Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

“Barış Evi” dedim…

Çünkü burası, barışın kenti…

Çünkü burası, barışın kenti…

Geniş taş avlusu etrafında yükselen 2 katlı eski bir Antakya evini pansiyon haline getiren Melek Carcar, kadim kentin dün hikâyeleri içinde konaklamak isteyenler için davetini yinelerken, bir şeyin altını özenle çiziyor… “O eski denen şey sizin için değerliyse, zaten o anlatılanları bir şekilde sahipleniyorsunuz. Hatta sahiplenmekle de kalmıyor, herkesle de paylaşmak istiyorsunuz. Barış Evi Pansiyonu, salt bir iş değil o nedenle. Benim için, eski kentin, gerçek Antakya’nın hikâyesinde konaklama imkânı arayanlara, bu fırsatı vermek.”

Onlara dair söylenen, aslında çok değişmiyor. Niye mi? Onlar; Anadolu’nun dört bir yanında faaliyetlerini sürdüren, iş hayatına farklı bir bakış açısı getiren, üreten, ürettikçe kazanan, kazandıkça ekonomiye ve toplumun her kesimine olumlu faydalar sağlayan, toplumsal yaşamda güçlüklere karşı direnerek ve kararlılıkla yollarına devam eden kadın girişimciler. Onlar, kendi başarı hikâyeleri için ayağa kalkanlar. Kendi başarı hikâyelerini, tüm riskleri göze alarak, kelime kelime yazanlar ve finalde de diğer kadınlar için ‘rol model’ olanlar.
Bugün, buna dair bir ismi bu sayfaya davet edelim mi? Kadim kent Antakya’dan olsun bu isim. Taş ve ahşabın birlikteliğinde mimari bir görsellik yaratan eski bir Antakya evini ‘Pansiyon’ yapıp, bu kente gelen misafirleri noktasında turizm elçiliği yapan da biri olsun.
Onunla, daha önce defalarca bir araya geldik aslında. O; her sene, mevsimin meyvelerinden reçeller yapan, ardından onları özenle kavanozlayan ve meraklıları ile buluşturan biri.
Evet… Sorularımız, bu kentin eski denen kimliği içinde yaşayan ve yine o kimlik içinde de ilk işinin başına geçen ve ‘kadın patron’lar arasına giren Melek Carcar için gelsin.

Konuya dair adımlamadan, öncelikle seni biraz tanıyalım mı? Kimdir Melek Carcar?

Aslen Altınözü’lüyüm. Ama çok uzun zamandır, Antakya’nın bu eski denen yakasında, dar sokakları arasında, düne dair hikâyesi de olan bir evinde yaşıyorum. 30 senelik evliyim. Sanırım, kendim de bu evlerden birinde yaşadığım için, kıymetini çok iyi biliyorum. Bu evlerle beraber nefes alıp vermenin ne demek olduğunu da… Ve bu sevgim o kadar derin ve özel ki, işletmeciliğini üstlendiğim Barış Evi Pansiyonu da eski bir Antakya evi. Çok geniş, taş bir avlusu olan, 2 katlı, size dün hikâyesini anlatma telaşında duran, görkemli bir ev. Sanırım buraya gelip kalanlar da en az benim kadar bu keyfi hissediyor.

Hayata dair “fark yaratan kadınlar”, şartları zorlayan ve girişimciliği ile örnek olan kadınlar… Bugün sizle konuşma sebebimiz de biraz bundan. Eski Antakya sokaklarında, dünden kalan bir yapının pansiyon halinde, bir işletmeci kimliğinde ‘ben de varım’ diyorsunuz, ki burası ile başlayalım o zaman… Tam olarak neredeyiz?

Burası, eski bir konak. Zengin bir ailenin bir zamanlar yaşadığı bir evmiş. Tabi bu halde değildi. Taş ve ahşap evlerdeki ortak sorunlar burada da vardı. Hepsi konusunda bir çalışma yaptık. Yorucu bir süreçti, ama değdi, diyebilirim. Şimdilerde de pansiyon olarak hizmette ve bu kente gelenleri misafir ediyor. Şu ana için sadece konaklama hizmeti veriyoruz. Ama yakın bir zamanda bu hizmete kahvaltıyı da ekleyeceğiz. Eski kentin bahçelerinden toplanan turunçlarla yapılmış reçellerimiz olacak, ki daha bir çok lezzet daha.

