Röportaj/ Bekir Atahan
Bir Antakya Markası
“Şarap, şarapçılık, babamın her zaman hobisiydi ve bir bağ kurup bu işle ilgilenmek de çocukluk hayaliydi” diyen Madlen Abdo Akgöl, şarap yapımında kullandıkları tüm üzümleri kendi bağlarında, Antakya’da yetiştirdiklerini söyledi, Hatay coğrafyasının bu anlamdaki üretim gücüne ve performansına dikkat çekti.
Şarap tadımcısı Doç. Dr. Yunus Emre Kocabasoğlu’na göre, şarabın, üretildiği bağda yapılması önemli. Başka yere nakledilen üzümden yapılan şarabın kalitesi de etkileniyor. Antioche ismiyle markalaşan Antioche Şarapçılık da bu yol haritasında ilerleyen bir marka hikayesi ile dikkat çekiyor.
Şarap yapımında kullandığı tüm üzümleri kendi bağlarında, Antakya’da yetiştiren hikayenin kahramanları arasında duran isimlerden biri ile konuştuk bugün. Madlen Abdo Akgöl, “Babamın, çocukluk hayaliydi” dediği işin başında olan isimlerden biri ve sizler için hem sektörü konuştuk kendisiyle hem de yaşadığı şehir adına biriktirdiği beklentilerini, umutlarını ve belki biraz da hayallerini…
O zaman ilk sorumuz gelsin ve keyifli sohbetimize hep beraber başlayalım…
1991 Londra doğumluyum. 2009 Ata Koleji mezunuyum. 2009-2011 yılları arasında Northeastern Üniversitesi’nde okuyup, daha sonra Koç Üniversitesi’ne transfer oldum ve 2014 Koç Üniversitesi’nden mezun oldum. Aile şirketlerimiz, Hateks Hatay Tekstil İşletmeleri ve Antioche Şarapçılık’ta satış ve pazarlama departmanlarından sorumluyum.
Bildiğim kadarıyla, ailende, Lübnan’da ve İngiltere’de yaşayan akrabalarınız var. İngiltere ve Lübnan kültürüne yakın biri olduğunu düşünüyorum. Bir yanda Batı medeniyeti, bir yanda Doğu medeniyeti. Yaşadığımız yer Türkiye ise ikisinin ortası. Ne batı, ne doğu. Tabi üzerine günlerce konuşulabilecek bir konu olmakla birlikte, bu kültürleri kıyasladığında en çok dikkatini çeken, takdir ettiğin, eleştirdiğin hususlar neler oluyor?
Dediğin gibi, baba tarafım Antakyalı, anne tarafım Lübnanlı. Ancak annemin çocukluk döneminde yaşanan savaş dolayısıyla, tüm aile İngiltere’ye taşınmış ve annem Londra’da büyümüş. Türk ve Lübnan kültürünün sıcaklığını, misafirperverliğini ve yardımseverliğini her daim takdir etmişimdir. İngiliz kültürünün ise disiplinini, düzenini ve çevre/estetik duyarlılığını örnek almışımdır.
Aile işletmenizin pazarlama işleriyle iştigal ettiğini biliyorum. Bir taraftan da yine kendi üretiminiz olan “Antioche” marka şarap ile yakından ilgileniyorsun. Antioche, Hatay’da, belki de bölgemizde
Şarap – Şarapçılık, babamın her zaman hobisiydi ve bir bağ kurup bu işle ilgilenmek, çocukluk hayaliydi. Çocukluğunda, eskiden Antakya’da gelenek olan “evde şarap yapımı’na” şahit olarak büyüdü. İlk defa, sadece deneme amaçlı olarak ve hayaline bir adım daha yaklaşmış olmak için, 2007 yılında üzüm fidanlarını dikti. 2015 yılında da, ilk defa Antakya dışında, İstanbul’da da şaraplarımız oldukça ilgi görmeye ve beğenilmeye başlandı. Yine 2015’te, İstanbul’un en bilinen restoranları bizi şarap menülerine alınca, babamın hobisi daha ticari bir boyut kazanarak ailemizin yeni bir iş kolu oldu.
Antioche Şarapları’nın, Hatay dışında ve Türk Şarapçılık dünyasında daha bilinir ve sevilir olmasındaki en büyük pay ise kendi çabalarımız yanı sıra, sadece Hatay’da yetişen yerel Barburi üzümümüz diyebilirim.
Ben, şahsen, son derece vasat bir şarap tüketicisiyimdir. Fakat Antioche şaraplarını, Antakya yemekleri ve mezeleri ile eşleştirmekten büyük keyif alıyorum. Bana göre son derece keyifli, damakta güzel tat bırakan, içimi rahat bir şarap. Tabii yanılmıyorsam, 4-5 farklı şarap çeşidiniz var, ama beni memnun etmeyen bir çeşidi olmadı Antioche’un. Bu konuda ne gibi özel çalışmalar yapılıyor? Antioche’u rakiplerinden ayıran noktalar neler?
