Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Antakya’da Kültür – Sanat

İçimizdeki Şeytan/Sabahattin Ali Sabahattin

İçimizdeki Şeytan/Sabahattin Ali
Sabahattin Ali, şiirleri, öyküleri, romanları, mektupları, makaleleri, çıkardığı dergi ve gazetelerle büyük bir edebiyat ustasıdır. Ülkemizin yetiştirdiği önemli bir aydındır.
Yazın yaşamına şiirle başlamış, sonradan Nazım’ın etkisiyle öykü ve romana yönelmiştir.
Yazdıklarıyla hep halkın sesi olmuştur. Türk romanının en başarılı örnekleri arasında yer alan, kasaba yaşamını yansıttığı Kuyucaklı Yusuf romanı ve filmi hafızalardan kolay kolay silinmez. Kürk Mantolu Madonna kaç yıldır en çok okunanlar listesinde. Hasan Boğuldu, Değirmen, Kazlar… öyküleri hiç unutulur mu? Sinop cezaevinde yazdığı “Aldırma Gönül” türküsünü bilmeyenimiz yoktur sanırım.
“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizdeki şeytan yok… İçimizdeki aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var…” Bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın “kapana kısılmışlığını” gösteriyor Sabahattin Ali. Aydın geçinenlerin karanlığına, “insanın

içindeki şeytan”a keskin bir bakış.” (Tanıtım yazısı)

KONUK AZAR
ZEYTİN AĞAÇ DEĞİLDİR/ FERHAT İŞLEK
Eğer onunla konuşmadıysanız onu ağaç olarak görürsünüz. Ağaç olarak görüyorsanız, Akdeniz iklimini, dolayısıyla kırmızı toprakları sevendir o. Sofralıktır, yağdır, sabundur sizin için.
Oysa zeytin binlerce yıllık bir yolculuğun öyküsüdür. Günümüze gelinceye kadar ne yorgunluk bilmiştir, ne de bunalıma düşmüştür. Ona bunalımları yaşatan hep insan olmuştur. Kesilmiştir, yüz üstü bırakılmıştır, küçümsenmiştir, horlanmıştır… “Alt tarafı bir ağaç değil mi” denilerek, yeri gelmiş üzerinden yol geçirilmiştir, yeri gelmiş beton yapılarla hayat dar edilmiştir onlara.
Zeytinin sadece tarihsel yolculuğu bile insanın ona karşı saygı duyması için yeterli bir nedendir. Zeytinin beklentisi de bu zaten. İnsanın kendi soyuna duyduğu saygıyı kendisine de gösterilmesini istemektedir. Bu konuda çok haklı gerekçeleri de bulunmaktadır. Çünkü kendisi de insan gibi binlerce yıl öncesinden oradan oraya yayılarak çoğalmıştır. İnsanlık onu yalnızca hayatının bir parçası olarak görmeyip efsanelere konu yapmıştır.
Fas, Tunus, Cezayir, İspanya, Portekiz ya da Bursa, Gemlik, Ayvalık, Edremit… Nerede olursa olsun insan, doğa ve kültür öğesi olan zeytin, nice vadileri, koyları, körfezleri, yamaçları Akdeniz yapar. O barışı, bereketi, hoşgörüyü, suyun tadını, havanın sarhoşluğunu getirir yaşadığı yerlere.
Tarihler zeytinle ilgili ilk kanunu, Antik Yunan’da Solon’un ortaya koyduğunu belirtiyor. Bu bir koruma kanunudur. Ayrıca burada olimpiyat birincileri, zeytin dalından taçlarla ödüllendirilirdi. Bunlara ek olarak, bugünkü bazı kaynaklar zeytin ağacının Yunan adalarının birinde ortaya çıktığını belirtirler.
Mısırlılar ise zeytinyağı üretmeyi biz Yunanlılardan çok önce biliyorduk diyorlar. Afrika’ya da kendi ülkelerinden yayıldığını ileri sürüyorlar.
