Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Antakya’da Kültür-Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Antakya

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Antakya Kitaplığı: Antakyalı Bilge Hekimin Hamam Kitabı

14 Haziran 2008 tarihinde, üç güçlü sivil toplum örgütü, Hatay Tabip Odası, Hatay Eczacılar Odası ve Türkiye Yazarlar Sendikası tarafından Antakya Ticaret ve Sanayi Odası Salonu’nda Antakyalı Doktor Davut Al-Antaki sempozyumu düzenlenmiştir.
Sempozyumda sunulan bildiriler, Antakya Ticaret ve Sanayi Odası tarafından kitaplaştırılmış ve Tıp Tarihine ilgi duyanlarla araştırmacılara sunulmuştur. Sempozyuma Türk ve Arap uyruklu beş araştırmacı katılmıştır.
Kitap, Antakya asıllı Davut Al-Antaki nin yapmış olduğu bir çok çalışmayı, hayatını, yaşadığı dönemi, yazdıklarını, yazma üslubunu ve tedavi yöntemlerini, bazı bilimsel çalışmalarda öne sürdüğü düşünceleri ve bu düşüncelerinin yaşadığı dönem bilimlerine olan etkisini işlemektedir.
Kitap büyük bir ilgi ile karşılandı ve kısa zamanda yeni baskı gereksinimi doğdu.Yine ATSO tarafından eserin ikinci baskısı yapıldı.
Davud el Antaki, tıp, edebiyat alanlarında Müslüman aleminin ve Antakya halkının gerçekte gurur duyacağı büyük bir düşünürdür. Ne yazık Antakya’nın bu büyük değeri hep ihmal edildi.
Bu bakımdan hemşerimiz Dr. Sadık Nazik’e çok şey borçluyuz. Sayın Nazik on yıldır bu alandaki çalışmalarına ara vermedi. Bu büyük değerimizin tanınması için ciddi araştırmalar yaptı.
Hamam kitabı bu çalışmaların sonucu. Ben burada kentim adına hem Dr. Nazik’e hem de baskı işini gerçekleştiren Hatay Büyükşehir Belediyemiz ile başkan Sayın Doç. Dr. Lütfü Savaş’a şükranlarımı sunuyorum. Dilerim bu çalışmalar artarak devam eder.
Başkanım Sayın Savaş’a bir teşekkür de Antaki’nin adını bir caddede yaşatması.
Eser Hatay Büyükşehir Belediyesi’nden ücretsiz temin edilebilir.

