Antakya Kitaplığı: Çevre ve Ekoloji/ Mine Kışlalıoğlu, Fikret Berkes
Geçtiğimiz hafta “Çevre Haftası’ydı.
“Çevre ve ekoloji konuları herkesin günlük yaşamını temelden ilgilendiriyor. Bu konularda Türkiye’yi ele alan, özgün ve genel okur kitlesine ulaşabilecek bir kitap şimdiye kadar yazılmamıştı. Elinizdeki kitap işte bu boşluğu doldurmayı amaçlıyor. ‘Öyle bilimler vardır ki, hiç olmazsa genel kuralları ve nitelikleriyle herkesin bilmesi gerekir. Bilsek de bilmesek de, istesek de istemesek de, nasıl havanın içinde yaşıyorsak, bu bilimlerin de içindeyizdir ve bu bilimlerin yasalarına, kurallarına göre yönetilip yaşamaktayızdır.Ekoloji de böyle bir bilimdir.’ ‘Bir bilimcinin, halklaştırılmış bir yapıt yazması, bilimsel yazmasından çok daha zordur. Çünkü bilimi halklaştırmak için, önce o bilimi gerçekten çok iyi bilmek, sonra kendisine anlatılacak halkı çok iyi bilmek gerekir. Dr. Mine Kışlalıoğlu’yla Dr. Fikret Berkes, uzmanı oldukları çevrebilimini ve bunu anlatacakları Türk halkını çok iyi bildikleri için, konunun dışında kalan bizim hepimizin anlayabileceğimiz ve ilgiyle okuyabileceğimiz bir yapıt vermişler.” (Tanıtım yazısı)
Konuk Yazar: Aşk İmkansızlıktır!!!/ Umut Karasu
“İnsan sevdiğine Kavuştuktan sonra
ekmeği olsun, ayranı hiç olmasın
yemeği sadece darı olsun
yorganı mavi gök olsun
döşeği kuru yer olsun
yastığı sert taş olsun
torbası omzunda olsun
torbanın dibi delik olsun
yurdu buralar olmasın
Acem ve gavur ellerinde olsun
Sevgilisi insanın istediği gibi olduktan sonra
gün boyu avare olsun
aşsız katıksız, ekmeksiz olsun.”
Aşk nedir? İnsan neden aşık olur? Aşk mümkün müdür? Yüzyıllardır cevap aranan ancak cevabını hala net olarak bilmediğimiz sorular bunlar.
Yeryüzünün en büyük trajedisi aşk… Kafka’yı Milena’sının karşısında her gün eriten, Genç Werther’iLotte’sine hissettiği ızdırapla ölüme sürükleyen, Aragon’unElsa’sına “Mutlu aşk yoktur” dedirten…Uğruna ölünen, öldürülen, uğruna ölümlere gidip gelinen…Hiç vuslatın olmadığı, uzamış umutlarla ızdırabı arttıran…Daha çok şey söylenebilir, peki ama nedir aşk? Mümkün müdür aşk?
Freud, insanın sürekli hazza ve tam olmaya yöneldiğini söyler. Oysa insan yavrusu sadece anne karnında ve anne kucağında iken, kesintisiz doyum, huzur, güven ve mutluluk ortamı yaşar. Bebek, anne kucağında yakaladığı huzur, doyum ve güven ortamının sürekli olmasını ister. Anne kucağı, bebeğin mutlak dengeye ulaştığı “cennet’idir. Ancak, bizden beklenen, ilk nesnemiz olan annemizden ayrılıp, bireyleşmemiz, toplumsallaşarak, kültürün bir üyesi olmamızdır. Artık, yitik “cennet’ten bize kalan onun nostaljisidir. Yaşamamızın geri kalan kısmında, eksiksizlik, bütünlük, huzur ve mutluluğu, dengeyi ve gücü ararız . İşte aşk tam da bu yitirdiğimiz cenneti yeniden bulma gayretidir. Eflatun’dan bu yana aşkı anlamak için yazılmış metinlerin büyük bir bölümünde de aşk kaybolmuş benliği bulma arzusu ve bir tamamlanma arzusu olarak düşünülmüştür.
