Bölgede var olan Hıristiyan (Rum ve Ermeni) nüfusun büyük ölçüde göç verdiğini söyleyen Mişel Uyar: “Antakya, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde, kimlik asimilasyonunun en yoğun yaşandığı bölgelerden biridir.”
Bilgi Üniversitesi, ‘İstanbul’da Kültürel Çeşitliliğin Sivil Toplum Aktörlerini Geliştirme Projesi’ kapsamında hazırlanan ‘Antakya ve İstanbul Rumları İlişki(sizliği)si: Farklılıklar-Benzerlikler’ isimli makaleden AGOS için bir derleme yapan Mişel Uyar’ın tespitleri oldukça dikkati çeken ‘başlıkları’ da gündeme taşıyor. Taşırken de, en dikkati çeken tespit, “Antakya, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde, kimlik asimilasyonunun en yoğun yaşandığı bölgelerden biridir. Antakya’nın, Türkiye tarafından ilhak edilmesi ile birlikte siyasi ve toplumsal dengeleri bozulmaya başladı. Bölgede var olan Hıristiyan (Rum ve Ermeni) nüfusu büyük bir göç verdi. Bu göç ile beraber sosyal hayat ve ekonominin olumsuz anlamda değişmesiyle birlikte, toplumun belleği de zarar gördü” şeklinde paylaşılıyor. Diğer tespitler mi? Başlıklar halinde ilerleyelim mi?
-KİMİZ BİZ?-
Cemaatimizin konuştuğu dil Arapça. Ancak kiliselerimiz Rum Ortodoks Kilisesi. Bu durum, özellikle gençler arasında “Arap mıyız, Rum muyuz?” gibi soruların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Orta yaş ve ihtiyarlar arasında bu konu pek gündem olmamaktadır. Çünkü onlar, kendilerini bir kimlik ile ifade etmekten çok dini inanışını ön plana çıkarmaktadır. Özellikle 1990’lardan sonra Türkiye’nin çok kültürlü yapısının kendisini hissettirmesiyle beraber “Biz kimiz?” sorusu da daha fazla tartışılmaya başlandı.
-RUM KAVRAMI-
Rum kavramının millet-etnisite kavramı ile eşdeğer yanlış kullanımı, günümüzde hem Helenofon İstanbul Rumları hem de Arabofon Antakya Rumları açısından karmaşıklık yaratmaktadır. Örneğin, İstanbul Rumları Antakya Rumlarına, “Siz Rumca bile bilmiyorsunuz? Nasıl Rum olacaksınız?” şeklinde dışlamakta, Antakya Rumları da “Biz Rumca bilmiyoruz, o halde Rum değiliz!” şeklinde kendini o toplumun dışına itmektedir. Oysaki, Rum Ortodoksluk tamamen mezhepsel bir kavram olup, kimlikle bir ilgisi yoktur. İki toplumun da konuştuğu dilleri, kültürleri farklı ancak dini inanış biçimleri aynıdır.
-ARAPÇA, TÜRKÇE-
Bölgede yaşayan hıristiyanların büyük çoğunluğu, Rum Ortodoks mezhebine ve doğal olarak Antakya Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlıdır. Patrikhanenin merkezi Şam’dadır. Bölgede bulunan Rum Ortodoks kiliseleri, Metropolitler aracılığıyla Antakya Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlıdırlar.
Antakya bölgesindeki kiliselerde 19. yüzyılın sonlarına kadar kullanılan dil Yunanca idi. Daha sonra kilise dili, anadilimiz olan Arapça oldu. Osmanlı İmparatorluğu ibadet dillerini bağlı oldukları patrikhanelere göre düzenliyordu. İstanbul Patrikhanesi’nin Ekümenik olmasından kaynaklı tüm Rum Ortodoks kiliselerinde ibadet dili Yunancaydı. Ancak günümüzde Arapça’nın özellikle gençler arasında kullanımının azalması ile beraber Türkçe de kiliselerde kullanılmaya başlandı. Kiliselerde şimdi ayin dili Arapça ve Türkçe’dir. Ancak Paskalya ayini sırasında bir Yunanca ilahi okunmakta ve genel ayinlerde birkaç Yunanca dua ve terim de kullanılmaktadır.
