Antakya’da kültür-sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Antakya kitaplığı Ayla Kutlu edebiyatı /1. Kadın Yazarlar Sempozyumu Bildiriler Kitabı “Yeni Yüzyıl Üniversitesi tarafından hazırlanan, Adalar Belediyesi, Bilgi Yayınevi ve İstanbul Anadolu Kulübü’nün katkılarıyla gerçekleştirilen Kadın Yazarlar Sempozyumu’nun ilki, 25-26 Mayıs 2011’de “Ayla Kutlu Edebiyatı”nı konuk etti. Öğretim üyelerinden, farklı disiplinlerden doktora öğrencilerinden, edebiyatçılardan, yazarlardan, gazetecilerden, yayıncılardan, editörlerden, büyükelçilerden oluşan çok […]

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Antakya kitaplığı
Ayla Kutlu edebiyatı /1. Kadın Yazarlar Sempozyumu Bildiriler Kitabı
“Yeni Yüzyıl Üniversitesi tarafından hazırlanan, Adalar Belediyesi, Bilgi Yayınevi ve İstanbul Anadolu Kulübü’nün katkılarıyla gerçekleştirilen Kadın Yazarlar Sempozyumu’nun ilki, 25-26 Mayıs 2011’de “Ayla Kutlu Edebiyatı”nı konuk etti.
Öğretim üyelerinden, farklı disiplinlerden doktora öğrencilerinden, edebiyatçılardan, yazarlardan, gazetecilerden, yayıncılardan, editörlerden, büyükelçilerden oluşan çok sesli, çok renkli bir okurlar camiası söze dökülmemiş ortak bir zeminde buluştu. İçi boşaltılmış kavramların erdem gibi sunulmasına rağbet etmeyen, insanın varoluşsal sorunlarıyla ilgilenen, modern düşüncenin akılla kurduğu ilişki nedeniyle özgürleştirici bir algılayış ve kavrayış biçimi olduğuna inanan, hümanist ve evrensel düşünce biçiminin hakkını veren ve her şeyden önemlisi edebiyat eseri üzerine düşünme sürecinin eserin kendisi kadar değerli ve zenginleştirici bir eylem olduğunun bilincinde olan bir okur camiası, Ayla Kutlu edebiyatının çeşitli kapılarını zorladı. Sunulan bildirilerin, sorulan soruların, verilen yanıtların veya zihinlerde devam eden sorgulamanın ve tartışmaların odağında Ayla Kutlu’nun eserlerinde anlatılanın ardında yatanlar çeşitli bağlamlarda, farklı açılardan çözümlenmeye çalışıldı.”(Kay. www.kitapyurdu.com)