Bunların yanında çok sayıdaki kaynak, zeytin ağacının Anadolu üzerinden Yunanistan, İtalya ve İspanya’ya genişlediğini açıklıyor. Oradan da 16. yüzyılda orta ve kuzey Amerika’ya… Uzak doğuya yayılması da aynı yüzyıla denk düşüyor.
Bu farklı yorumların olması, zeytinin aslında daha da eski yüzyıllara kadar uzanan bir yolculuktan günümüze geldiğini gösterir. Efsanelere konu olması da belki bundandır.
Felsefe profesörü ve yazar Nermi Uygur ise “Zeytinsi deneme” adlı oldukça kapsamlı yazısında, zeytinin doğma büyüme Anadolulu olduğunu ileri sürüyor. Bugün için, üç büyük kara parçasının denizi kuşatan kıyılarında bulunan zeytinin, Asyalı olduğu kadar Avrupalı, Avrupalı olduğu kadar da Afrikalıdır diyerek düşüncesini paylaşıyor bizlerle.
Uygur’a göre zeytin, eski Yunanistan’da bilgelik, akıl ve düşünme yetilerinin tanrıçası olan Athena’ın ağacıdır. Konuk dahi olsa kimsenin zeytin ağaçlarına zarar vermesine izin verilmez. Ayrıca bu gelenek Romalılar döneminde de sürer. Bu konuda şunları belirtir:
“Romanın Athena’sı Minerva’nın barınağı diye bilindi yüzyıllarca zeytin ağacı. Böylece neredeyse tüm tanrıların güç birliği ile doğayı kültürü ışınladığı bir odak değeri kazandı. Zamanla zeytine tanrıların tanrısı Jüpiter’in ağacı olarak sarıldı Roma egemenliğinin yayıldığı bazı Avrupa yöreleri.”
Nermi Uygur, zeytinin hem kültürel hem tarihsel gelişimini gerçekten iyi araştırmış. Bu araştırmalarından birinde eskiden Arap insanının sık sık zeytin üzerine and içtiğini de belirtiyor. Bu geleneğin Kuran’la yakın ilgisini vurguluyor ve şöyle devam ediyor:
“Batı yöremizdeki bazı camilerde, az da olsa taşa, mermere kazılmış birtakım zeytin biçimleri görüldüğünü söyleyebilirim. Hepsinin dışta -dirlik düzenliğe, içte dinginliğe heves uyandırmak istediği izlenimindeyim”.
Zeytinsi deneme’de yazarın konuşma bölümleri ise şöyle.
“Öyle bir güç salgılar ki zeytin ağacı, yeller gür verimli dalları hafif hafif sallarken, bazen kendimi tutamaz “yeter ki bu ağaç olsun, yazı, felsefe, pek çok yazar, filozof olmasın!” derim.”Derim” diyorum ama gerçekte demem, diyemem gene de. Çünkü ağacım her şeyle güzel, her şey ağacımla güzel.”
“Zeytin ağacının armağanı bu. Tam bilinçle değilse de dolandım durdum zeytinle. Ağacın dalları, tanelerin oluşumu, uygarlığın gidişi, şiirin tadı, simgenin etkinliği diye diye nice tatlı çabalarla oradan oraya koşuştururken, tuhaf yaşantılarla örgülenen rastgele bir oyalanma değilmiş meğer zeytin serüvenim.
İlk baştaki ilk sözcükle birlikte, yazdıklarım zeytinyağı gibi üste çıksın diye söylemiyorum bunu. Bakıp gördüğüm şu: Eskisinden büsbütün ayrı değilse de, kendi kendime, oldukça kendi açımdan, becerebildiğimce anlaşılır bir dille konuşuyorum.(…)Dil dili açarmış meğerse. Günü gelince, özlenen gerçekleşiyor. “Zeytin… Zeytin” derken kendi kendime konuşmayı sürdürüyorum. Zeytin dillendirirken de öyle değil miydi zaten. Her konuşma bir bakıma kendini sürdürmeye bir çağrı.”
Yazıda bu konuşmalar sürüp gidiyor. Yazar bir ara zeytin ağacını da konuşturuyor. Sonunda zeytin ağacı ise şu gerçeği söylüyor:”Ben bir ağacım, konuşamam ki, beni konuşturan sensin.”
