Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı: Ateş Üstünde Yürümek/Ayla Kutlu
12 Mart 1971’de üç kuvvet komutanı ve Genel Kurmay Başkanı’nın imzasıyla TRT haber bültenlerinden okunan hükümete yönelik muhtıra ile Ordu, “Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Talimatı”nın Anayasa’dan daha üstün bir belge olduğunu pratikte kanıtlayarak Süleyman Demirel’in AP hükümetini düşürdü.
Parlamento kapatılmamış, siyasal partilerin çalışması engellenmemiş ve hiçbir yönetici tutuklanmamış ve hükümet idaresine fiilen el konulmamış olmakla birlikte bu apaçık bir darbe idi. Ordu kendi iradesini seçilmiş meclislerinin iradesine dayatmış ve silahlı kuvvetlerin yürütmesi “egemenliğin kayıtsız şartsız ait” olduğu söylenen milletvekillerinin ellerinden alınmıştı. Silahların kontrolü meclis ve hükümetin elinden çıkmıştı ve “silahlar kimdeyse iktidarın da onda” olduğu ilkesi bir kere daha doğrulanmıştı.
12 Mart Muhtırası’nın acı sonuçları doğal olarak edebiyatımıza da yansıdı. Darbeyi konu edinen çok sayıda yapıt ortaya çıktı.
Ayla Kutlu’nun Tutsaklar adlı romanı bu önemli yapıtlardan biri.
“Ayla Kutlu’nun beğeniyle okunan romanı Tutsaklar’ın 2. basımını yeni bir adla sunuyoruz: Ateş Üstünde Yürümek. 12 Mart Muhtırası olarak anılan ünlü mektubun ardından bütün ülkede o güne kadar görülmemiş bir insan avı başladı. Av olan gençlerin gelecekleri karardı. Onların en yakınları bir yandan büyük acılardan geçerken, öte yandan özlemlerine ve umutsuzluklara direndiler. Yenilen bu insanların derinliklerinin açılması, gerçek kimliklerinin korkusuzca sergilenmesidir Ateş Üstünde Yürümek. Gevşek dokulu bir yapıyla kurgulanan romanda, kaçaklık durumunun ve altı değişik insanın iç dünyalarının ve yaşamlarının resimleri var. Gerçek dünya ile kurgusal karakterler arasında benzersiz bir tanıklığın hikâyesi Ateş Üstünde Yürümek. Tabii Ayla Kutlu’nun iyi tanınan duyarlılığı ve gereken her şeyi kapsayan özeniyle.” (Arka kapak yazısı)
Konuk Yazar: Yaşar Kemal’de Doğa Ve Çukurova/Ferhat İşlek
Geçen haftadan devam
Çukurova’ya “sarı sıcak” dediği; sivrisinekten, bataklıktan, uçsuz bucaksız bir düzlükten söz ettiği romanı ise “Ölmez Otu”. “Çınar ağaçlarının dalları karanlık kadar büyümüştü. Memidiğin üstünü, gökyüzünü örtüyordu. Sudaki balık üç kere suyun yüzüne sıçradı. Üç kere bir şimşek uzandı göğe doğru.
Çukurova tekin değildir. Bir uçsuz bucaksız düzlüktür. Bataklıktır, büklüktür, akarsular, ulu denizlerdir. Bulut örneği gelen sivrisinekler… Çukurova bir sonsuz aklıktır. Göğe yükselmiş, ulu devler gibi ayağa kalkmış yürümüş, bin bir renkli ulu devlercesine uçan, akan toz direkleridir. Çukurova, sarı sıcaktır. Toz dumandır. Otsuz ağaçsız, yan yana ördolmuş bir belalı topraktır. Sıtmadır, hastalıktır.
