“Edebiyat, hayali terbiye etme biçimidir.”
2017 yılının Mart ve Haziran aylarında, Hatay Büyük Şehir Belediyesi’ne ait Habib-i Neccar Sosyal Tesisleri’ne gitmiştik ailecek. İkinci gidişimde misafirlerimiz de vardı. Çoğumuz, tesislerin nerede olduğunu biliriz de, bilmeyen Antakyalılar ve Antakyalı olmayan okurlar için… Şehrin doğusunda yer alan Habib-i Neccar Dağı’nın eteklerinde, İzmir Caddesi üzerinde. Tesisler, 2013’te hizmete açılmış. Yemek yenilebilen, çay, kahve ve diğer birtakım içeceklerin içildiği bir yer. Ama en güzel özelliği, Antakya’yı kuşbakışı oralardan izlemek…
Her iki gidişimde Antakya’yı oradan seyretmek, tadına doyulmaz bir haz ve huzur vermişti bana. Hatta bir defasında, eteklerden vadiye, ovaya, nehre kuşlar gibi bakarken düşüncelere dalmış ve bir yakınım ne düşündüğümü sormuştu. Bazen düşündüğünüz ve aslında bir bakıma hayal ettiğiniz, başkaları için gülünç ve saçma gelebilir. O yüzden söylemeyip, düşündüğünüzle, hayal ettiğiniz ile kalırsınız. O sırada zihnimden geçenleri, akanları… sizlerle birazdan paylaşacağım.
Çünkü önce 22-23 yıl öncesine götüreceğim sizleri. On yedi yaşımda Antakya’dan ayrılmış, 22 yıl sonra geri dönmüştüm. Aradan birkaç ay geçtikten sonra Hatayspor maçına gideyim, dedim. O zaman tuhaf bir lig vardı. Sanırım en üst düzey 1.Lig ile 2.lig arasında yer alan, on kulüplü bir lig. Resmi değil de, halk arasındaki adı Yükselme Ligi. Hatayspor, 7 maçta ancak 1 puan toplayabilmiş ve son sıraya yerleşmişti. Zor bilet bulmuş, önümde metal tel örgüler, öyle izlemiştim maçı. Hatayspor mağlup. Seyirciler gergin. Küfredip duruyorlar hakeme, rakip futbolculara, kendi futbolcularına. Ben suspus, maçı izliyorum. Amigolardan biri bana bulaştı: “Bre abi, sen buraya susmak için mi geldin? Bağırsana biraz!” Korkumdan bağırmaya başlamıştım: “Hatay, gol, gol, gol! Hatay gol, gol, gol!” Sonraki yıllarda aklıma geldikçe, hep gülerdim. Sorar ve kendi kendime yorum yapardım. Yorumum doğru veya yanlış. İnsanlar neden maçlarda bu kadar bağırır, çağırır, küfreder? Galiba hayatın hengâmesinde biraz deşarj olmak için. Günler, aylar, hatta yıllar içinde biriktirdiği negatif yükü atmak için. Bir de onu anlayan, daha çok kendi seviyesinde, sosyal statüsünde olan insanlarla bir araya gelmenin verdiği aidiyet, paylaşma duygusu…
Yeniden 2017 yılına dönecek olursam. O günlerde yaş, 56. Mesleki yoğunluk, yorgunluk had safhada. Sağlık da hafiften bozuluyor, farkındayım. Gerginim ve kimseyi kırmadan, üzmeden bağırmak istiyorum. Bir anda, bir dağın eteği olan yerleri, dağların tepeleri gibi hayal ettim. Tepelere çıkmışım ve avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Bir yakınımın, “Ne düşünüyorsun?” diye sorduğunda, aklımdan geçenler buydu. Söylememiştim tabii. Ama o günden sonra hep bu düşünceyi geliştirdim. Evet, zamane insanının dünyanın ağır yükleri altında ezilirken, deşarj olmaya ihtiyacı var biraz. Bunun için de kimseyi kırmadan, üzmeden bar bar, bas bas bağırması gerekiyor. E, o halde dağ eteklerine veya tepelere, “Bağırma Sosyal Tesisleri”, “Bağırma Tepeleri” kurulabilir. Öyle ki bu tesislerde tek başınıza bağırabileceğiniz mekânlar kurulu olacak. Veya isteğe göre 15-20 kişinin bir araya gelip bağırabileceği, yerine göre şarkı söyleyebileceği, dans edebileceği, bir şeyler yenilip içilebileceği…
Belki de bu tür tesislerle toplumdaki şiddet azalacak. İnsanlar fazla suç işlemeyecek, birbirlerini kırmayacak, üzmeyecek. Dediğim gibi, bu düşünce size saçma ve gülünç, hatta ütopik gelebilir. Ama çoğu kez bu tür uçuk fikirlerin, bildik kuralların, bildik kurumların işleyişini olumlu yönde etkilediği görülmüştür. Umarım yazdıklarım dikkate alınır, bu veya benzer şekilde, bir gün hayata geçirilir.
YORUMLAR