Diyen haksız mı? “Eğer bu camii burada olmasaydı, bugün bu cephe de kapanmış, arka kısımdaki eski şehir de kaybolup gitmişti.” Peki, gidenlerin maliyetinde duran Antakya, eldekilerin hesabında nerede?
16. yüzyıla etiketli mimarisi, Selçuklu tarzını anlatır. Tonozlu ve düz çatılı yapısına yaklaşıldığında, kitabesinde, Hicri 1117 tarihi okunur. Şerefeli ve sivri külahlı minaresi ise Antakya’nın gelenekseli içinde, ayrı bir kent estetiği yaratır.
Burası, Ulu Camii… Şehirleşen, şehirleşirken de betonlaşan kentin aksine, o, dünü muhafaza etmeye devam eder. Ederken de, taş avlusunun meyve veren ağaçlarının dinginliğinde, mola verenleri misafir eder. Geniş, taş döşeli, şadırvanlı avlusunda oturanlar, dışarıda akıp giden hayatın aksine, burada sakinleşen ve hatta duran zamanın keyfini çıkartır.
Mimarı ve yapılış yılı bilinmese de, üzerinde, 1872 depreminden sonra onarıldığını gösteren 1874 tarihli bir kitabe bulunan Camii, eski kentin ön cephesinin en görkemli yapılarından biri. Antakya’nın batı yönünden bakanların kentin doğusunu görebilme şansları bir bakıma. Buna dair konuşan bir vatandaş devam etsin…
“Eğer bu camii burada olmasaydı, bugün bu cephe de kapanmış, arka kısımdaki eski şehir de kaybolup gitmişti. Bugün bu camii sayesinde, eski kent ve yeni kent, yan yana ve karşı karşıya, birbirlerinin gözlerinin içine bakıyor. Keşke her yer bu camii gibi sağlam kalabilseymiş, eski kente girdiğimizde de aynı özeni ve bakımı görebilseymişiz. Buna da şükür!” -Tamer Yazar-