ANTAKYA KİTAPLIĞI
Kitabın Adı : Türkçe “Off”/ Feyza HEPÇİLİNGİRLER
Dil Bayramının 85. Yılını kutluyoruz.
Türkçemizin kullanımıyla ilgili özensizlik son hızla devam ediyor.
Sayın Hepçilingirler Türkçenin yanlış kullanımıyla ilgili zengin örnekler veriyor.
Her öğrencinin, her aydının başucunda bulundurması gereken bir başyapıt.
“Başta internet olmak üzere, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, küreselleşme sürecinin baş döndürücü bir hızla ilerlemesi; tüm toplumları etkilemekte ve kültürel kimliğin, öz benliğin en önemli ögesi olan dil bu oluşum karşısında çaresiz örselenmektedir.” İşte yazar bu eserinde; Türkiye’nin kabuk değiştirmesiyle birlikte Türkçe’nin de nasıl bozulduğunu, topluma söyleyecek bir şeyleri olanların farkında olmadan ya da bilinçli olarak yaptıkları yanlışları irdeliyor ve onların asıl söylemek istediklerinden nasıl uzaklaştıklarını inceleyerek okuyucusunu hem bilgilendiriyor hem de eğlendiriyor.
Öncelikle, Türkçe’yi en doğru biçimde kullanması gereken, ülkeyi yöneten ya da yönetmeye aday insanların konuşmaları ele alındığında; aslında onların söylediğiyle toplumun anladığı arasında farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Ondan sonra da aynı insanlar yanlış anlaşıldıklarını iddia ederek, birçoğumuzun dikkat bile etmediği düzeltme demeçleri vermektedirler. Tüm bunlar doğru sözcüğü kullanamamaktan ya da tümcenin oluşturulması sırasında sözdizimi kurallarına uymamaktan kaynaklanmaktadır.
Aynı durum gazetelerde de söz konusudur. Hele hele haber başlıkları için bulunan slogan veya cümleler bir haberin içeriğini değiştirebilmekte hatta okuyucuyu, ne haberi yazanın ne de okuyanın arzu etmediği bir kulvara yönlendirmektedir.
Evimizin baş köşesindeki sürekli misafir televizyonun yayınlarında da durum çok farklı değildir. “Talkshow” adı altında yapılan programlarda, magazin programlarındaki kısa söyleşilerde Türkçe’nin tüm güzelliği yok olmakla kalmayıp yeni sözcükler yeni söyleyiş biçimleri edinilmektedir. Sonunda okumayan bir toplum haline gelinmektedir. Zira yıllarca emek verilerek oluşturulmuş bir yazın eserinin dili bir anda anlaşılamaz duruma düşmektedir.
Son zamanlarda şarkı sözleri de değişmiştir. Topluma mesaj veren, insanda hoş duygular uyandıran sözler yerine birçoğu bozuk bir Türkçe’yle oluşturulmuş slogan haline getirilmiş sözlerden oluşmaktadır.
Televizyonlarda yabancı filmlere yapılan seslendirmeler dilin sadece sözdizimini bozmakla kalmayıp Türkçe’nin matematik bütünlüğüne de yönelmiş saldırılarla doludur. Örneğin çok sıklıkla duyduğumuz ve hatta günlük yaşamımızda artık kanıksamadan kullandığımız “Nasıl hissediyorsun?” sorusu ve buna karşılık olarak verilen “İyi hissediyorum.” yanıtı neresinden bakarsanız bakın tam bir Türkçe katliamıdır.