Kaç oda var?

Toplam 9 odamız var.

Gördüğüm kadarıyla, oldukça geniş bir taş avlunuz var, ama benim dikkatimi çeken, avludaki oturma gruplarından bir ikisi… Sanırım, masa diye kullandığınız kısımlar, bu kentin eski evlerinin ‘kullanılmadığı’ ve ‘eskidiği’ için ıskartaya çıkardığı ahşap kapıları! Ama siz bunları masa olarak değerlendirmişsiniz. Öyle mi?

Evet… Atmak yerine, değerlendirmek gerek. Çünkü bu evlerin hepsinin içinde o kadar çok yaşanmışlık var ki, anlatılacak… Bu kapılar da, o yaşanmışlıklardan bir parça. Ben, ona bakınca; o evin kapısını çalanları, karşıladığı misafirleri, kapının ardında yaşananları, acıları, hüzünleri, mutlulukları düşünüyorum. Dili olsa da konuşsa, diyorum hatta. Neler anlatırdı kim bilir! O nedenle, atılacak şeyler değiller. O yüzden, avlumuzda, bu defa bizlere masa görevi görüyor. Ama hikâyesi hala içinde. Onu değerli kılan hikâyesi, hep onunla. Zaten bizim burada verdiğimiz hizmetin önemli bir parçası, bu kentin dünden bugüne taşıdıkları, yaşanmışlıkları…

Ne hissettiriyor böylesi bir evde olmak?

Dediğim gibi… Size eskiyi anlatıyor. Eğer o eski sizin için değerliyse, zaten o anlatılanları bir şekilde sahipleniyorsunuz. Hatta sahiplenmekle de kalmıyor, herkesle de paylaşmak istiyorsunuz. Barış Evi Pansiyonu salt bir iş değil o nedenle. Benim için, eski kentin, gerçek Antakya’nın hikâyesinde konaklama imkânı arayanlara bu fırsatı vermek. Gelsinler ve misafirimiz olsunlar.

Sanırım, misafirleriniz arasında, bu kenti gezmeye gelen yerli turistler kadar, dünyanın farklı yerlerinden iş için gelenler de var. Doğru mu?

Evet… Bazen kısa süreliğine Antakya’ya gelenler oluyor. Gençler, aileler ya da sadece iş amaçlı gelip de, klasik bir otel yapısı içinde sıkışıp kalmak istemeyenler. Zaten Barış Evi Pansiyonu, seyahat etmek isteyenlerin sıkça kullandığı iletişim kanallarında yer alıyor. Tabi bize sosyal medya üzerinden ulaşanlar da olmuyor değil.

Kaç senedir bu kentin eski dokusu içinde yaşıyorsunuz?

Yaklaşık 30 senedir.

Peki, buradaki eski evler, sokaklar, üzerinde tokmağı olan kapılar, dünü fısıldayan avlular ve eski komşuluk geleneğini yaşatma çabasında duranlar, giderek şehirleşen ve birbirinden uzaklaşan bizler adına ne anlatıyor?

Ne kadar çok şey kaybettiğimizi ve burada, o kaybolmuşluğa inat, hala var olanları… Mesela burada komşuluk ilişkileri hala dünde olduğu gibi. İnsanlar, birbirlerine gülümser, ‘günaydın’ der, sabah telaşında yardım edilecek bir şeyler varsa ‘gelir’, el atar, işler beraberce halledilir. Apartmanlarda yaşayanlar, dış kapılarını açık bırakır mı? Bırakabilir mi? Bizler bırakıyoruz. O güven kaybolmadı. Eski kent, sanırım, bu yapıları ayakta tuttuğu gibi, bu bahse konu değerleri de ayakta tutma konusunda çok başarılı.

Dünyanın aydınlatılmış ilk caddesine yakın bir noktada, avlulu, çok odalı, iki katlı taş bir binanın işletmeciliğinde, bir pansiyon yönetiyorsunuz. Burada çok şey dikkati çekiyor ama… Bir şey, hepsinden daha çok… İsmi! Burası, Barış Evi Pansiyonu… Hikâyesi var mı?

