Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Piramidin Tabanı Köy Enstitüleri ve Tonguç/ Hürrem Arman,
İsmail Hakkı Tonguç Köy Enstitülerinin kurucusudur. Geçtiğimiz hafta, Prof. Dr. H. Haluk Erdem’in davetlisi olarak, Tonguç adına Ankara’da kurulan Vakfı ziyaret ettik. Sayın Erdem Hocam hediye ettiği birkaç kitap arasında, Hürrem Arman’ın iki ciltlik “Piramidin Tabanı, Köy Enstitüleri ve Tonguç” kitabını hediye etti. büyük bir heyecanla yapıtı hemen okumaya başladım.
Özellikle günümüzde okunması gereken baş yapıtlardan biri.
Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ, “çok zor koşullarda büyük emeklerle üretilen Cumhuriyet Eğitim Devrimini ve kahramanlarını onurla tekrar selamladım. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği (YKKED) 1969 yılında yayımlanan bu kitabı önümüzdeki ay YKKED yayını olarak tekrar yayınlayarak okurlara sunacak. Hürrem Arman’ın kitabı; bir anlamda Cumhuriyet tanıklığı, Cumhuriyetin birinci kuşak aydınlarının ilerici-hümanist dünyalarını anlamak adına önemli bir kaynak kitap. Kitabın giriş sayfasında Hürrem Arman, “Bu kitap, sosyalist Türkiye’nin kurulmasına katkıda bulunacak tüm emekçi çocuklarına ve onlarla beraber olacaklarına inandığım sevgili torunlarım Doğa ve Bora’ya armağan edilmiştir” ifadeleriyle başlıyor. Kitapta sayfalar ilerledikçe Mustafa Kemal, Hasan-Ali Yücel, Muzaffer Şerif, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet ve döneme imzasını atmış pekçok aydın, yazar karşımıza çıkıyor. Kitabın önsözünde Hürrem Arman, “Bu kitabın ikinci bölümünde yaşamımın en mutlu dönemi olan Köy Enstitülerinin kuruluş ve uygulamalarına ait gözlem ve izlenimlerim verilmektedir. Özellikle Tonguç’u tanımak, düzene rağmen her yönüyle onun öncülüğünde yürütülen Köy Enstitüleri örgütü içinde, emekçi yığınlar ve onların çocuklarıyla bulunmak; onlarla beraber doğaya ve direnç gösteren sömürücülere karşı savaşa girmek, bu insanca mutluluğun nedenleridir” ifadeleriyle duygularını aktarır.
Konuk Yazar
İki şair, iki hasret: Ahmet Erhan ve Turgut Uyar/Murat MERİÇ
Ahmet Erhan’ı beş yıl önce bir 4 Ağustos günü kaybettik. O gün, edebiyat tarihine “Turgut Uyar’ın doğum günü” olarak geçmişti; Ahmet Erhan’ın gidişiyle acıya boyandı. Erhan –ki ölümünden sonra yayımlanan ve bütün şiirlerini toplayan iki ciltlik kitap “Burada Gömülüdür” başlığını taşır- bugün Karşıyaka Mezarlığı’nın sessiz sakin bir köşesinde Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal tarafından yapılan sandal şeklindeki mezarında babasıyla birlikte yatıyor. Sandalın uç kısmında “Ülkesi: Akdeniz” yazıyor.
1986 yılında yayımlanan Çağdaş Türkü albümü “Bekle Beni”, vazgeçemediğim albümlerden. İçinde Ankara var. Albümün yayımlanmasından iki yıl sonra geldiğim, kopamadığım şehir. Şarkıları Ankara’yı anlattığı için değil, içine gençlik yıllarımı, ilk heyecanlarımı, ilk uyanışlarımı hapsettiğim için değerli. Bir dönemime fon müziği olmuş, ilerleyen yıllarda hep yanımda durmuş bir albüm “Bekle Beni”. Yıllarca kasetini dinledim, CD’si yayımlandığında (eksik listesine rağmen) heyecanla aldım, her gittiğim yere götürdüm. Yakın zamanda Göksu sayesinde plağı da arşivime girdi. Onu her döndürüşümde Ankara’da yaşadığım ilk yılların kokuları geliyor burnuma.