Reklamlarda da durum çok farklı değil. Yabancı sözcükleri ön plana çıkartıp tanıtılan ürünün çağdaş olma özelliği vurgulanmak istenmektedir. “Voilà” markalı şampuan reklamını hatırlarsak “Annen nerede kızım?” sorusuna “Voilà !” yanıtı geldiğinde bu sözcüğün fransızca “İşte !” anlamına geldiğini bilmek zorundayız ki reklam anlaşabilsin. Yoksa bu yanıt öylece hiçbir anlamı olmadan havada asılı bir şekilde kalmaya mahkumdur.Tüm bunları düzeltebilmek ve Türkçe’yi gerçekten doğru yazıp konuşabilmek için Türkçe dilbilgisini iyi bilmek zorunluluğu vardır. Oysa dilbilgisi uzmanları bırakın bu sorunlara çözüm üretmeyi daha aralarında kavram ve terim birliğine varamamışlardır. “Hangi sözcüğün hangi harfinin üzerine “şapka” işaretini koyacağız, bu işaretin işlevi gerçekten önemli midir?” tartışmaları sürüp gitmekte, “Ankara eski valisi” mi yoksa “eski Ankara valisi” mi demenin doğru olduğuna bir türlü karar verilememiştir. Oysa Türkçe’de insan unsuru önemlidir. Dilimiz kendi merkezine insan kavramını oturtmuştur. Birçok dilde olduğu gibi kadın-erkek ayrımı, dişil-eril tanımlamaları yoktur. Türkçe’nin cinsiyet ayrımı gözetmeyen bir dil olması kullanımına da özen gösterilmesini de gerektirir.
Bu kitabıyla, Türkçe’nin doğru kullanımıyla ilgili tüm kaygılarını dile getiren Feyza HEPÇİLİNGİRLER sadece olumsuz eleştiriler yapmakla kalmamakta doğru kullanımlardan da örnekler vermektedir. Örneğin bir reklâm sloganındaki “Anneler bilirler.” tümcesinde her ne kadar ikinci “-ler” takısı fazlaymış gibi görünse de doğru olan kullanımdır. Zira “Anneler bilir.” tümcesinde gizli olarak aşağılama ve alay anlamları çıkmaktadır. Öznenin çoğul olduğu bir cümlede; özne insansa, yüklem de çoğul; özne insan değilse yüklem tekil olmalıdır. Yazar ayrıca yapılan hatalardan nasıl dönülebileceği, aslında söylenmek istenilenlerin yalın bir şekilde hangi yöntemler kullanılarak söylenebileceğini ayrıntılı olarak ve örneklerle açıklamaktadır.
Yıllarca emek verilerek, yazılı ve görsel basını eleştirel bir bakış açısıyla gözlemleyip yanlışların ve hataların üzerinde tek tek durarak ve bunlara düzeltme ve çözüm önerileri sunarak oluşturulmuş bu kitap, Türkçe’yi doğru kullanma kılavuzu olarak ele alınıp okunmalıdır.(Kay: www.turçebilgi.org)
KONUK YAZAR
RÜŞTÜ ONUR İÇİN
Bahri Loş
Aldığı her nefesi şiire adayan, şiirle yatıp şiirle kalkan, dergilere şiirler yazan, ayrı bir dergi için projeler tasarlayan “şapkasının altında, kimselere zarar vermeden yaşayan” ve ölümün bile onu şiirden ayıramadığı bir şiir ve yaşam tutkunu bir şair Rüştü Onur. Şiir her zaman acılardan ayıklanmış güzellikler demetinden oluşmuyor. Bu yüzden Rüştü Onur için hem şiir gibi yaşadı hem de Türk şiirinde kendine ölümsüz bir yer edindi diyebiliriz. Yirmi ikisinde ömrü noktalanmasaydı daha neler yazacaktı demek bir klişe olacak belki de ama bir taraftan bunu düşünmek zorundayız. Söz konusu şair bu kısacık ömründe dahi kendine edebiyatımızda bir yer edindiyse ve şairimizin şiire olan tutkunluğunu göz önünde bulundurursak, yaşasaydı neler yapardı, gibi bir sorunun cevabını bulmak muhtemelen zor olmazdı. Rüştü Onur tüberküloz hastasıydı ve onu genç yaşta bu hastalıktan kaybettik. Yaşam şartlarının verdiği sıkıntılar içerisinde her gün biraz daha ölüme yaklaşırken bile kendini şiire adaması ve sadece yaşama inanması ancak “Ben ölecek adam değilim.” diyen bir şaire yakışırdı.
