Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Bakanlık devredeymiş!

Temizlenecekmiş Samandağ-Aknehir’de, denizden tam

Temizlenecekmiş

Samandağ-Aknehir’de, denizden tam 480 metre yükseklikte bir tepe üzerinde karşınıza çıkan bu 1500 yıllık ‘görkemli’ Manastır, duvarlarındaki sprey boyalar ve tüm bakımsızlığıyla karşılıyor sizi…

Antakya’dan Samandağ’a doğru uzandığınızda, Aknehir Mahallesi’ne bağlı sapak, sizi rüzgâr türbinlerinin asker gibi dizili olduğu bir yolun sonunda, milattan sonra 6. yüzyılda yapılmış bir manastıra ulaştırır. Antakyalı St. Simon’un bir sütun üzerinde 40 yıl yaşadığı yer olarak tanınan bir inanç noktasına… Yaklaşık 15-20 km yol sonrasında ulaştığınız yer mi? Şaşırtır. Şaşırttığı kadar üzer. Üzdüğü kadar da öfkelendirir.

-SORUN HEP AYNI-
‘Biz zamanlar’ diye başlayan hikayenin Manastır yerleşkesine dair söylenenler mi? 3 Kilise, bir Vaftizhane, sekizgen bir avlu ve o avlunun tam ortasında St. Simon’un sütunu. Bitmedi! Çevresinde sarnıçlar, evler, mutfak, kiler gibi yapı kalıntıları da… Rivayete göre, burada inzivaya çekilen St. (Aziz) Simon, 20 m yüksekliğindeki taş bir sütun üzerinde tam 45 gün yaşamış.
İnanç turizmi adına eşsiz bir yapıt olmasına rağmen, durum, Titus Tüneli ya da Beşikli Mezarları’ndan çok farklı değil! Zira manastırın olduğu alana doğru adım atmanızdan kısa bir süre sonra karşınıza duvar yazıları çıkıyor! Adımlarınız ilerledikçe de, bu tarihi emanetin farklı parçalarında benzer ‘sprey’ katkılı yazılar devam ediyor. 1500 yıllık bir Manastır’ın dünden kalan yapıları üzerine kalpler çizen ve aşka dair kelimeler ekleyenler, anlaşılan o ki tarihten ölesiye nefret ediyormuş. Aksi halde bu yaşananlar başka türlü nasıl mümkün olabilirmiş ki?
-2009’DAN 2017’YE-
Manastır’ın kaderi dün de çok farklı değilmiş… Dönemin Aknehir Belediye Başkanı Mehmet Mübarek’in 2009 tarihli bir açıklamasına denk geldik. Orada ifade edilenler, yaşananları daha da netleştiriyor:
“St. Simeon Manastırı’nda son zamanlarda bazı farklılıklar yaşandığını gözlemliyoruz. Eksiklikler gün geçtikçe artıyor. Gelen turist bir parça alıyor, giden bir parça koparıp gidiyor. Bu konuda acil bir önlem alınmadığı takdirde, yakında manastırdan eser kalmayacağından endişe ediyoruz.”
Peki, bu endişe noktasına birikenler bugün azaldı mı? Gördüğümüz kadarıyla, artarak devam ediyor.

-HİKAYESİ-
Stilitler Tarikatı’nın kurucusu, Saint Simon Stilit (İ.S.389- 459) olarak kabul ediliyor. Anlatılanlara göre, Kilikya ile Suriye’nin birleştiği sınır bölgesinde doğan ve genç yaşta Antakya’da yaşamaya başlayan Simon, bir manastırda aldığı temel din eğitiminden sonra kendini kentin dışında bir hücreye kapatır. Burada 3 yıl yaşadıktan sonra, kentin yakınında bir dağa çıkarak, burada kendini bir kayaya zincirler ve çevresine çizdiği bir çemberin dışına çıkmadan yaşamaya başlar. Sabrı, dayanıklılığı ve inancı ile ismi kısa zamanda duyulur… Hıristiyanlık dünyasının her yanından hastalar, dertliler, çaresizler Simon’a akın etmeye başlar.
Milattan sonra altıncı yüzyılda, St.Simon adına buraya bir manastır yapılır. Ve yine anlatılanlara göre, burada inzivaya çekilen St. Simon, 20 metre yüksekliğindeki taş bir sütunun üzerinde tam 45 gün yaşar.


-VE YİNE BETON!-
Manastır’a ulaşmak için her hangi bir araç bulmanız çok zor. O yüzden buraya özel aracınızla gelmeniz dışında bir seçeneğiniz yok. Zira burası, denizden yüksekliği 480 metre olan bir tepe. Ancak bu uzun yolun sonunda sizi, yaklaşık bin 500 metre karelik bir alan üzerine dağılmış manastır kalıntıları karşılıyor. Kalıntılar arasında neler mi var? Örme şeklinde muhteşem sütun başlıkları, üzerinde haç işaretleri olan duvar taşları, toprakla örtülmüş mozaikler, su sarnıçları… İşte o an, geride bıraktığınız şehir kalabalığının çok ötesinde bir dünya karşılıyor sizi. Gözlerinizi kapatıp, hayal etmeye başlıyorsunuz. İlk halini… O döneme ait yaşamı… Bir taş sütunun üzerinde geçen 45 günü… Sabrı, inancı ve yaşama dair her şeyi…
Ancak gözlerinizi açtığınızda sizi karşılayan şeyler şaşırtıyor. Özellikle de bir ‘sarnıç’… Sözlük anlamına baktığınızda, “doğal olarak bulunan ya da özel olarak yapılmış, kullanılmak üzere yağmur sularını biriktirmeye yarayan yeraltı su deposu…” diye geçen bu alanın üzeri, ‘güvenlik’ amaçlı bir demirle kapatılmış. Eski ve paslı bir demirle… Ancak sarnıcın olduğu yerde yükseltilen ağza yakından bakıldığında, mevcut taş yapıya eklenmiş çimentoya benzer bir dolgu göze çarpıyor. 1500 yıllık bir alanda bile çimento mu, dedirtiyor gördükleriniz! Amaç gelen misafirlerin ‘güvenliği’ bile olsa, yapılma şekli ‘olmamış’ dedirtiyor.