Antakyalı Rum Ortodoksların ana dili uzun yıllardır Arapçadır. Uzun yıllardır dememin sebebi, geçmişte birçok dil konuşulan ve etnik açıdan çok kimlikli bir yapıya sahip olan Antakya’da, Müslüman iktidarlar ile birlikte resmi dil Arapça olmuştur. Geçmişte ise Yunanca, Süryanice, Latince, Ermenice kullanılan ‘resmi’ dillerden bazılarıdır. Antakyalı Rum Ortodokslarda Arapça’nın günlük hayatta kullanımı hakkında kısaca şöyle bir tespit yapılabilir: Orta yaş ve üstünde kent-kır ayrımı olmaksızın yaygın; gençlerde ise kentlerde az, kırsal bölgelerde ise daha yaygın.
-ALTINÖZÜ-
Türkiye ve İstanbul’da Hıristiyan azınlıkların yaşadığı birçok trajik ve travmatik olay, İstanbul’da yaşayan Rumların sayısını hızlı bir şekilde azalttı (1924 Lozan Mübadelesi, 20 Kur’a Askerlik, Varlık Vergisi, 1964 Sürgünü, 6-7 Eylül Olayları vb.). Bunların sonuçlarından biri olarak, özellikle 1970’lerin sonuna doğru, İstanbul Rumlarının birçok dini ve sosyal kurumunda iş gücü sıkıntısı yaşanmaya başladı. Hızla azalan Rum nüfusun yerine yeni iş gücünün ikâme edilmesi gerekiyordu. İstanbullu Rumların sayısının hızla azalması, dini ibadet biçimi aynı ancak dilleri ve kültürleri çok farklı olan Antakyalı Rum Ortodoksların burada iş bulmasını kolaylaştırdı. Ayrıca her iki grubun da ‘Rum’ olarak anılması bu ilişkiyi daha da kolaylaştırdı. Kısacası, kiliselerde zangoçluk, bekçilik vb. işleri yapan İstanbullu Rumlar Yunanistan’a gitmeye başlayınca, buralarda yaşanan boşluk, özellikle Antakya’nın Altınözü ilçesinde yaşayan Rum Ortodokslar ile doldurulmaya çalışıldı. Sıkı bir aile ilişkisi olan Antakyalı Rum Ortodoksların 1940’larda tekil bir örnek olarak İstanbul’a gelmesi, 1970’lerde kiliselerde görev yapacak insan sıkıntısı ile beraber sürekli hale gelmeye başladı. Akrabalık ve hemşeri olma bilinciyle, bu kurumlardaki iş olanakları, özellikle Altınözü’nün Sarılar Mahallesi ve Tokaçlı Köyü Rum Ortodoksları tarafından değerlendirildi. Böylece günümüzde de devam eden bir şekilde, İstanbul’da bulunan Rumlara ait kilise, vakıf, dernek gibi kurumlarda çalışanların büyük bir çoğunluğunu, birbirine akrabalık ve hemşerilik bağı ile bağlı Altınözülü Rum Ortodokslar oluşturmaya başladı.
-OKUL SORUNU-
Günümüzde Antakyalı Rum Ortodoksların bir azınlık okulu yok. (1939 öncesi İskenderun, Antakya ve Samandağ’da birçok Ortodoks, Protestan ve Katolik okulu bulunmaktaydı. Ayrıca Antakya Katedrali’nin içinde bir ruhban okulu da bulunmaktaydı) Bu nedenle, dil hep ailede ve çevrede öğreniliyor. Yine de İskenderun, Mersin ve Antakya’da yaşayan genç kuşak birçok Antakyalı Rum Ortodoks’un Arapça konuşma becerisinin çok zayıf olduğu söylenebilir. Bunun, şehir kültürü ve kendini gizleme çabasıyla ilişkili olduğu anlaşılmaktadır.
