Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Antik mühendisliğin anıtsal örneği…

Bir de İçinde Yürüyebilsek! İnşaatı, Roma imparatoru Vespasian döneminde İ.S.

Bir de İçinde Yürüyebilsek!

İnşaatı, Roma imparatoru Vespasian döneminde İ.S. 69’da başladı, İ.S. 81 yılında, halefi ve oğlu Titus tarafından bitirildi. Tünel inşasında Roma lejyonları ve köleler çalıştı. Ama tünelin ne başında ne sonunda buna dair hikâyeyi okuma şansı bulamıyorsunuz. Daha kötüsü de… Tünel’in bozuk zemini yüzünden ilerleyemiyorsunuz!

Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Opera ve Balesi tarafından düzenlenen 25. Uluslararası Aspendos Opera ve Bale Festivali, Aspendos’un görkemli Antik Tiyatrosu’nun tarihi atmosferinde gerçekleşirken, ‘bizde neden bu tür etkinlikler hayata geçmiyor?’ şeklinde soranlarımız az değil. Özellikle de, etkinliği yakından izleyen ve turizm adına verdiği mesajda, “2019 ve sonrası pazarlama stratejisinin ana partnerleri olarak, Türkiye’nin kültürünü, sanatını ve arkeolojik değerlerini ön plana çıkarmayı düşünüyoruz. Özellikle arkeoloji konusunda dünyada rakipsiz değerlerimiz var. Bunları dünyayla paylaşmak istiyoruz. Pazarlama algısını da bu yönde şekillendirmeyi düşünüyoruz” diyen Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy noktasında dururken…
-ELDEKİ!-
Aspendos Antik Tiyatrosu’nun tarihi atmosferinde Bolşoy Balesi’ni izleme şansı bulanları ve Guiseppe Verde’nin Aida isimli gösteriyle keyif alma fırsatı yakalayanları işaret edenler, ‘dün’ deneni ‘bugün’ ile yaşatan turizm stratejisinin Hatay için de hayata geçmesi gerektiğini söylerken, Samandağ-Çevlik civarında bulunan Titus Tüneli’ne işaret ediyor ve her sene kendini tekrar eden sorunlara ‘artık çözüm bulunsun’ demeyi ihmal etmiyor. Bunu derken de, gelen yerli ve yabancı ziyaretçilerin tünel içinde ‘zemin sorunu’ nedeniyle ilerleyememesinin ciddi bir eksiklik olduğunun altını özenle çiziyor.
Sorun sadece zemin de değil! Hikâye… Tünel’in oldukça dikkat çeken bir ‘yaratılış’ hikâyesi var, ancak bu hikâye gelen ziyaretçilerle paylaşılmıyor. Hatta Tünel girişinde buna dair hiçbir bilgi tabelası bulunmuyor! Hikâye mi? Şöyle…
-BİR KENT-
Bugünkü Antakya’nın yanı başındaki Samandağ ilçesinde, Musa Dağı’nın güneyinde, Çevlik olarak bilinen sahil şeridine kurulmuş “Palaeopolis” olarak anılan bir kent vardı. Büyük İskender’in generallerinden Seleucus I Nicator (M.Ö.305 -281), kendisine düşen topraklarda kurduğu Helenistik Selevkos (Diadochi) Krallığı’nın başkenti olarak burayı seçmişti ve adına da “Seleukeia Pieria” demişti.
Denizden 300 m. yüksekteki akropolde, İsis-Afrodit kültüne ait bir Dor Tapınağı, agora, tiyatro ve kamu binaları bulunurken, aşağı kent ise iç ve dış olmak üzere iki limana sahipti. Bu özelliğinden dolayı, kent, denizden gelecek saldırılara karşı pek de güvenli değildi. Bu nedenle, Selevkos I. Nikator, sonraları başkenti Antioch’a (Antakya) taşıyacaktır. Selevkos Krallığı M.Ö. 63’te sona erdikten sonra, General Pompeius tarafından Suriye Eyaleti adıyla Roma egemenliğine alınmıştır.
Kent, Roma egemenliğine girdikten sonra da önemini korumuş ve Doğu Akdeniz’in önemli bir limanı haline gelmiştir. Suriye ve Mezopotamya’dan gelen mallar, Roma’ya buradan sevk edilmiştir.
Ancak bir süre sonra, kent, önemli bir sorunla karşı karşıya kalmıştır. Orontes (Asi) Nehri’nin Akdeniz’le kucaklaştığı