Konuk Yazar: Sorarlar Bir Gün Sorarlar/Alper Akçam
Gün gelir, tek bir ömür koca bir tarihi aydınlatır… Yer yer utanılacak, bir ülke, bir halk ve hele de gerici iktidarlar için yüz karası olacak bir tarih. Ve aynı zamanda anıt bir ada sönmeyecek bir ışık düşürür; gelecek zamanlara, güzel ufuklara ışık tutar… Kötülüklere ve karanlıklara meydan okuyan bir yıldız gibi hep üstümüzde kalır…
O güzel ömrün sahibiyle tanıştım ben. Öğrencilik yıllarımda onu bir ODTÜ dersliğinde canlı olarak dinledim. Âşık Ali İzzet’in elinden tutarak girdi içeri. İki güzel insan; iki türkü ustası, iki halk ve sanat âşığı.
Coşup da slogan atmaya kalkanları öfkeyle susturdu. Burada slogan yok, bağırmak, çağırmak yok; duyun, yüreğinizle dinleyin dedi. Öyle yaptık. Ve onlarca yıl onun sesi yüreğimizdeki közlere körük oldu… Kuvayı milliye destanlarını, türküleri ondan dinlemediyseniz bir yeriniz eksik kalmış demektir.
Ankara Akademili dostlardan gelen yazıyla tamamlayacağım onun ömür öyküsünü…
“Adı Mehmet’ti…..Mehmet Ruhi SU.
1912 de Van’da doğdu. Küçük yaşta annesi ve babasını kaybetmişti.
Onları hiç tanımadı… Neden kaybettiğini hiç bilmedi.
Kimsesizdi, ne bir yakını vardı ne de bir akrabası …ailesi artık Anadolu insanıydı.
‘’Hangi taşı kaldırsam anam babam..
Hangi dala uzansam hısım akrabam.
Ne güzel bir dünya bu iyi’ki geldim,’’ derdi.
Ruhi SU’yu Adana da çocuğu olmayan yoksul bir aileye verdiler… 1915 Ermeni tehcirinde ailesini kaybetmiş yüzlerce devşirme çocuk gibi. Bunlar amcan ve yengen dediler… Ve onları öyle bildi yaşamı boyunca.
Adana’nın İngiliz ve Fransızların işgalinde amcam ve yengem dedikleri Ruhi SU’yu terk ettiler. Bunun üzerine öksüzler yurduna verildi.
Müziğe çok meraklıydı, yurtta bağlama ve keman çalmayı öğrendi.
Çok çalışkandı, çok azimliydi, çok duygu doluydu… Öksüzler yurdundan önce Adana öğretmen okuluna, ardından Ankara Musiki Muallim mektebine girmeyi başardı.
Yıl 1942… Ankara Devlet Konservatuarını bitirdi. Aynı yıl Hasanoğlan Köy Enstitüsünde müzik öğretmenliği yapmaya başladı.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasında görev aldı…. Devlet operasında çalıştı.
Yıl 1951… Devleti yönetenler onun türkülerinden rahatsız oldu… Komünist diye içeri attılar. Sansaryan Han’ın en alt katındaki hücrelerde ağır işkenceler gördü…Tabutluğa kondu… 5 yıl hapis yattı, ama yılmadı.
Yıl 1957… Ceza evinden çıktıktan sonra Ankara radyosunda iş buldu…İşi kısa sürdü. Kovdular… Kovulma nedeni şu türküydü.
‘’Serdari halimiz böyle n’olacak..
Kısa çöp uzundan hakkın alacak..
Mamurlar yıkılıp viran olacak..
Akıbet dağılır elimiz bizim..
Türküleri ünlendikçe milyonlara ulaştı… Ve tabii düşmanı da çoğaldı.
Egemenler onu hiç rahat bırakmadı.. Uzun süre işsiz kaldı. Gece kulüplerinde türküler söyledi.
Yıl 1962… Yapı Kredi yayınları için 5 yıllık bir çalışmasını tamamlayıp, banka yetkililerine teslim etti… Banka kitabı bastı ama kitabı hazırlayan ve yazan ‘’Sadi Yaver’’ olarak görünüyordu.
