Hazırlayan:Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Işıkla Resmedenler 8/Tekin Ertuğ
Zaman günler, aylar, yıllar derken geçip gidiyor. Her şey dünde anılar, yaşadıklarımız olarak kalıyor. Esasında kuşaktan kuşağa bıraktığımız yaşadığımız yaşamımızın belleğidir. Fotoğrafçı, tarihçi gibi yaşadıklarımızı fotoğraflıyor, kuşaktan kuşağa aktardıklarımızın tanığı olarak. Söz konusu kent olduğunda Samih Rıfat, “bir kenti fotoğraflamak bir kentin romanını, şiirini, türküsünü söylemek gibi bir şeydir” diyor. İstanbul deyince Ara Güler’in, Sami Güner’in fotoğrafları gelir gözümüzün önüne. Paris deyince Brassai’nin “Gizli Paris” dediği Paris geceleri, Atget’in “Paris Sokakları”nı, Doısneau’nun “Paris Aşıkları”nı biliriz. Londrayı en iyi Tohomson, New York’u Gentle, San Fransisco(yu Streglitz, Köln’ü Sander fotoğraflamıştır.
“Fotoğraflar, yaşanmakta olan bir hayatın sürecinden alınmış birer görsel andaç gibidirler. Fotoğraf, yalnızca bir sanat değildir; o, bir sanat yapıtından çok daha iyi şeyler yapılabileceğinin kanıtıdır. Fotoğraf sanatı yalnız seyirlik bir sanat değildir, kitlelere kavrama yetisi kazandıran bir iletişim büyüsüdür.” (Arka Kapak Yazısı)
Konuk Yazar
Antakya sokakları bir kişilik/İrfan O. Hatipoğlu
Akdeniz’den gelen rüzgâr arada bir yüzümü yalayıp ileriye doğru uzanıp kayboluyordu. Arkasından bakmak yerine,rüzgâra doğru dönüp açtım gömleğimin düğmelerini.Rüzgârın açık bağrımdan girip,vücudumu yalayıp gitmesi istenci içimi kapladı. Bunu yapıyorum da… Yüzümü Akdeniz’e dönüp, gömlek düğmelerime açmış şekilde bedenimi Köprünün korkuluklarını dayıyorum. Koyu zift gibi sudan Asi’nin tabanını görmek zor…Evde işediğim sidiğin kokusunu duymak gibi çabam da yok. Ama binlerce sidiğin kokusunu kimlerin olduğunu ayırt etmeden duyabiliyorum.
Yanımdan koşar adımla geçen genç kızın çantası hafifçe sırtımı dokunuyor. Ardından gürültüyle, Ulu Cami’den ezan sesi yükseldi. İrkildim. Bu ezan sesiyle yatsıyı bizleri anımsatmak için,hoca tarafından yüksek sesle okunuyor olmalı diye içimden geçirdim. Ezan bitti… Gömleğimin düğmelerini iliklemeden, sol elim cebimde, cami ve Cindi Hamamı aralığından süzülerek Antakya’nın kalbine yöneldim.
Antakya; barış şehri, doğunun kraliçesi, medeniyetler şehri, son dönemlerde gastronomi şehri… Aklınıza ne gelirse bu tanımlamaya ekleye bilirsiniz. Bunların tamamını elimin tersiyle itekliyorum. Bana göre Antakya aşk şehridir. Antakya’ya yalnızca âşık olunur. Ölümsüz kent-hemşeri aşklarının yaşandığı bu şehir de, birlikte oluşturulan sevgi zenginliğini hoyratça harcayarak geride bıraktık.
Artık bizler âşık, Antakya öfkeli…
Cami Cindi Hamamı aralığından adımımı attığımda, dudaklarımda Ali Yüce’nin ölümsüz dizeleri; Antakya sokakları dar/Antakya sokakları bir kişilik/Sen giderken ben gelemem/Bir gönlümü bahar almış/Bir gönlümü yaz/Antakya sokakları bir kişilik/Öte git biraz.Bu dizelerin tadını çıkarmadan karşıdan bir ses yükseldi.Heykeltıraş İbrahim (Özalp) usta;
“Bey efendi! Bu mahalleye dua okunarak girilmiyor!”
