Antakya’da kültür-sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Antakya Kitaplığı Maraş Maraş/ Faruk Demirel /Ubuntu Yayıncılık “Ve 38 yıl sonra Maraş katliamının romanı yazıldı…” Ülkemizi 12 Eylül Darbesi’nin karanlıklarına sürükleyen en önemli kilometre taşlarından birisi Maraş katliamıdır. Maraş katliamı üzerine ağıtlar yakıldı, şiirler, öyküler, anılar, araştırma kitapları yayımlandı. Bazı romanlar içinde değinmelerle yer almasına karşın bütünlüklü olarak ele alınmadı, bildiğimiz […]

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Antakya Kitaplığı
Maraş Maraş/ Faruk Demirel /Ubuntu Yayıncılık
“Ve 38 yıl sonra Maraş katliamının romanı yazıldı…”
Ülkemizi 12 Eylül Darbesi’nin karanlıklarına sürükleyen en önemli kilometre taşlarından birisi Maraş katliamıdır. Maraş katliamı üzerine ağıtlar yakıldı, şiirler, öyküler, anılar, araştırma kitapları yayımlandı. Bazı romanlar içinde değinmelerle yer almasına karşın bütünlüklü olarak ele alınmadı, bildiğimiz kadarıyla…
Bu roman, yıllar alan uzun bir çalışmanın ürünü olup Maraş katliamının edebiyata kazandırılmasını amaçlamıştır.
Akıp giden zaman içinde, unutulmaması gereken olayları roman tadında okuyacak ve yeni nesillere önereceğinizden hiç kuşkumuz yok.
Okuyucularımız çekilen acıları, özlemi, sevgiyi, akıl almaz boyutlardaki göçün öyküsünü; karanlık güçlerin ülkemize nasıl kıydığını, hafızalarında tazeleyip günümüzle karşılaştırma olanağını bulacaktır. (kitapyurdu)