Zeytin bir zamanlar dağ başlarında yabandı, onu insan bugünkü durumuna getirdi. Bakımını yaptı. Tanesini alıp yağını çıkardı. Yasalar yaptı, koruma altına aldı. Bunlar yetmedi, ona anlamlar yükledi. Oluşturduğu kültür katmanlarından biri yaptı. Yani o artık bir ağaç değildi insanlık tarihi için.
Her şeyin parayla ölçülüp tartıldığı toplumlarda bu zor anlaşılacak bir durum doğrusu. Zeytinlikleri kesip otel veya başka binalar dikmek gayet sıradan bir durum olarak görülür. Çünkü yapılan her neyse, zeytinden daha çok para demektir. Bütün bunlar zeytinin parasal olarak karşılığının olmayan diğer yönünün görülemeyişindendir.
Böyle göremeyenler, zeytin ağacı ile konuşmayı deneseler, onun binlerce yıl süren yolculuğunu dinleseler; bir zeytin ağacını tıpkı Nermi Uygur’un yaptığı gibi, kendi iç dünyalarında kısa da olsa gezintiye çıkarsalar, alt tarafı bir ağaç olmadığını göreceklerdir o zaman.
HAFTANIN ŞİİRİ
AŞK/ Bahattin Karakoç
Andolsun bütün örtülere, andolsun bütün örtünenlere ki,
Kar altında terleyerek uyanmaktır aşk.
Yanmış iki cesedin kına gibi külleri arasından
Fışkın sürerce dirilip yeniden yanmaktır aşk.
Cümle ağaç kapıları, cümle demir kapıları aşıp,
Bir gönül kapısına dayanmaktır aşk.
Sevgilinin otağını gökkusağına boyayıp gece-gündüz,
Hüznün safran sarısıyla boyanmaktır aşk.
Yaratmaktır ya da sevgilinin toprağından yaratılmak,
Her nefes alıp verişte yanmaktır aşk.
İsmaili bir gönülle teslim olmaktır bıçağa,
Birini kandırmak değil, bilerek kanmaktır aşk.
Diline arılar konar, koynunda karıncalar gezer,
Sevgilinin ölçeğiyle her zaman sınanmaktır aşk.
İsrafil’in Sûr’unu ruhunda duymaktır aşk,
Suyu suyla yumak gibi aşka inanmaktır aşk.

HAFTANIN SANAT GÜNDEMİ
Şair-yazar Bahaettin Karakoç hayatını kaybetti
Türk edebiyatının ‘Beyaz Kartal’ ve Dede Korkut’ lakaplı şair ve yazar Bahaettin Karakoç, Kahramanmaraş’ta tedavi gördüğü hastanede 88 yaşında hayatını kaybetti.
Merhum şair Abdurrahim Karakoç’un kardeşi de olan Bahaettin Karakoç, Pazartesi günü sabah evinde rahatsızlanarak Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nin Kardiyoloji bölümüne kaldırıldı. Damarlarında tıkanıklık tespit edilen ve anjiyo yapılan Karakoç, doktorların tüm müdahalelerine rağmen saat 23.45 sıralarında kurtarılamayarak hayatını kaybetti.
KAHRAMANMARAŞ’TA DEĞER VERİLMEDİ
Babasının kendisini Türk edebiyatına adadığını ifade eden Oğuz Karakoç, “Babam olduğu için demiyorum Bahaettin Karakoç gibi edebiyata kendini adamış insanlar zor gelir. Türkiye’nin birçok şehrinde değer verildiği halde Kahramanmaraş’ta Bahaettin Karakoç’a siyasiler tarafından, bürokratlar tarafından değer verildiğini görmedim. En çok da buna üzülüyorum. Bundan sonra bol bol anarlar, hatırlarlar ama sağlığında anılması benze daha güzel olurdu” dedi.
BAHAETTİN KARAKOÇ KİMDİR?