Plağın ikinci yüzünü açan şarkı, “Kenar Mahallede Bir Pazar Günü”. Kısa film gibidir. Güzelliği sadece besteden değil, sözlerinden. Sözler dediğime bakmayın, şahane bir Ahmet Erhan şiiridir bu. Bütün Ahmet Erhan şiirleri gibi: Yaşatıyor.
Ahmet Erhan’ı beş yıl önce bir 4 Ağustos günü kaybettik. O gün, edebiyat tarihine “Turgut Uyar’ın doğum günü” olarak geçmişti; Ahmet Erhan’ın gidişiyle acıya boyandı. Erhan –ki ölümünden sonra yayımlanan ve bütün şiirlerini toplayan iki ciltlik kitap “Burada Gömülüdür” başlığını taşır- bugün Karşıyaka Mezarlığı’nın sessiz sakin bir köşesinde Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal tarafından yapılan sandal şeklindeki mezarında babasıyla birlikte yatıyor. Sandalın uç kısmında “Ülkesi: Akdeniz” yazıyor.
“Kenar Mahallede Bir Pazar Günü”, Çağdaş Türkü’nün bestelediği tek Ahmet Erhan şiiri. Albüme (ve ertesi yıl yayımlanacak “Delikanlıya” başlıklı ikinci ve son Çağdaş Türkü albümüne) bakarsanız, yanına dost şairlerin iliştirildiğini görürsünüz: Yaşar Miraç, Ahmet Telli, Haydar Ergülen, Adnan Yücel, Behçet Aysan… Bir de Murat Yetkin var –ki en güzel Çağdaş Türkü şarkılarından biri olan “Uyanıyor Ankara”nın sözlerini yazmıştır. Şairlerin ortak özelliği Ankaralı olmaları. Hepsi dost. Onları yan yana getiren, sadece bu albümler ve Ankara’daki mekânlar değil: Yaşar Miraç’ın İstanbul’da kurduğu Yeni Türkü Yayınları, bir başka ortaklık. Yukarıda andığım (Ahmet Telli ve Adnan Yücel dışındaki) şairlerin ilk kitapları bu yayınevi tarafından basıldı: Ahmet Erhan’ın “Alacakaranlıktaki Ülke”si, Behçet Aysan’ın “Karşı Gece”si, Haydar Ergülen’in “Karşılığını Bulamamış Sorular”ı… Yaşar Miraç derseniz, bütün kitapları bu yayınevi tarafından yayımlanmıştı.
Ahmet Erhan, “şair”di. Dostları onu Erhan diye çağırır, gıyabında andıkları zaman şair sıfatını kullanırlardı. Mecburi hizmetini Keskin Cerit Müminli Sağlık Ocağı’nda yapan Ercan Kesal, “hizmet” boyunca bir ayağını Ankara’da tutmuş, “çevre”nin en içinde olmuş insanlardan… 2016 yılının Şubat ayında Bavul’da yayımlanan “Ankara rüzgârı…” başlıklı yazısında o günlerden söz ediyor ve Ahmet Erhan’ı şöyle tarif ediyor: “Ailenin en yetenekli ve sessiz çocuğuydu. Hüzünlü bir Adanalı. Şiirlerindeki gibi bir portakal ağacı, bilemedin turunçtu.” Kesal’ın şairle karşılaştığında ilk intibası “sessiz, içe kapanık, fazlasıyla halim selim birisi” olmuş. Sonrasında “ilk kitabıyla çok ses getirmiş, camiada herkesin üzerinde tartışmasız mutabık olduğu bir şair” diye tanımlıyor Ahmet Erhan’ı ve ekliyor: “kendi kuşağı dahil, Türk şiirinde Türkçeyi en iyi bilen ve kullanan şairlerin başında gelir.”