Konuk Yazar
Çiçek Kahvesi/Sabahattin Yalkın
Bu yazımda 2. Büyük Savaş yılları Antakya’sından resimler vermeye çalışacağım. Antakya’da üç belirgin özellik vardır. Biri köklü bir cami-mesçit kültürü…İkincisi bir kahve geleneği… Üçüncüsü ki bana göre en yaygını, havanın uygun olduğu günler piknik düşkünlüğü. Antakya ağzıyla seyran…Bir de Fransızlardan öğrendikleri bir giyim kuşam alışkanlığı… Pazar günleri en yeni elbiselerini ve esvaplarını giyer Antakyalılar. Bunun kökü Hıristiyan olan Fransızların pazar günleri, kiliselerine ailecek en iyi giyimleriyle ibadete gitmeleri. O gün ibadete ve eğlenmeye ayrılmıştır; çalışma yoktur pazar günleri. Antakyalılar da benimsemiştir bunu.
Pazar günleri, esnafın dükkanlarını kapatmaları, yeni ve temiz elbiselerini giyinip kuşanıp çarşıya ve kahveye çıkmaları o günlerden kalmadır. Antakyalı kadınlar da erkeklerine ayak uydurarak, en güzel giysilerini giyerek gezmeye çıkarlardı. Tertemiz giydirdikleri çocuklarını hiç yanlarından ayırmazlardı. Bu gezmeler konu-komşu ve akraba ziyaretleri çerçevesi içinde olurdu. Özetle çeşitli din içinde, çeşitli diller konuşan Antakyalılar pazar günlerini kendilerine ayırmışlardır.
Hıristiyanlarla Müslümanların yaşamlarında farklılıklar olması yadırganacak bir durum değildir. Ancak iklimsel olarak yazları çok sıcak olduğundan özellikle kıt gelirli halk şehre yakın kırsal yerlere, bizim seyran dediğimiz piknik yerlerine giderlerdi. Piknik yerleri, şehir içinde Asi Kenarı, Eski Mezarlık, Cebrail Tepesi, Harabarası Bahçeleri. Habib-i neccar Dağı etekleri, Zeytinlik, Halk Bahçesi ( Şimdiki park) … gibi yerlerdi. Buralarda çerez dediğimiz leblebi(Kudama), çekirdek, fındık, fıstık gibi kuru yemişler, ya da kete, külçe ,kaytaz böreği, katıklı ekmek, biberli ekmek, incir- üzüm kurusu, mamun, kerebiç gibi taşınması kolay yiyecekler olurdu. Bazen çocukların isteğine uyarak züngül ve kabak tatlısı alınırdı çarşıdan. Şehir dışı yerleri ise Harbiye,Düver, Narlıca, Büdembe, Kuruyer, Şıh Hıdır (Samandağı), Çevlik, Şeyh(Şen) Köyü, Yenişehir Gölü (Reyhanlı), Karaçay, Batıayaz… aklıma gelenler. Şehir dışı yerlere kamyon veya otobüsle gidilirdi. Sabahtan akşama dek kalınacağı için sepetler dolusu çeşitli ev yemekler hazırlanırdı. Meyvesinden etine ve de çiğköfteden künefesine kadar. Çiğköfte ve künefe genellikle seyranın demirbaşları idi. İçki de eksik olmazdı; içen içerdi. Şıh Hıdır’da yatma yerleri bulunduğu için iki üç gün kalınabilinirdi. (Lise onuncu sınıfta üç arkadaş Şıh Hıdır’da bir çadır kurup 4-5 gün kalmıştık deniz kenarında).
Özellikle yaz günleri, pazarları öğle güneşi kırılınca erkekler ayrı, kadınlar ayrı dolaşma faslı başlardı Antakya caddelerinde. Dolaşma yerlerinin başında Kışla Önü, Laffut, Harabarası, Dörtayak, Eski Mezarlık Caddesi, Asi Boyu ve Park gibi yerler gelirdi. Genellikle genç insanlar, bir yerde oturmaktan daha çok bu tür dolaşmayı severlerdi. Caddelerde bu saatlerde arada sırada bir araba ya da bir kamyon geçerdi. O da dolaşanları pek rahatsız etmezdi.
Mehtaplı yaz geceleri delikanlılar Çiçek Kahvesini geçtikten sonra Harbiye’ye doğru Laffut yolunu seçerlerdi. Bunlar 5-6 kişilik arkadaş grupları olurdu. Özellikle sol görüşlü gençler buralarda rahat konuşma fırsatı bulurlardı. Herkes bağıra çağıra konuşur. Bazen bilgiç havalarına girer, felsefe parçalarlardı. Bazı gruplar futbol maçı gevezelikleri içinde, incir çekirdeğini doldurmayacak tartışmalardan yukarı çıkamazlardı. Her okuyan gencin kendine uygun arkadaş topluluğu vardı. Herkes kimin ne olduğunu bilirdi. Ve de herkes her yerde görünmezdi.