Salah Birsel’e yazdığı mektupta “Bugün çok sevdiğim dünyaya doyamıyacağım gibi geliyor bana. Daha koklamadığım çiçekler var, tadamadığım meyvalar, havasını teneffüs edemediğim, insanlarıyla omuz omuza gezemediğim şehirler. Ve nihayet yazamadığım şiirler. Ben ölecek adam değilim Salah. Fakat bilinmez ki, mukadderat.” sözleriyle bu kadar yaşam doluyken ölümün kapısını çalmasını göz ardı edemediğini de görüyoruz.
Rüştü Onur Cumhuriyet Dönemiyle tırmanışa geçen edebiyatımızdaki değişimi erken fark eden bir şairdir. Şiir dilini yalın olmaktan yana seçen ve vezin ile kafiyeyi bir kenara koymayı tercih eden şair serbest nazımın gerekliliğine de inanmıştır. Cumhuriyet Dönemindeki bu değişimin kolay olmayacağını ifade ederken, çünkü asırlık bir ananenin yıkılmakta olduğunu söyleyerek ifade ediyordu. “ Sanatın doğmasındaki amil, belki de hakiki amil var olanda, bizi tatmin etmiyen bir taraf bulmaktır. Bunda, yeni şekiller kurmak isteyişin de bir rolü vardır.” sözleriyle Rüştü Onur değişime olan inancını dile getirmiştir. Rüştü Onur’un şiirlerini bu inanç doğrultusunda oluşturduğunu söyleyebiliriz. Nurullah Ataç Rüştü Onur’un ölümünün ardından “Belli ki Rüştü Onur serbest nazımı kavramış, sözünü öyle gelişigüzel parçalamıyor, mısralarını da dilini de söylemek istediği duyguya uyduruyor.” şeklinde bir değerlendirme yapıyordu. Rüştü Onur yeni peşinden koşarken geçmişe olan saygısını da yitirmediğini görüyoruz. “Birkaç Düşünce ve Bir Not” isimli yazısında yeni şiirin geçmişi inkar olmadığı sadece onu ileriye taşımak manasına gelebileceğini güzel bir örnekle açıklamıştır. Rüştü Onur’a göre ampulü bulan Edison’un petrol lambası kullanan babasına karşı hiçbir kusuru yoktur. Bu bilgiler ışığında Rüştü Onur’un yenilikten yana atılımcı bir şair olduğunu söyleyebiliriz. Bugün Rüştü Onur’un şiirini beğenmeyenler olabilir ancak onun o dönemde yazdığı şiirler ve savunduğu ilkelerle öngörü sahibi olduğunu büyük bir şahsiyet olmaya da muktedir olduğunu ifade edebiliriz.
Kelebeğin Rüyası filmiyle beraber şiirlerini okuduğum Rüştü Onur’un bende büyük bir etki yarattığını söylemeliyim. Daha söyleyecek sözü olan bir şairin son sözlerini söylemek zorunda kalması hayat karşısında acı olduğu kadar Türk şiiri için de bir kayıptır. Şairin beni bu kadar çok etkilemesinin başında şairin “Nedamet” isimli şiiri gelir. Bu şiir, tılsımı bozulur diye sosyal paylaşım sitelerinde paylaşmaya kıyamadığım ve dönüp dönüp okuduğum şiirdir. Bu şiir söyleyecek sözü olan şairin sözüne son vermek zorunda kalışı durumuyla öznel olduğu kadar günümüze de toplumsal bir içerikle de yorumlanabilir. Yazımı Rüştü Onur’un ölümünün ardından Kemal Uluser’in sözleriyle ve daha sonra bu sözleri haklı çıkaran “Nedamet” şiiriyle sonlandırmak istiyorum.