İsyan etti… Emeği sömürülmüştü. Mahkemeye başvurdu… Kazandı.
Yapı Kredi Bankası Kitabın 2. Baskısını yapmadı.
‘Bir gece kulübünde bu gün kırk bin, elli bin liradır bir Zeki Müren dinletisi..
Ve elbette güzeldir canım emeğin değerlendirilmesi..
Ama benim memleketimde bugün insan kanı sudan ucuz..
Oysa en güzel emek insanın kendisi..
Kolay mı kan uykularda kalkıp
Ninniler söylemesi…’
Yıl 1969… Kanlı Pazar… 16 Şubatta İstanbul taksim meydanında ABD nin 6. Filosunu protesto etmek için 76 gençlik örgütünün toplandığı sırada camilerde toplatıp kışkırtılan kalabalıklar tarafından öldürülen gençlere türkü yaktı..
‘’Bu meydan kanlı meydan
Ok fırladı çıktı yaydan
Kalkın ayağa kalkın
Biz şehirden siz köyden..’’
Halkı isyana teşvikten yargılandı..
Yıl 1975… Dostlar korosunu kurdu, Anadolu halk müziğine büyük katkılar verdi. Çok sesli müziğin gelişmesinde önderlik yaptı… Başta Pir Sultan ve birçok ozanın deyişlerini türkü yaparak Alevi kültürünü milyonlara sevdirdi.
Benim kabem insandır…
Kuranda, kurtaranda
İnsanoğlu insandır… Dedi ve dinsizlikle suçlandı.
Yıl 1977… 1 Mayıs katliamına haykırdı.
‘’Şişli meydanında üç kız
Biri Çiğdem biri Nergis
Vuruldular güpegündüz
Sorarlar bir gün sorarlar..’’
Kahramanlık türküleri çaldı… Estergon kalesi…Çanakkale içinde aynalı çarşı… Ankara’nın taşına bak… Kuvayi Milliye destanı…
Ezilen Anadolu halkının sesi oldu..
‘’Dostlarım, kardeşlerim, canlarım, kaldırın başlarınızı..
Suçlular gibi yüzümüz yerde özümüz darda durup dururuz..
Kaldırın başlarınızı yukarı..’’
Yıl 1980..
Türkiye’de 12 Eylül darbesi oldu… Ruhi SU kemik kanserine yakalandı. Tedavi için yurt dışına gitmesi gerekiyordu… Darbeciler yurtdışına çıkmasını engellediler, pasaport vermediler.. . Ölsün dediler.
1985 yılında öldü…
‘’Ağaç demiş ki baltaya,
Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden
Bak şu ağacın bilincine sen
Ölen ben, öldüren benden…’’
Geride 16 adet 45’lik plak ve 11 adet uzunçalar, yetiştirdiği yüzlerce öğrencisi ve milyonlarca hayran bıraktı..
Cenaze töreni 12 Eylülden sonra ilk büyük protestoya dönüştü.. Güvenlik güçlerinin tüm engellemelerine rağmen on binler Şişli camisine akın akın aktı. Medyanın cenaze törenini görüntülemesi engellendi.
Cenazesi Şişliden Zincirlikuyu’ya giderken on binlerce insan haykırdı…
‘’Ruhi SU’lar ölmez..’’
Ön sıralarda haykıranlar gözaltına alındılar… 163 kişi hakkında soruşturmalar başlatıldı, devlet memuru olanlar işlerinden atıldılar..
Yıl 1990..
Zincirli kuyudaki mezarı kimliği belirsiz kişiler tarafından saldırıya uğradı.. Saldırganlar mezar taşını kırmaya çalıştılar, başarılı olamayınca da kurşunladılar… Saldırganlar hakkında herhangi bir soruşturma açılmadı…
Dosya kapatıldı.
Tarih 2018. Bu gün 20 Eylül; Ruhi Su’nun ölüm yıldönümü..
‘’Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler acılar
Sararlar bir gün sararlar
Sevgi ve dayanışma ile kalın…”