İbrahim ustanın yeni mesleği, üzerine burçlar çizdiği çakma Serpantin taşı satıcılığı. Arada seyyar arabacılardan aldığı, eski görünümlü küpe, kolye, şamdanı gelen yerli gezginlere tarihi, “Rumlardan kalma” diyerek yutturuyor. Hani… Fenada yapmıyor. Bir diğer iyi yaptığı iş ise fahri olarak-Antik Antakya’ya girenleri açılan kafelerin yer tarifçiliği…
İbrahim ustaya söz yetiştirirken yamacıma kısa boylu tıknaz dövmeci Mahmut yaklaşıyor.
“İbrahim usta muhterem ermiş, senin Eros’unu göster. Aklı başına gelsin!” diyor.
Silkiniyorum! İçimden “Antakya sokakları dar/Antakya sokakları bir kişilik” diyerek kendimi ileri atıyorum.
Kendimi atıyorum atmasına da, bu kez de tatlıcı Mari çıkıyor yoluma. Kocaman levha: Tatlıcı Mari Yöresel Ürünler Kabak-Ceviz-Patlıcan-Turunç ve Kebbet tatlıları. Bu saatte tatlı yenmez ama tadıda bakılmaz değil hani…
Her zaman yaptığım gibi…
Alma numarasıyla kabak tatlısının ucundan şöyle bir bakıyorum. “Mari Hanım, bütün tatlıların ünlüde, Ceviz Reçelini de duymuştum! Kebbet ne yahu…” diye ortaya bir söz bırakıyorum. Mari bütün kibarlığıyla çıkartıyor kavanozların içinden tatlıları, çıkan tatlının ne olduğunu bakmadan alıp atıyorum ağzıma.
“Bazen dostlar soruyor. İsteyende oluyor. Aklımda olsun…”
Mari ‘yedi mi’ sözlerimi bilmiyorum. Atıyorum kendimi tekrar sokağa. Yollar kıvrım, dar ince uzun. Müzikler dışarı taşıyor. Duvara asılı levhada ‘Canlı Müzik, damsız girilmez’ yazıyor. Burası bana göre değil diyorum. Damım yok. Ha… Dam ne yahu? Yakışıklı oğlanlar güzel kızlar geçiyor sağımdan solumdan. Bir birini sarmaş dolaş olmuş iki genç insan, beni duvarı yapıştırarak yürüyor. Farkında değiller. Baka kalıyorum arkalarından.
Antakya yolları dar ve uzun… Işıl ışıl, bir o kadar da gürültülü. Köşe başında sarılmış iki genç öpüşüyorlar, yanlarından geçtiğimi, göz ucuyla baktığımı fark etmediler. Benim karasız yürüyüşümden, ne aradığımı bilmediğimi bar simsarı fark etti.
“Bey efendi buyurun! Ev yapımı Samandağ Şarabı ikram edelim!”
Dönüp baktım. Kocaman harflerle “Damsız girilmez” yazısı gözümü çarptı.
“Damım yok ki… Nasıl buyurayım?”
“Takma kafanı! O kadar yazının içinde Dam kısmını okuyorsun. Samandağ’ı oku, şarabı oku…”
Yürüdüm. Kahve içmek istedi canım. Yükselen müziğin içinde süzülüp, ışıltılı dar sokaklardan duvarları sürtünerek giderken, aradığım kahveyi buldum. Bir “Süvari” söyledim. Nargile söylemeyi karar veremedim. Bugün dolaşmak istiyorum. Selevkos gibi atımın çıkardığı nal seslerini dinlemek, Antakya’yı içimi çekip, yukarı, yıldızlara doğru atımı sürmekgeliyor içimden.