Yaprak kıpırdamıyor, düz, ağaçsız, pamuk açmış lekesiz bir aklıktaki Çukurova toprağının üstünde güneş ipileşiyor, göz kamaştırıyor, tütüyor, buğulanıyordu. Her şey ak ve sarı. İncecik bir yeşillik şeridi Ceyhan suyu boyunca kıvrılıyor, karanlık bir çukura, Ceyhan suyuna iniyordu. Sağ YAŞAR yanda, batıda ırmağın dirsek yaptığı kıvrıntının çukur düzlüğünde iri ağaçlarıyla bir bucak, bük karışığı orman kararıyordu. Her dem bükün üstünde, bu sıcakta bulut örneği bir buğu yükseliyordu.
Gün battı batacak. Ceyhan suyunun yüzü önce tozlu bir maviye döndü. Sonra usul usul mavi değişti, altından ışıklandırılmış tatlı, derin koyu bir yalım mavisi oldu. Suyun kıyısındaki otlar, böğürtlenler, bucak, ötedeki büklük, kıyıdaki apak pamuk tarlası da maviye kesti. Ceyhan suyunun yüzünde en küçük bir kırışık bile yoktu, dümdüz serilmiş bir mavilik. Akmayı unutmuş bir mavilik gibi. Üstünde buğulanan, tüten, ipileyen ışıklar.
Pamuk öbekleri ay ışığında biraz daha büyüyor, biraz daha süt beyaz oluyor, ışılıyorlardı. Öbeklerin karanlık gölgeleri doğuya uzuyordu. Ova, ay ışığında dumanlı, ak, bir büyülü, süt mavisi gibi buğulu, inceden… Esen yelle dalgalanıyordu. Anavarza kayalıkları, çalkalanan bu ışıkta bir tuhaf cevher gibi yanıp sönüyordu.
Pamuk tarlalarını düşünüyordu. Çukurova geçiyordu gözlerinin önünden olduğu gibi. Bir tatlı, bir sihirli. Başka türlü. Mor Anavarza kayalıkları, kayalıkların üstünde hayal meyal seçilen yıkıntılar. Yeşil, durgun, ince ince kırışıklıklarla ürperen Ceyhan suyu, mavi, deliren, kuduran dalgalarıyla, safi ak köpük kesilen gürültülü Akdeniz. İpileşen güneş, ipileşen güneş…
Ovanın öteki ucundan bu yana, ağır ağır bir bulutun gölgesi pamuk tarlalarını, biçilip anızı kalmış ekin tarlalarını, günebakanları, susamları, portakal bahçelerini örterek geliyor. Çok ağır geliyor. Gökteki bulutun kenarları salt ışıktan. Gökteki bulut hiç kıpırdamıyor ama yerdeki gölgesi belli belirsiz yürüyor. Uzun bacaklı leylekler ovaya serilmiş, dolaşıyorlar. Anavarza kayalıklarının Akçasaz bataklığının üstünde ipiltili, sıcak bir duman salınmış kalmış.”
Yaşar Kemal de doğa adeta kutsanır. İnsan doğaya verdiği anlamlarla bir anlam kazanır.
Bir insanın yaşam mücadelesi mi anlatılmak isteniyor, o zaman doğanın zor koşulları belirtilir.
Bir insan üzüntü mü yaşıyor. O zaman akarsular durgun akar. Gökyüzü karanlık olur. Bulutlar grileşir. Umutsuzluklar ya da korkularda doğada da bir şeyler olur. Bir değişim yaşanır.
Romanlarda erdemli insanlar ya da insanların iyi ve güzel yönleri mi öne çıkarılmak isteniyor, o zaman öncelikle o insanın doğaya karşı duyarlılığı işlenir.