Haftanın Şiiri: Bir Kişilik Sokak/ Ali Yüce
Antakya sokakları dar
Antakya sokakları bir kişilik
Sen giderken ben gelemem
Bir gönlümü bahar almış
Bir gönlümü yaz
Antakya sokakları bir kişilik
Öte git biraz
Akşam
Gözlerimin içine doluyor akşam
Vakitlerin dört ayağı bir pabuçta
Dört saçağın suyu bir olukta akıyor
Gölgeler bir ölüp bir diriliyor
Ayaklarımın ucunda
Gece
Gözlerimin içine doluyor gece
Bütün süngüler kırık şimdi
Bütün sayıların toplamı sıfır
Ne basıncı var havanın
Ne yerin çekimi
Bir gönlümü bahar almış
Bir gönlümü yaz
Böyle zamanlarda çıkma karşıma
İki sarhoş bir sokağa sığmaz

Haftanın Sanat Gündemi
Eskişehir Kitap Fuarı ilk kez düzenleniyor
2018 yılında fuar takvimine Erzurum’un ardından Eskişehir’i ekleyen TÜYAP, kitap fuarı ile yeni fuar merkezinin de açılışını yapmış olacak.
TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım AŞ tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliğiyle, 11-16 Aralık 2018 tarihleri arasında ilk kez gerçekleştirilecek TÜYAP Eskişehir Kitap Fuarı, Eskişehir Ticaret Odası – TÜYAP Fuar Merkezi‘nde düzenlenecek.
2018 yılında fuar takvimine Erzurum’un ardından Eskişehir’i ekleyen TÜYAP, kitap fuarı ile yeni fuar merkezinin de açılışını yapmış olacak.
Eskişehir Ticaret Odası tarafından Eskişehir’e kazandırılan Eskişehir Ticaret Odası – TÜYAP Fuar Merkezi’nin işletmesi ve yönetimini devralan TÜYAP; İstanbul, Adana, Bursa, Konya, Diyarbakır, Samsun ve Erzurum kentlerindeki fuar merkezlerine 2018 yılından itibaren Eskişehir’i de katarak yeni fuar projelerine hazırlanıyor.
TÜYAP Eskişehir Kitap Fuarı’na 150 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımı planlanmakta. Söyleşi, panel, şiir dinletisi, çocuk etkinlikleri ve atölye çalışmalarıyla birlikte 60 kültür etkinliğinde 200 yazar, 11-16 Aralık 2018 tarihleri arasında Eskişehirli okurlarla buluşacak. (Gerçek Gündem)

Çankaya’da kitap buluşması
Çankaya Belediyesi ve Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) işbirliğiyle gerçekleştirilen 1. Çankaya Kitap Buluşması Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde başladı.
Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen de konuşmasında çölleştirilen bir Ankara gerçeği ile yüz yüze kalındığına vurgu yaptı. Taşdelen konuşmasını şöyle sürdürdü: “Eskinin kültür kokan, kitap kokan Ankarası, Karanfil Sokak’ta Konur’da, Zafer Çarşısı’ndaki o güzelim kitapçılar, hepimiz için geride kalmış görünüyordu. Bu çölleşmeye karşı Çankaya Belediyesi, her zaman tavrını koymuş, sanat ve kültür dünyasına katkıda bulunmak için çalışmalar yapmıştır.”
Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde 5 Ekim gününe dek imza günleri ve söyleşilerle sürecek 1. Çankaya Kitap Buluşması’nda 35 yayınevi, yazarlar ve binlerce kitap Başkent okuyucusu ile buluşacak. (Cumhuriyet)

Nahit Ulvi Akgün 100 yaşında: Şairin ‘Birisi’
Şiirle ilgisi olsun ya da olmasın hemen hemen herkesin bir şekilde duyduğu, okuduğu, defterine yazdığı, sevdiği şiirdir “Birisi”…
Kitaplarının baskılarını ancak sahaflarda bulabileceğiniz, 29 Eylül 1918 tarihinde Milas’ta dünyaya gelen Nahit Ulvi Akgün yarın 100 yaşında… Bu yazıyı 12 Kasım 1996’da kaybettiğimiz şair için bir hatırlatma olarak değerlendirin lütfen…
Şair Atila Er’in “Şair gibi yürüdün üstüne tüm acıların” dizesiyle anlattığı Akgün için hazırladığı “1940 Kuşağı’nın Son Romantik Şairi Nahit Ulvi Akgün” adlı kitap 1998 yılında Buğra Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Kitapta Nahit Ulvi Akgün’ün ayrıntılı bir yaşam öyküsünün yanı sıra kitapları hakkında yazılan yazılar ve şiirlerinden örnekler de yer alıyor.
Atila Er, Akgün’ün toplumcu şiir içinde dahi romantizmi yakaladığını, romantizmin hemen hemen her şiirinde hızla çarpan bir yürek gibi durduğuna dikkat çekerek, “Nahit Ulvi mutluluklarını da bireysellikten çıkartıp, toplumsallaştırabilmiş bir ozandır. Elma yiyip elma gibi, yıldızlara bakıp yıldız gibi, kuzularla birlikte olup kuzu gibi, pazarlardan geçip insan gibi çoğalmanın mutluluklarını yaşamaktadır. Yani çoğul mutluluğu yaşamıştır, yaşamının her evresinde…” tespitinde bulunuyor. (Birgün)