Aşk, ben de ötekini barındırmaktır. “Ben”de barınan öteki ile onun yokluğu öylesine derin bir yarıktır ki…İçimize attığımız arzu nesnemiz arzumuzun hareketini o kadar içeriden yönlendirir ve bilinçdışımıza öyle güçlü bir şekilde demir atarlar ki; onları kaybetme korkusu yaşadığımızda ya da onları kaybettiğimizde bilinçdışımızın bir parçasını, benliğimizin bir parçasını da yitiririz. Bu nedenle aslında arzu duyduğumuz anda o kişiyi kaybetme tehlikesini de göze almış oluruz. Mitchell’in deyimiyle tam da bu nedenle insan elde edemeyeceği birine arzu duyarak aslında elde etmesi kuvvetle muhtemel birini arzulamaya karşı bilinçdışı bir savunma geliştirmektedir.
Aşk’ın ön koşulu eksikliktir. İnsan sahip olamadığını arzuladığından, eksiğini tümleme arzusu yaşadığından aşık olur. Yani aşk, bir tamamlama vaadi ile baştan çıkarır bizi. Sevginin çok ileri boyutudur aşk. Sevgi, denetim, devamlılık, kesinlik ister oysa aşkın en başat koşulu arzudur ve arzu kendini bırakmayı, sınırsızlığı, arsızlığı aslında tam olarak da bilinmezi arar. Yani aşk bilinmeze yelken açan maceraperestlerin harcıdır sadece.
Aşk karşıdakine teslim olmayı, bireyin iradesini karşıdakine bırakmasını gerektirir. Bu nedenle de tehlikelidir. Bağlanmamayı, hazdan yeni hazlara atlamayı öğütleyen günümüzün neoliberal uygarlığında elbette ki zordur aşık olmak. Onun yerine bir daha birlikte olunmayacak, görülmeyecek bir kişiyle kontrolü elinde tutarak günü birlik ya da kısa süreli ilişkiler yaşamak kuşkusuz daha güvenlidir. O yüzden kısmen sevebilen ancak asla aşık olamayan, duygusal yatırımını kendine yapmış (narsisist) nice “ıssız adam-kadın”larladoldu gezegenimiz.
Arzu eksikliğin kabulüdür. İnsan eksikliğinin kabulüyle insandır. Aşk eksikliğe meydan okuyan insanın arzusunun tümleyenini bulmaya çalışarak tam olma (tanrılaşma) çabasıdır. Tam da bu nedenle arzu aslında yokluğun arayışıdır. Ne büyük trajedir ki; insan, varolduğu günden bu yana bir arpa boyu yol alamamasına rağmen arzulamaya devam eder. Arzuladığını bulduğu anda ise yaşadığı trajedi daha da büyüktür. Zira tatmin beklediği, onu tam hissettireceğini düşündüğü arzu nesnesi onu tümleyen değil kısmen haz veren olacaktır. O durumda da verdiği haz ile değil eksik bıraktığı yanından müteşekkil görünecek Nasio’nun mükemmel tespitiyle, “en çok sevilen varlık, aslında insanı en çok doyumsuz bırakan varlık da olacaktır”.
Aşk acı çekmektir, aşk imkansızlıktır, aşk Ahmet Ümit’in deyimiyle yarattığı hüsranla köpekliktir, aşk kör karanlık kuyularda merdivensiz kalmaktır, aşk ömür boyu arafta kalmaktır. Ancak aşık ve tutkulu insanın serüveni de Nietsche’nin deyimiyle yükselen dalgalara karşı kumdan kaleler yapabilmektir, her dalgada yıkılacağını bile bile ama ümit ederek. “Aşk, ölümlülüğün panzehiridir ve ölüm aşk coşkusunun gölgesinde devriye bekler” diyor Psikiyatrist Kemal Sayar. Ölümün gölgesinde, yükselen dalgalara karşı kumdan kaleler inşa etmeye çalışan yürekli maceraperestlere bin selam…
Haftanın Şiiri: ANA ÖĞÜDÜ/ Tahsin SARAÇ
Çiçekleri ezme yavrum
Çiçekler bir yüreğe benzer
Çiçek ezen, insan ezer.
