Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Antakya’da Kültür-Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Antakya

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Antakya Kitaplığı
Ortak Belleğimizdir Dostlar/Remzi İnanç
Daha önce yayınladığım Gün Gördüm Yüzler Gördüm (1998) ile Kar Altında Güller Var (2002)´den sonra şimdi de Ortak Belleğimizdir Dostlar… İlk ikisi gibi bu da çoğunlukla anı/portre ağırlıklı yazılar demeti. Yine tanıklığım ve izlenimlerim yanı sırai okuduğum, dinlediğim anektodlar ile dostlarımızın yazdığı anılar… Böylelikle, benzer ortamlarda karşılaşıp aynı havayı soluduğumuz için “ortak belleğimiz” dediğim birçok güzel ve aydınlık insanı anlatıyorum.
Yazmaya oturduğum da ülkemizin az tanınan, çok tanınan ama güçlerince etkinliği olan bir bölük aydınla, edebiyatçı ve sanatçının rötuş istemeyen gerçekçi fotoğrafı çıktı ortaya. Tabii bir de toplumsal yapımızın çağdaş eleştirisi…
Yaşamın sürekli deviniminde kimliğimizle, kişiliğimize sinmiş renk, ses ve yüzleri yeniden anımsamakla, artık aramızda olmayan dostlara ait anıların bir bölümü olsun ölümün elinden kurtulacağını ümit etmek istiyoruz.
“Sürçü lisan ettiysek affolmaya”
-Remzi İnanç (Tanıtım Bülteninden)