Dilimiz yurdumuzdur!
Attila Aşut
Dil, tarihsel ve toplumsal bir varlık olarak, insanların birbirleriyle anlaşabilmelerini sağlayan en gelişkin iletişim aracıdır. Bu araç aynı zamanda kültürel öğelerin kuşaktan kuşağa aktarılmasına ve toplumda tarih bilincinin oluşmasına yardım eder. Öte yandan dil; sanat ve yazın ürünlerinin de başlıca yaratım aracıdır.
Türkçenin büyük ustası, dil bilincimizin Kutupyıldızı Nurullah Ataç şöyle diyor:
“Dil, bir uygarlık olayıdır. Bir uygarlığın kurduğu dil, başka bir uygarlığın düşündüklerini söyleyemez, yetmez onu söylemeye. Bir ulus uygarlığını değiştirdi mi, dilini de değiştirmek zorundadır.”
Dil ve ideoloji arasında yakın bir ilişki vardır. Bu ilişki, “söylem”lerimizde somutlaşır. Çünkü dil, anlatım ve aktarım aracı olarak, son çözümlemede egemen ideolojinin taşıyıcısıdır. Yaşamın her alanında bu etkileşimi görebiliriz. Marksist edebiyat kuramcısı Terry Eagleton, dil ve ideoloji ilişkisini irdelerken, “İdeoloji, belli insan özneleri arasında, dilin belirli etkiler yaratmak amacıyla fiilen nasıl kullanıldığıyla ilgili bir şeydir” diyor.
Toplumsal-kamusal her alan gibi diller de kuralsız değildir. Türkçenin de kendine özgü yasaları, kuralları, yapısal özellikleri olduğu göz ardı edilemez.
Geçmişte, Türkçenin doğru kullanımı ve yeni türetimlerle varsıllaşması yolunda daha duyarlı bir ortam vardı. Çok eskilere gitmeye gerek yok. 1960’larda Asım Bezirci’nin “Halis Acarı” takma adıyla Dost dergisinde yeni sözcükler türetme çabasını anımsıyorum. Aziz Nesin, Akşam’daki “Az Gittik, Uz Gittik” başlıklı köşe yazılarının altına, yazısında geçen öz Türkçe sözcüklerin anlamlarını açıklayan küçük bir “Sözlük” koyardı. Böylece, yeni türetilmiş sözcüklerin daha geniş kesimlerce öğrenilip yaygınlaşmasına katkıda bulunurdu. Ömer Asım Aksoy, Türk Dili dergisinde, basındaki dil yanlışlarına ilişkin çok yararlı bir bölüm hazırlardı… Ali Dündar, Ali Püsküllüoğlu, Ahmet Miskioğlu, Sevgi Özel, Osman Bolulu, Feyza Hepçilingirler ve daha başkalarının bu alandaki emeklerini de saygıyla anmak isterim.
Türkçe konusunda titizlenenler, kaygı duyanlar ve sürekli yazanlar, nedense dilbilimcilerden çok, dili yoğurup biçimlendiren, yeniden üreten yazarlar, ozanlar oluyor. Bu durum, Dil Devrimi’nin ateşli savunucularından Doç. Dr. Suat Yakup Baydur’un (1912-1953) da dikkatini çekmiş olmalı ki, değerli dilbilimci, “Dil ve Kültür” adlı kitabının girişinde şöyle diyor: “Son zamanlarda meslek ve görüş bakımından çeşitli kimselerin gazetelerde Türk dili üzerine yazdıkları makalelerle karşılaşıyoruz. Dil üzerine yazılarını okuduklarımız arasında bir filoloğun yahut bir dil bilgininin bulunmayışı, bana bu eksikliği tamamlaya çalışarak meseleyi bir filolog olarak geniş okuyucu yığınının gözü önüne sermek kararını verdirdi.”
Örneklere baktığımızda, Dr. Baydur’un değindiği durum açıkça görülüyor. Örneğin bir dönem basındaki “dil yanlışları”nı sergileyerek bu konuda hepimize yol gösteren Ömer Asım Aksoy, çoğumuzun sandığının tersine, dilbilimci değildi. Böyle düşünülmesinde, sanırım onun uzun yıllar Türk Dil Kurumu’nda Genel Yazman olarak çalışmasının önemli payı vardır.
Başka örnekler de verebilirim. Sözgelimi Nurullah Ataç da, Cevdet Kudret de, Melih Cevdet de, Tahsin Yücel de akademik dil eğitimi görmüş kişiler değildi. Ama hepsi de Türkçe üstüne çok kafa yormuş, dilimize ciddi katkılar yapmış yazarlarımızdı.
Tabii Prof. Dr. Doğan Naci Aksan, Beşir Göğüş ve Emin Özdemir gibi öğretmenlerimizin de dilbilimci olarak Türkçeye büyük emeklerini unutmamak gerekiyor…
Türkçe konusunda kalem oynatan yazarların hepsinin aynı görüşte oldukları söylenemez. Örneğin Şiar Yalçın ve Hakkı Devrim, Türkçeden çok Osmanlıcanın doğru yazılıp konuşulmasına dönük bir yaklaşım içindeydiler. Hele HakkıDevrim’in tutarlı bir dil siyasası yoktu. Kimi zaman Türkçe sözcükleri savunur görünse de, “sual”, “cevap”, “mesele”, “sebep”, “kelime”, “itina” gibi, Türkçede oturmuş karşılıkları bulunan Arapça sözcükleri kullanmaktan bir türlü vazgeçmedi.
Ömer Asım Aksoy, “Dil Yanlışları” adlı yapıtının önsözünde, “Dil kuralları, kamunun ortak bilinciyle oluşmuştur” diyor. Savruk ve özensiz yazarlara, yeniyetme sunuculara bu kuralları sık sık anımsatmak gerekiyor. Bir yazarın ya da sunucunun, anadilini yanlış kullanma “hakkı” olamaz. Dilimizi doğru yazıp konuşmak, herkesten önce onların görevidir. Görevden de öte, kendileri açısından savsaklanamaz bir sorumluluktur bu.
Türkçenin her yönden geliştirilmesi, son yıllarda artan Osmanlıca ve İngilizce etkisinden kurtarılması, yaşamımıza hızla giren yeni kavram ve buluşları karşılayabilecek sözvarlığına kavuşturulması, yazım birliğinin sağlanması, hepimizin ortak amacı olmalıdır.
İnsanlarda yurt ve dil sevgisi birlikte göverir. Çünkü dilimiz yurdumuzdur. (Birgün Gazetesi)