-İKİ GRUP-
İstanbul’da iki farklı özellikte Antakyalı Rum Ortodoks yaşamaktadır. Birinci grup, daha önce de belirttiğim gibi, İstanbullu Rum Ortodokslarının kurumlarında (kilise, dernek, okul vb.) çalışan ve genellikle Altınözü’lü olan Rum Ortodokslar. İkinci grup ise, üniversite eğitimi sonrasında İstanbul’un iş imkanlarından yararlanmak için buraya gelen grup. İkinci grubun İstanbul’a göçü 1970’lerde başlasa da, 2000’lerden sonra bu sayı hızla artmıştır.
Birinci grup olarak bahsettiğim grubun İstanbullu Rumlar ile ilişkisi ilk olarak iktisadi temelli olarak başladı. Ancak bu ilişkinin iktisadi temelden öteye gittiğini söylemek pek mümkün değil. Özellikle, geçmişte Altınözü’lü Rumların İstanbul Rumları ile yaşadığı olumsuz deneyimler, bu iki grubun ilişkisinin gelişmesini engelledi. İstanbul Rumları, yeni gelen taşralı kitleyi hem sınıfsal açıdan hem de kimlik açısından dışladı.
İkinci grup olarak bahsettiğimiz grup ise, inançsal açıdan daha zayıf, seküler bireylerden oluşmaktadır ve İstanbullu Rum Ortodokslar ile herhangi bir iktisadi ilişki içinde değil. Bu grup için kilise, memleketlerinde ibadet edilecek yerden çok, sosyal alan olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, İstanbul’da sosyalleşme sorunu yaşamayan ve aynı zamanda kiliseye de gitmeyen Antakyalı Rum Ortodokslar, doğal olarak İstanbullu Rum Ortodokslar ile görüşme ve tanışma fırsatı da bulamamış oluyorlar. Kiliseye gidenler ise, bir şekilde İstanbullu Rum Ortodokslar ile tanışıyor, ancak bu tanışıklık sadece kilise ile sınırlı kalıyor.
Anlaşılacağı üzere, mezhepsel açıdan aynı olmak ilişkiyi geliştirmek için yeterli olmuyor. İnancın zayıflığı ve bir arada olan bir topluluk olmayınca, aynı zamanda Antakya’da sosyal bir alan olan kilise, ihtiyaç olmaktan çıkıyor. Antakyalı Rum Ortodoksların birçoğu, kendilerini Helenofon Rum Ortodokslar ile aynı dil, kültür ve etnisiteden hissetmedikleri için Helenofon Rum Ortodokslara ait kilise dışındaki kurumlarla da iletişimleri neredeyse yok.
-ASİMİLASYON-
İstanbul’da kendi etnik gruplarından insanlar ile genelde kilise dışında bir araya gelen Antakyalı Rum Ortodokslarla bir buluşma ve görüşme arayışı içerisinde olduğu söylenebilir. Ancak bu konuda Antakyalı Rum Ortodoksları bir araya getirecek bir kurumun olmaması bu isteği karşılıksız bırakmaktadır. Altınözü’lü Rumlar ise genellikle İstanbullu Rum Ortodokslara ait kurumlarda çalıştıklarından dolayı, İstanbullu Rumlar ile iktisadi bir ilişki içerisine girmektedirler. Hatta yakın dönemde bazı kilise vakıf ve dernek yönetim kurullarına giren Altınözü’lü Rumlar da bulunmaktadır. Bu durum tamamıyla Altınözü’lü Rumların, İstanbullu Rumların kurumlarında çalışması ve uzun yıllar süren bir ilişkinin sonucudur. Ayrıca -özellikle- Altınözü’lü Rumlar, çocuklarını Rum Okullarına göndermektedir. Böylelikle, 1. kuşak olmasa bile, 2. ve 3. kuşakların İstanbullu Rumlarla daha yoğun ilişkisinden söz edilebilir. İstanbullu Rum