Süvari içimi sonrası, attım kendimi yeniden Antakya’nın bir kişilik sokaklarına.
Sokakların içinde kaybolup giderken, arkamdan, tanıdık kalın bir ses;
“Hoca nereye! Bizi görmek, zahmet veriyor sanırım?”
Döndüm. Baktım. Bakkal Recep (Saydam). Hani Leban Humusçusunu geçip, Affan kahvesine kıvrıldığında köşedeki bakkalın sahibi. Elinde kocaman iki su şişesi…
“Hayırdır. Dükkânı boş bırakmazdın.”
Elindeki şişeleri hafifçe kaldırarak;
“Bunlar tini sosyetik adı boğma… Allah’ıma yağ gibi. Boğazı dokunmadan, akıp gidiyor.”
Birlikte yürüdük, 56 yıldır açık hava meyhanesine çevirdiği dükkânına doğru. Dükkânın önü müdavim boğmacılarla dolu, bekliyorlar! Recep’in elinde şişeleri görünce gözleri güldü. Burasını bank üzerinde açık hava meyhanesi olarak anlatırım tanıdıklara…Mekanın elli altı yıldır oluşturduğu bir kültürü var. Meze verilmez. Çevrede dolaşan arabacılardan mevsimine göre ne varsa ya da Şekerci Naim’den alınan yüz gram ‘sosyete’ fıstığı. Kendine özgü müşteri profili oluşmuş.Avurtları çökmüş, kirli sakallı olacaksın veya yeni yetme genç!
Alışkanlıktan olsa gerek Bank üzerine kıçımı koymak için yöneldim. Bankta oturan “yoldaşlar” kıçlarını hafifçe oynatarak yer açtılar. Arkasından kâğıt bardak içine konulmuş boğma, Recep’in nazik ellerinde geldi. Boğmaları alıp, kıçımızı sabit tutarak, gövdemizi sağa sola oynatıp iyice yerleşiyoruz. Bakkal Recep müdavimlerin önüme üç adım çıkarak, akşama başlama söylevini çekti.
“Buradan daha güzel yer var mı? Müziğin canlısı burada, her türlüsünden… Rüzgâr esiyor, canlı klima. Muhabbet bol. Fiyatlar duvarın ötesine göre beşte bir. Bardağın içinde durduğu gibi durmuyor. Sakın görevinizi unutturmasın!”
Recep’in söylediklerine duymadık bile, bank komşularımdan ‘öküz Hasan’ cebinden dört beş Hünnep çıkardı, sessizce avucumun içine koydu. Bir diğeri içinde ‘sosyete’ fıstığının kâğıt kesesinin ağzını özenle yırttı, uzattı. Boğmayı yudumladım, arkasından Hünnep’i ağzıma attım.
“Recep yok mu yanında bir şey?”
Dükkânın içinden bağırdı. Her zaman ki gibi…
“Şimdilik meze servisimiz yok. Hanım yaparsa, kışın kıtta (acur)turşusu ikram edeceğiz.”
Bu söylediğini de duymadık. Memleket dedik, Antakya dedik, Asi’den sidiklerimizin kokusunu koklamaktan kurtarmadığı için büyük başkana çekiştirdik. Antakya türküleri söyledik. İnadına tabi… O kadar sesin arasında “Bağdat’ın hamamları” sokağın derinliğinde yer buldu.
