AŞI OLMASAYDI…

Kasım 2019’da Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan Covid-19 virüsü, dünyaya büyük bir hızla yayıldı. Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya-Pasifik’te yer alan birçok ülkede virüs vakaları yaşanmaya başladı. Mart 2020’de Dünya Sağlık Örgütü küresel salgın ilan ederek, Avrupa’nın koronavirüs krizinin merkez üssü hâline geldiğini bildirildi.  8 Nisan 2023 tarihi itibarıyla dünyada onaylanmış vaka sayısı 684.906.699’a ölen […]

Kasım 2019’da Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan Covid-19 virüsü, dünyaya büyük bir hızla yayıldı. Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya-Pasifik’te yer alan birçok ülkede virüs vakaları yaşanmaya başladı. Mart 2020’de Dünya Sağlık Örgütü küresel salgın ilan ederek, Avrupa’nın koronavirüs krizinin merkez üssü hâline geldiğini bildirildi.  8 Nisan 2023 tarihi itibarıyla dünyada onaylanmış vaka sayısı 684.906.699’a ölen hasta sayısı ise 6.837.598’e ulaşmıştı.

Dünya Sağlık Örgütü, 5 Mayıs 2023 tarihinde pandeminin artık küresel acil bir durum olmadığını açıklandı. Modern bilimsel tıp çok kısa sürede COVID-19’a yol açan patojenin genetik şifrelerini belirlemiş, Biontech, Sinovac, Sputnik gibi aşılar üretilerek hızla kullanılmış ve başarı sağlamıştı.

Peki, aşı nasıl bulundu? Hangi aşamalardan geçip günümüze ulaştı?

Modern aşı tarihi, Edward Jenner’in 1796’da çiçek aşısını geliştirmesi ile başlamıştı. Yüzyıllar boyunca, milyonlarca insanın ölümüne neden olan çiçek hastalığı, 17. yüzyılda Avrupa’daki en yaygın ve en yıkıcı hastalıktı ve yılda yaklaşık 400.000 insan bu hastalıktan yaşamını yitiriyordu. 18. yüzyılda dünya nüfusunun yaklaşık yüzde onunda ölüme, sakatlığa veya körlüğe yol açmıştı.

İngiltere’de bir köy doktoru olan Edward Jenner, inek çiçek hastalığı geçirmiş sütçü kadınların insan çiçek hastalığına yakalanmadıklarını gözlemlemişti. İnek çiçek hastalığı geçirmekte olan bir kadının elinden aldığı örneği, sekiz yaşındaki sağlıklı bir çocuğa enjekte etti. Çocukta yalnız hafif ateş ve kırgınlık oluştu. Altı hafta sonra, bu defa gerçek insan çiçek hastalığına yakalanmış bir hastanın püstülünden aldığı materyali aynı çocuğa aşıladı. Fakat çocuk öldürücü olan çiçek hastalığına karşı hiçbir reaksiyon göstermedi. Sonraki yıllarda birçok defa aynı deney tekrarlandıysa da çocuk hiçbir zaman hastalığa yakalanmadı.

Jenner’in bu yönteminden yüzyıllar önce hastalığa yakalanıp da ölmeden kurtulanların, bir daha çiçeğe yakalanmadıkları fark edilmiş, hafif bir çiçek enfeksiyonu oluşturmak üzere birçok yöntem geliştirilmişti. Çinliler bir çiçek hastasının kurumuş döküntü kabuklarından yapılan bir tozun solunması yöntemini bulmuştu. Yakın Doğu ve Afrika’da ise derideki bir kesik veya çizgiye çiçek püstülünden alınan materyalin ovularak sürülmesi en yaygın yöntemdi.

Edward Jenner, hastalığın kaynağını ve bağışıklı sisteminin nasıl çalıştığını bilmediği halde ölümcül virüse karşı bağışıklık sağlayan pratik ve etkin bir yöntem bulmuştu. Buluşu önceleri dirençle karşılaşsa da, önemi ve diğer yöntemlere olan üstünlüğü birkaç yıl sonra anlaşıldı. Yaygın aşı uygulamalarına geçildi. Dünyada birçok ülke aşı üretimi için yatırım yapmaya başladı, çiçek aşısı yaptırmayı zorunlu kılan yasalar çıkardı. 1800 yılının sonuna kadar İngiltere’de 3000’den, Avrupa’da 10 binden fazla kişi inek çiçek aşısı ile aşılanmıştı. Yoğun aşılama çalışmaları ile çiçek hastalığı hızla azalsa da, 20. yüzyılda 300 milyon insanı canından etti. Sistematik küresel aşılama programı Dünya Sağlık Örgütü’nün öncülüğünde 1958 yılında başladı. Örgüt, 8 Mayıs 1980’de çiçek hastalığının kökünün kazındığını resmen duyurdu.

Henüz bakterilerin ve virüslerin bilinmediği 1885’de Fransız kimyager Louis Pasteur, kuduz ile enfekte olmuş hayvanların kurutulmuş omuriliklerinden kuduz aşısını geliştirdi. Kuduz, hem hayvanları hem insanları etkileyen ölümcül ve korkunç bir hastalıktı. Pasteur hayvanlar üzerinde denediği aşıyı, kuduz bir köpek tarafından on dört yerinden ısırılmış bir çocuğa enjekte etti. O güne değin kuduza karşı bilinen tek çare ısırılan yerin kızgın bir demirle derinlemesine dağlanmasıydı. Kaldı ki, gecikme halinde bu yöntem de işe yaramıyordu. Sonuçta insanlara henüz uygulanmayan aşı dokuz yaşındaki bir çocuğun yaşamını kurtardı. Bir süre sonra ikinci bir çocukta aynı olay tekrarlandı. Pasteur’ün ünü hızla yayıldı ve dünyanın her yerinde kuduz enstitüleri kurulmaya başlandı.

Alman Doktor Robert Koch, 1882’de verem (tüberküloz) basilini buldu. Pek çok araştırmacı çağın öldürücü hastalığı olan vereme karşı aşı geliştirmeye çalışmaktaydı. Koch’un 1879’da yayımladığı “Travmatik Enfeksiyon Hastalıklarının Etiyolojisi” başlıklı makalesi tıp biliminin yöntemleri konusunda bir kilometre taşı olmuştu. Makalede, belirgin özelliklere sahip bakteriler birbirinden ayrılmakta, belli organizmalar, belli hastalıklarla eşleştirilmekte ve bakterilerin enfeksiyona neden olduğu kanıtlanmaya çalışılmaktaydı. Bakteriyoloji bilimi eksiksiz ve deneysel bir bilim haline getiren Robert Koch, 1905’te Nobel Ödülü’ne değer görüldü.

Ondan sonra gelen birçok bilim insanı tifo, difteri, zatürre, belsoğukluğu, malta humması, menenjit, cüzam, tetanos, veba, frengi, boğmaca ve diğer birçok stafilokok ve streptokok enfeksiyona neden olan mikropları tarif etmek için onun yöntemlerini kulandı.

Aşı araştırma ve geliştirme çabaları 20. yüzyılın ortalarında yoğunlaştı. Modern tıbbın mucizesi aşılar, sağlık alanındaki gelişmelerden çok daha fazla yaşam kurtardı. Difteri, boğmaca, kızamık, kabakulak, çiçek, kızamık, tetanos, kolera, sarıhumma, çocuk felci, grip, hepatit B, bakteri ve kuduz aşıları olmasaydı milyonlarca çocuğun ölümü kaçınılmaz olacaktı.

 

 

 

Exit mobile version