KONUK YAZAR
ŞİİR VE İNSAN/ Ayten Mutlu
Şiir heveslisi bir ortaokul öğrencisiyken Bandırma Şehit Mehmet Gönenç lisesinin bir tahta sırasına Yahya Kemal’in şu sözünü kazımıştım kemik saplı bir çakıyla:”Bu alemde insan hayal ettiği müddetçe yaşar” Derslerde gözüm sıramın üstündeki bu yazıya takılır, ardından hayaller kurmaya başlardım. Ama bu yazının asıl anlamını kavramak için aradan uzun yılların geçmesi gerekti. Şiir denilen derin uçurumun, yoksa geniş göğün mü desem, uzamında savrulurken hayallerimin beni nasıl diri tuttuğunu, her tökezleyişimde yine onlardan birine tutunarak doğrulmaya çalıştığımı fark ettikçe bu sözün derinliğini ve şiir, insan, hayal üçgenindeki hakikatle karşılaştım.
Hayal gücü insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik. İnsan hayal etmeseydi, dünyaya ve doğaya egemen olabililir miydi. Tekerleği icat edebilir, uzay gemisi yapabilir, ya da sanatı var edebilir miydi?
Hayal gücü denilen bu yetenek aynı zamanda insanın trajedisinin de aynası. Ölümün farkında olarak yaşayan tek canlı da yine insan. Bir gün edindiği, kendisinin olan her şeyin hiçleneceğini, hiç yokmuş gibi, hiç var olmamış gibi unutulup gideceğini bilen tek canlı. Buna karşın didiniyor, çabalıyor, hayal kuruyor ve hayallerini gerçekleştirebilmek için her şeyi göze alabiliyor. Üstelik de kendini ifade etmek için elinde dilden başka aracı yok. Ama yine biliyor ki, zihninden geçenlerle sözcükler arasında her zaman bir boşluk var. Sözcüklerin etki alanları sınırlı. Oysa o daha çok şey, sözcüklerin uzamından daha geniş bir evren taşıyor zihninde. İşte bu çaresizlik sanatı yaratıyor. Gündelik dilin içinden saf bir mücevheri, şiiri bulup çıkarıyor insan ve sözcükleri işaretlere dönüştürerek dilin anlatamadıklarını anlatmanın, göstermenin, ifade etmenin yolunu buluyor.
Buluyor, çünkü insan bu, Çaresizliği aşmanın bir yolunu mutlaka bulacak, en azından deneyecek, arayacak, bulamasa da imleyecek, başkaları bulsun diye işaret fişekleri yakacak karanlığın içine.
Çare bundan, yani sanattan başka yerde değil. Başka türlü nasıl savunabilir kendini evrenin sonsuzluğunda hükmü olmayan sonluluğunu? Trajedisi büyük çünkü İnsanoğlu dünyaya yalnız bırakılmış bir varlık. Doğduğu andan başlayarak biçimlendirilen bir varlık. Asıl paradoks ve şiirin patlayacağı yer burası. Sizi kuşatan ailenin sevgisi bu yalnızlığı yumuşatıyor, göstermiyor. Sonradan ayrımına varıyorsunuz. Kendiniz olduğunuzda.
Peki kendinizi özgürce gerçekleştirebilme olanağınız var mı? Hayır. Hepimiz bizi kuşatan belli sınırlar içinde yüzeriz. Öyle sonsuz seçme hakkımız yok. İçine doğduğumuz kültür bizi biz yapar. Davranışlarımızı oluşturur. Sonradan, biz bunları reddedip yenilerini oluştururuz. Bir çeşit oluşma- yıkma- yeniden yapma sürecidir bu. İşte buralarda geziniriz. Şair bunların ayrımındaysa, ki ayrımında olmazsa yıkma ve yeniden yapma sürecini de yaşayamaz, bu yolculuğu bu yıkıp kırma sürecinde şiirle gerçekleştirir. Aslındaysa insanın gelecek dediği yer bu alanda oluşur. Minicik sonlu ve sınırlı varlığının içinde sonsuz istek ve ihtirasları arasına sıkışan insan bu sınırları fiziksel varlığı ile aşma çabalarının yanı sıra zihinsel olarak da kendi “öte” sine gitme arzusuna yazgılı.
Ona kanat gerek. İyi de kanat nerede?
Akıl dersen bir başka bela. İnsanı hep mantıklı olanla, kabul görmüş bir yaşama biçimine iten güçlü bir bela. Aklın bir tanımı da bulunduğu ortama uyum gösterme yeteneği değil mi? İyi de insan özünde aykırı bir varlık. Bulduğu her şeyi, bulunduğu her yeri değiştirme isteği ile dolu. Değiştirmese, her şeyi, hayatı, dünyayı bulduğu gibi bıraksa, uyum sağlasa, hayvanlardan bitkilerden ne farkı kalırdı. Ama o farklı. Belki de şiir bu yüzden, insanın özündeki aykırılığın dili oluşu yüzünden sırf, akla kanat takan bir şey.
Yani kanatsız gövdenin kanatlı aklı. Yani şiir bir bakıma ”aklın kanatları”…İnsan bu kanatlarla havalandırıyor kendini uçsuz evreni aşıyor bu kanatlarla. Kırılgan, zayıf ve eksik yanlarını şiirle onarıyor. Çünkü her şey uzak ve kuşku verici, korkutucu. Hele de günümüzde insani öz iyice unutturulmaya çalışılıyor ki, sistemin istediği uysal, uyum içindeki o “akıllı” tüketim birimi haline dönüşebilsin.
Sistemin tanrılaştırdığı aklın sürüklediği yalnızlaşma ve yabancılaşmadan bir çıkış yolu arayan insan sözcüklerdeki saf anlamın da peşinde. Çünkü sözcükler de o büyük yalanın aracı haline geliyor. Yalan o denli sarmış ki dört yanını, aileden tutun politikacıların nutuklarına değin her şey yalan kusuyor. Çıkarların başat motivasyon haline geldiği günümüzde, bu çıkarları elde etmek için yılana sarılır gibi yalana sarılıyor sözcükler de..
Oysa şiir hakikate götüren yoldaki trafik işaretleri gibi yol gösterici. Sözcüklerin masumiyeti şiirin diline gizlenmiş durumda. Çünkü nesnelerin egemenliğine teslim olmaya teşne insana sunulan yaşam biçimi. Çevreye yerleştirilen pek çok gösterge bu egemenliğe biat etmeye çağırıyor insanı. Şunu giyin, bunu ye, burada gül, burada ağla, burada alkışla diyen göstergelerin işgaline uğramış insan. Şaşkın. Şablonlar sunuluyor ona durmadan ve bu şablonlara uygun hareket etmesi, yürümesi, sevişmesi, düşünmesi, yaşaması… bekleniyor ondan. Bunun için de medya başta olmak üzere bu göstergeler aracılığı ile insanın hayal gücü de ele geçiriliyor. Artık kendi hayallerimizi kurup, kendi düşüncelerimizi üretemez hale geliyoruz. Bize sunulanları benimseyip rahat(!) ediyoruz. Atomizasyon ve teknoloji bizleri yeni bir tür kamulaşma, kurumsallaşmanın içinde boyun eğerek yaşamaya zorluyor.
Oysa insan kendi yaşamını başkalarının yaşamına uydurmaya çalışmaktan yorgun. Bu mu insan peki? Hayır, İnsan bu değil. İnsani özünden sürgün edilen insan, kendini özlemeyi bile unutan bir robot/insan olarak sürdüremez varlığını. Sürdüremediği için de öfkeli, mutsuz ve yalnız. Çünkü “ben”ini özlüyor. Çünkü uyumu öğütleyen aklın ulaşamadığı, henüz ele geçiremediği saf bir yer var insan kalbinde ve zihninde hâlâ. “Sokakta bırakılmış bir çığlık gibi” sesini duyurmaya çalışan bir yer. Burası, kötürümleşmeden önce, sonsuza koşan insanın bu koşuya başladığı yer. İnsana işte bu yere varan yolu gösterense sanat ve illa da şiir.
Çıkmazdayız. Demem o ki, şiire insanoğlunun her zamankinden daha fazla gereksinimi var ama şiiri de ipleyen fazla insan yok artık.
Yanılgılardan sıyrılmak, bize sunulan hayalleri ve hayatları değil, kendi hayatlarımızı yaşamak, kandi hayallerimiz kurmak ve o hayallerin kanatlarıyla uçabilmek için, ruhlarımızı kamu alanına kurban etmemek için; Başkalarına bakarak kendimizi değiştirmeye çalışmaktansa, sezgi bilgisine daha fazla yaslanıp, aslında kim olduğumuzu bize söyleyen şiirin işaretlerine bakmak…Yani kalbimizin derinlerindeki o saf arzunun çağrısını duymaya çalışmak…
Sağırlaşanlar ne kadar çok olsa da her sesi duyan birileri vardır. Ve hep olacaktır.

