına devam eder. 14 Nisan 1986’da vefat eder. 1981’de Sartre’ın acı dolu son yıllarını anlattığı Veda Töreni’ni (Cérémonie Des Adieux) yazar. Kendisi de Paris’de Cimetière du Montparnasse Mezarlığına Sartre’ın yanına gömülür. Mezar taşında isimleri alt alta yazılır.
En önemli eserleri
1943 yılında Simone de Beauvoir, Konuk Kız (L’Invitée) adlı Rouen okulundaki öğrencilerinden Olga Kosakiewicz ile olan kronik lezbiyen ilişkisinin öyküsünü yayınladı. Bu öykü aynı zamanda de Beauvoir ile Sartre arasındaki karmaşık ilişkiyi ve ilişkinin bu üçlü yapıdan nasıl zarar gördüğünü anlatır.
En önemli eseri 1949’da yazdığı, kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelenmesini yaptığı ve modern feminizmin temellerini kurduğu İkinci Cins (Le Deuxième Sexe) adlı eseridir.
Freudcu yönleri ağır basan feminist bir varoluşçuluğun göze çarptığı kitapta Varoluşçulukta olduğu gibi temel prensip olarak var oluşun özden önce geldiğini kabul eder ve “Kadın doğulmaz kadın olunur.” prensibine ulaşır. (Milliyet Gazetesi)
Bize Gelenler
1.DERİ/ NİHAT ÖZDAL/ YASAKMEYVE
2.DAAAĞIN ARDI/ ARZU K. AYÇİÇEK/ ARTSHOP
SÜRELİ YAYINLAR
1.İnsancıl/Aylık Kültür Sanat Dergisi/Sayı 34/Temmuz 2017
2.Yaşam Sanat/İki Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi/ Sayı 30/ Temmuz -Ağustos 2017
3.F Dergi/Feminist Düşün Edebiyat Dergisi/ Sayı 15/ Temmuz 2017