-ÇÖP ARABASI-
Daha içeriye doğru yürümeye devam ediyoruz. Yapılara ait devasa taşlar ve duvarlar her yerde. Ara ara gözlerinize takılan tüm o parçaları birleştirip, tüm o söylenen yapıları hayal etmeye çalışıyorsunuz. Kiliseyi, vaftizhaneyi, taş avluyu, tabandaki desen desen mozaikleri, görkemli sütunları… Ama her adımınız bir başka gerçeğe çarpıyor. Çarptıkça da duruyorsunuz. Net olan bir şey var ki, bölge uzun zamandır bakım görmemiş. Bu çok açık. Çünkü hemen her yeri kaplayan yabani otlar, neredeyse alanı örtme telaşında. Böylesine bakımsız bir yerde sizi şaşırtan detay ise, bir temizlik arabası! Genelde belediye temizlik işçilerinin cadde bakımları için kullandığı ve el yordamıyla çektikleri iki tekerlekli plastik bir çöp arabası. ‘Burada ne işi var’ bilmiyoruz ama, bırakıldığı yerde unutulmuş olması büyük bir ihtimal!
-MOZAİKLER-
Tarihi alanın tabanında bulunan mozaikler için ne söylenmeli, bilmiyoruz. Üzerleri toprakla örtülerek korumaya çalışılmış. ‘Görülmesin’ ve bu şekilde daha uzun bir süre ‘korunsun’ diye düşünülmüş. Manastır duvarlarının sprey boyalar içinde olduğuna bakılırsa, mozaiklerin toprak altında bırakılmak istenmesine şaşmamalı. Kimi bilgiler, Manastır’ın olduğu alanda ciddi bir mozaik zenginliğinin olduğu yönünde. Ama buna dair şu ana dek her hangi bir çalışma yapılmamış. Anlayacağınız, hikayeler rivayetlere karışmış, gerçek ise çokça yalanmış!
-SON 2 SENE-
Manastır’a girişte konuştuğumuz güvenlik görevlisinin anlattığına göre, her şey son 2 senede değişmiş! Buraya çıkan yol elden geçirilmiş, ki daha önceki halini anlatanların ifade ettiğine göre, köy yolundan betermiş. Tabi insanın aklına gelmiyor değil… ‘Bunca bakım ve yol değişimi, rüzgar türbinlerine yatırım yapan firmaların araçlarına kolaylık sağlamak için mi’ diye! Öncelik onlara dair bile olsa, Manastır’a ulaşım bugün daha kolay. Size tavsiyemiz, dünden bugüne eksilerek kalan her şey adına, elinizi çabuk tutun ve 1500 yıllık bir manastırın 480 metrelik tepesinden dünyayı izleyin. İnsan yapısı rüzgâr türbinleri o izleyişe çokça engel, ama çaresiz değilsiniz. Kapatın gözlerinizi ve düne gidin.
Konu buraya gelmişken, Arkeolog ve Editör Nezih Başgelen’i hatırlamadan geçmek olmaz…
“Samandağ’da çok daha uygun alanlar dururken, Doğu Akdeniz’in tarihi ve turizmi için çok önemli bir manastır kompleksinin tepesine rüzgâr türbinleri dikme hoyratlığını anlamak mümkün değil…”
Haksız mı? Değil!
-NE Mİ LAZIM?-
Samandağ Titus Tüneli ve Beşikli Mağaraları’nda karşımıza sıklıkla çıkan ‘sprey’ boyalı kirlilik, ne yazık ki 1500 yıllık Manastır’ın birçok duvarında da karşınıza çıkıyor. Gereken ve beklenen ‘kurumsal’ korumanın sağlanamadığını açık bir şekilde netleştiren bu durumun ‘resmi’ sorumluları noktasında konuşmak isteyen olur mu peki? Yoksa ‘eldeki bu’ ve ‘önemli olan bundan sonrası’ mı? Eğer durum ‘ikinci’ adına bir beklenti yarattıysa, bizlerden de bir öneri gelsin, şu ana dek Saint Simon Manastırı için gerekeni yapmayanlara… Mesela, böylesi bir alanda, gelen ziyaretçiler için bir ‘hediyelik’ eşya noktası oluşturalım. 1500 Yıllık Manastır’ın maketleri olsun gelenler için. Geride kalanların benzer parçaları olsun. Ama en çok da, Aziz Simon’un 45 gün boyunca üzerinde yaşadığı söylenen taş sütun… Gelenlere mola aldırtalım. En azından ‘bir kahvenin 40 yıllık hatırı’ adına ağırlayalım. Belki bu şekilde, birbirinden kopan ‘dün’ ve ‘bugün’ adına iyi bir şeyler yapabiliriz. En azından yapmaya başlayabiliriz. Haksız mıyız?  Tamer Yazar