Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Memleketimden İnsan Manzaraları/ Nazım Hikmet
İkinci Meşrutiyet’ten, II. Dünya Savaşı sonrasına kadar çok geniş bir zaman diliminin öyküsünü (1908-1945) bu kitapta destanlaştırmıştır. Düzyazı, şiir, senaryo tekniklerinin iç içe kullanıldığı Memleketimden İnsan Manzaraları; şiir, roman, öykü, oyun, senaryo hepsini içeren yeni bir türün habercisi olmuştur.
Memleketimden İnsan Manzaraları beş kitaptan oluşuyor. Bu destansı şiiri Nazım Hikmet 1939-1947 yılları arasında yazdı. Ancak 1966-1967 yıllarında, yazılışından 30-35 yıl sonra yayımlanabildi.
Mehmet Fuat bu kitap için “Tam anlamıyla bir başyapıttır. Herhangi bir kavga kitabı filan değildir.” der.
Memleketimden İnsan Manzaraları2. Meşrutiyet’ten 2. Dünya Savaşı’na kadar Türk toplumunun geçirdiği siyasal ve toplumsal dönüşümleri 17.000 dizeyle 5 kitap olarak, 300 dolayında kişinin kimliğinde anlatan Nazım Hikmet, başlangıçta bağımsız olarak tek kitap biçiminde düşündüğü Kuvayı Milliye destanının kimi bölümlerini de Memleketimden İnsan Manzaraları’na alır.
Memleketimden İnsan Manzaraları Birinci Kitap’ta Haydarpaşa’dan kalkan posta trenindeki yolculardan söz edilir. Bunlar, köylüler, işçiler, sakatlar, memurlar, jandarmalar, hükümlüler, işsizler, serserilerdir.
Şair, bunlardan bazılarını tanıtır. Tanıtırken, vücut yapıları, konuşmaları, yaşamöykülerini de verir.
İkinci Kitap’ta yine Haydarpaşa Garı’ndan kalkan ekspresin yolcuları anlatılır. Bunlar çoğunlukla yataklı vagonda gidenlerdir: Siyaset adamları, gazeteciler, sermaye sahibi kişiler, kentsoylular, Kurtuluş Savaşı’na katılmış halk kökenli kişiler.
Üçüncü Kitap’ta bir hükümlü olan sosyalist Hilmi’nin hapishane ve hastanelerde geçen günleri anlatılır. Bunun yanı sıra, hapishane ve hastane yaşamı, doktorlar, hastalar, köylüler bu kitabın irdelediği konular olur.
Dördüncü Kitap’ta konu 2. Dünya Savaşı, işgalciler, direnişçiler, yurtseverler, işbirlikçiler, ağalar, köylülerdir.
Beşinci Kitap’ta 2. Dünya Savaşı’nda İstanbul’da yaşanan acılar, sıkıntılar Halil’in özlemleri, karısından aldığı mektup anlatılır.
Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları, yalnızca şiir değil, aynı zamanda dev bir destandır. Bu destan, roman-şiir ya da sinema-şiir özelliklerinden dolayı da yazarın bir başyapıtı sayılır.(turkedebiyatı.com)
Konuk Yazar: Orhan Kemal’in Kadın Kahramanları/Sennur Sezer
Orhan kemal (1914-1970), arkasında kırk iki kitap bırakmıştı: 11 öykü, 26 roman, bir anı, bir de inceleme. Roman ve öykü kahramanlarının, benim için en önemlileri, kadın ve genç kızlardır. Anlattığı çevrenin en belirgin özellikleri, bu kadın ve genç kızlarda yansır çünkü. Yoksulluğun yaşamaktan alıkoyduğu, özlemlerini engellediği bu kadın ve kızlar genellikle direngen, sevecen kişilerdir. Çoğu güzeldir, ama bu güzellik bilinçsizlikleri ve eğitimsizlikleri yüzünden mutsuzluklarına yol açar. Orhan Kemal’in anlattığı genç kızlar ve kadınlar yoksul kesimi kızlarıdır. Biraz da bu yüzden eğitim olanağı bulamamışlardır. Okullu olanlar, okulda başarılı olanların da okulu bitirmeleri için olanak bulunmaz. Şimdi öykü ve romanları arasında bu tipleri görmek için biraz dolaşalım.