HAFTANIN ŞİİRİ
Eskişehir’de/ Rahmi Emeç
Sen Eskişehir gibi gülseydin
yüzümden yüzüne bir nehir akardı.
Sesimizde üşüyen bir harf yalnızlığı,
şehrin kederine yürürdük birlikte,
gülseydin Eskişehir gibi sen.
Sen Eskişehir gibi dokunsaydın
lületaşından tenine bir gidiş olurdum.
Bütün saatlerin sevmeye kurulmuş akrebinde,
zehir olup içerdik akan zamanı,
dokunsaydın sen Eskişehir gibi.
Ben şimdi, Eskişehir’de sana eski’yim
tren garında yere düşmüş bir bilet gibi.
Sahipsiz, yalnız ve pusulasız,
peronların yalnızlığına asılıp,
bekledikçe eskiyor eskiyorum.

Haftanın sanat gündemi

Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı sahibini arıyor
Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı’na başvurular başladı.
Yazar Sait Faik Abasıyanık anısına her yıl bir öykücüye verilen Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı’na başvurular başladı.
63. Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı yarışmasına katılacak yazarların, başvuru yapacakları hikâye kitabından on (10) nüshayı, 8 Mart 2017 Çarşamba günü Saat 17:00’ye kadar Darüşşafaka Cemiyeti İletişim Birimi, Darüşşafaka Caddesi No: 14 34457 Maslak, Sarıyer İstanbul adresine elden ya da posta yoluyla ulaştırmaları gerekiyor.
Darüşşafaka Cemiyeti tarafından yapılan açıklamada, yarışmaya katılacak hikâye kitaplarının 2016 yılında yayımlanmış olması, daha önce herhangi bir ödül almamış olması gerektiği ve daha önce aynı armağanı kazanmış yazarların yarışmaya katılamayacağı vurgulandı.
Seçiciler Kurulu tarafından yapılacak değerlendirmenin ardından, sonuçların bu yıl Mayıs ayı içinde açıklanacağı ifade edildi.
Doğan Hızlan’ın başkanlığında toplanacak Seçiciler Kurulu, Hilmi Yavuz, Nursel Duruel, Jale Parla, Murat Gülsoy ve Metin Celal’den oluşuyor.
Bugüne kadar Haldun Taner, Orhan Kemal, Necati Cumalı, Adalet Ağaoğlu, Ayşe Kulin, Selim İleri, Oya Baydar, Bilge Karasu, Yekta Kopan, Mehmet Zaman Saçlıoğlu gibi yazarların kazandığı Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı, geçen yıl “Güneş Sepeti” adlı öykü kitabıyla Muzaffer Kale’ye verilmişti. (EVRENSEL KÜLTÜR SERVİSİ)

2017 Niobe Şiir Ödülü bu yıl Şair Gülsüm Cengiz’e veriliyor.
Yeni Kuşak Köy Enstitülüleri Derneği (YKKED) Manisa Şubesinin düzenlediği, 2017 Niobe Şiir Ödülü bu yıl Şair Gülsüm Cengiz’e veriliyor.
Cengiz’e ödülü, 18 Şubat Cumartesi günü, bu yıl 4.cüsü düzenlenecek olan Manisa Şiir Günlerinde İzmir, Manisa’dan şairlerin katılacağı etkinlik, saat 14.00’te, Manisa İkiz Kuleler’de gerçekleştirilecek.
Ödül geçen yıl Ataol Behramoğlu’na verilmişti. (Manisa/EVRENSEL)