kentin limanı, bugün Değirmendere-Kapısuyu-Musapınarı gibi adlarla anılan ve Musa Dağı’ndan inen derenin, özellikle sel sularıyla getirdiği alüvyonlarla dolmaktadır. İşte M.S. 1. yüzyılda, Roma İmparatoru Vespasian, limanı tehdit eden sel sularının yönünü değiştirecek “çılgın bir proje” tasarlar.
Vespasian’ın çılgın projesi, sel sularını, limanı tehdit etmeyecek şekilde başka bir yere akıtmaktır. Böylece bir kanal inşasına girişir. Kentin kuzeybatısında, kuzey-güney doğrultusunda akan dere, doğal yatağından 90 derece saptırılarak uysallaştırılır. Coğrafya, köle emeğiyle yeniden şekillenecektir. Ellerinde çekiç-murçlarla, sayıları bine varan köle kayalık arazide, alın terleriyle ıslattıkları toprağı, yarmaya başlar. Ancak kanalın güzergâhında dev bir engel vardır… Kentin sırtını yasladığı Musa Dağı.
Yolu yok! Dağ delinecektir. Bu arada Vespasian ölür. Roma tahtına, Flavius hanedanının ikinci üyesi olarak, oğlu Titus Flavius Vespasianus, “IMPERATOR TITVS CAESAR VESPASIANVS AVGVSTVS” ünvanıyla oturur.
Kanalın yapımını Titus sürdürür. Ferhat’ın dağları delmesi belki bir efsanedir ama, Romalı kölelerin hayata geçirdiği mucize gerçektir. Tam 10 yıl boyunca Musa Dağı’nın eteklerindeki kalker kayalar delinir ve toplam uzunluğu 1380 metreye varan kanal tamamlanır.
Kanalın 130 metresi, 7 metre yüksekliğinde, 6 metre genişliğinde tavanı kapalı tam bir tünel şeklindedir. Bazı bölümlerde, dağ ortadan ikiye kesilmiş gibidir ve gökyüzüne uzanan duvarlarından içeri giren güneş, nefes kesici ışıklarıyla göz kamaştırmaktadır. Kanalın üzerinde, yine Roma devrinde yapılmış, karşıdan karşıya geçişi sağlayan bir de köprü vardır.
Tünelin doğu ucunun yakınındaki kuzey duvarında ise bir kitabe bulunmaktadır. Kitabede, “DIVVS VESPASIANVS ET DIVVS TITVS” ifadesi okunmaktadır. Vespasian ve Titus dile getirilirken, Roma imparatorlarının statülerinden biri olan “divus” (ilahi-tanrısal) sıfatı kullanılmıştır. Kitabenin sağ alt köşesinde ise dört Grek harfi vardır : ενυΔ (ENYD), ki bu sözcük “hidrasyon (su dengesi)” anlamına gelmektedir. Oldukça hasar görmüş bir başka kitabede ise, İmparator Antoninus Pius’un emriyle, lejyon askerleri tarafından tünelde bazı çalışmalar yapıldığı kaydedilmiştir.
-HİKÂYE GÜZEL!-
Şimdi soralım mı? Kentin turizmini yöneten İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne soralım! Sahi, eldeki hikâyeyi neden gelen misafirlerle paylaşmıyoruz? Tünel’e hemen girişte oluşturulabilecek bir alanda, gelenlere, sahip olunan bu görkemli detayları ‘resmederek’ niye sunmuyoruz? Sunmamakla da kalmıyor… Çevlik sahilinden gelenleri bir ‘bilet gişesi’ ile karşılayıp, ardından ‘bundan sonrası onların…’ diyoruz!
Bundan sonrasını, Tünel’e giren, ancak çok da ilerleme şansı bulamamış bir turist aktarsın mı?
“İfade ettiğiniz hikâyeyi bir gezi sayfasında okuyarak geldim buraya. O kadar güzel anlatmış ki buraya gelen kişi, ‘ben de orada olmalıyım’ dedim kendi kendime. Buradayım, ama paylaşacak bir hikâyem olmadı ne yazık ki! Çünkü tünel içinde ilerleyemedim. Zemin çok zorlu ve hava da çok sıcak. Bir de bazı noktalar çok ışıksız ve nereye bastığınızı fark edemiyorsunuz. Ama tünel önünde bir selfie çektik! En azından ‘geldik’ deriz diye! Ama bu alanı herkesin yürüyebileceği bir hale niye getirmiyorlar, merak ettim. Bu çok masraflı bir çalışma olmasa gerek.”
-KADER Mİ?-
Net olan bir şey var ki, sahip olduğumuz tarihe ve kültüre dair anlatıla gelen hikâyelerimiz çok güzel, ama o hikâyeler içinde yer almak isteyenler için hayatı kolaylaştırmak yerine ‘kader’ demeyi bir kenara bırakmamız gerekiyor. Hem de bir an önce… -Tamer Yazar-