Bakkal Recep’in yeri, açık hava bank meyhanesi müdavimlerinin zamanı sınırlı… İçeriden Recep’in zaman ayarlı, günlük sitemleri de zaman darlığına anımsatıyor. Hanımına kızıyor. “kayın birader misafirliğe mi çağrılır. Bunların işimi yok, hafta içi misafirliğe mi gelinir” gibi… Daha fazla duramıyoruz. Hafiften toparlanıyoruz. Öküz Hasan kalktı, kalkmasıyla duvara dayanması bir oldu. Toparlanıp yola koyuldu, bakkal kapısın önünden geçerken durakladı, omuzlarını hafifçe kaldırdı, Recep’e el sallayarak Affan’a doğru yürüdü. Bu davranış Recep’e yaz tahtaya anlamı taşıyordu. Recep’in içeriden “Paran yoksa ne içiyorsun adamın dölü…” demesini duymadı. Hepimiz el salmadık hani! Kimiz içeriye, masaya uğrayarak, içtiğimiz duble sayısını öğrendik. Recep’i keyiflendiren işi yaptık. Eksiksiz, nakit borcumuzu ödedik.
Duvarlara vura vura,Antakya sokakları dar/Antakya sokakları bir kişilik diyerek, her birimiz bir sokağa dağıldık.
Haftanın Şiiri
Okul Arkadaşı/Küçük İskender
Aynı ranzada uyumuştuk seninle
yatılı okula benzeyen bir sevdada,
üstte kim yatabilirdi ki: Elbette yeryüzü!
altta kim yatabilirdi ki: Elbette gözlerimizdeki intihar süsü!
birbirimizi düşündüğümüz gizli saklı rüyalarla
kim mutlu olabilirdi ki: Elbette günah dürtüsü!
Nasıl tabir edilir ki artık veda kabusları..
şimdi çift kişilik yataklardayız başka
başka insanlarla! Başka başka hayatlarda!
ama hiçbir iyi geceler! ağlatmıyor beni
ağlatmıyor senin karanlığın içinden duyulan
küçük hıçkırıkların kadar hala!
Haftanın Sanat Gündemi
Orhan Kemal 104 yaşında
Edebiyatımızın değerli “usta”sı Orhan Kemal’i, 104. doğum gününde oğlu Işık Öğütçü ile yaptığımız söyleşiyle anıyoruz. Öğütçü, “usta”ların Orhan Kemal’in kitaplarının aydınlık tipleri olduğuna dikkat çekerek, “Bu karakterler üzerinden insanlığa çok önemli mesajlar verir. Sadece bunların okunması bile insanlığın çektiklerinin nedenlerini çok doğru olarak ortaya koyar,” diyor
Orhan Kemal, bu ülkenin vicdanıdır.
Hayatımızı güzelleştiren isimlerden birisidir Orhan Kemal… Okuduklarınız size hiç yabancı gelmez. Kahramanları da, anlattıkları da tanıdıktır. Bir de Orhan Kemal’in yaşamını bilirseniz, yazdıklarına bakışınız da değişir.
“Vukuat Var”dan söz edeyim size… “Vukuat Var”ı uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırım. Birbirlerini seven Güllü ile Kemal, aileleriyle de mücadele etmek zorundadırlar. Bu ortamda tek dayanakları aynı atölyede çalıştıkları Muhsin Usta’dır. Muhsin Usta, “Bekardı. Ama kimsenin karısında kızında gözü yoktu. Dolu kitapları vardı. Boş zamanlarında kitap ya da gazete okurdu.” Kadir İncesu- Birgün)
Tarık Akan için anma programı
Ülkemiz sinemasının ve kültür hayatının önde gelen kişiliklerinden Tarık Akan’ı yitirişimizin 2. yılında ikinci başkanı olduğu Nâzım Hikmet Vakfı, TÜRVAK ve Şişli Belediyesince düzenlenen ortak etkinlikle anılacak.
“Ülkemin Güzel Yüzü Tarık Akan’ı Ölümsüzlüğe Yolcu Edişimizin 2. Yılında Anıyoruz” başlıklı programda, 16 Eylül 2018 günü saat: 17’de Şişli Belediyesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde “Tarık Akan Film Afişleri Sergisi” açılacak. Film afişleri Türker İnanoğlu’nun kurduğu TÜRVAK ‘tan sağlandı.