1930’da o dönem Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesine bağlı olan ve Cela olarak anılan Ekinözü’nde dünyaya gelen Bahaettin Karakoç’un ilk şiiri 1942’de Yurt gazetesinde yayınlandı. 1983’te Kayseri Sanatçılar Derneği tarafından yılın şairi seçilen Karakoç, 1986’da ‘Bir çift beyaz kartal’ kitabıyla Türk Yazarlar Birliği’nden ödül aldı. 1993’te Kazakistan’ın Başkenti Almatı’da Türkçe’nin Uluslararası 2’nci Şiir Şöleni’nde Büyük Bay ödülüne layık görüldü. 2014’te Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi tarafından Fahri Doktora unvanı verilen Bahaettin Karakoç, en son Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi’nce düzenlenen 5’inci Uluslararası Kitap ve Kültür Festivali’ne katılarak kitaplarını imzalamıştı. (Cumhuriyet)
Anadolu belleğini yitirdi
Yaşamını yitiren Ara Güler’in cenazesi için ilk tören Cumartesi günü Galatasaray Lisesi önünde düzenlendi. Ara Güler törenden sonra 12.00’de Üç Horan Kilisesi’ne getirilecek ve ardından Şişli Ermeni Mezarlığı’nda toprağa veridi.
70 yıllık kariyerinde geriye yüz binlerce fotoğraf bırakan usta foto muhabiri Ara Güler 90 yaşında hayata veda etti.
“En önemlisi, fotoğrafın öz elemanı yoktur. Müziğin öz elemanı ‘do, re, mi, fa, sol, la, si’ yani notalar, seslerdir söz gelişi. Oysa fotoğrafın öz elemanları resmin öz elemanlarıdır. O yüzden fotoğraf ancak fotoğraf makinesi araya girmeden, fotoğraf makinesiz fotoğraf çekildiğinde sanat eseri olacaktır. Belki 3000 yılında”. Kendini fotoğraf sanatçısı değil de, foto muhabir olarak gören Ara Güler ’in 1972’de gazetemize verdiği bir söyleşiden alıntı bu sözler. Önceki gece 90 yaşında hayata veda eden büyük usta geride milyonlara varan devasa bir fotoğraf arşiviyle birlikte, bakılacak, görülecek, düşünülecek ve üzerinde tartışılacak nice imge bıraktı. “Devrimizin bilmeden tarihini yazan adamlarız biz” demesi boşuna değil, geride yadsınamaz bir tarih bıraktı bizlere miras olarak. (Cumhuriyet)
3. Genç Altın DefneŞiir Ödülü Sahibini Buldu
Edebiyat dünyamıza yeni isimler kazandırma amacıyla Aalen-Antakya Kültür Derneği tarafından düzenlenen Genç Altın Defne Şiir Ödülü, Hakan Unutmaz’ın “Aynayna” adlı dosyasına verildi.
Üçüncü Altın Defne Şiir Ödülü’nün Şükrü Erbaş, İsmail Mert Başat, Faris Kuseyri, İsmail Cem Doğru ve Gülce Başer’den oluşan seçici kurulu, bu yılki ödülün,“Aynanya” dosyasıyla Hakan Unutmaz’a verilmesine karar verdi. Seçici kurul başkanı Şükrü Erbaş yaptığı açıklamadaHakan Unutmaz’ın “Aynayna” adlı dosyasının ”sözcük örgütlenmesindeki tutarlılığı, zengin çağrışımlı, görselliği ıskalamayan, akıcı söyleyişleri, en çok dayarattığı çağrışımların sahiciliği nedeniyle” seçildiğini bildirdi.
Hakan Unutmaz’ın “Aynayna” adlı dosyası ödül yönetmeliği çerçevesinde kitaplaştırılacak.
Genç Altın Defne Şiir Ödülü 2106’da Dolunay Aker’in “İzdiyar” adlı dosyasına verilmiş, 2017’de ise ödüle değer dosya bulunamadığı açıklanmıştı.

‘Bebeklerin ulusu yok’
Şair Ataol Behramoğlu’nun ‘Bebeklerin Ulusu Yok’ isimli şiir kitabı sahneye uyarlandı.