Sakın sen kuş vurma yavrum
En engin bir kardeşlikte
Uçar kuşlar gökyüzünde.
Tüfekle oynama yavrum
Şakacığı bile çirkin
Bir canlıyı öldürmenin.
Gel bir çiçek ol sen yavrum
Kendi ülkenin renginde
Şu yeryüzü demetinde.
Haftanın Sanat Gündemi
Livaneli, edebiyatıyla Rusya’yı geziyor
Zülfü Livaneli Rusça’da çıkan yeni romanı için Moskova, St. Pertersburg ve Tataristan’ın başkenti Kazan’ı da kapsayan bir Rusya turnesine çıktı. Kardeşimin Hikayesi isimli kitabının Rusça’ya çevrilmesi vesilesiyle davet edilen Livaneli, biz dizi konferansa da katıldı.
Geçtiğimiz hafta Rusya’nın başkenti Moskova’daki Kızıl Meydan’da gerçekleştirilen kitap festivaline Rusya’nın en büyük yayınevi Eksmo’nun davetlisi olarak katılan Zülfü Livaneli, etkinlik kapsamında Rusyalı okurlarıyla buluştu. Yoğun ilgi gören ve Türkiye Büyükelçisi Hüseyin Demiröz’ün de katılımıyla gerçekleştirilen etkinlikte Livaneli, hem kitabının Rusçasını imzaladı hem de okuyucularının sorularını cevapladığı bir söyleşi gerçekleştirdi.
Yazarın bir sonraki durağı Tataristan’ın başkenti Kazan’ın en köklü ve eski eğitim kurumu olan Kazan Üniversitesi oldu. Üniversitede konferansa katılan Livaneli aynı zamanda okulun Türkoloji bölümü öğrencilerine de özel bir ders verdi.
En Çok Satanlar Listesinde
5-6 Haziran tarihleri arasında St. Petersburg’u ziyaret eden Livaneli, Kardeşimin Hikayesi kitabı için düzenlenen tanıtım gecesine katıldı. Şehrin meşhur Nevsky Caddesi’ndeki bir kitabevinde gerçekleştirilen etkinlikte okurlarının ilgisiyle karşılanan Livaneli, katıldığı radyo yayınları ve televizyon programında da Kardeşimin Hikayesi’nin öyküsünü anlattı. Ayrıca St. Petersburg Devlet Üniversitesi’ne de konuk olan Livaneli’nin kitabı şimdiden Rusya’nın edebiyat çok satan listelerine de girdi.
Kasım ayında Moskova Kitap Fuarı’na davet edilen Livaneli’nin, Rusça ‘ya çevrilmeyi bekleyen kitabı Serenad’da fuar döneminde Rusyalı okurlarıyla buluşmaya hazırlanıyor.
Cahit Zarifoğlu, ölüm yıldönümünde kendi sözleriyle anılıyor
47 yaşında hayata gözlerini yuman Cahit Zarifoğlu, ölüm yıl dönümünde unutulmadı.
Bugün Türk edebiyatının zarif adamı Cahit Zarifoğlu’nun ölüm yıl dönümü! Edebiyata, insanlığa ve Yaradan’a sevdasıyla gönüllerimizde taht kurmaya devam eden Cahit Zarifoğlu, ölümünün 31. yılında eserleri ve sözleriyle anılıyor. Zamana kafa tutan ve kendi yolunu çizen insanlar arasında, zarifçe çizdiği çizgileri bugüne taşıyan Cahit Zarifoğlu’nun hayatını ve sözlerini derledik!