Açılış töreninde Umur Bugay ve Özcan Arca, tanıdıkları Tarık Akan’ın insan ve sanatçı yanını anlatan konuşmalar yapacaklar.
Etkinlikte ayrıca Tarık Akan’ın yönetmenliğini yaptığı Afrodisias belgeselinin gösterimi yapılacak.
Ayrıca 16 Eylül Pazar günü 14:30’da Bakırköy’deki mezarı başında anılacak./Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı (Gerçek Gündem)
‘Samim Kocagöz Roman Ödülü Gönül Çatalcalı’nın
Karşıyaka Belediyesi Edebiyat Ödülleri kapsamında bu yıl ilk kez verilen ‘Samim Kocagöz Roman Ödülü’ne, Gönül Çatalcalı’nın ‘Eşiktekiler’ adlı eseri layık görüldü.
Kültür ve sanat alanında yaptığı etkinlikler ve düzenlediği yarışmalarla dikkat çeken Karşıyaka Belediyesi, bu yıl ilk kez ‘Karşıyaka Edebiyat Ödülleri’ vermeye başladı. Her yıl ayrı bir dalda, Karşıyaka’da yaşamış şair, yazar ve edebiyatçılar adına açılması planlanan yarışmaların ilki, ‘Roman’ dalında yapıldı ve unutulmaz edebiyatçı Samim Kocagöz’e ithaf edildi. Katılan eserler; İnci Aral, Feyza Hepçilingirler, Öner Yağcı, Hidayet Karakuş ve Hülya Soyşekerci’den oluşan Seçici Kurul tarafından değerlendirildi.
1950’LERİN TÜRKİYE’Sİ
Samim Kocagöz Roman Ödülü’ne oybirliğiyle layık görülen eser, Gönül Çatalcalı’nın 1950’lerin Türkiye’sinde geçen, dönem romanı ‘Eşiktekiler’ oldu. Anlamlı ödül, 14 Eylül 2018 Cuma günü, saat 20.30’da Hikmet Şimşek Sanat Merkezi’nde düzenlenecek törenle Çatalcalı’ya takdim edilecek. Törende, Karşıyaka Belediye Tiyatrosu tarafından, Samim Kocagöz’ün “Islak Ekmek” adlı oyunu da sahnelenecek.
SANATSEVERLER DAVETLİ
Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar “Eşiktekiler adlı değerli eseriyle Samim Kocagöz Roman Ödülü’nü kazanan Gönül Çatalcalı’yı kutluyorum. Bu organizasyon ile kültür ve sanata hizmet ederken, Türk Edebiyatı’nda iz bırakan değerlerimize de bir kez daha saygı ve vefamızı göstereceğiz. Bu yolda ilk ödül heyecanımızı paylaşmak isteyen tüm sanatseverleri törenimize bekliyoruz” dedi.
ÖDÜLÜN GEREKÇESİ
Seçici Kurul tarafından yapılan açıklamada, “Samim Kocagöz Roman Ödülü’nün; 1950 sonrası Türkiye’sini, Demokrat Parti iktidarının etkilerini bir kasabadaki olaylarla ele alan oylumlu yapısıyla, ayrıntıların sağlam örgüsüyle, ülkenin o yıllardan 1980’lere uzanan sorunlarını kişiler bağlamında ortaya döken gerçekçi anlatımıyla, kişilerin içinde bulundukları ortamın biçimlendirdiği ruh durumlarıyla; yöre insanının ekonomik, ruhsal, cinsel sorunlarının altında yatanı etkili bir dille vermesiyle, aydınların bir kasabada bile topluma neler verebileceklerini sezdirmesiyle, dönemin dilini kullanarak yarattığı sağlam kurgusuyla Gönül Çatalcalı’nın Eşiktekiler romanına verilmesi oybirliğiyle kararlaştırılmıştır” denildi.