Hikâyesi var tabi. Hem de çok kalbi bir hikâyesi var. Belki biliyorsunuz… “Barış Evi”, Rahibe Barbara Kallasch’ın 30 seneyi aşkındır bir ömür tükettiği Antakya’da inşa ettiği de bir olgu, ki onun yaşadığı evin ismi de buydu. Barış Evi’ydi. Biz, biraz da onun bu ‘barış’ öğretisi ile harekete geçtik ve pansiyonumuzun ismini ‘barış’ ile taçlandırdık.
Rahibe Barbara Kallasch, Antakya’nın, kendisini dünyada anlatması adına çok şey yaptı. O da böylesi bir evde yaşadı yıllar boyunca. Onların bakımı ile birebir ilgilendi. Önemlerinin altını çizdi. Aslında, bu anlamda herkese de örnek oldu. Bizler, adımlarımızı, bu çizgide atmaya ve aynı noktada kıymet bilmeye devam ediyoruz. Çünkü o girişe eklediğimiz isim tabelasındaki ‘barış’ kelimesi, bir bakıma pansiyonumuzun da ruhunu yansıtıyor.

Bu kente gelecekleri, bu dün hikâyesinde konaklamaya davet etmeden önce, ‘neden burada kalmalıyım’ sorusuna ne cevap verirdiniz? Bir otel değil de, neden burası?

Bir oteli her yerde bulursunuz, ama böylesi evleri bulmak kolay mı? Değil… Bir kere, burada uyananların ilk duyduğu şey, kuş cıvıltılarıdır. Rüzgârın sesi, o kış cıvıltılarına eşlik eder. Ezan sesine Çan sesi karışırken, kadim bir kentte güne başlamanın keyfini hissedersiniz.

Siz, aynı zamanda, başka başka alanlarda da üretim yapan bir kadınsınız, ki eski Antakya’nın geleneksel bir meyvesini her sene kavanozlayıp, meraklıları ile buluşturuyorsunuz. Sanıyorum o eşsiz turunç reçelleri, pansiyonun kahvaltı menüsünde de olacak, öyle mi?

Evet, bir süre sonra kahvaltımız da olacak ve gelen misafirlerimize, kendi yaptığımız ev reçellerinden oluşan bir menü ile ‘günaydın’ diyeceğiz. “Neler olacak” diye sorarsanız eğer… Mesela turunç reçeli olacak. Kabak, ayva, incir, ceviz, patlıcan reçelleri de olacak.

Çalışan bir kadın olmak zor. Peki, bu zorluğu göze alan ve başaran da biri olarak, diğer kadınlara tavsiyeniz olur mu?

Ben bunu her zaman söylüyorum. Bir şeyler yapmaktan korkmasınlar. İlla ki herkesin çok iyi yaptığı, yapabileceği bir şeyler var, olmalı. Önemli olan bunu keşfetmek, keşfedebilmek. Kendilerine inansınlar. Güvensinler. Cesur olsunlar. Ve o ilk adımı atsınlar. Başarısızlıktan korkmasınlar. Ben şu an çok çalışıyorum. Kendi işimin patronuyum. Bu, bana daha iyi hissettiriyor. Daha fazlasını başarabileceğimi anlatıyor. Emin olun, bu sadece maddiyat değil, ama maneviyat. Kendi iç enerjinizi, potansiyelinizi keşfetmek.

Antakya için ‘ziyaret’ planlaması yapanlara, hangi ayları önerirsiniz?

Nisan, Mayıs, Haziran… Bizlerin de en yoğun zamanları. Bence bu zamanların Antakya’sını kaçırmasınlar. Misafirimiz olsunlar.

Son bir şey daha… Eski kent içinde belediyelerin restorasyon çalışmalarını, umutla ve merakla izleyen çok insan var. Zeminde çıkan taşları, yenilenen ahşap evleri ve daha fazlasını gördükçe umutlanıyor musun, yoksa ‘ne kadar çok şey kaybetmişiz’ mi diyorsun?

Umutlandırıyor, ama “biraz da geç kalmışız”, bunu da anlatıyor. Yine de ortaya konan emek adına belediyelere içtenlikle teşekkür etmek gerekiyor. Çünkü bu kentin dününe, bugününe, yarınına yatırım yapıyorlar. Bizler de bu kente yatırım yapanlarız. O nedenle herkes bir ucundan tutmalı, yapılanın ve eski Antakya’ya nefes vermeli. Çünkü bu kent çok daha güzelini, çok daha iyisini hak eden bir kent. Röportaj/Tamer Yazar