Aslen Kahramanmaraşlı olan Cahit Zarifoğlu, 1940 yılında Ankara´da dünyaya geldi. Babasının memuriyeti (hakim) dolayısıyla ilk ve orta öğrenimini Siverek, Ankara, Kızılcahamam ve Kahramanmaraş´ta tamamladı. Babasının annesinin üzerine bir başka kadınla evlenmesini bir türlü kabullenemeyen şair sadece 1,5 yaş büyük olan abisi Sait’i baba olarak bildi. O kadar ki Sait artık evde “Baba Sait” olarak anılmaya başlamıştı. Cahit Zarifoğlu, hayatının büyük çoğunluğunu yalnız ve insanlardan kaçarak geçirdi Bir bilge gibi sürekli sakin ve suskun olması bir süre sonra dostlarının onu “Aristo” olarak çağırmaya başlamasına neden olacaktır. Cahit artık “Aristo Cahit” olarak anılmaya başlamıştır. Lise yıllarında güreş sporuna da ilgi duyan Cahit Zarifoğlu, pilotluğa merak saldı hatta 3 ay kurs kurdu. Eğitim alıp uçak kullanabilir düzeye gelen Cahit Zarifoğlu, son bir sağlık kontrolüne girdi ve bu kontrol uçuş kariyerinin sonu oldu. Kontrolde gözünde ve kulağında rahatsızlık olduğu bu yüzden de uçak kullanma ehliyeti alamayacağı anlaşıldı. Lisenin bitimiyle birlikte de İstanbul’a gelerek, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne yazıldı. Öyle ki üniversiteyi tam on yılda bitirebildi ve on yıl sonra diplomasına kavuştu.
Edebiyata lise yıllarında şiir ve kompozisyonlar yazarak başlayan şair, Usta hikayeci Rasim Özdenören, Şair Erdem Bayazıt, Sair Alaaddin Özdenören ile aynı sıralarda okudular. Lise yıllarında okul dergisi olan “Hamle”de şiirlerini yayınladı. Maraş’ta öğretmenlik yapan Zarifoğlu, 1961 yılında İstanbul’a geldi. İstanbul’daki edebiyat dergilerinde şiirlerini yayınlamaya devam etti. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyat’ı bölümünde öğrenim görürken maddi imkansızlıktan dolayı muhtelif gazetelerde sayfa sekreterliği yaptı. Bu yüzden öğrenim hayatı aksaklılarla geçti.
Şiirlerini Papirüs, Yeni Dergi, Türk Dili ve Soyut gibi edebiyat dergilerinde yayımladı. Nihayet söz konusu edebiyat dergilerinde yayınlanmış olan şiirlerini kitaplaştırmak isted,. Borç dert, aç kalma pahasına şiirlerini “İşaret çocukları” adlı eserde kitaplaştırdı. İçinde sürekli yalnızlığı ve kimsesizliği taşıyan şair Necip Fazıl’ın müdahalesi ile bu yalnızlıktan koptu. Üstat ona münasip bir eş buldu. Bu eş üstadın hocası Abdülhakim Arvasi’nin soyundan Berat Hanım’dır. Necip Fazıl’la birlikte Van’a giden Cahit Zarifoğlu, Berat Hanım’la geri döndü.
Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç’un kurduğu Diriliş Dergisi’nde şiirlerini yayınladı. Zarifoğlu, Sezai Karakoç için “Ağabeyin sohbetlerinden ve yazdıklarından çok şeyler öğrendik. Her anlamda bizim hocamızdı. Yetişmemizde çok büyük faydası oldu” dedi. Nuri Pakdil ve arkadaşlarının yayın yaptığı edebiyat dergisinde yazmaya başladı. 1976’dan itibaren, Mavera dergisinde şiirleri, hikayeleri, senaryoları ve günlükleri yayınlandı. Zarifoğlu daha sonra Savaş Ritimleri ve çocuk edebiyatı dalında da kitaplar yazdı. Şair, pankreas kanseri nedeniyle, 7 Haziran 1987’de 47 yaşında İstanbul’da vefat etti.