O yıllarda hemen her mahallenin bir kahvesi olurdu. Başta mahallenin eşrafından ileri gelenler, esnaf sınıfından kimseler, hoş sohbet olan bazı müşteriler kahvenin gediklileri idiler. Nargile içenlerin, oyun oynayanların, sohbet edenlerin ayrı ayrı yerleri, köşeleri vardı. Meddah benzeri orta oyuncular, eğlenceli sohbetleri olan kimseler de bulunurdu bu kahvelerde. Ben bunlardan İncili Cemil denilen adamı, bir de İpek Hoca’yı tanıdım, onları dinledim. İpek Hoca Mevlut okur gibi Antakya yemeklerini saya saya ilginç türküler söyler, maniler okur,herkesi gülmekten kırar geçirirdi. Eğlenceyi seven Antakya erkeklerinin Sıra Gezmeleri olurdu belli gecelerde. O gecelerde Fincan Oyunu oynanır, yenilen ekibe Cille düzülürdü. Bunlar alay edici maniler, yergiler olurdu. Çoğunu cilleciler anında uydururdu. İpek Hoca Sıra Geceleri’nin ve cille düzmenin ustası ve vazgeçilmez adamı idi. Cilleciler, yergide bulunacağı kimselere uygun sözler uydurmak zorunda olduğu için biraz bilgili, zeki kimselerdi. Antakya’nın yerlisi olan bu kimseler, komik adamları ve komik olayları iyi bildikleri için, onları geceye uygulamayı başarı ile yaparlardı. Makamlardan, türkülerden, demelerden haberli kişilerdi. Bunlar bir tür doğaçlama ustası idiler…
Yukarda sözünü ettiğim kahvelere, gençler ellerini kollarını sallayarak giremez, istedikleri yere geçip oturamazlardı. Antakya’da semt kahveleri yanında, yetişkinlerin gittikleri Libyeli Kahve(Asi kıyısı, Ada’nın karşısında) , Camlı Kahve(Papaloz’un Kahvesi derlerdi), Asmalı Kahve( Lise yolu üzerinde), Affan Kahvesi (Sahillilerin), Kurtuluş Caddesinde üç dört kahve, Dörtayak’ta Hallut’un ve Vahit Semek’in kahvesi, daha aşağıda Hünkâr Köşesi Kahvesi, Meydan Pazarı’nda Meydan Kahvesi aklımda kalanlar. Bir de Uzunçarşı’nın ortasında bir kahve vardı. Gençler bu kahvelere pek gitmezlerdi. Onların gittiği Halkevi’ nin Park bitişiğindeki yazlık Kahve ile Asi’nin kenarındaki Çiçek Kahvesi idi. Ayrıca Camlı Kahve’nin bir köşesinde bilardo masaları olduğu için gençler oraya da giderlerdi.
Bildiğim ve yaşadığım Çiçek Kahvesi, Fransız Kışlası’nı 100 metre kadar geçtikten sonra, Harbiye yolu üzerinde, Asi kenarında yazlık bir bahçeydi; Çiçek Bahçesi de denirdi. Burası Fransız Zamanı yazlık bir gazinoymuş; Danslı, müzikli bir eğlence yeri. Doktorun Yeri (Basil Huri) diye söylenirmiş hep. İşletmecisi de bir Hıristiyan olan Yakup Tatros Efendi imiş. Ben o günleri bilmem. Ancak ortaokul ve Lise yıllarımda burası yazın çalışan bir kahveydi. Kadınlı erkekli ailelerin, genç insanların sıkça göründüğü yazlık bir bahçe… Lise öğrencileri, öğretmenlerin de sık sık uğradıkları bu yere ilkin çekinerek girmeye başladılar. Sonra bu çekingenlik kalmadı. Don-durma, birkaç çeşit şerbet, gazoz, ıhlamur, çay, kahve servisi yapılırdı genelde. Ancak en meşhur ikramı, haytalı idi. Herkes kısa zamanda soğuk soğuk yenilen bu bir tür sulu muhallebiyi çok tutmuştu. Zamanla haytalısına tavla oynama modası başladı. Haydi Çiçek Kahvesine gidelim! sözleri, haydi haytalıya gidelim! e dönüş-müştü. Ancak bu fasıldan daha önemlisi, gençlik esintileri idi. Kızlarla erkekler arasında yarı kaçamak, yarı diklemeç bakışlar, çeşitli espriler içinde romantik aşklar doğururdu. Şimdi hepsi birer anıdan öteye gitmeyen birer puslu resim belleğimde… Şişman Naim, o sinirli garson arka arkaya istenen haytalılara zar-zor ulaşıp kanter içinde kalırken, patronun Antakya Arapçası ile aman çabuk ol anlamına “ Yalla Naim, fisah kavvam… “ demesi, onu deli ederdi. Naim’in küfürleri hep ansığımda… Asi’nin sır saklayan suları bunları alıp nerelere götürdü dersiniz? Ah bre Antakya…