Tiyatro Nil tarafından sahnelenen oyunun yönetmenliğini Özgürefe Yeşilpınar üstleniyor. Gamze Durmuş, Nihan Ekitöz ve Özgürefe Yeşilpınar’ın oynadığı oyunun tanıtımında şöyle deniliyor: “Şairin de söylediği gibi ‘Bebeklerin Ulusu Yok’… Dünyanın en masum, en saf ve en temiz varlıklarıdır bebekler ve insanoğlunun yarattığı vahşet ortamının en mağdur kimlikleridir.”
Şair Behramoğlu bu eserde, savaşa karşı barışı, ölüme karşı yaşamı, çaresizliğe karşı umudu savunan evrensel bir söz söylüyor. Ekim ayı içerisinde Şişli, Kadıköy ve Beşiktaş’ta sahnelenecek olan tiyatro oyunu, bu evrensel sözü yer yer şiirle, yer yer şarkıyla, kısaca sanatın evrensel diliyle, yeryüzüne barış hâkim oluncaya dek dillendireceğini vaat ediyor.

BİR PORTRE
Bahattin Karakoç
Bahaettin Karakoç, 5 Mart 1930 tarihinde Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde dünyaya geldi. Beş erkek, dört kız çocuğu vardır. İlköğrenimini köyünde tamamlamıştır. Adana-Düziçi Köy Enstitüsü’nde okudu. Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nden mezun oldu. İlk şiiri 1942’de Yurt gazetesinde yayımlandı. Kahramanmaraş’taki sağlık kuruluşlarında sağlık memuru olarak çalıştı. Bahaettin Karakoç, çeşitli gazete ve dergilerde yazdı. Kahramanmaraş’ta 1986-1987 yıllarında Dolunay dergisini çıkardı. Her yıl düzenlenen Dolunay Şiir Şölenlerini başlattı. Çok sayıda ödül almaya hak kazandı.. 1983’te Kayseri Sanatçılar Derneği tarafından yılın şairi seçilen Bahaettin Karakoç, 1986’da ‘Bir çift beyaz kartal’ kitabıyla Türk Yazarlar Birliği’nden ödül aldı. 1993’te Kazakistan’ın Başkenti Almatı’da Türkçe’nin Uluslararası 2’nci Şiir Şöleni’nde Büyük Bay ödülüne layık görüldü. 2014’te Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi tarafından Fahri Doktora unvanı verilen Bahaettin Karakoç’un son görev yeri Kahramanmaraş Verem Savaş Dispanseri idi. Buradan 1982 yılında emekli oldu.
BAHAETTİN KARAKOÇ’UN ESERLERİ
Mevsimler ve Ötesi (1962)/Seyran (1973) /Sevgi Turnaları (1975)
Ay Şafağı Çok Çiçek (1983) /Kar Sesi (1983)/Zaman Bir Beyaz Türküdür (1984)
İlkyazda (1984)/Bir Çift Beyaz Kartal (1986) /Menzil (1991)
Uzaklara Türkü (1991) /Güneşe Uçmak İstiyorum (1993)
Şiir Burcunda Çocuk (Antoloji- H. Özbay ve M. Tatçı ile beraber–1993)
Beyaz Dilekçe (1995)/Güneşten Öte (1995)
Dolunay Şiir Güldestesi (1996)/Leyl ü Nehar Aşk (1997) /Aşk Mektupları (1999)
Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman /Ay Işığında Serenatlar (2001)
Sürgün Vezirin Aşk Neşideleri (2004) /Ben Senin Yusuf’un Olmuşum (2006)
Barış Çağrısı Şiirleri-Dünya Barışına Çağrı Grubu-Meneviş Yayınları (2009)

OKUMA ÖNERİLERİ
1. Mustafa Kemal/ Yılmaz Özdil/ Kırmızı Kedi
2. Gazi Mustafa Kemal/ İlber Ortaylı/Kronik Kitap
3. Çankaya/ Falih Rıfkı Atay/ Pozitif Yayınları