Çukurova’da yazar, sanatçı buluşması
Çukurova Belediyesi tarafından düzenlenen Orhan Kemal Edebiyat Festivali bugün başlıyor. İki gün sürecek festivale, “Onur Konuğu” olacak Muzaffer İzgü’nün dışında çok sayıda yazar ve sanatçı da katılacak. Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden Orhan Kemal adına düzenlenen ve ilki geçen yıl yapılan festivalle ilgili bilgi veren Çukurova Belediye Başkanı Soner Çetin, ünlü yazar ve sanatçıların katılacağını belirtti ve şu bilgileri verdi:
“İstanbul başta olmak üzere ülkemizin birçok yöresinden 70 kadar yazar, şair, çizer, sinemacı ve ressam festivale katılacak. Yazdığı kitaplar onlarca dile çevrilen Adanalı ünlü gülmece yazarı Muzaffer İzgü festivalimizin, ‘Onur Konuğu’ olacak ve etkinliği izlemeye gelen çocuklara bir kitabını imzalayarak armağan edecek.
Festivalin, ‘Onur Kurumu’ ise yayın hayatını hiç ara vermeden 84 yıldır sürdürmeyi başaran, ‘Varlık Yayınları’ olacak. Çukurova ve Mersin üniversitelerinin destek verdiği 2. Orhan Kemal Edebiyat Festivali, Orhan Kemal ödüllü kitap kapakları, Varlık Yayınları ve “Yaşar Kemal’den Muzaffer İzgü’ye” adlı mozaik sergilerinin açılışıyla başlayacak. Eski TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın, “Türkçenin Söz Varlığı”, Salih Bolat, Halil Genç, Özcan Karabulut’un “Öykücülük”, Mersin ve Çukurova üniversitelerinden konuşmacıların, “Orhan Kemal’in Yazarlığı” adlı söyleşilerinin yer aldığı ilk gün etkinlikleri, Menderes Samancılar’ın da katılacağı, “Eskici ve Oğulları adlı filmin gösterimiyle son bulacak. Çukurova Belediyesi Orhan Kemal Kültür Merkezi’nde iki gün sürecek festival boyunca, 5 kitabevi ile Adana, Antakya, Mersin, Tarsus ve Mut’tan 7 kültür sanat dergisi stant açacak, çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapacak.

Sabahattin Ali 110. yaşında Çankaya’da anıldı
Sabahattin Ali, 110. Doğum gününde ‘Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali’ adlı belgesel ile Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesi’nde anıldı.
Sadece verdiği eserlerle değil, çevirileriyle de Türk edebiyatına ve kültür alanına çok büyük katkıları olan, edebiyatımızın köşe taşlarından Sabahattin Ali, 110. Doğum gününde; hayatını ve mücadelesini anlatan “Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali” adlı belgesel ile Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesi’nde anıldı.
Çankayalıların büyük ilgi gösterdiği gösterime, belgeselin yapımcısı ve yönetmeni olan Metin Avdaç da katıldı. Çankaya Belediyesi Başkan Yardımcısı Nafiz Kaya’nın ev sahipliğinde gerçekleştirilen gösterimin ardından yönetmen Metin Avdaç seyircilerle kısa bir de söyleşi yaptı. “Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali” adlı belgeselin uzun bir araştırma sürecinin ardından Almanya, Bulgaristan ve Türkiye’de gerçekleştirilen çekimlerle tamamlandığını kaydeden Avdaç, “Filmde Sabahattin Ali’nin edebiyatçı kimliğinin yanı sıra sevdaları, fikir dünyası ve onu fail-e meçhule götüren dönemin sosyo-politik dinamiklerini de ele almaya çalıştık ve 1907’de doğan Sabahattin Ali’nin kökenlerinden başlayan bir yolculuğa çıktık” dedi.
Filmde Sabahatttin Ali’nin Bulgaristan, Türkiye ve Almanya ekseninde gezdiği şehirler, ülkeler, edebi yaklaşımı, Aziz Nesin gibi dostları, aşkları, ailesi ve politik yaklaşımının da işlendiğini kaydeden Avdaç, “Karşı görüşün pek oluşamadığı, tek aklın ürünü olmaya zorlanan toplumumuzda kendi fikrini yeşertmeye çalışan bir adam Sabahattin Ali. Almanya’ya Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla gidiyor, orada Komünizm’in temeli Karl Marx’ı, Friedrich Engels’i öğrenir. Bu noktadan sonra politik görüşü şekillenerek manifestosunu şiirleri, hikayeleri, çıkardığı siyasi mizah gazetesi Marko Paşa vb. üzerinden yapıyor. Tabii hayat yolculuğunda uğradığı hapishaneleri de ziyaret ediyoruz, aşk mektuplarına da şahit olup eserlerini de anıyoruz. 2012 tarihli bu belgesel, Sabahattin Ali’ye bir saygı duruşu niteliğinde” diye konuştu. (EVRENSEL KÜLTÜR MERKEZİ)