Haftanın Şiiri
Gidersen Yıkılır Bu Kent/ Ahmet Telli
Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken

Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
Sustuğun yerde bir şeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
Birde seni ekliyorum susuşlarıma

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam

Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde

Haftanın Sanat Gündemi
Hacettepe Üniversitesi’nde Ahmet Telli söyleşisine saldırı
Hacettepe Kitap Topluluğu’nun davetiyle bugün Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde, ‘Cumhuriyet Döneminde Edebiyat’ konulu söyleşinin konuğu olan şair Ahmet Telli bir grup öğrenci tarafından tehdit edildi.
Gazete Duvar’dan Serkan Alan’ın haberine göre, Telli, bölüm sekreterinin içeriye girerek, “Salonu boşaltın tutamıyoruz kapıdakileri” dediğini söyleyerek karşıt gruplu öğrenciler arasında tartışma yaşanmaması için salondan tek başına ayrıldığını söyledi.
‘GENÇLERİ TEHLİKEYE ATMAMAK İÇİN TEK BAŞIMA SALONDAN ÇIKTIM’
Etkinliği düzenleyen öğrencilere bir şey olmaması için söyleşinin ardından tek başına okuldan çıkmak istediğini, bu sırada kalabalık bir grup tarafından yolunun kesildiğini belirten Telli yaşananları şöyle anlattı, “Çok naif ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Çok memnun olduklarını söyledi öğrenciler. Söyleşi devam ederken bölüm sekreteri içeriye girdi. ‘Salonu boşaltın tutamıyoruz kapıdakileri’ dedi. Sonrasında etkinliği düzenleyen gençleri tehlikeye atmamak için tek başıma salondan çıktım. Kapıda bekleyen 30-35 kişilik güruhun arasından geçtim. Arkamdan slogan atmaya tehdit etmeye başladılar. ‘Hacettepe sana mezar olacak’ diyerek bağırdılar. Taksiye gidene kadar sloganları devam etti.”
Hacettepe Üniversitesi’nde edebiyat söyleşisi düzenleyen şair Ahmet Telli bir grup öğrenci tarafından, “Hacettepe sana mezar olacak” sözleriyle tehdit edildi.(Birgün)

Aziz Nesin 103 yaşında
Öyküleri, romanları, oyunlarıyla edebiyatımızın ölümsüz yazarı Aziz Nesin 103 yaşında.
20 Aralık 1915 yılında Heyliada’da doğan Aziz Nesin’in asıl adı Mehmet Nusret Nesin’dir. Nesin 6 Temmuz 1995 yılında Alaçatı’da hayatını kaybetti.
Aziz Nesin, kısa öykü, tiyatro ve şiir dallarında pek çok yapıtı bulunan mizah yazarıdır. Ataol Behramoğlu bir yazısında Nesin için, “Onca ürüne ve onca ününe karşın, hem yazar hem insan olarak sanki hep işin en başında bir amatör, acemi bir edebiyat sevdalısıydı” der.
UNESCO’nun yayınladığı Index Translationum adlı dünya çeviri bibliyografyasına göre Aziz Nesin, Türkçe eser veren yazarlar arasında Orhan Pamuk, Yaşar Kemal ve Nazım Hikmet’in ardından eserleri yabancı dillere en çok çevrilen dördüncü yazar konumundadır. (Birgün)