Yaşar Kemal’de kimi zaman kişiler, duygu ve düşüncelerini kendisini çevreleyen doğayla paylaşır. Ortadirek romanında Meryemce, atı öldükten sonra oğlu Ali’ye sırtını döner, tek bir kelime etmez. Sonrasında konakladıkları yerdeki bir ulu çam ağacına;
“ Ağaç, kimseye demiyorum, sana diyorum, hey ulu ağaç. Benim atımı Koca Halil öldürdü, ömrümü kısalttı. Sana diyorum koca ağaç. Sen çok gün gördün. Sen eski devirleri bilirsin ağaç. Bu dünyada her ne varsa, ne gelip geçmişse senin avucuyun içinde yazılı. Koca Halil benim erimin arkadaşı, can yoldaşı değildi. Koca Halil, benim erime düşmandan da daha kötüydü. Bunu bir sen bilirsin, bir ben, bir de o boyu devrilesi çakır gözlü Halil bilir. Duydun mu ağaç dediklerimi? Hiç kimse bana hak vermese de sen bana hak verirsin, ağaç. Sana şunu deyimki ağaç, dallarına tan ışığı değen ağaç, benim İbrahimim bu düğme gözlü kocamış itin yüzünden gitti. Atımı da öldürdü, oğlumla birlik olup. Ben de bu oğlana kıyamet kopsa da akça sütümü helal etmem. Ağzımı açıp ta bir çift söz söylemem. Ölene dek küs giderim ona. Sen tanık ol ağaç”
Meryemce ağaca vura vura söyler bunları.
Yaşar Kemal’de doğa betimlemeleriyle birlikte halk deyişleri bazen birlikte verilmişti. Bir halk deyişi olan “Dağa çıktım dağ nennileniyordu”, Kanın Sesi’nde şu biçimde yer alıyordu:
“Toprağa yapışmış sarıçiğdemler, çalı diplerinde boynu bükük mor menekşeler, sümbüller, kırmızı gözlü nergizler, oradan oraya akan yılanlar, inceden bir uğultu, çiçeklere çokuşmuş arılar… Doğa, kayalar, bulgur gibi toprak, yumuşak ılık efileyen ince bir yel… Dağlar nennileniyordu.”
Türk Dili ve Edebiyatı üzerine önemli yapıtlara imza atan Emin Özdemir, Yaşar Kemal’le ilgili çok derin araştırmaları olan biri. Çok çarpıcı saptamaları var.
Öncelikle şu saptamasına katılmamak elde değil:
“Bir yazarın anlatı evrenini, onun imgelemi, dili kullanma gücü, yaşama bakış açısı belirler. Yaşar Kemal’de ise bu, iki ana odakta yoğunlaşmıştır. Doğa ve insan.”
Yaşar Kemal bir konuşmasında şöyle belirtiyor bunu:
“Ben iki şeye inanırım, iki şeyin sonsuz gücüne, sonsuz yaratıcılığına, sonsuz değişimine: Halk ve doğa.”
Yaşar kemal’de renkler açık maviden, mordan laciverde kadar uzanır. Sarının, yeşilin, kırmızın değişik tonlarını içerir.
Gökyüzü ışıktan bir mavidir, su som mavisidir, arılar boncuklu mavidir, kayalar mor kurumuş ak benektir.
Bir de örneğin yeşil yalnız yeşil değildir. Zehir yeşilidir, çimen yeşilidir, şimşek yeşilidir ya da yosun yeşili…
(Haftaya devam)
Haftanın Şiiri
Sevdaya Açılan Kanattır Annem!
Hacer Alkan
Bu gece Ay’a dokunamadım
Duyamadım üzerinde atılan nidaları
Ve hissetmek ne demek
Unuttum
Ay’a dokunamamak nasıl bir şey
Nasıl bir duygu uçamamak?
Ya da korkmamak karanlıktan
Hep babalar mı yürümeli cesurca karanlıkta
Ya da uçurum kenarında koşmalı
Hayır, hayır!
Anneler karanlık bir uçurum kenarında koşabilir!
Ya da ellerini kaderin çizgisinin uzandığı bir masada,
Özgürce vurabilirler!
Anneler karanlıktan korkmazlar
Tanyerinin ağarmadığı günde bile.
Yalnızca biz göremiyoruz işte
Biz duyamıyoruz ama dünyanın en güzel notası annelerin sesinde
Kuşlar bilmez ama anneler uçabilirler
Uçarlar da, evrenin en güzel köşesine konarlar.