Ahmet Erhan, tanıyamadığım şairlerden. Yolumuz hiç kesişmedi. Kimi buluşmalarda uzaktan gördüm, dinledim ama bir temasım olmadı. Benim için hep “en büyük”lerdendi. Bugün bu yazıyı yazıyorsam, bundan.
Memleket ahvali müzik üzerine düşünmemizi, yazmamızı engelliyor. Şiir de buna dahil. Sevdiğimiz bir şarkıyı ya da dizeleri sosyal medya hesaplarımız üzerinden paylaşırken bile önce gündeme bakar olduk. Arkadaşlarımız tutuklanıyor, işleri ellerinden alınıyor ya da tanımadığımız ama kendimize yakın hissettiğimiz insanlar olmadık sebeplerle yargılanıyor. Geçtiğimiz haftalarda ODTÜ’deki mezuniyet yürüyüşünde bir dönem Penguen’in kapağını süsleyen ve aklanan karikatürü taşıyan gençler hâlâ tutuklu. Dahası, aynı üniversitenin sınırları dahilindeki gökkuşağı bayrağı da kovuşturmaya uğramış, taşıyanlar hakkında soruşturma başlatılmış.
ODTÜ, hayallerimdeki üniversiteydi, öğrencisi olmadım ama kendimi o kampüsten mezun sayarım. Hemen yakınındaki (öğrenciler arasında Balgat Yurdu olarak bilinen) Tahsin Banguoğlu Yurdu’nda iki yıl geçirdim. Bu süre dahilinde pek çok ODTÜ’lü arkadaş edindim ve onlar sayesinde (kendi okulumdan arta kalan zamanımı) kampüste geçirdim. Akşam yemeklerimi orada yiyor, gece yurtlarda yapılan sazlı sözlü gecelere katılıyor, etkinlikleri kaçırmıyordum. Rıfat Ilgaz’dan Ülkü Tamer’e pek çok insanı orada gördüm, dinledim. Çoğuyla tanıştım, sohbet ettim. Mozaik’ten Inti Illimani’ye, Timur Selçuk’tan Cinuçen Tanrıkorur’a, İnçi Çayırlı’dan Cem Karaca’ya benim için özel insanların konserlerine ODTÜ’de denk geldim. Hayal gibi ama yine orada bir kısmıyla aynı sahneyi paylaştım. Devrim’de çaldım, insanları eğlendirdim. Yetmedi, derslere konuk oldum ve bildiklerimi anlattım. Birkaç yıl önce Mimarlık Amfisi’ni dolduran öğrencilere çaldığım barış şarkıları sayesinde hayal ettiğim dünyayı gençlere anlattım, onlarla aynı dili konuştuğum için mutlu oldum.
ODTÜ’yle bağlantım yurttan ayrıldığım dönemde de sürdü. Hâlâ sürüyor. Yurttan ayrılmama neden olan “nesne”, dolabımda bulunan bir kitap: Zülfü Livaneli’nin o yıllarda Can Yayınları tarafından basılan “Dünya Değişirken” adlı kitabını dolabımda “bulan” yetkilinin yasak kitap bulundurduğum gerekçesiyle “üstlerine” yaptığı ihbar, Tahsin Banguoğlu Yurdu’ndan ilişiğimin kesilmesine sebep. Piyasada satılan, kolaylıkla alabileceğim bir kitabı devlete ait yurda sokmamam gerektiğini bu hadiseyle öğrendim. Elbette akıllanmadım: Birilerinin hoşuna gitmeyecek kitapları okumaya ve yanımda bulundurmaya devam ettim. “Yasak” kavramına ilk karşı çıkışım, bu hadise sonrası.