2018 Yılı Ayfer Öneysan Çocuk Edebiyatı/ Öykü Yarışması Sonuçlandı
Toplamda 28 dosya yarışmaya katılmış, dil, anlatım, çocuklara yönelik sosyolojik-psikolojik değerlerin ele alınışı v.b özellikler dikkate alınarak yapılan eleme sonucu, finale 7 dosya kalmıştır.
Hülya Soyşekerci, Yunus Bekir Yurdakul, Doç Dr. Medine Sivri, Şaban Akbaba, Aydın Şimşek’den oluşan jüri ;
“Peri Kızı” adlı dosyadaki fantastik ögelerin masal diliyle kurmacaya başarıyla yerleştirilmesi,
Masalları özgün, epik bir biçem ile yeniden gündeme getirmesi, bu haliyle bilinen masalların anımsatılması ve irdelenmesi açısından ilginç bir yenilik önermesi,
Öğreticilikten, bilgiçlikten ve otoriter öğretiden uzak durması,
Dili dolaysız kullanması, tekrara düşmemesi,
Psikolojik çözümleme, (hedef okur kitlesini sıkmayacak biçimde) ayrıntılı ve başarılı şekilde kurguya yedirmesi ve araştırmacı bir çabanın metinde hissedilmesi nedeniyle, oy birliğiyle Tuba Deli’ye verilmesini kararlaştırmıştır.
Yarışmaya ilgi gösterip katılan tüm yazarlarımıza teşekkür ediyor, emeklerini saygıyla karşılıyoruz.
Daha sonra geniş bir duyuruyla ödül töreni ve ödülü alan kitabın basım süreci duyurulacaktır.
Diyarbakır’da 4 yıl aradan sonra Kitap Fuarı açılıyor
Diyarbakır’da, geçmişte yaşanan hendek-barikat operasyonları ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle 4 yıldır yapılamayan kitap fuarı yeniden açılıyor. Önemli yazarların konuk olacağı Diyarbakır 6’ncı Kitap Fuarı 25 Eylül tarihinde açılacak ve 6 gün açık kalacak.
TÜYAP, Türkiye Yayıncılar Birliği, Diyarbakır Valiliği, Büyükşehir Belediyesinin ve bazı sivil toplum kuruluşlarının desteği ile 4 yıl aradan sonra açılacak olan Diyarbakır 6’ncı Kitap Fuarı, 25- 30 Eylül 2018’de gerçekleşecek. TÜYAP Diyarbakır Fuar ve Kongre Merkezi’nde düzenlenecek olan fuarda, 120 yayınevi yer alırken, 6 gün sürecek fuarda, 60 kültür etkinliğinde 250 yazar okurlarıyla buluşacak. Aralarında Mıgırdiç Margosyan, Canan Tan, Altan Öymen, Ahmet Telli, Ayşe Kulin, Oya Baydar, Şükrü Erbaş, Aytül Akal, Fikret Başkaya, Nurcan Baysal, Nurullah Peker, Işık Ergüden, Nil Sakman, Kemal Hamamcıoğlu, İsmail Saymaz, Mine Soysal, Levent Gültekin, İsmail Beşikçi, Şeyhmus Diken ve Bahadır Yenişehirlioğlu’nun da bulunduğu yazarlar, fuarda okurlarıyla bir araya gelecek.
Diyarbakır 6’ıncı Kitap Fuarının, yazar Mıgırdiç Margosyan’ı ‘onur konuğu’ olarak ağırlayacağı ve fuar süresince düzenlenecek panel ve söyleşilerde Margosyan’ın edebiyatı, eserleri ve yaşamının ele alınacağı belirtildi.
Okuma Önerileri
1.Bir Cerrahın Kaleminden/Doç.Dr. Ali İhsan Ökten/Akademisyen Kitabevi
2.Kısa Öykünün Büyü Ustaları/Haz. Celal Üster/Türkiye İş Bankası
3.Sanma ki Yalnızsın/ Elif Şafak/ Doğan Kitap
4.Yaaşamın Ucuna Yolculuk/ Tezer Özlü/ YKY