“ Biz onu bir gün unutacağız, belki de unuttuk bile. İnsanoğlunun kaderi budur. Ama ara sıra da olsa bazan bir mısra, bazan bir nükte, bazan bir sevda hikayesinin kahramanı halinde yanıbaşımızda bitiverecek. O vakit “ Aman diyeceğiz, sen misin Rüştü?” öldüğünü unutacağız.
Nedamet
Tanrım açamadık içimizi
Arık buluşmamız mahşere kaldı.
Ne yelken ne gemi var limanda
Kaçmak bir uzun sefere kaldı.
Mercan bir sahildeymiş gemiler
Bulmak kasvetli günlere kaldı.
Rüştü Onur
HAFTANIN ŞİİRİ
EZGİLİ YÜREK
Ruhi Su
Hangi taşı kaldırsam
Anamla babam
Hangi dala uzansam
Hısım akrabam
Ne güzel bir dünya bu
İyi ki geldim
Süt dolu bir torbayla
Şöylece çıkageldim
Kimi elimi verdimse
Döndürüp yüzümü baktımsa
Kör pınara su geldi
Ben şakıyıp durdukça öyle
Gülün kokusu geldi
Bunalıp da kalmışa
Acılarla yüklü
Dargın yüreklere
Yetiştim geldim
İyi ki geldim.
KISA SANAT HABERLERİ
Halk müziğinin ve Devlet Operasının en önemli sanatçılarından Büyük Ozan Ruhi Su, ölümünün 32. yılında Şişli’de anıldı.
Halk müziğinin ve Devlet Operasının en önemli sanatçılarından Büyük Ozan Ruhi Su, ölümünün 32. yılında Şişli’de anılacak. Şişli Belediyesi ve Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği iş birliğiyle düzenlenen anma programı çerçevesinde, 20 Eylül Çarşamba günü saat 20.00’de, Cemil Candaş Kent Kültür Merkezinde bir dizi etkinlik düzenlend.. Anma etkinliğinde, Emin İgus ve Ruhi Su Dostlar Korosu kısa bir dinleti sundu. Ruhi Su Dostlar Korosunun ilk şeflerinden Refik Köksal ve Hüseyin Tutkun da koroya eşlik etti. Ayrıca gecede, Ruhi Su’nun 1980 yılında konser vermek için gittiği Avustralya’da kaydedilen belgeselinin gösterimi de yapıldı.
Behçet Aysan Şiir Ödülü Sezai Sarıoğlu’nun
1995 yılında verilmeye başlanan Behçet Aysan Şiir Ödülü‘nün bu seneki kazananı Kurutma Kâğıdı isimli kitabıyla Sezai Sarıoğlu oldu.
Türk Tabipleri Birliği‘nin 2 Temmuz 1993’te Sivas Katliamı’nda yitirdiğimiz Şair Doktor Behçet Aysan anısına düzenlediği Behçet Aysan Şiir Ödülü‘nün bu sene kazananı, Aysan’ın kızı Eren Aysan tarafından Twitter’dan duyuruldu.
Türkçe, kıymetli bir oğlu Semih Tezcan’ı kaybetti
Almanya’dan Türkiye’ye dönerken uçakta geçirdiği kalp krizi sonrasında Kurtköy Ersoy Hastanesi’ne kaldırılan ve 15 Eylül günü yaşama veda eden Prof. Dr. Tezcan için dün Maltepe Camisi’nde cenaze töreni düzenlendi. Törenin ardından Tezcan, Karşıyaka Mezarlığı’nda son yolculuğuna uğurlandı. Prof. Dr. Semih Tezcan, Avusturyalı ünlü Türkolog ve TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. Andreas Tietze’nin 65 yıllık çalışmasının ürünü olan; TÜBA tarafından yayına hazırlanarak ilk dört cildi basılan “Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati Projesi”ni yürütüyordu.