DÜNYA ÖYKÜ GÜNÜ BİLDİRİSİ (ASLI ERDOĞAN)
“Bütün bunların sözle başladığını, tek bir sözcükle hiçlikten çıkıp geldiğini söyler kadim metinler. Kutsal, kayıp, sonsuz bir sözcük… O ilk imkânsız sözcüğü çok uzun zamandır arıyoruz. Kâğıtların başına oturuyor, günler geceler boyu dinliyor, işitiyor, anlatıyor, bekliyoruz. Birbirini yineleyen, yankılayan, yansıyan sözcükler getiriyoruz bir araya. Sözcükten sözcüğe akan boşlukta el yordamıyla yolumuzu arıyoruz. Binlerce geçmiş, binlerce hikaye, sayıya vurulamayacak kadar çok ölüm arasında. Sanki ucu bucağı görünmeyen bir ırmağın kıyısında yani varolabildiğimiz tek yerde durmuş, kendi yazgımıza mıhlanmış, onun ardı sıra bıraktığı kabukları topluyor, kulak kabartıyoruz. Sarp kayalıklardan imgeler koparıp alıyor, defalarca çiğnenmiş çamurda kendi biricik hakikatimizi arıyoruz. Her şeyi yutup kendi dokusuna katan bir sessizlikten bir sözcük dileniyor, karşılığında kendi kanımızı veriyoruz. Bir sözcük, bir sözcük daha. Bir başlangıç, bir hikaye daha. Sessizliğe çarpıp duran, hep tamamlanmamış kalan… Sesini arayan acı, imgesini arayan ses, bomboş, uğultulu kabuklar… Avuç avuç fırlatıyoruz sözcüklerimizi dünyaya; anlattıkça yitirdiğimiz o koskocaman, suskun, yitirdiğimiz taştan dünyaya. Boş beyaz kağıtların başına oturuyor, sabırla dinliyoruz günler, geceler, yıllar boyu. Baştan alıyor, yörünge değişitirip bir çember daha çiziyor ve bekliyoruz. Kurumuş bir kabuğun hayatla dolmasını; hayatla dolsun ve bir sesi olsun. İşte bu ses, bize ait olduğunu sandığımız bu ses sayısız dünyayı çağırıyor. Çoktan sönmüş is karası dünyalarla boşluktan doğmaya hazırlananları… Her şeyin bütünlendiği en koyu en gerçek anlamına kavuştuğu bir dünyayı, saf ışıkta ve düşlerden oluşmuş bir başkasını…”

GENÇ EDEBİYAT
Kediler Gider mi Ayça?/Ceren Korkmaz
Birileri gelir
Birileri gider
Hep bir şeyleri kalır insanların bende
Hatıralar aklıma gelince
Hüzünlenirim gidenlere
Bir de aklıma gelenlere
Bir kedi sevdim bende
Yatırdım onu dizlerimde
Kalbimde sevgisi
Kucağımda tüyleri kaldı
Sonra birden ayağı kalktı
Etrafına bakındı
Kendini tehlikede sandı
Halbuki en güvende olduğu yer
Benim kollarımdı
Bir baktım hiç gitmemiş
O da bana güvenmiş
Oysa kediler nankör derler
Yanılırlar
Kediler gerçekten sevilmeyi hakkeder

Exit mobile version