Ortodokslar ile bir iktisadi ilişki içerisinde olmayan Antakyalı Rumlar, ki bunlar genellikle İskenderun, Samandağ, Mersin ve Antakyalılar, çocuklarını Rum Okullarına gönderebilmektedir. Ancak burada da eğitimin kalitesi, ulaşılabilirlik ve kültür farklılığı gibi konularda kaygılar yaşanmaktadır. Eğitim kalitesi ve ulaşılabilirliğin, kültür farklılığının önüne geçtiği ve bu konularda ikna olan ailelerin kültür farklılığını görmezden geldiği söylenebilir. Her ne kadar Rum okullarının, bu iki kültürün tanışması ve ilişki kurması için çok önemli olduğu söylense de, Antakyalı Rumlar açısından uzun vadede bunun bir asimilasyona dönüşme tehlikesi bulunmaktadır. Çünkü Rum okulunda eğitim dili Yunancadır ve son yıllarda, bu okullardaki öğrenci mevcudu çoğunlukla Arabofon Rum Ortodokslardan oluşmaktadır. Bu durum, Antakyalı Rumların anadili olan Arapçanın yerine Yunancanın geçmesine yol açmaktadır.
-ANTAKYALI RUM-
Özetle, ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır… İstanbullu Rumların kurumlarında çalışan, ekseriyeti Altınözü’lü olan Rumların İstanbullu Rumlar ile iktisadi temelli olsa da bir bağı vardır. Bu bağ, hem zamanla hem de Altınözü’lü Rumîlerin çocuklarını Rum okullarına göndermesi ile gelişmektedir. Ancak yakın dönemde İstanbul’a -İstanbullu Rumların kurumları dışında- çalışmak için gelenlerde ise böyle bir bağ söz konusu değildir. Bu kişilerde, hem İstanbullu Rumlara karşı ilgi ve bilgi çok düşük, hem de böyle bir ilişki kurma ihtiyacı da görülmemektedir. Ancak görüşmeciler, bir davet geldiğinde değerlendireceklerini de belirtmişlerdir. Aynı durum İstanbullu Rumlar için de geçerlidir.
Birçok İstanbullu Rum, İstanbul’daki Altınözü’lü Rumlar dışında bir Antakya’lı varlığını dahi bilmemektedir. Ancak şu anda kesin bir sayı verilememekle birlikte, neredeyse İstanbul’daki Altınözü’lü Rum sayısı kadar da Antakya’lı Rum bulunmaktadır.
-UZAK VE YAKIN-
Birbirine dinsel-mezhepsel açıdan bu kadar yakın ama kültürel anlamda da bir o kadar uzak olan iki topluluğun ilişkisi, Türkiye’deki Rumların geleceğinde de belirleyici olacaktır. İstanbul’da sürekli azalan Helenofon Rum nüfusun yerini Arabofon Rumlar doldurmaya başlamıştır. Bu, her iki grup için de sıkıntılı bir durumdur. Kendi dil ve kültürünü İstanbul’da devam ettirmeyen Arabofon Rumlar, eklektik bir biçimde asimile olup birçok alanda baskın duruma geleceklerdir. Helenofon Rumlar ise Arabofon Rumlar ile ilişki geliştirmediği takdirde yalıtıklaşıp ve görünmezleşecektir. Bu sıkıntılı durumu aşmak için her iki grubun atması gereken adımlar vardır. Helenofon Rumlar, Arabofon Rumları, Türkiye Rum toplumunun asli bir parçası olarak görmeli, bu toplumun kendi dil ve kültürünü koruması için alınacak önlemlere destek dolmalıdır. Arabofon Rumlar ise Helenofon Rumlara karşı ön yargı ile bakmayı bırakmalı, anadilini ve kültürünü koruyacak kurumları oluşturmalıdır. Bunları oluştururken de Helenofon Rumlardan destek istenmelidir. -Tamer Yazar-