HAFTANIN ŞİİRİ
HAN-I YAĞMA/TEVFİK FİKRET
Bu sofracık, efendiler – ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor – bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

HAFTANIN SANAT GÜNDEMİ
Aslı Erdoğan’a Simone-de-Beauvoir Kadın Hakları Ödülü
Almanya’nın feminist kadın dergisi ‘Emma’nın 2018 Yılı Simone-de-Beauvoir Kadın Hakları Ödülü’ne Yazar Aslı Erdoğan layık görüldü. Almanya’nın feminist kadın dergisi “Emma”, 2018 Yılı Simone-de-Beauvoir Kadın Hakları Ödülü’ne Yazar Aslı Erdoğan layık görüldü.
Derginin Köln kentindeki merkezinden yapılan açıklamada, Erdoğan “Türkiye’de özgürlüğün ikonu” diye nitelendirilerek yazarın “savaşını sözcükler aracılığıyla verdiği” belirtildi.
Emma dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Alice Schwarzer, Simone-de-Beauvoir Kadın Hakları Ödülü’nün seçici jüri üyeleri arasında yer alıyor.
DW Türkçe’nin haberine göre, 2008 yılında hayata geçirilen ve bu yıl 11’incisi verilecek ödül, 1908-1986 yılları arasında yaşamış olan Fransız Yazar, Filozof ve Feminist Simone de Beauvoir’ın 110’uncu doğum gününün ertesi günü, 10 Ocak’ta Paris’te Aslı Erdoğan’a takdim edilecek. (EVRENSEL KÜLTÜR SERVİSİ)

Sennur Sezer ödüllerine başvurular başladı
Yaşamını yitiren şair Sennur Sezer için düzenlenen Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri”ne başvurular başladı.
Şiirin ve Umudun Yorulmaz İğnesi Sennur Sezer’in anısına bu yıl ikincisi düzenlenen “Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri”ne başvurular başladı. Sennur Sezer’in anısını ve mücadelesini yaşatmak için düzenlenen ödüller Manos Kitap ve Gıda-İş Sendikası tarafından düzenleniyor.

‘Behçet Aysan Şiir Ödülü’ Sezai Sarıoğlu’na verildi
Şair Sezai Sarıoğlu ödüle ‘Kurutma Kâğıdı’ adlı eseriyle layık bulundu.
Türk Tabipleri Birliği’nin Sivas Madımak olaylarında katledilen Dr. Behçet Aysan ile yine aynı olayda yaşamını yitiren aydınlar anısına düzenlediği “Behçet Aysan Şiir Ödül Töreni”, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gerçekleşti.
Geleneksel hale gelen ve 92 katılımcının şiirleriyle renk kattığı “Behçet Aysan Şiir Ödülü”ne, Sezai Sarıoğlu’nun “Kurutma Kâğıdı” adlı eseri değer görüldü. Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan’ın sunuculuk yaptığı geceye HDP Mardin Milletvekili Mithat Sancar ile Eşber Yağmurdereli, Menderes Samancılar ve çok sayıda sanatsever katıldı.