Celfin Eti adlı öykü hasta bir hamalı anlatır. Koza fabrikasında, ıslak pamuk kozalarını taşımaktan üşütmüş hastalığı büyük olasılıkla zatürre ya da vereme dönüşmüştür. Halsizdir, iştahsızdır. Adana’nın yoksul mahallelerinden birinde oturmaktadırlar. Komşuları bu hamalın karısına, kocasının iyileşmesi için, köpek yavrusu eti yemesi gerektiği söylerler.Kadın gözü açılmamış bir yavru köpeği, kesip kızartır. Butunu, komşunun gönderdiği bir piliç butu olarak kocasına yedirmeye çalışır. Adam, yoksulların, hastalık için çeşitli yollar denediğini bildiğinden, etten kuşkulanır. Karısına “ Eğer bu et, piliç etiyse, sende ye bakalım” der. Kadın kocasının inanması için, koca bir lokma alır etten. Adam iştahla yemeyi yemeye başlar. Kadınsa komşuların evine gidip kusar. Komşularının bile bile nasıl köpek eti yediği sorusunu, kocası için daha önemli fedakarlıklar yapabileceğini belirten bir cümle ile yanıtlar: “ O benim helalim”. Önce Ekmek öyküsünün kahramanı olan genç kız, orta okuldadır, başarılı bir öğrencidir. Doktor olmanın düşlerini kurmaktadır. Ancak babasının işsiz kalması, parasızlık yüzünden evde her gün tartışmalar çıkmakta, onun okul masrafları sorun olmaktadır. Genç kız, trikotajda çalışan arkadaşlarıyla birlikte çalışacağını bildirir babasına. Önemli olan, yoksullar için, önce ekmektir.
Küçücük, eğitimsiz ve bilinçsiz bir genç kızın öyküsüdür. Anasız babasız bir kız olan Ayten, İstanbul’un arka mahallelerinden birinde, teyzesi ile yaşamaktadır. Mahallesinin yakışıklı delikanlısı Erolla sevişir. Yakışıklılığından ve futbolcu olma tutkusundan başka bir özelliği olmayan Erol, bir süre sonra Ayten’den bıkar. Ayten, muhabbet tellalı bir komşu aracılığıyla sokaklara düşer. Çocuk yaşta oluşu, güzelliği, onu satan kadına iyi para kazandırmaktadır .Kadın, Ayten’i bir gün mutlu olacağı düşleriyle avutur. Erol ayağını kırmış, futbolcu olma düşleri yarım kalmıştır. Arkadaşları, eski sevgilisi Ayten’den haraç almasını öğütlerler. Erol, Ayten’i Beyoğlu’nda sokakta döver. Araya polis karışır. Romanın son cümlesi, Erol’u tartaklayan polislere, Ayten’in yalvarışıdır: “ Polis ağbiler, o bir şey yapmadı.” Bu cümle, insanlardan çok, koşulları suçlayan bir cümledir.
Orhan Kemal, benim tanıdığım bir yazardı. Roman ve öykü kahramanlarını okuyanlar için örnek olmasını, romanların okuyana direnç vermesi gereğini duyuyordu. Küçücük romanı kahramanının bu özelliği taşımadığı için üzülüyordu. Bir Filiz Vardı, bir anlamda küçük romanın eksiklerini tamamlar. Öğrenimini yarım bırakıp bir kitapçıda çalışmaya başlayan Filiz, güzelliğiyle pek çok kişinin başını döndürür. Yanında çalıştığı kitapçı da onunla evlenmeye, onun için para harcamaya hazırdır. Filiz’in beğendiği delikanlı ise, onun güzelliğiyle ilgilenmez. Filiz onun dikkatini çekebilmek için kitap okumaya, kendini eğitmeye başlar. Emeğiyle yaşamanın, görünüşünün farklılığıyla olanaklar sağlamaktan daha önemli olduğunun bilincine varır.