Metin Altıok ve Behçet Aysan aynı sahnede
Metin Altıok ve Behçet Aysan, adlarına verilen ödüllerle ölümlerinin 25’inci yılı dolayısıyla yeniden bir araya geliyor.
2 Temmuz 1993’te Sivas’ta, Madımak Oteli’nin yakılmasıyla katledilen iki şair, Metin Altıok ve Behçet Aysan, adlarına verilen ödüllerle ölümlerinin 25’inci yılı dolayısıyla yeniden bir araya geliyor.
24 Aralık Pazartesi günü, saat 19.00’da Cemil Candaş Şişli Kent Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek ödül töreninde “11. Metin Altıok Şiir Ödülü”ne değer görülen Cevat Çapan’a ve “22. Behçet Aysan Şiir Ödülü”ne değer görülen Refik Durbaş’a ödülleri takdim edilecek.
Ödül törenin ardından İbrahim Yazıcı, Elif Nayman, Zuhal Olcay, Güvenç Dağüstün, Selva Erdener, Cem Davran, Sevinç Erbulak ve Hakan Gerçek’in katılımıyla dinleti gerçekleşecek.
Kırmızı Kedi Yayınevi, Türk Tabipler Birliği ve Şişli Belediyesi tarafından düzenlenen ödül töreninin tüm edebiyatseverlerin katılımına açık olduğu belirtildi. (Odatv)

Rıfat Ilgaz için saygı gecesi
Rıfat Ilgaz için adını taşıyan kültür merkezinde saygı gecesi düzenlendi.
“Sınıf’ın ozanıyım mimli, Hababam Sınıfı’nın yazarıyım ünlü. Kim ne derse desin, çocuklar için yazdım hep” diyerek kendini tanıtan edebiyatın usta kalemi Rıfat Ilgaz için adını taşıyan kültür merkezinde saygı gecesi düzenlendi. Sarıyer Belediyesi ev sahipliğinde gerçekleşen etkinlikte usta yazarın özel olarak hazırlanan hiperrealist heykeli sevenlerini duygulandırdı.
Birçok alanda sanatsal faaliyetlerin gerçekleştiği Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi’nde geçen hafta Rıfat Ilgaz için saygı gecesi düzenlendi. Gecede, Rıfat Ilgaz’ın kitaplarından ve eşyalardan oluşan Rıfat Ilgaz Odası’nın da açılışı yapıldı. Odada, heykeltraş Güngör Yüksel’in yaptığı hiperrealist Rıfat Ilgaz heykeli de yer aldı. Silikon, kalsiyum karbonat ve insan saçı kullanarak yapılan Rıfat Ilgaz heykeliyle karşılaşan Aydın Ilgaz gözyaşlarını tutamadı.
Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç’in de katıldığı açılışta konuşan Aydın Ilgaz, “Babamın adının Sarıyer gibi çağdaş, ileri ve sanatla iç içe bir ilçede yaşamasından dolayı gurur duyuyorum. Bunlar çağdaşlığın simgesi. Dilerim ki bu tür belediyelerin sayısı çoğalsın ve özlemini çektiğimiz bahar gelsin” dedi.
Kırmızı Kedi Yayınevi çatısı altında faaliyetlerini sürdüren Çınar Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Derviş Şentekin de Rıfat Ilgaz’ın, bu ülkenin yetiştirdiği önemli aydınlardan biri olduğunu ifade ederek, “Edebiyatımızın koca çınarı Rıfat Ilgaz çok yönlü bir edebiyatçı ve aydındır. Toplum, Rıfat Ilgaz’ı daha çok Hababam Sınıfı’yla tanısa da o Halime Kaptan, Karartma Geceleri, Sarı Yazma, Sınıf, Karadenizin Kıyıcığında gibi pek çok önemli eseri edebiyatımıza kazandırmış bir yazardır. Ömrünü bu ülkenin aydınlanmasına adamış bir yazara, Sarıyer Belediyesi’nin böyle bir ilgi göstermesi sevindirici bir olaydır. Çınar Yayınları olarak, başta Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç olmak üzere emeği geçen herkese çok teşekkür ediyoruz” diye belirtti. (Odatv.com)

Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü için başvurular başladı
Evrensel Bu yıl 24.’sü düzenlenecek olan Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nün 2019 yılı başvuruları başladı. 2018 yılında Zeliha Cenkci’nin kazandığı Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nün yirmi dördüncüsü “Bir Şiiri İnceleme” alanında veriliyor.
Altı yılda bir verilen ve 2013 yılında Şerif Mehmet Uğurlu’nun aldığı ödülün katılım koşulları şöyle:
1) Katılımcılar -seçici kurulda yer alan şairler hariç olmak üzere- Türkçe yazan diledikleri şairin diledikleri şiirini inceleme konusu yapabilirler.
2) Tek bir şiir üzerine yapılması gereken incelemeler, çift aralıkla yazılmalı ve 10 sayfadan az olmamalıdır. Adaylar, daha önce yayımlanmış incelemelerle ödüle katılamazlar.
3) İncelemeler, nesnellik temelinde geliştirilerek, gereksiz övgü ve yergiden uzak tutulmalıdır.
4) Birden çok incelemeci ortak çalışmayla Ödüle aday olabilir.
5) Adaylar birden çok çalışmalarıyla da Ödüle katılabilirler.
6) Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nü daha önce şiir dosyası dalında almış kişiler de -yalnızca bu yıl için geçerli olmak üzere- Ödüle ikinci kez aday olabilirler.
7) Ödül alan ve övgüye değer bulunan çalışmalar, Mayıs Yayınlarınca telif hakları gözetilerek yayımlanacak “Bir Şiirin Söylediği 4„ adlı ortak kitapta yer alacaktır.

Bir Portre
Burhan Günel
Burhan Günel, 7 Nisan 1947’de Antakya’da doğdu, ilk öyküsünü Mart 1971’de Cumhuriyet gazetesinin aylık sanat-edebiyat ekinde, Ökse adlı ilk romanını 1972’de yayınladı. Yazınsal ürünlerinin dışında, çeşitli biçimlerde, altı yüz bölümü aşkın radyo oyunu TRT radyolarında seslendirildi ve yayınlandı. 90’lı yılların başlarından beri resim eleştirileri ve sergi yazıları da yayınlıyor.
Yapıtları – Roman: Ökse; Umut Zamanı; Yağmurla Giden; Aksayan; Acının Askerleri; Kalanlar ve Gidenler, Ve 0 Güzel Kadının Çocukları; Eski Desenler, Yasak Odası; Baraka; Ateş Uykusu; Bütün Zamanlar, Ateş ve Kuğu; Güz de Geçer.
Öykü: Sevgi Bağı; Başka Bir Yaz; Dünyanın En Güzel Kadını; Yine Bir Gülnihal; Nergis; Bisiklet Günleri; Evet Aşk,’ Ateşi Seçtim; Karanfil ve Hançer; Çiçekler Korunağı; Kar Düşleri; Uzun Yol Sürücüsü; Taraça; Bülbülü Öldürelim.
Şiir: Sonsuz ve Gizli; Adınla. Deneme-eleştiri-inceleme: Benzer Romanlar, Karşı Yazılar.
Çocuk kitapları: Evcilik Oyunu (Roman); Ağlama Bebeğim (Roman); Dost Eller (Roman); Sevinç Dolu Bir Akşam (Öykü); Kayısı Ağacı (Öykü); Penceredeki Çocuk (Roman). Ödülleri: Kültür Bakanlığı Çocuk Öyküleri Başarı Ödülü (1979); Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü (1981); Mehmet Ali Yalçın Roman Ödülü (1981); Mehmet Ali Yalçın Roman Ödülü (1982); Nevzat Üstün Öykü Birinci Başarı Ödülü (1983); Ömer Seyfettin Öykü Ödülü (1994); Yunus Nadi Roman Ödülü (1997); Yunus Nadi Öykü Ödülü (2000); Yunus Nadi Roman Ödülü (2005); Truva Kültür Sanat Ödülleri; Yılın Edebiyatçısı Ödülü (2005)

Exit mobile version