Sennur Sezer 75 yaşında…
Sennur Sezer yaşasaydı 12 Haziran’da 75 yaşında olacaktı. Meydanlarda olacaktı. Kadınlar arasında olacaktı… Konuşuyor, söylüyor, şarkılara, türkülere, halaylara, adalet nöbetlerine, duruşmalara, seçim öncesi çalışmalara, direnişlere katılıyor olacaktı… Ama hiç kuşkunuz olmasın, bedeni artık bizimle olmasa da şiirleriyle, bıraktığı kitaplarla aramızda. (Cumhuriyet)
Belleğimizdeki Kadınlar: Sennur Sezer
İlkokula Eskişehir’de ikinci sınıftan başladı, Kasımpaşa Karma Ortaokulu’nda tamamladı. İstanbul Kız Lisesi’nde öğrenimini yarıda bırakıp, Taşkızak Tersanesi’nde ikmal ve muhasebe memuru oldu. Daha sonra Varlık Yayınevi’nde düzeltici olarak çalıştı. 1969-1975 yılları arasında Cumhuriyet ve Vatan gazetelerinde resim sergileri, ressamlar ve yazarlar ile ilgili yazılar, TRT’ye radyo oyunları yazdı. Arkın Yayınevi’nin ansiklopedilerinde redaktör ve metin yazarı olarak görev aldı. Yapı Kredi Bankası Sanat Dünyası dergisi, Asa Ajansı, Gelişim Ansiklopedisi ve Görsel Yayınlar da emekli olana kadar çalıştı. 1999 yılında kısa süre TYS genel sekreterliği yaptı. 1983’te emekli olduktan sonra serbest yazar olarak çalışmalarını sürdürüyor. Öykücü Adnan Özyalçıner ile evli.
İlk şiiri Sanat Dünyası dergisinde 1958’de, ilk şiir kitabı Gecekondu, 1964’te yayımlandı. Şiir ve yazıları Varlık, Yeditepe, Hürriyet Gösteri, Yazko Edebiyat, Hürriyet Gazetesi Avrupa baskısı, Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki, Elele, Beaute dergi ve gazetelerde yayımlandı. Günümüzde ise çalışmalarını, Evrensel ve Cumhuriyet gazetesi ile Radikal Kitap, Varlık, Evrensel Kültür dergilerinde yayımlıyor. Doğan Hızlan, “Kimi yazarlar kadın duyarlığı sözünün üstüne basa basa yazılmasına karşıdırlar. Sezer onlardan değil, kadın duyarlığının, kargaşa içinde yaşayan bir toplumda kadın olmanın sorumluğunun şiirini yazıyor” diye yazdı.
Çalışmalarını başta Günlük Evrensel ve Evrensel Kültür olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yazarak, belgesel anlatılar hazırlayarak sürdüren Sezer, 07 Ekim 2015 Çarşamba günü hayatını kaybetti.
Eserleri
Şiir:
Gecekondu (1964) /Yasak (1966) /Direnç (1977) /Sesimi Arıyorum (1982)
Kimlik Kartı (ilk üç kitap, 1983) /Bu Resimde Kimler Var (1986) /Afiş (1991)
Kirlenmiş Kağıtlar (1999) /Bir Annenin Notları (Seçme Şiirler 2002)
Dilsiz Dengbej (2001) /Akşam Haberleri (2006) /İzi Kalsın (2011)
Başkalarının Eskilerini Giyenin Şarkısı
Okuma Önerileri
1.Başkan Düşürüldü/Fatih Mehmet Güler/ Siyah Beyaz
2.Athanatos/Mahir Ergun/Belge Yayınları
3.Söz Uçar/ Nedim Gürsel/ Doğan Kitap
4.Zamana Adanmış Yüzlerimiz/Jozef Kılçıksız/Ekin Sanat
5.Ninemin Çıkrığı/ Aziz Büyükaşık/ Güney Rüzgarı