Arjen Ari Şiir Ödülü sahibini buldu
TYS adına C. Hakkı Zariç yaptığı konuşmada “Bir kenti var eden sadece onun tarihi dokusu değil, onun içinde yaşayan orayı yazan şairleri ve edebiyatçılarıdır. Nasıl ki Mahmud Derviş dediğimiz aklımıza Filistin geliyorsa, işte Diyarbakır dediğimizde, bölgeden bahsettiğimizde Arjen Arî’nin akla gelmesi çok anlaşılabilir çok yerinde bir duygu. Bir şairin ülkesiyle, memleketiyle anılması kadar onur duyabileceği başka hiçbir şey yoktur” dedi.

Bir Portre/Ali Yüce
Ali Yüce 1928’de Hatay’ın Yayladağ ilçesi Hisarcık köyünde doğdu. 1951’de Düziçi Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Anadolu’nun çeşitli köylerinde ilkokul öğretmenliği yaptı. 1961’de yeterlik sınavlarını dışardan vererek Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümü’nden diploma aldı. Çeşitli liselerde İngilizce öğretmenliğiyle eğitim alanındaki hizmetini sürdürdü.
İlk şiiri 1956’da Yücel dergisinde yayınlandı. Daha sonraki şiirleri Yeditepe, Türk Dili, Soyut, Sanat Rehberi dergilerinde çıktı. İlk şiirlerinde İkinci Yeni’ye başarısız öykünmeler görülür. Özellikle Edip Cansever etkisindeki bu şiirde, benzeşme, niteleme, tamlama bolluğu, aşırı soyutlamalar ve dil oyunları, aşırı bir konuşkanlık etkin. Olgunluk dönemi şiirlerinde ise Metin Eloğlu ve Can Yücel şiirinin bazı özellikleri dikkat çeker. Sözcüklerin yan yana dizilmesiyle izlenimler yaratma diye tanımlanabilecek ilginç bir teknik kullanır. İlginç ritimler, konuşma dili ve sesleniş özellikleri kullanarak şiirini geliştirdi. Yaşadığı çevreyi, toplumsal sorunları yansıtan, yer yer taşlamaya yönelen, yergi ve eleştirinin ağır bastığı toplumcu şiirleriyle tanındı.
Eserleri:
Boyundan Utan Darağacı (1976) /Halk Çağı (1981) Ortadoğu Şiirleri (1983) /Şiir Sıcağı (1984)
Anamı Arıyorum (1985) /Antakya Çarşıları (1986) /Şiir Tufanı (1989) /Taş Tanrılar (1990) /Asılacak Kitap (1991) /İnsan Tomurcukları (1991) /Yunuslama (1991) /Havalı Meryem (1994)
Sevgim Servetimdir (1997)
İnceleme
Şiirin Dili, Yapısı, İşlevi (1975)
Ödülleri:
1980 Nevzat Üstün Şiir Ödülü Halk Çağı ile
1982 Yeditepe Şiir Armağanı Halk Çağı ile
1982 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Halk Çağı ile
1985 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü
1994 Akdeniz Şiir Ödülü (İtalya)

OKUMA ÖNERİLERİ
1.Mekanları Tüketmek/John Urry/Ayrıntı Yayınları
2.Bak Bak Desinler/Cengiz Bektaş/Evrensel Yayın
3.Yerel Tarihçilik, Kent, Sivil Girişim/ Tarih Vakfı Yayını