Orhan Kemal, genç kızların, hatta kız çocuklarının sömürülen cinselliklerini bir toplum ayıbı olarak işlemiştir. İki kız da çocuk fahişeleri anlatır. Kötü Kadın, ücretini bir simite düşürmek zorundaki yoksul bir fahişenin öyküsüdür. Bir Kadın, sevdiği erkek tarafından satılan bir kadının Adana’daki öyküsüdür. Toplumun kadınlara güzelliklerine göre farklı davranmasının da kolaylaştırdığı bu fuhuş batağının bir başka yüzü de ünlü ve zengin olma düşleridir. Çamaşırcının Kızı öyküsünde yarı alaysı anlatılan bu düş, Yalancı Dünya romanında drama dönüşür. Film endüstrisinin arka yüzünü anlatır bu roman. Küçük bir kasabada yaşayan güzel Neriman, çevresindekilerce artistlerle kıyaslanmaktadır. Ailesi ise baskılarla onu koruyabileceklerini sanmaktadır. Neriman, kasabaya film çekmeye gelen bir ekipteki delikanlılardan biriyle ilişki kurarak, film dünyasına girebileceğini sanır. İlişkisi duyulunca, delikanlıyla birlikte İstanbul’a kaçar. Askere alınmak için aranan delikanlı tutuklanınca ortada kalır. Bir filmde oynayabilse ünlü olacağına inanarak, filmci olduğunu söyleyen herkesle beraber olmaya başlar. Kasabada, Nerimanın annesi ile babası, onun kaçışı yüzünden kavga etmişler, ayrılmışlardır. Nerimana aşık olan bir öğretmen, onu bulabilmek ve evlenmek için annesiyle birlikte İstanbul’a gelir. Neriman’ı günlerce aradıktan sonra bulurlar. Neriman, pek çok kötü olaydan sonra bir film emekçisiyle evlenmiştir. Çalışmaktadır. Mutluluğun ün ve parada değil, emeğiyle geçinmekte olduğu bilincine ulaşmıştır.
Orhan Kemal’in kahramanlarını gerçek olup olmadığı sorusu gelecek aklınıza. Bir bakın çevrenize, güzel ama eğitimsiz daha kötüsü bilinçsiz genç kızlar, genç kadınlar yok mu? Peki günlerini fabrikalarda, atölyelerde geçirenler, önce ekmek diyenler. Orhan Kemal bütün bu öyküleri, daha güzel bir dünyaya daha güzel bir düzene ulaşmak için yazdı. Çukulata öyküsündeki hiç çukulata yememiş küçük bir kızın yürek burkan öyküsü, Bir Ölünün Çevresinde’ki, namusuyla çalışacak bir iş bulamadığı için kendini asan genç anne, bugün yaşıyor mu yaşamıyor mu bir düşünelim. Sonra onun zorlukları aşmak için direnen, uğraşan, mutluluğa kendi gücüyle ulaşan kahramanlarını anımsayalım: Hem işte hem evde çalışan, sevdiği insanı paraya pula değişmeyen Cemile, Gurbet Kuşları’nda her türlü yıkımı aşmak için kocasına destek olan Ayşe, annesinin yazgısını paylaşmamak için bütün koşullara karşı koyan bar kadını Leyla’nın kızı Nuran ( Sokaklardan bir kız) Evet bunlar yaşıyor.
Orhan kemal bilinçli ve kötü koşulları aşacak direngenlikte örnekler vermek istiyordu gençlere. Belki o kadar erken ölmese gençlerin uyuşturucunun ve fuhuşun batağına düşmemesi için çalışan gençlerin de öyküsünü yazardı. Ben, bu öyküyü gençlerin gerçekleştireceğine inanıyorum.
Haftanın Şiiri
Anadolu /Ahmet Arif
Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?
Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak…
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?
Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım…
Görüyor musun ?
Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu’yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri…
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda…
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa’da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?
Haftanın Sanat Gündemi
Nâzım Hikmet, ölümsüzlüğünün 55. yılında Şişli’de anılıyor
Büyük şair Nazım Hikmet, ölümünün 55. yılında 3 Haziran’da Şişli Belediyesi ve Nâzım Hikmet Vakfı’nın ortak etkinlikleriyle anılacak.
3 Haziran pazar günü 12’de Akatlar Sanatçılar Parkı’ndaki Mehmet Aksoy’un yaptığı Nâzım Hikmet heykeline güller ve karanfiller bırakılacak.
Aynı gün 18.30’da Şişli Belediyesi Nâzım Hikmet Kültürevi salonunda Vedat Sakman ve topluluğunun seslendireceği Nâzım şarkıları ve tiyatro sanatçısı Metin Belgin’in seslendireceği Nâzım şiirleriyle bir şiir ve müzik gecesi gerçekleşecek.