Antioche olarak, şu anda 7 farklı çeşit şarabımız var. Aslında Antioche şaraplarını Antakya Mutfağı ile eşleştirmekten bahsederken, gerçekten güzel bir noktaya değindin. Şarap yapımında kullandığımız tüm üzümleri kendi bağımızda Antakya’da yetiştiriyoruz. Şarapçılıkta, üzümün yetiştiği bölgeye/toprağa “teruar” deniyor. Buradan yola çıkarak, Antakya’da, kendi teruarımızda yetişen üzümlerden yapılan şaraplarımız, yine tüm malzemeleri (salçası, zeytini, nar
Biraz da memleketimiz Hatay’ı konuşalım istiyorum. Hatay, bilhassa Antakya, bana göre gelişmekle beraber, henüz beklediğimiz, istediğimiz atılımları yapamadı. Kent estetiği, yolların ve caddelerin kalitesi, parklar konusunda maalesef iyi durumda değiliz. Sen, İngiltere ve Amerika’yı da yakından bilen birisin. Sence nerede hatalar yapıyor? Güzel parklara bahçelere, yollara, estetik göze hitap eden bir şehre kavuşmamız için neler yapmamız gerekiyor?
İstanbul’da yaşayan bir Antakyalı olarak, her Antakya’ya gidişimde gerçekten bu konuda son derece üzülüyorum. Açıkçası, bence, İngiltere ve Amerika gibi gelişmiş ülkelerdeki şehirciliği örnek alabilecek bir noktada bile değiliz. En azından, kendi ülkemizde daha gelişmiş Büyükşehir Belediyelerinin şehirciliğini örnek alarak yola çıksak o bile kafi.
-Trafiğin yeniden düzenlenip, nihai ve işleyen bir sonuca varılması…
– Şehrin hemen hemen her yerinde olan çukur yolların kaliteli bir malzeme ile yenilenmesi…
– Mümkün olduğunca çok alanın birbirine uyumlu şekilde yeşillendirilmesi…
– Yıkılıp yeniden inşa edilen binaların, en azından renk ve görsel uyum içerisinde olması…
– İşyeri tabelalarının bir düzene kavuşturulması…
Turizm, tekstil, gıda sektörleri, bildiğim kadarıyla şirket olarak iştigal ettiğiniz alanlardan. Döviz kurundaki dalgalanmalar, yüksek enflasyon gibi hususlar sizleri nasıl etkiliyor?
Türk Lirası’nın değer kaybetmesi, içinde bulunduğumuz her üç sektörü kendi içinde farklı şekillerde etkiliyor.
Tekstilde % 100 ihracat odaklı olduğumuz için, bizi kötü etkileyen bir durum yok açıkçası. Ancak şarap işinde tamamen iç piyasada aktif olduğumuz için; maliyetleri yükselten, nihai tüketiciyi zorlayan ve alkolü bir “lüks” olarak değerlendirmeye iten bir noktadayız. Bir diğer söyleyişle, alkol piyasasında satış oranları gittikçe düşecek gibi görünüyor.
Turizmdeyse… TL’nin değer kaybı, dışardan gelen turist için, Türkiye’deki tatil noktalarını onlar için fiyat bakımından daha da cazip hale getirdi / getirecek. Yerli turistinse bundan sonra yüzü gülemeyecek gibi…
Son olarak, bir sohbetimizde “tasarrufun öneminden” bahsetmiştin bana. “Ne kadar çok kazandığın değil, kazandığının ne kadarını kenara ayırabildiğin önemli” demiştin. Türkiye olarak, “tasarruf” konusunda farkındalığımız sence yeterli düzeyde mi? Popüler kültür içerisinde ve sosyal medyanın olumsuzluklarını yoğun olarak yaşadığımız bu dönemde, insanların sence nasıl tedbirler alması ve davranması gerekir?
Aslında o sohbetimizde konumuz, belirli bir hayat standardını yakalayıp, parayı harcama biçimiydi. Ben de “bu standardı yakalarız ve istediğimiz düzeyde harcamasını da yaparız, ama önemli olan bu standardın sürdürülebilirliği. Sürdürülebilirliğin, hatta bu standardı bir üst seviyeye çıkarabilmenin yolu, sanıyorum ki, “kazandığının ne kadarını kenara ayırabildiğinle alakalı” demiştim
İçinden geçtiğimiz popüler kültür devri, yani harcamaya yönelik olan bu devirde tabi ki tasarruf etmek çok da kolay değil. Bunun bilincinde olsak da, dönemsel gelir düzeylerinin düşüşü ve Türk Lirası’nın durmadan değer kaybetmesi dolayısıyla, tüketim yapılan her sektörde fiyatların artması şu dönemde tasarrufu zorlaştıran faktörler. Bu dalgalanmaların artarak devam edeceği bir dönemde olduğumuzun farkındalığına varıp, gerçekten de bir köşede birikim yapmanın faydası var diye düşünüyorum.
“Hızlı Tüketim” çağındayız. Dolayısıyla, gençler olarak buna uyum sağlıyoruz. Tedbir olarak belki de zaman zaman alışverişlerimizde “sayı ve çeşit olarak çok, ama kalite olarak düşük” ürünler alacağımıza, “az- öz ama yüksek kalite” ürünler alıp, daha uzunca süreler kullanmayı ve dolayısıyla paramızı daha mantıklı harcamayı hedefleyebiliriz.
Teşekkürler…