Annem neden bu kadar güzel kokar
Bilmem ki annem bu kadar güzelliği nasıl bir arada toplar?
Yıldızları görebiliyorum anne
Çıplak gözle senin sevgini görebildiğim gibi
Parmak uçlarımda tutabiliyorum onları
Senin bizi hep el üstünde tuttuğun gibi
Ve duyuyorum onları
Senin bizi her zaman dinlediğin gibi
Seni seviyorum anne,
Senin bizi hep sevdiğin gibi.
Annem Medine Alkan ve tüm kadınların Dünya Kadın Emek Günü kutlu olsun!
Haftanın Sanat Gündemi
Mehmet H. Doğan Ödülü’nü Alphan Akgül kazandı
Türkiye’nin ilk şiir kütüphanesine ev sahipliği yapan Nilüfer Belediyesi’nin Türkçede yayımlanmış şiir eleştirilerinin önemine dikkat çekmek ve Türk şiirine katkı sunmak amacıyla verdiği Mehmet H. Doğan Ödülü’nün bu yılki sahibi Alphan Akgül oldu.
Seçici Kurul üyelerini Orhan Alkaya, Metin Celal, Gültekin Emre, Haydar Ergülen ve Orhan Tekelioğlu’nun oluşturduğu Mehmet H. Doğan Ödülü’ne bu yıl 9 eser katıldı. Şiir araştırmaları, eleştiri ve incelemelerine verilen Mehmet H. Doğan Ödülü’nü ise “Güneş Yalnız Dirileri Isıtır: Oktay Rifat’ın Şiirleri Üzerine” adlı eseriyle Alphan Akgül kazandı. Seçici kurul üyeleri oy birliğiyle, Türk şiirine altmış dört yıldır titizlikle eğilen, Cumhuriyet dönemi şiirimizin belleğini kayda geçiren, sürekli yayımladığı şiir eleştirisi ve inceleme kitaplarıyla şiir kitaplığımızı genişleten Doğan Hızlan’ın emeğine saygı olarak “Şiirimizin Coğrafyası” eserine Jüri Özel Ödülü verilmesini kararlaştırdı. Mehmet H. Doğan Ödülü’nün sahibine sunulacağı tören, 13 Mart Salı günü 19.00’da Nâzım Hikmet Kültürevi’nde düzenlenecek. Törende tiyatro sanatçısı Hümay Güldağ, Mehmet H. Doğan’ın deneme ve çeviri şiirlerinden okumalar gerçekleştirirken Prusa Yaylı Çalgılar Dörtlüsü de müziğiyle ona eşlik edecek.(Cumhuriyet)
Duygu Asena Ödülü sahibini buldu
PEN Duygu Asena Ödül Töreni 5 Mart akşamı yapıldı. Ödül, hukukçu Nazan Moroğlu’na verildi.
PEN Duygu Asena Ödül Töreni 5 Mart akşamı Goethe Enstitüsü’nün İstanbul kütüphanesinde yapıldı. Enstitü Müdürü Dr. Reimar Volker evsahibi olarak açılış konuşması yaparak PEN Türkiye Merkezi ile işbirliği yapmaktan duyduğu kıvancı belirtti. PEN Başkanı Zeynep Oral hukukçu Nazan Moroğlu’na sunulan Duygu Asena Ödülü’nün bir şükran ifadesi olduğunu açıkladı. (Odatv)
Ahmet Ümit: Herkes empati kurmalı
Türk edebiyatının önemli isimlerinden Ahmet Ümit, yeni kitabı ‘Kırlangıç Çığlığı’nın imza gününde, “Herkes empati kurmalı. Ahlaki bozulmayı önlemenin tek yolu empati kurmak ve elimizi taşın altına koymaktır” dedi.
Başkomser Nevzat karakterine yer verdiği 4’üncü kitabı ‘Kırlangıç Çığlığı’nı imzalayan Ahmet Ümit, “Romanın ilk imza günü o nedenle hem çok heyecanlı hem de çok gururluyum. Okurların bizleri yalnız bırakmaması benim için çok anlamlı” diye konuştu.