Behramoğlu’na Mihai Eminescu Akademisi onur üyeliği
DUVAR – Romanya’da düzenlenen Uluslararası Mihai Eminescu Şiir Festivali, açılış töreniyle başladı. Törende Mihai Eminescu Akademisi’nin iki yeni onur üyeliğinden biri şair Ataol Behramoğlu’na diğeri ise Romen soprano Mariana Nicolasco’ya verildi.
Birgün’ün haberine göre akademi başkanı, şair, akademisyen Prof. Dr. Ion Diaconescu’nun tanıtım konuşmasının ardından Behramoğlu üyelik plaketi ve madalyasını almak üzere sahneye çıktı. Ataol Behramoğlu, Romanya’dan ve başka ülkelerden elliye yakın şairin bulunduğu salonda yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Yaşamımın en önemli anlarından birini yaşamaktayım. Bu onur bana aynı zamanda iki ülke arasında edebiyat ve kültür elçisi olma sorumluluğu da yüklüyor. bundan dolayı çok mutluyum.”bir
SENİ UNUTMADIK…
20 Eylül Antakyalı şair, SÜLEYMAN OKAY’ın (1928-20 Eylül 1999) 18. Ölüm yıldönümü.
Antakyalı şair, yazar, öykücü Süleyman Okay’ı saygıyla anıyoruz.
Mermi Konuşuyor, Sevda Tutuklanamaz, Şakayık, Hoşçakalın Dostlarım adlı şiir kitapları, Hişştt! (Öykü), Nerde Benim Oruğum (Antakya ağzıyla öyküler ve diyaoglar), Midesel Eğitim (Sosyal anlatımlı Antakya yemek tarifleri) kitapları çıkmıştır.
Şairliği ile bilinen Süleyman Okay’ın şiirlerine sosyalist eşitlikçi dünya görüşü damgasını vurmuştur.
BİR PORTRE
RUHİ SU
Mehmet Ruhi Su, 1912 yılında Van’da doğdu. Ankara Radyosunda on beş günde bir yayımlanan türkü programları (Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor) düzenledi; Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde büyük bir koro oluşturdu. Aldığı klasik batı müziği eğitimi, ömrü boyunca kendini adadığı türkülerin yorum ve icrasına yaklaşımının kurumsal temelini oluşturdu.Ruhi Su, sosyalist dünya görüşü nedeniyle 1952-1957 yılları arasında 1951 TKP tevkifatı dolayısı ile hapis yattı. 1960’ta İstanbul’da Taksim Belediye Gazinosunda sahneye çıkan Ruhi Su, bir yandan da halk türkülerini kaydedip, arşivleme görevini üstlendi. Bu arada radyoda da ‘Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor’ anonsuyla sunulan bir radyo programı yaptı. Bu programlardan birinde söylediği “Serdari Halimiz Böyle N’olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak” türküsü nedeniyle “Halkı sınıflara ayırmak yoluyla komünizm propagandası yapmak”tan radyodaki işine son verildi. Ruhi Su, ölümüne kadar 16 tane 45’lik plak, 11 uzunçalar çıkardı. Kaynak: Ruhi Su, Şişli’de anılacak
ALİ ENVER ERCAN KİTAPLIĞI’NA GELENLER:
1. YASAK MEYVE (SÜRELİ YAYIN)/ İKİ AYLIK ŞİİR DERGİSİ YIL 15/SAYI 88
2. KAHVERENGİ (ŞİİR) BURAK KARA/ YASAKMEYVE
3. SORPİYAN’DA KIŞ (ÖYKÜ)/ GÜNEŞ D. YILDIRIM/ DELİSARMAŞIK
4. DÜNYANIN İLK GÜNÜ (ŞİİR)/ MERT KIRLAK/ YASAKMEYVE
5. KEKEME KIRINTI (ŞİİR)/EMRULLAH ALP/ YASAKMEYVE
OKUMA ÖNERİLERİ
1. Edebiyat ve yeni zamanların Kültürü/ Semih Gümüş/Can Yayınları
2. Mekanları Tüketmek/ John Urry/Ayrıntı Yayınları
3. Yılların İzi/ Mahir İz/Kitabevi