Mevzu bulanmasın, şiirle başladım, şiirle bitireyim. 4 Ağustos, Ahmet Erhan’ın aramızdan ayrıldığı gün ama aynı zamanda bize Turgut Uyar’ı kazandıran gün. Yine bir Ağustos günü aramızdan ayrılan büyük şair, şiirin “Büyük Saat”ini ince ince kurarken aslında bize bizi anlatıyordu. Ahmet Erhan şiirinden yapılmış şarkı çok değil. Turgut Uyar da bestelenemeyen şairlerden. Ahmet Erhan gibi, “en büyük”lerimden. İki kuşağın iki “büyük” şairini, “şair” sıfatını sonuna kadar hak eden iki ismi bir gün gecikmeyle andığım bu yazı, Sezen Aksu’nun yorumladığı “Denge” şiirini kapatan dizeyle kapansın: “Benim dengemi bozmayınız.”
Şunu unutmayalım: Devrim, dengenin bozulmasıyla başlar. (Gazeteduvar)
Haftanın Şiiri
Göğe Bakma Durağı/ Turgut Uyar
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
Haftanın Sanat Gündemi
Turgut Uyar 91 yaşında… “Durma göğe bakalım”
İkinci Yeni’nin önemli şairlerinden biri olan Turgut Uyar’ın bugün doğum günü. Uyar, yaşasaydı bugün 91 yaşında olacaktı.
İkinci yeni şairlerin en önemlilerden Turgut Uyar , 4 Ağustos 1927 yılında Ankara’da dünyaya geldi. Ahmet Turgut Uyar , altı çocuklu bir ailenin beşinci çocuğu olarak doğdu, babası Hayri Bey, bir subaydı. Turgut Uyar , Bursa Işıklar Askeri Lisesi ve sonra da Askeri Memurlar Okulu’nu bitirdi. Ardından askeri memur olarak çeşitli illerde askeri memurluk yaptı. Askeri memurluktan istifa eden Uyar, 1967 yılında kadar SEKA’da çalıştı ve buradan emekli oldu. Şair bu emekliliği itibariyle Ankara’dan İstanbul’a giderek oraya yerleşti.
‘Edebiyat kalıba sığmaz’
‘Öteki Düşler’ kitabıyla 73. Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü kazanan Yiğit Bener, “Edebiyatı dar tanımların içine hapsetmeye kalkarsanız sıkıcı bir tekrara mahkûm edersiniz” diyor.
Yazar Yiğit Bener , “Öteki Düşler” adlı kitabıyla 2018 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nün sahibi oldu. “Öteki Düşler”de yazarın 1991 yılında yazdığı öykü de var 2016 yılında da… Kitap, “Yaşamak, bir yönüyle kayıplarla baş etme sanatı değil midir? Kayıplarla baş etmeye çalışırken de sığınacağımız güvenilir liman düş gücümüz değil midir” sorusuyla başlıyor.(Cumhuriyet)
‘Yazarın evi masasıdır’
‘Göl Yazı’ isimli kitabıyla 73. Yunus Nadi Roman Ödülü’nün sahibi olan Enis Batur, ‘Ben okurundan etkin katılım bekleyen yazarlardanım’ diye konuşuyor.
‘Edebiyat kalıba sığmaz’
Seçici kurul, “Edebiyat tutkusunun romanı” diyor Enis Batur’un 2018 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanan “Göl Yazı” adlı eseri için. Ülkemizin en köklü roman ödüllerinden birinin neden ‘anti-roman’ olarak tanımlanan bir esere verildiğinin gerekçesini ise yine bu tutkuya bağlıyor: “Enis Batur’un yazar evinin temellerini kurgulamak için Ahmet Haşim’den Gide ve Loti’ye salınan bir merakla gölün coğrafi ve tarihi katmanlarında Gregoire Bay’ın, Ahmet Vefik Paşa’nın ve nicelerinin izini süren bu tutkusunda gizlidir: Çığırtkan piyasanın sıradan gönül ilişkilerinin sığ kurgularına indirgeyerek irtifa kaybettirmeye çalıştığı roman, elbette Kharon’un kayığına binip ölüler adasına hapsedilmeye razı olmayacak, kendine yeni yollar açacak ve yeni sığınıklar yaratarak direnecektir.” (Cumhuriyet)
Ahmet Muhip Dıranas Şiir Armağanı, Sinop’ta sahiplerini bulacak
1909 yılında Sinop’ta doğan ve eserleriyle Türk şiirine büyük katkılar sunan Ahmet Muhip Dıranas adına bir şiir armağanı verilecek. Seçici kurulunda Şükrü Erbaş, Emel İrtem, Şeref Bilsel, Çiğdem Sezer ve İlyas Tunç’un bulunduğu ödül takdimi 27 – 28 Ağustos tarihleri arasında Sinop’ta gerçekleştirilecek.(Birgün)
İKSV’den Ahmet Cemal anısına çeviri ödülü
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (IKSV), 1 Ağustos 2017’de aramızdan ayrılan yazar ve çevirmen Ahmet Cemal’in anısına, son bir yıl içinde ilk roman veya öykü çevirisini yayımlamış gelecek vaat eden bir çevirmene, bir defaya mahsus olmak üzere “Ahmet Cemal İlk Çeviri Ödülü”nü takdim edecek.