Tevfik Fikret doğumunun 150. yılında anıldı
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğünce, şair ve ressam Tevfik Fikret’e ait, farklı eserler Aşiyan Müzesi’ne kazandırıldı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü tarafından, şair ve ressam Tevfik Fikret’e ait farklı bağışçılarda bulunan tablolar, el yazma eserler ve müsveddeler, ilk baskı şiir kitapları ile dönem fotoğrafları Aşiyan Müzesi’ne kazandırıldı.
Aşiyan Müzesi’nde gerçekleştirilen, Tevfik Fikret’e ait eserlerin müzeye kazandırıldığı ve şairin doğumunun 150. yılında anıldığı programda, 1945’den bu yana bağışta bulunan isimlerin yer aldığı Bağışçı Panosu’nun da açılışı yapıldı.
Programda, Tevfik Fikret’in akrabası Selim Sübay’ın bağışladığı Fikret’e ait 3 adet yağlı boya tablo, Fikret’in akrabası Fikret Ütügen’in bağışladığı yazara ait seyyar yazı takımı, Aşiyan Müzesi koleksiyonu için satın alınan Tevfik Fikret’e ait yağlı boya tablo ile beş adet baskı ve el yazması eserler, gazeteci ve davetlilere tanıtıldı.
Ayrıca Tevfik Fikret döneminde Aşiyan’ın iç ve dış görüntülerinin olduğu ve restorasyon çalışmalarında faydalanılan, İBB Atatürk Kütüphanesi Koleksiyonu’ndan alınan 21 fotoğraf kartla, Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölüm Başkanı Doç. Dr. Mutlu Erbay tarafından, Tevfik Fikret ve Ailesini konu alan yağlı boya tablo çalışması da ziyaretçilere sunuldu.
Tanıtımdan sonra Tevfik Fikret’in akrabaları ve dostlarından olan bağışçılar Selim Sübay, Mustafa Fikret Ütügen, Bilge Berker, Nedret Kuran, Uğur Yeğin, Nigar Alemdar, Mutlu Erbay ve Ömer Kuran’a teşekkür plaketi takdim edildi.

BELLEĞİMİZDEKİ KADINLAR: SENNUR SEZER
Sennur Sezer 12 Haziran 1943’te Eskişehir’de doğdu. İlkokula Eskişehir’de ikinci sınıftan başladı, Kasımpaşa Karma Ortaokulu’nda tamamladı. İstanbul Kız Lisesi’nde öğrenimini yarıda bırakıp, Taşkızak Tersanesi’nde ikmal ve muhasebe memuru oldu. Daha sonra Varlık Yayınevi’nde düzeltici olarak çalıştı. 1969-1975 yılları arasında Cumhuriyet ve Vatan gazetelerinde resim sergileri, ressamlar ve yazarlar ile ilgili yazılar, TRT’ye radyo oyunları yazdı. Arkın Yayınevi’nin ansiklopedilerinde redaktör ve metin yazarı olarak görev aldı. Yapı Kredi Bankası Sanat Dünyası dergisi, Asa Ajansı, Gelişim Ansiklopedisi ve Görsel Yayınlar da emekli olana kadar çalıştı. 1999 yılında kısa süre TYS genel sekreterliği yaptı. 1983’te emekli olduktan sonra serbest yazar olarak çalışmalarını sürdürüyor. Öykücü Adnan Özyalçıner ile evli.
İlk şiiri Sanat Dünyası dergisinde 1958’de, ilk şiir kitabı Gecekondu, 1964’te yayımlandı. Şiir ve yazıları Varlık, Yeditepe, Hürriyet Gösteri, Yazko Edebiyat, Hürriyet Gazetesi Avrupa baskısı, Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki, Elele, Beaute dergi ve gazetelerde yayımlandı. Günümüzde ise çalışmalarını, Evrensel ve Cumhuriyet gazetesi ile Radikal Kitap, Varlık, Evrensel Kültür dergilerinde yayımlıyor. Doğan Hızlan, “Kimi yazarlar kadın duyarlığı sözünün üstüne basa basa yazılmasına karşıdırlar. Sezer onlardan değil, kadın duyarlığının, kargaşa içinde yaşayan bir toplumda kadın olmanın sorumluğunun şiirini yazıyor” diye yazdı.
Çalışmalarını başta Günlük Evrensel ve Evrensel Kültür olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yazarak, belgesel anlatılar hazırlayarak sürdüren Sezer, 07 Ekim 2015 Çarşamba günü hayatını kaybetti.