HERKES ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMALI
Kırlangıç Çığlığı’nın soluk soluğa okunacak polisiye bir roman olduğunu söyleyen Ümit, “Bu romanda çocuk tacizi, Suriyeli göçmenler ve organ kaçakçılığı anlatılıyor. Bu konuda herkes elini taşın altına koymalı. Sorunun kökeninde ne var? Bu sorunu nasıl çözeceğiz? İnsan neden böyle bir suç işler? İnsan insana bunu neden yapar? İşte tüm soruları bu kitapta tartışmaya açıyoruz” dedi.
Toplumsal sorunları kitapta anlatmaya çalışırken münasip bir dil kullandığını ifade eden Ümit, “Her şeyi yazamıyorum. Bu sorumluluğu hepimiz üstlenmeliyiz. Herkes empati kurmalı. Ahlaki bozulmayı önlemenin tek yolu empati kurmak ve elimizi taşın altına koymaktır” açıklamasını yaptı.
2018-B.Bağrıaçık Kültür Ve Sanat Festivali
21-22-23 Temmuz günleri Hatay ili, Dörtyol İlçesi B.Bağrıaçık Yaylasında Kültür ve Sanat Festivali icra edilecektir. Katılımcı kişi, kuruluşlar ve jüri üyeleri 15.Mart 2018 günü yayımlanacak ilanlarımızla duyurulacaktır. Yarışma organizatörü Koordinatör: Mustafa Söylemez, Sayman yönetici İlyas Çardak Festival komitesi adına yetki ve sorumluk sahibidirler.
Belleğimizdeki Kadınlar: Sevgi Soysal
30 Eylül 1936’da İstanbul’da doğdu. 22 Kasım 1976’da İstanbul’da yaşamını yitirdi. Ankara Kız Lisesi’nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nü bitirdi. 1957-1958’de Almanya’nın Gottingen Üniversitesi’nde arkeoloji ve tiyatro bölümlerinde öğrenim gördü. 1965-1971 arasında Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nda (TRT) program uzmanı olarak çalıştı.
1972’de siyasal nedenlerle tutuklandı, bir yıl hapse mahkum edildi. Cezaevinden sonra Adana’da iki buçuk ay sürgünde kaldı.
1956’da Özdemir Nutku ile, 1965’te Başar Sabuncu ile evlendi. Üçüncü eşi Mümtaz Soysal ile cevaevinde iken tanışıp evlendi.
Bazı yazıları “Nutku” ve “Sabuncu” soyadlarıyla yayınlandı. 1961’de Ankara Meydan Sahnesi’nde Haldun Dormen’in yönettiği “Zafer Madalyası” adlı oyunda tek kadın rolünü oynadı.
Edebiyata öykü ile başladı. İlk öykü ve yazıları 1960-1964 arasında Dost, Yelken, Ataç, Yeditepe, Değişim dergilerinde yayınlandı. İlk dönem eserlerinde bireyin ruhsal durumlarını işledi. 1965-1969 arasında özellikle Papirüs ve Yeni Dergi’de yayınlanan öyküleriyle yeni bir tarza yöneldi. Kadın-erkek ilişkilerini, kadın sorununu, ağırlıklı olarak da 1960 sonrasında yaşanan sosyal ve siyasal olayları ele aldı. Gerçekçi toplumcu öykü ve romanlar yazdı. Öykü ve romanlarının yanısıra röportajlar, çeviriler yaptı. Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde günlük köşe yazıları yazdı.
Sevgi Soysal’ın Eserleri
Roman:
Yürümek (1970)/ Yenişehir’de Bir Öğle Vakti (1973)/Şafak (1975)
Hoş Geldin Ölüm (1980, ölümünden sonra)/Bütün Eserleri (8 cilt, 1986)
Öykü: Tutkulu Perçem (1962)/Tante Rosa (1968)/ Barış Adlı Çocuk (1976)
Anı: Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976)
Deneme: Bakmak (1977