Ahmet Cemal, aynı zamanda, İKSV’nin 2015’ten bu yana her yıl çeviri edebiyatın nitelikli ürünlerini desteklemek amacıyla bir edebiyat çevirmenine sunduğu Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’nün seçici kurul üyeleri arasında yer alıyordu. Kendisini, ölümünün birinci yılında saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz.
“Ahmet Cemal İlk Çeviri Ödülü” için başvurular, yayınevleri veya çevirmenler tarafından yapılabilecek. Roman ve öykü çevirileriyle sınırlandırılan ödül için başvuruda bulunulacak eserlerin, orijinal dilinden Türkçeye çevrilmiş ve 2017 Ağustos’undan sonra yayımlanmış olması şartları aranıyor. Ödül, başvurular arasından seçici kurul tarafından belirlenecek yapıtın çevirmenine, 10 bin TL tutarında maddi destek sağlıyor. (Birgün)
Bir Portre: Turgut uyar
Şair, ilk olarak Yâd adlı şiirini, o zamanların en önemli dergilerinden biri olan ve birçok şairin adını duyurduğu Yedigün dergisinde yayımladı. 1948 yılında ise Uyar edebiyatımızın en sağlam kalemlerinden biri olan Nurullah Ataç’ın ısrar ve çabaları ile ?Kaynak? adlı derginin açtığı yarışmaya katıldı ve Arz-ı Hal şiiri yarışmayı kazandı.
Kendi şiirini kendi çabaları ile oluşturan Turgut Uyar ‘ın şiirlerinde Nazım Hikmet, Cahit Külebi, Lorca, Ahmet Haşim ve Orhan Veli’nin izlerini bulunur. Orhan Veli’nin şiiri ile Garip akımının bazı özelliklerini gösteren Turgut Uyar, zamanla II. Yeni hareketi içine girmişti. Ancak içine girdiği bu hareketin şiirleri gibi tamamen kapalı bir anlatımı Turgut Uyar , çoğu zaman tercih etmemiştir.
Turgut Uyar, İstanbul yaşamı öncesinde, henüz öğrencilik yıllarında ilk evliliğini yaptı. Bu evlilikten üç çocuğu oldu. İkinci evliliğini öykü yazarı Tomris Uyar’la yaptı. Siroz hastalığına yakalanan Turgut Uyar, 22 Ağustos 1985’te yaşama veda etti.
Okuma Önerileri
1.İsmail Hakkı Tonguç/Engin Tonguç/YKKED Yayını
2.Köyde Eğitim/ İsmail Hakkı Tonguç/Köy Ens. Ve Çağdaş Eğitim Vakfı
3.Aydınlanmaya Adanmış Yıllar/Galip Gürler/Kendi Yayını
4.Türkiye’de Köy Enstitüleri/Fay Kirby/Tarihçi Kitabevi
5.Pastallozi Çocuklar Köyü/ İ.H. Tonguç/ Tonguç Vakfı Yayını