Gecede ayrıca Nâzım Hikmet Vakfı Genel Sekreteri Turgay Fişekçi ve Yönetim Kurulu üyesi Hülya Aslan birer konuşma yapacak.
Sınıfın Kardeşleri: Asım Bezirci-Rıfat Ilgaz Sempozyumu
Türkiye Yazarlar Sendikası, Evrensel Basım Yayın ve Çınar Yayınları iş birliğiyle “sınıf ve yazı kardeşleri” Rıfat Ilgaz’ı ve Asım Bezirci’yi bir sempozyumda değerlendirecek.
Bildiğiniz gibi Bezirci, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak Oteli’nde katledilmiş, Ilgaz da kardeşi Bezirci’nin acısına dayanamadığını söyleyerek beş gün sonra aramızdan ayrılmıştı.
Sempozyumda yazarlarımız yaşamları, savaşımları, yazı yolculukları değişik yönleriyle konuşulacak.
Oğuz Atay’ın ‘Eylembilim’ öğrencileri yazarı mezarında andı
Oğuz Atay’ın mezar taşı ‘eski haline’ döndürüldü…
2017 yılında Oğuz Atay’ın mezar taşı üzerine okurlarının yazılar yazması sosyal medyada tartışma konusu olmuş, gelen tepkiler üzerine mezar taşı üzerindeki yazılar silinmişti.
Atay okurları, silinen yazıları yeniden yazdıklarını “Oğuz Atay’ın mezar taşı tekrar eski haline döndürüldü” diyerek duyurdu.
Oğuz Atay’ın mezar taşının temizlenirken tahribata uğratıldığını savunan Atay okurları mezar taşına fiziksel bir hasar verilmeden tekrar “eski haline döndürüldüğünü” söyledi…
Bir Portre: Orhan Kemal (1914 -1970)
Orhan Kemal Ceyhan’da doğdu. Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür. Babasının siyasî nedenlerle Suriye’ye gitmesi üzerine ortaokul son sınıftan ayrılmak zorunda kaldı. Bir yıl babasıyla birlikte Suriye ve Lübnan’da kaldıktan sonra, Adana’ya döndü. İşçilik, kâtiplik, dokumacılık yaptı. 1950’de İstanbul’a geldikten sonra yazarlıkla geçindi. Yazarlar Birliğinin davetlisi olarak gittiği Sofya’da beyin kanamasından öldü.
Edebiyat yaşamına şiirle başladı. Sonra öykü ve romana yöneldi. Çocukluk ve gençlik yıllarını konu edinen Baba Evi ve Avare Yıllar romanlarıyla tanındı.
Orhan Kemal, seçtiği konularla, çizdiği karakterlerle, eserlerindeki kişiliğiyle, XX. yüzyıl Türkiye’sinin toplumsal durumunu yansıtan gerçekçi bir yazardır. Yetiştiği ve yaşama mücadelelerini yakından bilip bölüştüğü çevrelerin anlatıcısı oldu. Olay ve malzemeye önem vererek biçimi ve süslemeyi ikinci plâna bıraktı. Eserlerindeki sürükleyicilik, yaşanmışlıktan gelen güçle kişileri konuşturmada başardığı doğallık ve gerçeğe uygunluğa dayanır.
Orhan Kemal Eserleri
Öykü: Ekmek Kavgası, Sarhoşlar, Çamaşırcının Kızı, 72. Koğuş, Grev, Arka Sokak, Kardeş Payı, Babil Kulesi, Dünyada Harp Vardı, İşsiz, Önce Ekmek.
Roman: .Baba Evi, Avare Yıllar, Murtaza, Cemile, Bereketli Topraklar Üzerinde, Devlet Kuşu, Dünya Evi, Hanımın Çiftliği, Eskici ve Oğulları, Gurbet Kuşları, Sokakların Çocuğu, Müfettişler Müfettişi, Yalancı Dünya, Evlerden Biri, Arkadaş Islıkları, Sokaklardan Bir Kız, Kötü Yol, Tersine Dünya (kulturbellek.com)
Okuma Önerileri
1.Baba Öyküler/Jehan Barbur/Ot Kitap
2.Nişa/ Tekgül Arı/ Nota Bene
3.Hastalık/Onur Gürleyen/ Nota Bene